25 Eylül 2021 Cumartesi

Ne Kadar "Kolay" Olurdu

 Yaşam Ne Kadar "Kolay" Olurdu

Eğer, sen, kendini "güzelce eğitmeyi" seçebilseydin.

Bunu becerebilseydin...

Yüreğin...

"İç"in her zaman tertemiz olabilseydi.

Yani, sen...

Ne bir kötülük...

Ne de bir kötü düşünce...

Geçmeyecek aklından, hiç biri.

Ne aklından ne de kalbinden iyilik ve temizlik dışında bir düşünceye ve de duyguya yer ayırmayacaksın.

Ağzından çıkacak olanlar da yine her zaman ve her yerde her kişiye karşı sadece iyilik ve dürüstlük ile dolu olacak.

Hakikatleri dile getireceksin.

Öyle eğiteceksin ki kendini ne bir yalana ne bir kandırmacaya, ne de arkadan bir işler çevirmeye "ihtiyacın olmayacak".

Ne bir insana kulluk etmek zorunda kalacaksın, ne de bir yerlerden bir menfaat sağlamak için birilerine yaranmak durumuna düşeceksin.

Ne bir kimsenin malında, emeğinde olacak gözün, ne de bir kıskanman ve fesatlanman olacak.

Kendi davranışlarına, emeklerine ve aklına, ruhuna, yaşamdaki duruşuna, kişilik özelliklerine ahlakına güveneceksin.

Bu değerlerini gözün gibi koruyup, kollayıp, geliştireceksin.

İçinde olacak Allah inancın ve de her bir yerde ve işarette onun sana gösterdiklerini görüp, okuyup, anlayabileceksin.

En büyük dualarının içinde hep bir sabır dilemek olabilecek.

Kötülükleri ve kötü yolları, kötü kişilikleri, kötü alışkanlıkları ve de kötü davranışları iyi tanıyıp kendinden uzak tutmak için çalışacaksın.

Adil olabilmek için, haksız ve nankörce davranmamak için her an ve her yerde uyanık olacaksın.

İnsanın ve eşyanın, emeğin değerini bileceksin.

Hiç bir kimseye söz vermeyeceksin, eğer onu yerine getiremeyeceksen.

En yakınındaki bile olsa kimseye hak ettiğinden fazla değer verip, onu şımartmayacaksın.

Ona vereceğin her bir gereksiz değer, armağan, yüceltme ve söz, eğer onu taşıyabilecek kişilikte ve güçte değilse ona ağır gelecektir ve de onun ahlakının bozulmasına yol açacaktır.

Duyguların ve duygularının etkilediği davranışların hep iyiliği ve güzelliğe, yararlılığa yönelik olmalıdır.

Öfkelenmek, bağırıp çağırmak ve kavga yaratmak gibi olumsuz ve de çok tehlikeli davranışlardan kendini sakındırmak için hep öz kontrolünü yüksek tutacaksın.

Dilinden çıkacak her bir ses, söz kimseyi kırmayacak.

Hiç bir kişinin arkasından konuşmayacaksın.

Hakaret edici, küçültücü, alay edici, aşağılayıcı sözler kullanmayacaksın, vücut dilin de olumsuz gösterilerde bulunmayacak.

Evet! Bu dünyada, yaşamda, toplumda her zaman ve her yerde kötülükler, kötü insanlar olacaktır.

Senin de zaten birincil görevin kendini bunlardan korumak ve uzak tutabilmektir.

Vermen gereken kavga da zaten öyle ortalara atılıp kendini suçlu duruma, sıkıntılı bir duruma sokmak değildir.

Bazen hırslarına, bazen de ihtiraslara, fesatlıklara, kıskançlıklara kapılabildiğini görebilmelisin.

Böyle bir duruma düşme tehlikesi baş gösterdiğinde ise hemen sen önce kendini çekip çevirmeli ve kontrol altına almalısın.

Başkalarını kandırmak gibi bir duruma düşmeden, daha açık, şeffaf ve dürüst olabilmelisin.

Ne istediğini, ne düşündüğünü, ne beklediğini önce kendin iyice bileceksin.

Bir yerlerden daha çok bir şeyler kazanmak için ise hiç kimseye çeşitli sözlerde bulunmayacaksın, oyunlar kurmayacaksın.

Bugün elde edebileceğin o menfaatler asıl senin kişiliğine vereceği bozulmadan ve de zarardan dolayı sana çok daha pahalıya mal olabilecektir.

Yaşam için gerekenleri elde edebilmek, kazanmak ve de bir şeylere sahip olabilmek, güzel ve iyi koşullara erişebilmek ilk bakışta her bir insanın yapması gereken bir davranış, bir görev gibi gelebilir.

Belki de öyledir.

Ama bunların yapılışındaki yollar ve uygulamadaki yöntemler ve de ölçülerdir asıl olan.

Gözü dönmüşçesine hırslanmak, bir şeyleri ille de elde etmek istemek ise önce  kendinize, kişiliğinize ve ruhunuza zarar verecektir.

Ve bu bir de bağımlılık yaratan bir duyguya döndüyse...

Daha huzurlu, daha sakin ve alçak gönüllü olabilmek, yaşamın içerisinde daha az yükler taşımak çok daha güzel ve mutluluk verici olacaktır.

 

Saygılarımla... ·         

            Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 19.10.2017, K.


 

İnsan Hata Yapabilir

 İnsan Hata Yapabilir.

İnsan çok önemli nedenlerden dolayı hata yapabileceği gibi çok önemsiz nedenlerden dolayı da hata yapabilir.

Bazen de hiç saklamaması gereken, açıkça ortaya koyması gereken bir durumu saklayarak çok daha büyük kötü sonuçlara neden olabilir.

İnsan ilişkilerine zarar verebileceği gibi, iş dünyasında da büyük zararlara neden olabilir.

Bir an önce hatasını anlar anlamaz hemen durumu düzeltme çabalarına girişip, ileride pişmanlık yaratacak sonuçları önlemelidir.

İSTENMEYEN SONUÇLAR doğuran hatalı davranışlarını, akıllıca yapılmamış olan tartışma ve boş konuşmaları bir an önce görüp, yanlışlarını anlaması gerekir.

Bunu yapabilen kişi hem oluşabilecek zararlardan ve hem de kötü sonuçlardan kendisini de çevresindekileri de kurtarır.

Böyle kötü bir olay yaşayan bir insan bir daha aynı şeyi yapmamak için kendi kendine söz vererek olaydan ibret almalıdır.

Hatalarını anlayan kişinin en çok üzerinde durması gereken ise bir daha bu tür şeylere yeltenmemesidir.

Asıl olan ise şudur ki insan ayni hataları bir daha yapmamalıdır.

Hatalar anlaşıldığında af edilir.

Ama sık sık tekrarlanan hatalar ise artık bir suç olma durumuna dönüşmektedir.

Hata yaptığında o kişi dört şeyi uygulamalıdır:

·       Hatasını kabul edip bunu açıkça ortaya koymalıdır.

·       Yaptığı yanlıştan her şeyden önce kendisi için ders almalıdır.

·       Yaptığı yanlışlıkları bir daha tekrarlamamalıdır.

·       Yanlışı nerede ve kime karşı yaptı ise ondan özür dilemeli ve hatasını anladığını büyük bir içtenlikle açıklamalıdır.

·       Verdiği bir zarar var ise onu hemen düzeltebilmelidir.

Bizler de gördüklerimizden ders almalıyız.

Ayni hataya düşmemeliyiz.

İnsanlık tarihi de, devletler tarihi de insanların yaptığı hatalarla doludur.

Birçok hata ise çok zarar verdiği gibi düzeltilmesi de imkansız durumlara neden olmuştur.

Hatalarından ders çıkarmak ne kadar önemli ise hata yapanı, hatasını kabul ettiğinde af etmek de o kadar önemli ve güzel bir davranıştır.

Bir arada yaşayan insanlar işte bu nedenlerden dolayıdır ki çok daha dikkatli ve dürüst davranmalıdır.

Karşımızdakinin güvenini kazanmak için en güzel ve kısa yol ise açık davranmaktır.

Bazen de yanlış anlamalar, yanlış algılamalar olabilir.

Bunlar anlaşıldığında ise güzelce ortaya koyup düzeltmelerde bulunmak gerekir.

Ne kadar içten ve açık davranır isek, insan olarak o kadar daha az hata yaparız.

Daha mutlu ve huzurlu bir yaşam sürebiliriz.

       Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 14.10.2017 Kuşadası.


Her Yerde Sen

 Gazi Mustafa Kemal Atatürk

Her yerde sen varsın.

Her şeyde sen varsın.

Kalbimizde sen varsın.

Uygar bir dünyanın tarihinde SEN varsın.

Hedeflerimizde sen varsın.

Çağdaş ve uygar insan modelimizde sen varsın.

Vatan ve millet davamızda da sen varsın.

Seni yok saymak isteyenler de olsa, biz biliyoruz ki onlar da anlayacaklar bir gün, kimlerin oyunlarına ve emellerine alet edildiklerini.

Biz biliyoruz, biz inanıyoruz, biz güveniyoruz...

Sana ve yaptıklarına, düşüncelerine önderliğine, dik duruşuna, kahramanlığına, milliyetçiliğine... biz sana candan inanıyoruz.

Biz, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü kendilerine önder ve lider kabul etmiş olan çağdaş cumhuriyet kuşakları, yani biz, ne zaman gerekirse, yine ayağa kalkar ve de gücümüzü gösteririz.

Yeter ki, bizi bizimle sınamağa kalkmasınlar!

 

     Gönen ÇIBIKCI, 29.10.2017, Kuşadası


ADİL Olabiliyor Musun?

 ADİL Olabiliyor Musun?

Özün ve sözün bir mi?

Herkese “hak ettiğini” verebiliyor musun?

“Diğerleri için” de hakkı sorgulayabiliyor musun?

Hakkı “hak edene” verebiliyor musun?

“Şans eşitliğini” gözetebiliyor musun?

Zoru seçip, “adil” olabiliyor musun?

Adil olman gerektiğinde “nefsine” hakim olabiliyor musun?

İşinde “adil” oldun mu?

İnsanlar arasındaki ilişkilerde, “kendi çıkarını” gözetmeden,

adil olabildin mi?

Dilinizi eğip bükmeden, kalbinle ve “vicdanınla” davranabildin mi?

Kendinize, anne babanız ve yakınlarınız “aleyhine” bile olsa, adaleti ayakta tuttun mu?

Bir topluluğa olan “kin”iniz, sizi adaletten alıkoydu mu?

Adaleti uyguladın mı?

Ölçüyü ve tartıyı “doğru” kullandın mı?

Tatlı ve güzel sözlere “kanıp” adaletten kaçındın mı?

“Yalnız” kalacak bile olsan adaleti seçer miydin?

Şaşaa ve debdebeye “karşı” olup haktan yana olabiliyor musun?

Bir çocuğun, bir öğrencinin, bir garibanın, yetimin hakkını “koruyabildin” mi?

“Yalnızlık” korkusuyla adaletten kaçtın mı?

Hakikati arayıp, gerekirse, hayatını “yeniden” düzenleyebildin mi?

Adaletin çarpıtılmasına karşı “koruyucu” önlemlerin var mı?

Sana “sığınmış” olan güçsüze adil olabildin mi?

Yoksulun, güçsüzün hakkını “koruyabildin” mi?

Sana “emanet” edilenlere adil davrandın mı?

 “Yargıladıklarına” karşı adil misin?

 “Seni duymayanlara” karşı adil olabiliyor musun?

Birileri sevsin ya da sevinsin diye, adaletten “uzaklaştın” mı hiç?

Hak, hukuk, adalet vicdanında ve var oluşunda ne kadar “yer sahibi” oldular?

Hele bir de "kamu" görevlisi isen, sana verilmiş "emanetler" var ise sen gerçekten de çok ama çok adil olmalısın.

 

     Saygılarımla...        

     Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 19.06.2016,



İnsan Onuru Dokunulmazdır

 İnsan Onuru Dokunulmazdır!

Öğrencinin Onuru da Dokunulmazdır! 

·         ''İnsan onuru'' insanın sırf insan olması sebebiyle değerli ve saygıya layık bir varlık olması şeklinde tanımlanabilir.

·         İnsan onuru terimi, hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden biridir ve bir devletteki anayasacılığın gerçek olup olmadığının, yani devletin anayasal devlet olup olmadığının da bir göstergesidir.

·         Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 2. maddesinde Cumhuriyetin niteliklerini sayarken “insan haklarına saygılı devlet” ifadesini kullanmıştır.

          Bu ifade Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve anayasasının kendisine temel olarak insanı aldığını göstermektedir.

·         O halde insan haklarını korumak ve uygulanmalarını sağlamak devletin temel görevlerinden biridir. 

İnsan, hem hukukun hem de devletin temelidir. 

İnsan, başka hiçbir özelliğine bakılmadan değerli bir varlıktır.

İşte insanın sırf insan olması sebebiyle değerli ve saygıya layık olmasına insan onuru denir. (1)

Öğretmen bir pedagogdur, eğitmendir, eğiticidir, yol göstericidir. 

İnsana ahlakı ve güzel bilgileri verecek olandır; gelecek kuşakları biçimlendirecektir.

Kendisinin her şeyden önce vicdanlı olması ve yüksek karakter özelliklerini taşıması gerekir.

Sıradan bir memur gibi değildir bir öğretmen.

Öğrencilerinin ruhlarına, kişilik gelişimlerine ve ahlaki özelliklerine iyi davranışı vermesi gerekendir.

Öğrencisi ona teslim edilmiş bir emanettir.

·         

Ailesi ve devlet o öğrenciyi o öğretmene teslim etmiştir.

·         

Eğer bir öğretmen bir öğrencisini hor gördü, ona haksız davrandı ise ve hatta ruhsal ve bedensel baskı ya da şiddet uyguladı ise o kişinin artık diğer öğretici performanslarının hiç bir anlamı kalmamıştır. 

İsterse çok bilgili ve yüksek diplomaları olan bir öğretmen olsun, hiç bir değer taşımaz!

·         

Asıl görevini kötüye kullanmış demektir.

Bizler hoş görmek istesek de bu durum işin doğasına aykırıdır.

Çağdaş eğitim bilim ve insan hakları buna göz yumamaz. Önce vicdan ve adalet gelir. Bilgi ise çok daha ileriki sıralarda yerini alır.

·         Hele ki hiç bir savunma gücü olmayan çocukların teslim edileceği öğretmenlerin eğitildiği bir öğretmen okulunda bu tür davranışlar asla kabul edilemez.

·         Size teslim edilmiş bir ''emanete'', bir ''güçsüze'' onun onurunu kıracak, bedenini ve ruhunu yaralayacak bir davranışda bulunmanın haklı bir gerekçesi asla olamaz. Hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.

·         Eğer bir öğrenci dersi engelliyorsa, hakaret ediyorsa, şiddete başvuruyorsa, saygısızlık ediyorsa, bir disiplin suçu işliyorsa bunun cezası yönetmeliklerde bellidir.

·         Hele bu olay bir eğitim alanı içerisinde ise, yıllar sonra bile sorgulanır.

Hesap sorulur.

Suç olarak kabul edilen davranışlar da günü gelir cezalandırılır.

·         ''İnsanlık onuru'' ve ''güzel ahlak ilkeleri'' bunu gerektirir.

·         Anayasalar bunu şu biçimde belirtir:

    ''İnsanlık onuru dokunulmazdır''. 

Anayasa insanlık onurunu koruma altına almıştır. 

Aksi durumlar suçtur. 

''Menschen Würde ist unantasbar''. F. Almanya Anayasa Mahkemesine göre, insan onuru, insanın kisilik değerini ve bağımsızlıgını kapsamaktadır ( BVerfGE 30, 39 vd.)

·         Latince kökenli sözcük olan Mobbing herkes tarafından bilinmektedir günümüzde.

Bu söz psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı vermek anlamlarına gelir.

En iyi ifade eden anlamıyla yıldırma veya iş yerinde psikolojik terör anlamlarıdır.

Olumsuz etki yapacak ''laf atma'', ''haksız görevler vermek'' de buna dahildir.

Son yıllarda birçok kurum bu olaylarla çalkalanmaktadır.

Davalar ve cezalar gündemdedir hep.

Hiyerarşik yapılanmaların olduğu yerlerde denetimler de yoksa, gücü elinde tutan kişi bir başkasına, kendinden güçsüz olana psikolojik yollardan baskı uygulamasıdır.

Son dönemde birçok alanda disiplinler arası çalışılan bir konu haline gelmiştir.

·         Bilirsiniz, Katolik kilisesi bu tür dedikodularla, söylentilerle yüzlerce yıl uğraştı. Papazların, rahiplerin, keşişlerin taciz, baskı ve kötü muamele yapabildikleri biliniyordu ve bu konuda koşmak bir tabu idi.

Ama artık bugün, Katolik kilisesi de her türlü istismarı ve uygulanan şiddeti bir suç olarak kabul ediyor.

Özellikle cinsel tacizler açığa çıkarılıyor.

Davalar açılıyor, suçlular cezalandırılıyor.

·         Örneğin Alman polis örgütünde erkek meslektaşları tarafından baskı ve taciz ile karşılaşmış ve dayanamayıp intihar etmiş bayan memurlar da olmuştur. Birçok dava da açılmıştır.

·         Bu konuda benim ilk söylemek istediğim şudur:

- Bizde olur böyle şeyler... ya da

- Öğretmen sever de döver de... türü düşüncelerin bile kabul görür olması çok yanlıştır, hem ayıp hem de çok üzücüdür.

·         Eğitim almış, öğretmenlik yapmış, yöneticilik yapmış, aile kurmuş kişilerin konuşmalarında bu tür baskı ve şiddeti hoş görür, normalmiş gibi dillendirir olmaları çok üzücü bir durumdur.

·         Benim bu durumu yazıyor olmamın bazı kişileri rahatsız ediyor olması ise normaldir. Beni ''ukalalıkla'', ''çok bilmiş''likle suçlayanlar olacaksa da tabii ki o da olabilir.

·         Kendi onurunuzu ve gururunuzu, ruhunuzu, varlığınızı, yaşamınızı, canınızı ne kadar çok korumak ve sevmek durumunda iseniz, en az o oranda güçsüzlere ve size emanet edilenlere de öyle davranmalısınız.

·         Bir yandan çok yurtsever, demokrat, aydın vb olacaksınız, ülkenin siyasetini, dünyanın gidişatını sorgulayacaksınız, tüm haksızlıklara karşı çıkacaksınız, sivil toplum örgütlerinde görev alacaksınız ama bir insan onuru ve güçsüzü koruma konusuna gelince söz, ''ya işte'' diye başlayan cümleler kuracaksınız...

·         ''Olur, olur, sen boş ver bunları'' diyebilenler de olur mu dersiniz?

·         İnsan ne için yaşar dersiniz?

    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 21 ağustos 2016, 01:45, KUŞADASI.


İstediğiniz Kadar Çok

 İstediğiniz kadar çok şeyi bilin!  

Demokrat, Atatürkçü, çağdaş, ilerici ve benzeri kimliklerden olun, Türkiye'de MİLLET sizden başka başka şeylere değer veriyor.

Tarikatlar ve cemaatler o denli yerleşmiş ve yayılmış ki, politikada ve ticarette öylesine güç kazanmışlar ki geride kalanlar için sadece BOŞ laf üretmek kalmış.

Her bir cemaat bebek yaştan alarak çocukları kendi yapısı içinde eğitiyor.

Tarikatlar ve cemaatlar kendilerine insan topluyor gibi olmuşlardır.

Adam devşirme, para devşirme, makam devşirme modeli başlamıştır.

Bizim ''din bilgisi'' ve ''din eğitimi'' ile karıştırdığımız kavramlar vardır.

İşte şimdi asıl fark daha iyi anlaşılacak.

Çağdaş eğitimin içinde dinler tarihi ve din bilgisi (Din eğitimi değil!) en iyi yöntemlerle ve çocuğun düzeyine göre, belli bir program çerçevesinde verilebilmeliydi. (İsteğe bağlı da olsa...)

Bu dersin de öğretmenleri tabii ki çağdaş pedagojiden çıkanlardan olabilirdi.

Din eğitimini ise aileler, cemaatler vb vermektedir.

''Yok olmaz!'' dediğinizde ise hiç bir din, dinler tarihi bilgisi olmayan koca koca kuşaklar ile ortada kalmak var.

''....... Hazretleri'' o kadar çok geniş tabanlara yayılmışlar ki, o denli özgüvenli ve güçlü bir durum kazanmışlardır ki sizin boş bilgi alanınız ile onlara karşı çıkabilmeniz matematiksel olarak mümkün değildir.

Kısa örneği olarak son darbe girişi ile ortaya daha iyi çıkan bilgiler ışığında ''yaa biz zaten biliyorduk'' demek yetmiyor.

Görebildiğimiz, algılayabildiğimiz ne kadar az, ne kadar kısa boyutlu bir bilseniz! Derinlikleri, hacmı ve sathı artık bizim gibi sıradan yurttaşların kavrayabilmesini çok aşmış durumdadır.

Cemaatlerin kapsama alanı içindeki bireylerin çoğunluğu ve onların bağlılıkları ise şaşırtıcı bir ayrı gerçektir.

Bu kadar çok sayıda kitlesel insanlar nasıl oluyor da böylesine sistemlerin içine alınıp, bağımlı hale getirilebiliyorlar?

Hepsi de kandırılmış mı oluyorlar?

Tesadüf mü bu olanlar?

Kullanılan yöntemleri ve örgütsel yapıları sadece din ve vicdan özgürlüğü ile açıklanabilir mi?

İslami tarikatların 1000 yıllık geçmişi var.

Bunların içinde devlete ve baskıya çıkmış olanları da vardır.

O dönem için bu tür tarikatlar İslam'ın despot ve halka karşı olan yönüne karşı çıkıyorlardı.

Asıl olan ise, bu geçmiş dönemde tarikatlar kendi içlerinde daha çok İslam ahlakı ve insanın gelişimi üzerinde yoğunlaşmışlardı.

Kişiye yönelik bir liderlik yüceltmesi yoktu.

Cumhuriyetin zayıflaması için yeni cemaatler ortaya çıkmaya başlamıştır.

Mesihlik kavramı şu an bizim coğrafyamızda özellikle sünni kesimde yeni ve yoğun olarak bir biçimde yaygınlaştırılmaktadır.

Kuran-ı Kerim'de MEHDİLİK kavramı hiç geçmemektedir.

Bu konuda örneğin Prof. dr. Şaban Ali Düzgün genişçe açıklamalar verebilmektedir.

MEHDİLİK kavramı (yol gösteren) çok geniş olarak birçok yerde tartışılmıştır.

Bazı dini kültürlerde cemaatlerde ise İran'da olduğu gibi bir beklenen Mehdi inancı vardır. Bizde ise son dönem cemaatleri bir MEHDİLİK (Mesihlik) kavramı üzerinde yoğunlaşmıştır. Ve cemaatin önderine çok üstün güçler verilmiştir.

Bu olgu ise tarikat yapısalında yeni tür bir özellik taşımaktadır.

Bu örgütlenme modeli üzerinde çalışmışlar ve kendi müritlerini devletin her alanına sokmağa, devlete sızmağa yoğunlaşmışlardır.

Bunların bu girişimleri hiç de iyi niyet taşımamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin temel kuruluş felsefesine karşı çıkmışlardır.

Bu cemaat ve tarikatların içinde bugün politikaya katılmamış, sahte şeyhler ve dinsel hurafeler uydurmalar yapmamış olanları da vardır; ve bunlar insana yönelik hizmet vermektedirler.

Son 100- 150 yıldır zaten tarikatlar ve cemaatler kendi gelişimleri içerisinde çok da olumlu olmayan gelişmeler, değişimler göstermiştir.

Yeni yeni terimler ve kavramlar türetmişlerdir.

Bambaşka hedefler içinde olup, asıl ibadet ve din görüşünü suistimal edip, dini bir cemaat görünümü altında uluslar arası bir örgüt haline gelmişlerdir.

Ana sorun ise ibadet ve iman değildir.

Müslüman olup olmamak değildir.

Yaptıkları işin kime yaradığına bakmak gerekir.

Kimlere, nasıl zarar vermektedir, diye bakılması gerekir.

Bir adalet ve zulüm makinası olarak bakmak gerekir.

Bu iş sadece bir cemaat işi de değildir!

Devlet ise bu olgulara karşı kendisini koruyamamıştır ne yazık ki!

Diyanet işleri başkanlığı ana görevlerini gerçekleştirmede çok geç kalmıştır...

Bir de en azından 100 yıldır bu toprağın okur yazarı, aydın, entelektüel insanlarına dinden uzaklaşma, din kültürüne, din ve sosyolojisine uzak durma, dinden kaçış enjekte edilmiştir. 

Bir yaşam alanı olarak, bir etki ve güç mekanizması olarak da dini hiç ciddiye almamak gibi bir duruma düşmüşlerdir.

Evet siyaset, ticaret, ekonomi, eğitim, sosyoloji ve benzeri alanlarda görebileceğimiz her türlü ilişkilerde ve etki-tepkilerde DİN gerçeği düşünülmeden ve incelenmeden olamaz.

Artık yurttaşlar birer birey olarak görülmelidir, yasalar önünde yurttaşlar eşit görülmelidir, insanlara kul gözü ile bakılamaz v b. diyor isek, çağdaş düşünmek istiyor isek de yine DİN ve ilişkileri konusunda gözümüzü kapatmak değil, tam tersine araştırmalarda bulunmamız gerekir.

Tabii ki bugün devlet cemaatlerle, tarikatlarla yönetilemez.

Bugün bu düşünceleri taşıyan din (ilahiyat) alanında bilgili ve uzmanlaşmış birçok din bilimi insanları vardır.

Bunları zaman zaman izlediğimizde onların yazılarında, açıklamalarında, bilgilendirmelerinde KURAN'daki İSLAM gerçeklerini çok daha iyi görebilmekteyiz.

Bu nedenle de ALLAH Kuran'da ''sadece bana ibadet edeceksiniz'' demektedir.

Bunun dışına çıkıldığında ise, başkalarına, şeyh, şıh ve mehdilere tapınılmağa başlanıldığında sorun başlamaktadır. (şirk)

İnanç, ibadet, kültür ve bilgi farklı farklı kavramlardır.

Herkes kendi kültürüne, bilgi ve inancına göre istediği biçimde ibadet eder.

Bu da zaten anayasal bir hak olarak tanınmıştır.

Sorun (her zaman olduğu gibi zamanımızda da) dini kendi kişisel çıkarları için kullanmak, devleti kullanmak isteyenlerden çıkmaktadır.

Bunlara izin verilmemesi gerekir.

Devlet de bu konuda kendini ve yurttaşlarını korumak zorunluluğundadır.

Son dönem Türkiye'si çok çalkantılı ve iç içe geçmiş kargaşaları yaşamaktadır.

Uluslararası oligarşi, uluslararası güç odakları gözlerini orta doğuya, Türkiye'ye dikmişlerdir ve planladıkları işi de rahatça, şıkır şıkır uygulamaktadırlar.

Bu yeni bir şey de değildir ama bugün çok daha hızlıca ve kalıcı uygulamalara girişmektedirler.

Bize düşen ise bu bağlamda daha çok araştırmacı olmak ve de bilinç düzeyimizi artıracak adımları atabilmektir.

              Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 15.08.2016, K.