İNSAN VE İNANÇLARI
MODERN
ZAMANLARDA asıl üzerinde çok daha söz edilen ve düşünülen ana konu DİN
olmaktadır.
İnançlar,
inanca bağlı yaşamdaki kurallar, inanç özgürlüğü, hangi inanç kabul edilebilir,
devlet ve inançların düzenlenmesi....
Her
tür inanç bir DİN midir?
Din
nedir?
Daha
da çok konuşulacak ve üzerinde tartışılacaktır.
DİN
denildiğinde ilk akla gelen tek tanrılı dinler olmaktadır:
-
Yahudilik
-
Hristiyanlık
-
İslam
Dünyanın
geçmiş zamanlarına bir bakıldığında ise insanın beş milyon yıldır var olduğunu
bize anlatır bilim insanları.
Tek
tanrılı dinlerin dışında var olmuş, bugün de var olan birçok başka DİN-İNANÇ
sistemleri vardır.
Bir
canlı varlık, hayvansal bir varlık ve düşünebilen, karar verip, eleştirel
davranabilen bir varlık olarak insanı ele almamız gerekir.
Birçok
özellikleri artık çok iyi bilinen insanın belki de daha henüz tam olarak
saptanamamış, ortaya çıkarılamamış başkaca özellikleri de vardır.
Bilim
ilerledikçe de yeni bulgular ve saptamalar elde edilecektir.
İnsanın
düşünebilmesi ve ruhsal bir iç dünyasının var olmasından dolayı da bunlara
bağlı çok yönlü, çok boyutlu özelliklerle karşılaşırız.
Akıl,
zeka, ruh, bilinç, öz bilinç, bilinç altı... gibi özellikler ve kavramların
getirdiği geniş boyutlar içerisindeki insan bunları taşıyabilen TEK canlıdır.
Kendi
özellikleri ve yetenekleri nedeni ile de, bunlardan dolayı da "aklı
yerinde" olma durumu onu "insan" eder.
"Akli
baliğ" durumu ortadan kalktığında ise yaşayan bir canlı olarak çok daha
farklı bir konuma düşer. Artık bu durumda psikiyatri bilimi söz sahibi
olmaktadır.
Tam
ölçülere, kalıplara, normlara uyan bir insan doğumu ile birlikte yaşama
belirtileri gösterdiğinde artık onun zeka ve akıl, ruh özellikleri de
devrededir ve birlikte çalışır, etkilemelerde, tepkilemelerde bulunur.
Artık
bu küçük insan için en yakın çevresi, ailesi ve içerisinde bulundukları
topluluğun, toplumun taşıdığı özellikler, kültürel yapıları işlerlik kazanır ve
düzenli olarak etkiler, yönlendirir.
Konuşabilmek,
öğrenebilmek, denemeler, yanılmalar, sınamalar, sınırlar, saptamalar, yasaklar,
içselleştirmeler, tepkimeler...hepsi birden ve hiç bir aralık vermeden insanı
etkiler ve onun kişisel gelişimini oluşturur.
Anadili,
bilgi haznesi, değerler toplamı, duygusal algıları, toplumsal davranış
biçimleri ... ortaya çıkar ve biçimlenmeler başlar.
Bu
nedenlerden dolayıdır ki insanın dünyaya geldiği coğrafya, yer, ülke, köy,
kent, çevre, ailesi... çok ama çok önemlidir.
................... .................
İnsanların
içinde bulundukları İNANÇ sistemleri diğer tüm kültürel değerleri gibi
kendisine "çevresinden", ailesinden v. b. etkenlerden gelmiş
sayılmalıdır.
Ancak
çok ender olmak üzere çok az sayıda insan inanç değişikliğine geçer (din
değiştirir)
Özellikle
batıdaki gelişmiş toplumlarda son dönemlerde kilisenin varlığı, sistematiği ve
gücü beğenilmemektedir.
Birçok
hıristiyan da bağlı bulunduğu kiliseden (kilise kolundan) yazılı olarak
ayrılmaktadır. Böylelikle de üzerilerindeki yükümlülüklerden, vergilerden
kendilerini aklamış olmaktadırlar.
İnsanlığı,
insanları en çok meşgul eden, ilgilendiren ve de etkileyen de yine İNANÇ ve
onun geliştirdiği sistematiktir.
Global
anlamda da her an ve her zaman ekonomiyi, politikayı ve bunların stratejilerini
de etkileyen, yönlendiren hep İNANÇLAR SİSTEMATİĞİ ve kurdukları yapılardır.
Barış
ve savaş, açlık ve tokluk, yoksulluk ve varsıllık vb.. her zaman bu güçlerin
elinde olmuştur ve onların dengelemeleri ve iteklemeleri ile yön bulmuştur.
DİN
ve İNANÇLAR sistematiği o kadar önemli ve güçlüdür ki tek tek bireyleri kendi
iç dünyalarına ve onların kalplerine bırakılamamaktadır.
Bırakmazlar
zaten!
Onların,
toplumun ve ülkelerin ana yönetimleri ve duruşları her zaman bu güç odaklarının
etkisinde olmuştur ve olacaktır.
Öylesine
bir kocaman dünya ve de yığınla sözde bili üretirler, çok sayıda ayrıntılar,
kurallar, koşullar üretirler ki, toplum ve bireyler bu bilgileri, bu
ayrıntıları "her şeyden önce" öğrenmek ve uygulamak zorunda imişcesine
büyük bir baskı altına alınırlar.
Kim
kime ve ne denli güç uygulayacak?
Kimler
hangi görevleri taşıyacaklar ve bunları uygulayacaklar ki hem kendilerine bir
itaat sağlasınlar hem de çıkar...
En
çok söylenilen ve bununla da övünülen bir konu idi:
İslam
dini geldiğinde onun elçisi birçok devrimsel
yenilikler getirmiştir.
Bunların
en önemlisi ise bir "ruhban sınıfına" karşı çıkılması olmuştur.
Yani
bir takım kişilerin kendilerine görev edinip, din memurluğu, din yöneticiliği
ve din adına ölçer biçer olması, bu tür yetki ve ayrıcalıklar ile kendilerine
maddi ve manevi çıkarlar, gelirler sağlayabilmeleri İslam dinince kabul
edilmeyecek idi.
Ne
yazık ki Hz. Muhammed her zaman bunu söylemiş ve uygulamış olsa da onun
ölümünden sonra o dönem sona ermiştir.
Din
adına ve dinden gelen gücü yaratarak kendilerine büyük paylar, varlıklar
sağlayan aileler oluşmuş ve bu durum böylece yayılıp, kabul görür bir duruma
getirilmiştir.
Şöhret,
şan, iktidar, para, mal, varsıllık, kocaman ve gösterişli yapılar... artık din
adına ve dini gösterir bir biçimde uygulama alanları bulmuştur.
Toplumlar
bu tür din adamlarının, ailelerin, ruhban sınıfının, tariklerin, mezheplerin
vb. yayılması ve güçlenmesi ile yüzlerce yıllık yepyeni bir sistematiğin içine
girmişlerdir.
İlk
kaynak olan ve doğrudan doğruya insana gönderilmiş olan ve de aracıya gerek
olmadığı kendisi tarafından söylenilen Allah'ın kitabı öylece kendi başına
bulundurulmuştur.
Asıl
sorunun devasaa bir sistematik olduğunu ve bunun içindeki esas sınıfın bir güç odağı
olduğu ise ne yazık ki göz ardı edilmiştir her zaman...
Tek,
tek bireyler eğer birer mümin olarak kalabilmiş ve yaşamlarına da böylece bir
yön verebilmiş iseler zaten sorun olmamıştır.
Devlet
ve toplum, kamu gelinen modern zamanlara uygun olarak çağdaş devlet yönetim
biçimleri ile yönetilebilir olduğunda ise olması gereken bireyin inançlarını
kendisine ait olduğudur.
Bu
özellik ve duruş ise ne yazık ki çok dindar ve müslüman nüfusun var olduğunun
kabul edildiği ülkelerde ise uygulama bulamamıştır.
Bireylerin
kendi başlarına tek, tek gerçekten de bu tür sistematiklere karşı gelebilmesi
ve her şeyden önce de bu tür bir öz bilince erişmesi nerede ise imkansız
gibidir.
Bu
nedenle de çok az sayıda bile olabilse bireylerin kendi beşeri akıllarını çok
iyi geliştirmeleri ve yönlendirmeleri, bu tür hakikatleri kavrayarak
yaşamlarına antisosyal olma pahasına da yön verebilmeleri çok sağ duyulu bir
gelişme olacaktır.
Bu
tür bir düzeyin olabileceğini ilk anda kavrayabilen birey ise ancak bundan
sonra bu yolda kendini yönlendirecek ve geliştirecektir.
Düşünecek,
araştıracak ve bir takım bileşkelere (sentezlere) ulaşacaktır. Evet kabul etmek
gerekir ki o artık herkes gibi davranmayacak, herkes gibi düşünmeyecek ve belki
de herkes gibi duyumsamayacaktır.
Yok,
ben öyle ayrı duramam, böylesine kalabalıklara da sırt çeviremem diyorsa,
diyecek olursa da zaten esas varılması gereken o düzeyin varlığının hissiyatını
bile kavrayamamış demektir. Belki de kendisince çok farkı bireysellik, özgürlük
vb. kavramları vardır ve bu kültüre de kendini bir güzel yerleştirmiştir. çıkış
için ise birçok yerden, konudan ve duruştan, duyumdan arınmak gerektiğini ise
belki de hiç kavrayamayacaktır.
Arınmışlık,
arınabilmelik ise hem bir araç hem de bir amaç olacaktır zamanla bir
anlayabilmiş olsa.
Bunların
sonunda belki de asıl olan özgürlüğe ve de varsıllığa erişebilecektir, eğer
bunlar zamanında kavrayabilmiş olsa...
.....
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,
11.02.2020, MŞ.
(Devam edecek)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: