28 Eylül 2021 Salı

İNSAN VE İNANÇLARI

 İNSAN VE İNANÇLARI

MODERN ZAMANLARDA asıl üzerinde çok daha söz edilen ve düşünülen ana konu DİN olmaktadır.

İnançlar, inanca bağlı yaşamdaki kurallar, inanç özgürlüğü, hangi inanç kabul edilebilir, devlet ve inançların düzenlenmesi....

Her tür inanç bir DİN midir?

Din nedir?

Daha da çok konuşulacak ve üzerinde tartışılacaktır.

DİN denildiğinde ilk akla gelen tek tanrılı dinler olmaktadır:

- Yahudilik

- Hristiyanlık

- İslam

Dünyanın geçmiş zamanlarına bir bakıldığında ise insanın beş milyon yıldır var olduğunu bize anlatır bilim insanları.

Tek tanrılı dinlerin dışında var olmuş, bugün de var olan birçok başka DİN-İNANÇ sistemleri vardır.

Bir canlı varlık, hayvansal bir varlık ve düşünebilen, karar verip, eleştirel davranabilen bir varlık olarak insanı ele almamız gerekir.

Birçok özellikleri artık çok iyi bilinen insanın belki de daha henüz tam olarak saptanamamış, ortaya çıkarılamamış başkaca özellikleri de vardır.

Bilim ilerledikçe de yeni bulgular ve saptamalar elde edilecektir.

İnsanın düşünebilmesi ve ruhsal bir iç dünyasının var olmasından dolayı da bunlara bağlı çok yönlü, çok boyutlu özelliklerle karşılaşırız.

Akıl, zeka, ruh, bilinç, öz bilinç, bilinç altı... gibi özellikler ve kavramların getirdiği geniş boyutlar içerisindeki insan bunları taşıyabilen TEK canlıdır.

Kendi özellikleri ve yetenekleri nedeni ile de, bunlardan dolayı da "aklı yerinde" olma durumu onu "insan" eder.

"Akli baliğ" durumu ortadan kalktığında ise yaşayan bir canlı olarak çok daha farklı bir konuma düşer. Artık bu durumda psikiyatri bilimi söz sahibi olmaktadır.

Tam ölçülere, kalıplara, normlara uyan bir insan doğumu ile birlikte yaşama belirtileri gösterdiğinde artık onun zeka ve akıl, ruh özellikleri de devrededir ve birlikte çalışır, etkilemelerde, tepkilemelerde bulunur.

Artık bu küçük insan için en yakın çevresi, ailesi ve içerisinde bulundukları topluluğun, toplumun taşıdığı özellikler, kültürel yapıları işlerlik kazanır ve düzenli olarak etkiler, yönlendirir.

Konuşabilmek, öğrenebilmek, denemeler, yanılmalar, sınamalar, sınırlar, saptamalar, yasaklar, içselleştirmeler, tepkimeler...hepsi birden ve hiç bir aralık vermeden insanı etkiler ve onun kişisel gelişimini oluşturur.

Anadili, bilgi haznesi, değerler toplamı, duygusal algıları, toplumsal davranış biçimleri ... ortaya çıkar ve biçimlenmeler başlar.

Bu nedenlerden dolayıdır ki insanın dünyaya geldiği coğrafya, yer, ülke, köy, kent, çevre, ailesi... çok ama çok önemlidir.

...................    .................

İnsanların içinde bulundukları İNANÇ sistemleri diğer tüm kültürel değerleri gibi kendisine "çevresinden", ailesinden v. b. etkenlerden gelmiş sayılmalıdır.

Ancak çok ender olmak üzere çok az sayıda insan inanç değişikliğine geçer (din değiştirir)

Özellikle batıdaki gelişmiş toplumlarda son dönemlerde kilisenin varlığı, sistematiği ve gücü beğenilmemektedir.

Birçok hıristiyan da bağlı bulunduğu kiliseden (kilise kolundan) yazılı olarak ayrılmaktadır. Böylelikle de üzerilerindeki yükümlülüklerden, vergilerden kendilerini aklamış olmaktadırlar.

İnsanlığı, insanları en çok meşgul eden, ilgilendiren ve de etkileyen de yine İNANÇ ve onun geliştirdiği sistematiktir.

Global anlamda da her an ve her zaman ekonomiyi, politikayı ve bunların stratejilerini de etkileyen, yönlendiren hep İNANÇLAR SİSTEMATİĞİ ve kurdukları yapılardır.

Barış ve savaş, açlık ve tokluk, yoksulluk ve varsıllık vb.. her zaman bu güçlerin elinde olmuştur ve onların dengelemeleri ve iteklemeleri ile yön bulmuştur.

DİN ve İNANÇLAR sistematiği o kadar önemli ve güçlüdür ki tek tek bireyleri kendi iç dünyalarına ve onların kalplerine bırakılamamaktadır.

Bırakmazlar zaten!

Onların, toplumun ve ülkelerin ana yönetimleri ve duruşları her zaman bu güç odaklarının etkisinde olmuştur ve olacaktır.

Öylesine bir kocaman dünya ve de yığınla sözde bili üretirler, çok sayıda ayrıntılar, kurallar, koşullar üretirler ki, toplum ve bireyler bu bilgileri, bu ayrıntıları "her şeyden önce" öğrenmek ve uygulamak zorunda imişcesine büyük bir baskı altına alınırlar.

Kim kime ve ne denli güç uygulayacak?

Kimler hangi görevleri taşıyacaklar ve bunları uygulayacaklar ki hem kendilerine bir itaat sağlasınlar hem de çıkar...

En çok söylenilen ve bununla da övünülen bir konu idi:

İslam dini geldiğinde onun elçisi birçok devrimsel  yenilikler getirmiştir.

Bunların en önemlisi ise bir "ruhban sınıfına" karşı çıkılması olmuştur.

Yani bir takım kişilerin kendilerine görev edinip, din memurluğu, din yöneticiliği ve din adına ölçer biçer olması, bu tür yetki ve ayrıcalıklar ile kendilerine maddi ve manevi çıkarlar, gelirler sağlayabilmeleri İslam dinince kabul edilmeyecek idi.

Ne yazık ki Hz. Muhammed her zaman bunu söylemiş ve uygulamış olsa da onun ölümünden sonra o dönem sona ermiştir.

Din adına ve dinden gelen gücü yaratarak kendilerine büyük paylar, varlıklar sağlayan aileler oluşmuş ve bu durum böylece yayılıp, kabul görür bir duruma getirilmiştir.

Şöhret, şan, iktidar, para, mal, varsıllık, kocaman ve gösterişli yapılar... artık din adına ve dini gösterir bir biçimde uygulama alanları bulmuştur.

Toplumlar bu tür din adamlarının, ailelerin, ruhban sınıfının, tariklerin, mezheplerin vb. yayılması ve güçlenmesi ile yüzlerce yıllık yepyeni bir sistematiğin içine girmişlerdir.

İlk kaynak olan ve doğrudan doğruya insana gönderilmiş olan ve de aracıya gerek olmadığı kendisi tarafından söylenilen Allah'ın kitabı öylece kendi başına bulundurulmuştur.

Asıl sorunun devasaa bir sistematik olduğunu ve bunun içindeki esas sınıfın bir güç odağı olduğu ise ne yazık ki göz ardı edilmiştir her zaman...

Tek, tek bireyler eğer birer mümin olarak kalabilmiş ve yaşamlarına da böylece bir yön verebilmiş iseler zaten sorun olmamıştır.

Devlet ve toplum, kamu gelinen modern zamanlara uygun olarak çağdaş devlet yönetim biçimleri ile yönetilebilir olduğunda ise olması gereken bireyin inançlarını kendisine ait olduğudur.

Bu özellik ve duruş ise ne yazık ki çok dindar ve müslüman nüfusun var olduğunun kabul edildiği ülkelerde ise uygulama bulamamıştır.

Bireylerin kendi başlarına tek, tek gerçekten de bu tür sistematiklere karşı gelebilmesi ve her şeyden önce de bu tür bir öz bilince erişmesi nerede ise imkansız gibidir.

Bu nedenle de çok az sayıda bile olabilse bireylerin kendi beşeri akıllarını çok iyi geliştirmeleri ve yönlendirmeleri, bu tür hakikatleri kavrayarak yaşamlarına antisosyal olma pahasına da yön verebilmeleri çok sağ duyulu bir gelişme olacaktır.

Bu tür bir düzeyin olabileceğini ilk anda kavrayabilen birey ise ancak bundan sonra bu yolda kendini yönlendirecek ve geliştirecektir.

Düşünecek, araştıracak ve bir takım bileşkelere (sentezlere) ulaşacaktır. Evet kabul etmek gerekir ki o artık herkes gibi davranmayacak, herkes gibi düşünmeyecek ve belki de herkes gibi duyumsamayacaktır.

Yok, ben öyle ayrı duramam, böylesine kalabalıklara da sırt çeviremem diyorsa, diyecek olursa da zaten esas varılması gereken o düzeyin varlığının hissiyatını bile kavrayamamış demektir. Belki de kendisince çok farkı bireysellik, özgürlük vb. kavramları vardır ve bu kültüre de kendini bir güzel yerleştirmiştir. çıkış için ise birçok yerden, konudan ve duruştan, duyumdan arınmak gerektiğini ise belki de hiç kavrayamayacaktır.

Arınmışlık, arınabilmelik ise hem bir araç hem de bir amaç olacaktır zamanla bir anlayabilmiş olsa.

Bunların sonunda belki de asıl olan özgürlüğe ve de varsıllığa erişebilecektir, eğer bunlar zamanında kavrayabilmiş olsa...

.....

   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 11.02.2020, MŞ.

  (Devam edecek)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapanın adı ve soyadı: