- Dİl "Herkese"
Gereklİdİr
[1] -İnsan sözünü dili ile söyler
; sözü iyi olursa yüzü parlar.
[2] -Konfüçyüs'e
sormuşlar, devlet yönetimine katılsaydın, devlet erki sana verilseydi,
ne yapardın? Konfüçyüs
"dil" demiş, "öncelikle dil".
. "Çünkü dil kusurlu olursa sözcükler düşünceyi doğru anlamlandıramaz. Düşünce doğru anlaşılmayınca da görev ve sorumluluklar doğru algılanamaz. Görev ve sorumlulukların gereği gibi yerine getirilmediği ülkede kurallar ve tüze bozulur. Kurallar ve tüze bozulunca da adalet yanlış yola sapar. Adalet yanlış yola sapınca da şaşıran halk ne yapacağını, nasıl davranacağını kestiremeyeceği için ürkü ve kargaşa baş gösterir; düzen temelden bozulur. Onun içindir ki, bir ulusun yaşamında hiçbir şey dil ölçüsünde önemli bir etken değildir."
Dil insanın kendi iç doğasından çıkmıştır, fışkırmıştır.
Dil ayni zamanda bir iç atılımdır, dışa vurum aracıdır.
İnsandaki duyu, istem ve aklın bir ürünüdür, tinsel bir eylemdir.
Dil ile düşünce içli dışlı bir ilişki içerisindedir.
Düşünce, içten konuşmadır.
Düşüncenin dilden dökülmesi ya da dile dökülmesi dıştan konuşmadır.
Ağızdan çıkan sesler her ulusta ortak değildir.
Diller değişik ayrımlıdır ama değişmeyen doğru, her insanın bir "dile"
gereksiniminin olduğudur.
Bu da onun "anadİlİ"dir.
Anadili kavramı yalnızca çocuğun "annesinin dili" anlamına
gelmez.
Anadili çocuğun kendi evinden, ailesinin doğal ortamda kazandığı
dildir.
Anadili onun kendi öz kökleri
ile olan en temel bağıdır.
Dil yaşamsaldır ve yaşayan bir varlıktır.
Dil ve yaşam birbirinden kesinlikle ayrılamaz.
Dil her insanda doğuştan var olan bir "doğa"dan,
insanın iç gereksiniminden, bir genel dil yetisinden, bir eylemi anlama, bir
eylemi konuşma olan "dil gücü"nden, zorunlu olarak fışkırır.
Dil kendisini tarihte ve tarih içinde gerçekleştirir, oluşur.
Herkes, her kuşak ona kendisinden bir şeyler katar.
Bu nedenle dil kişilerin ve kuşakların bir ürünüdür.
Bireyin kimliğinin oluşmasında, onun kendini yetiştirmesinde, genel ve
meslek öğreniminde başarısını ve niteliğini belirlemede en önemli etken dil
olgusudur.
Birey ancak kendi dilinin gücüne, etkileme ve etkilenmesine; o dilin kendi
yetişmesinde oynadığı rolün ağırlığına, belirleyiciliğine bağlı olarak
geleceğini ve toplumsal yapısını oluşturabilir.
"Çok dillilik" ya da bireyin "birden çok" anadiline
sahip olması o bireyin tüm varoluşunu etkiler.
Bu da doğal olarak o bireyin kendisinden sonra gelecek olan kuşaklara yön
verir.
Bir dilin çerçevesinde o dille birlikte kendi dünyası, kendi bilimsel,
ekinsel, sanatsal, halkbilimsel... varlıkları, değerleri yer alır.
Bireyin o dile sahip olabilmesi o dille ilgili dünyanın da kapısını
açabilecek bir anahtar anlamına gelir.
O dilde egemenlik ve o dilde güçlü olmanın oranı da
tüm bu olanakları kullanmada ayrı bir rol oynar.
Bu nedenle de bireyin en az bir dilde "çok iyi"
yetişebilmesi gerekir bu da kendi anadilidir.
Bunu kavramış varlıklı aileler çocuklarını çok dilli bir eğitim ve öğretim
yapan okullara gönderiyorlar.
Bir dilin kullanılabileceği tüm alanlara giriş yolları kolayca
bulunabilmelidir.
dilin tüm varlıklarını edinebilmesi ve kendini geliştirebilmesi için
gerekli tüm olanaklar o dile sunulabilmelidir.
Birden çok dilli olabilmek de doğal olarak bu çeşitliliği ve varsıllılığı
kendi oranında artıracaktır.
Bu nedenle de dil en geniş olanaklarla ve eğitimde şans eşitliği temel
ilkesi çerçevesinde ve çağdaşlık ışığı altında elde
edilebilmelidir, geliştirilebilmeli ve donatılabilmelidir.
O dili "kullanabilecek" alanlar var edilmelidir.
Dil yaşamın tüm alanlarında kullanılır olmalıdır.
Bu alanları yaratabilmek, gelişimini sağlamak bu toplumda yaşayan her
çağdaş kurumun da görevidir aslında...
Dilin değişip, değişmediği konusu incelenmelidir.
Dilin değişimi, bir ucunda hiç değişmeme, öte ucunda baştan aşağı değişme
bulunan bir eğri üzerinde düşünülerek incelenebilir.
Gerçekleşme olasılığı en az olan iki uçtaki durumdur.
Bu eğri dil ve değişmenin birlikte olduğu üç türünü saptamaya da yardım
eder:
1) Dil değiştirmek
2) Dili
değiştirmek
3) Dilin
kendi kendisini değiştirmesi...
Bunların her biri ayrı inceleme konusudur.
Dil, ayni zamanda bireyin kendi kendisine yalnız başına varlık verdiği
ya da yok ettiği bir gerçeklik değildir.
Dil, bir yerde, tek tek bireyi aşan; bireyin, doğduğunda, veri olarak
bulduğu bir toplum ürünüdür.
İsteseniz de, istemeseniz de diliniz sizi ve bağlı olduğunuz toplumu
(ulusu) birleştirir.
Siz o dilin "kimliğini" taşırsınız.
Dil bir de uygarlık ve ekin etkisiyle gelişir.
Türkçe dil etkenlikleri, ve okullarda Türkçe dilinin
çocuklara öğretilmesi hepimizin ortak yararına ve çıkarınadır.
. Bu nedenle de Almanya'nın her
türlü okulunda, eğitim ve öğretim kurumunda Türkçe dilinin kabul edilmesi
ve çağdaş bir ders olma çerçevesinde uygulanması istenmelidir.
. Avrupa'da yaşayan Türkçe dilli
halkların kendi aralarında iletişimlerini sağlamada en yakın yol yine Türkçe
olacaktır.
Bu yolla da ülkeler arası toplumsal, ekonomik ve ekinsel etkinlikler
köprüleri kurulabilecektir.
Bu da dilin Avrupa ve dolayısıyla insanlık ekinine bir katkısı
olacaktır.
Var olan tüm olanaklar kullanılmalı ve geliştirilmelidir.
Bu da Almanya toplumuna ve içinde yaşayanlarına ancak daha
iyi yarınlar sağlar.
Ele ele, gönül gönüle, birlikte bir uğraşa ve çabalamaya girmeliyiz.
. [3] 31
Ekim 1961’de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile Almanya Federal Cumhuriyeti
Devleti arasında “Türk İşgücü Anlaşması” imzalandı ve böylece ilk resmi Türk
işgücü göçü başladı. İşçilerin yüzde 60’ı gibi önemli bölümü kalifiye elemandı.
31 Aralık 1999 rakamlarına göre, Almanya’daki 7 milyon 343 bin 591 yabancının 2
milyon 53 bin 564’ü Türk vatandaşı. 30 Haziran 1999 itibariyle ise, çalışan 2
milyon 33 bin 590 yabancının 570 bin 648’ini Türkler oluşturuyor.
. Daha sonra aile birleşimi yolu ile çok daha
geniş kitleler Almanya'ya gitti.
"Kısa
süre çalışıp, döneriz" diye yapılan planlar pek tutmadı.
Geriye
ülkesine dönenler olsa bile çoğunluk Almanya'da kaldı.
İşçi
ailelerinin çocuklarının eğitimleri ve anadili okullarda öğrenme sorunu her
zaman var oldu. işçi çocukları öyle çok iyi okullara gidemediler iyi meslekler
edinemediler.
Zamanla
eğitim ve öğretime, okullaşmaya çok daha önem verilir oldu.
Sorunların
üstesinden gelmek isteyen dernekler kuruldu, uğraşılar verildi.
Anadilinin
devamlılığı, yaşaması ve yaşatılması gerekliliği aileler arasında çok fala önemsenmedi
ilk başlarda...
Okulda
ve toplum yaşamında Almanca öğrenilsin diye bakıldı hep...
İlerleyen
dönemlerde ise artık aileler çocuklarının geleceklerinin okuldaki başarısına ve
iyi okulları bitirmesine bağlı olduğunu gördüler.
Tüm
bu gelişim içerisinde okullarda anadili dersleri veren eyaletler oldu.
İki
dilli sınıf modeli uygulandı Türkçe ve Almanca'nın birlikte öğrenildiği
sınıflar yaşama geçirildi...
Çocuklarımızın
öz güvenleri ve okul içi başarıları o döneme göre bir artış gösterdi.
Ne
yazık ki bu girişiler, model arayışları çok daha geliştirilmesi gerekir iken
birden şöyle bir bakış açısı ortaya atıldı:
-
Yabancılar, Türkler artık Almanya'da kalacak gibi gözüküyor, onların
ülkelerinde döndüklerinde gereksinim duyacakları bir anadili dersine burada
gerek kalmadı!
Bu
siyasi fikir ile tam da gelişme dönemine doğru ilerleyen anadili öğrenimi, iki
dilli sınıf modeli kaldırıldı.
Artık
sadece o okulda verilen derslerin dışında çocuğun isterse katılabileceği bir
"anadili destekleme dersi" ortaya konuldu.
Oralara
devam edip anadillerini kendi dil öğretmenlerinden öğrenen çocuklar temel
olarak yine de diğerlerine göre büyük bir kazanım sağladılar.
Evet,
konu bir yönünden bir ulusun temel haklarına dayansa da öte yönden siyasi
olarak ele alınan bir konu oldu ve bu alanda da Alman günlük parti politikaları
egemen oldu.
Birden
anadili dersleri ve buna bağlı olarak da Türkçe'ye bakış açısı büyük bir düşüş
gösterdi...
-
Okullarda Türkçe derslerine ne gerek var? demeye başlanıldı.
Bu
durumda ise Türk anne babalar ne yazık ki konuyu ve anadilinin önemini
kavrayıp, bir mücadele yoluna giremediler.
Onlar
günlük sorunlar ile, Alman toplumuna kendilerince uyum sağlayabilmek ile
uğraşır oldular.
Uzun
yıllar içerisinde Veli Dernekleri ve Öğretmen Dernekleri gibi gönüllü mücadele
verenler çıktı ise de onca verdikleri emek ve gösterdikleri çaba Almanya Türk
toplumunun geneline bakıldığında çok az kaldı.
. Çok
fazla bir zaman geçti mi, geçmedi mi, diye düşünecek olur isek Türklerin
Almanya'ya yerleşimini bugün için henüz 60. yılını gördüğümüzü anlarız. (2022)
Bu
geçmiş dönemden dersler ve sonuçlar çıkararak anadili konusunda, dil ve dile
bağlı ulusal kültür, ulusal bilinç konusunda yine ve de ileriye dönük çok daha
iyi ve güçlü modeller, girişimler oluşturmak zorundayız.
Sağlıklı
gelişimler ve kalıcı ilerlemeler ortaya konulamaz ve yaşama geçirilemez ise ne
yazık ki gelecek uzun yıllar içerisinde Avrupa- Almanya Türk toplumu kendi öz
varlıklarını geliştiremeden, daha çok yitirerek, asimile olarak tarihte olumsuz
bir yer alacaktır.
Toplumun
kıyısında yaşayan, kendince özellikleri ve yaşam biçimleri olan öz değerlerini
ve varlıklarını tam tutamamış, geliştirememiş bir topluluk olarak yaşatıp
gideceklerdir.
Evet
onların çocuklarından çok başarılı olanlar, çok iyi meslekler elde edenler
olacaktır.
. Sosyo-kültürel
açıdan ise kendi öz değerlerini koruyabilmiş, yaşatabilmiş ve de bunun en büyük
aracı olan anadillerini devlet okullarında çağdaş yöntemlerle öğrenmiş
çocuklarımız olsun diye tanımlayabileceğimiz bir ülkümüz ve istemimiz bugünden
yeniden oluşmalıdır.
Haklısınız,
bu işler hepimizi ilgilendirmektedir, herkesin bunu anlıyor ve kavrıyor olması
gerekir.
Anadilimiz
Türkçe hepimiz için gereklidir..
Anadilimiz
Türkçe herkese gereklidir.
. Saygılarımla...
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,
. 25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg, 17.02.2022, Mavişehir.
***************************************************************************
. Dilerseniz, bu
yazımı , kendi dostlarınıza, tanıdıklarınıza da gönderebilirsiniz...
***************************************************************************
*Hürriyet. 30 Aralık 1998,
Çarşamba
[1] Bilim kültür ve öðretim dili
olarak Türkçe S.327
[2] M.Güner Demiray/ Cumhuriyet Kitap
Sayı 315
[3] http://arsiv.ntv.com.tr/news/115944.asp