- ADİL ve AHLÂKLI OLABİLDİN Mİ?
Toplumsal yaşamın hemen, hemen her alanında daha
sık duymakta olduğumuz “etik” sözcüğü ile “ahlâk” sözcüğünün anlam çerçevesini
belirlemenin pek kolay olmadığı anlaşılmaktadır.
Her iki kavramın günlük insan davranışları ahlâk
bağımlı mı, yoksa ahlâk ve değerden bağımsız eylemler midir?
Buna doyurucu ve anlamlı bir yanıt verilmedikçe
siyaset ile ahlâk ilişkilerini veya ahlâkla toplumsal ilişki alanları
arasındaki etkileşimi anlamak çok zor olacaktır.
Ahlâk, siyasetin "temel" yapı taşlarından
birisidir.
Siyasetin ahlâkı içine almadan işleyebilmesi ya da
siyasette siyasî alanın dışına çıkarılması, siyaseti de ahlâksız bir hale
büründürmektedir.
Ahlâkî temelden yoksun, ahlâkî değer yargılarının
süzgecinden geçmemiş bir siyaset, küresel skandallar dizisinde, rüşvet,
hırsızlık ve yolsuzluk uygulamalarındaki çarpıcı "artış hızıyla"
karşılık bulmakta kendisini gösterir.
Devletin her üç erkinde de (yasama, yürütme, yargı)
ortaya çıkan çürüme ve bozulma tüm iş ve meslek alanlarına yayılarak, toplumun
tüm demokratik temsile olan ""güven" duygusunu ve "siyasete
bakışını" zedelemektedir.
Siyasetin günlük dilde kullanımı ise, siyasetin "bulaşılmaması"
gereken bir olgu olduğu yönündedir.
Halk arasında yaygın olarak siyaset "kaypak,
pis, kaygan", ve bulaşılmaması gereken "kirli bir uğraş alanı"
olarak algılanır.
Yüzyıllardır çekilen sıkıntıların, dertlerin,
kitlesel kargaşanın, akıl almaz, sonu gelmez, korku, şiddet, vurgun ve yalan
dolanın kaynağı, temel nedeni siyasetteki OYUNLAR, döneklikler ve ihanetlerdir.
AHLÂK, en basit anlatımla, toplumsal alanda
insanlar arası ilişkilerde bireylerin "uymaları beklenen" ve talep
edilen davranışlardır.
Siyasetteki ilişkilerde, partiler arası
görüşmelerde, ortak tutum almalarda ve ortak kararlarda da yine
"Ahlâk" çok önemli ve üzerinde çok durulan bir özelliktir.
İçinde bulunduğu ittifakta diğer partilerle uzun,
uzun birlikte görüşmeler yapıp, "ortak" metinlere imzalar atıp,
birden hiç de umulmayan bir anda tamamen "tersine" açıklamalar ve
karalamalar yapabilmek SİYASİ AHLÂKA kesinlikle "uymaz" ve herkes
tarafından da yadırganır ve eleştirilir.
Bu durumda o kişi bir tür ya eylediğine
(davranışına) karşı, ya kendi öz vicdanına karşı ya da her ikisine birden
yabancılaşacaktır.
Toplumsal bütünlüğün ve dengelerin bozulması
bakımından en "tehlikeli" durumlardan biri de, aynı toplumda çok
"çeşitli ahlâk" anlayışlarının varlığıdır.
Siyasî çalışmalara dair eylem ve ilişkilerde,
yıkıcı ve sonu belirsiz maceralara sürüklenmeden, belirli "kural ve
değerler" ölçüsünde topluma hizmet anlayışını devam
ettirmek, “siyaset-ahlâk” ilişkisi son derece önemli bir sorun gibi
görünmektedir.
İkiyüzlü, yalancı, sahtekâr, düzenbaz bir siyasetçi
kadar; “KAMU YARARI” kaygısı taşımayan, politik gücünü ve hukukî yetkisini
"muhalifleri susturma" amacıyla seferber eden ve resmi konumunun
sağladığı avantajı ve saygınlığı kendisini "kamusal eleştiriden"
korumak için kullanan, halkı "hak sahibi" yurttaşlar olarak değil,
"uysal bir tebaa" olarak gören, "demokratik kamu
otoritesini" kabile reisi "imtiyazı" sanan siyasetçiler de hiç
kabul gören, hoş karşılanan değildir.
Özellikle aktörel yetenekler taşıyan, ülkesi, ülke
çıkarları için ölecek olan ve siyasete ölümsüzlük için atılan "SAHTE"
siyasî kültürle, hümanizm "MASKESİ" takarak dolaşan, doğuştan "yetenekli"
siyasilerle yönetilmek bir ülke için görülebilecek "yaygın"
bir tehlikedir.
Sadece kendini meşrulaştıracak koşullar
oluşturarak, haklı haksız ayrımı yapmadan halkın karşısına çıkmak, şizofrenik
bir siyaset işleyişi yaratmak, en iyimser yorumla bile "halk
iradesi"nin bir aldatma ve tertip düzeneği içerisinde "zorla"
devir alınması dışında bir şey değildir.
. Bu genel
duruma baktığımızda üzerinde durmamız ve düşünmemiz gerekenler şunlar
olmaktadır:
. Bu
soruları hem kendimize sorabiliriz, hem de ülkenin siyasetçilerine, devlet
adamlığını üstlenmiş olanlarına sorabilmeliyiz:
·
Özün ve sözün bir mi?
·
Herkese “hak ettiğini” verebiliyor musun?
·
“Diğerleri için” de hakkı sorgulayabiliyor musun?
·
Hakkı “hak edene” verebiliyor musun?
·
“Şans eşitliğini” gözetebiliyor musun?
·
Zoru seçip, “adil” olabiliyor musun?
·
Adil olman gerektiğinde “nefsine” hakim olabiliyor
musun?
·
İşinde “adil” oldun mu?
·
İnsanlar arasındaki ilişkilerde, “kendi çıkarını”
gözetmeden, adil olabildin mi?
·
Dilinizi eğip bükmeden, kalbinle ve “vicdanınla”
davranabildin mi?
·
Kendine, ve yakınlarınız “aleyhine” bile olsa,
ADALETİ ayakta tuttun mu?
·
Bir topluluğa olan “kin”iniz, sizi adaletten
alıkoydu mu?
·
Adaleti uyguladın mı?
·
Ölçüyü ve tartıyı “doğru” kullandın mı?
·
Tatlı ve güzel sözlere “kanıp” adaletten kaçındın
mı?
·
“Yalnız” kalacak bile olsan adaleti "seçer"
miydin?
·
Şaşaa ve debdebeye “karşı” olup haktan yana
olabiliyor musun?
·
Bir çocuğun, bir öğrencinin, bir garibanın, yetimin
hakkını “koruyabildin” mi?
·
“Yalnızlık” korkusuyla adaletten kaçtın mı?
·
Hakikati arayıp, gerekirse, hayatını “yeniden”
düzenleyebildin mi?
·
Adaletin çarpıtılmasına karşı “koruyucu” önlemlerin
var mı?
·
Sana “sığınmış” olan güçsüze adil olabildin mi?
·
Yoksulun, güçsüzün hakkını “koruyabildin” mi?
·
Sana “emanet” edilenlere adil davrandın mı?
·
“Yargıladıklarına” karşı adil misin?
·
“Seni duymayanlara” karşı adil olabiliyor musun?
·
Birileri sevsin ya da sevinsin diye, adaletten
“uzaklaştın” mı hiç?
·
Hak, hukuk, adalet "vicdanında" ve "var
oluşunda" ne kadar “yer sahibi” oldular?
·
Kendi seçmenine, kendi partine ve yurttaşlara ne
kadar dürüst davranabildin?
Günümüz Türkiye'si için ortadaki sorunlara
verilecek cevapları ve çözüm yollarını Mustafa Kemal Atatürk yıllar önceden
söylemiştir.
Milli demokratik Türk devriminin önderi, Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu olan Atatürk ''emperyalizme'' çok açık karşı
durmuştur, savaş vermiştir.
Bu nedenle de bizim her şeyden önce önderimizin
gösterdiği yolda ilerlememiz gerekir.
Bu arada tabii ki unutmamamız gereken de şudur:
- Global evrensel güçlerin etki ettiği devletler de
Türk Kurtuluş Savaşı'nın başarısını hiç bir zaman içlerine sindirememişlerdir.
. Bu nedenle
de hem ülkemizde, hem de bölgemizde gelişen olayları bu ''gerçeklerin göz
altına alındığı bir bakış açısıyla'' görmemiz gerekir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni rahat
bırakmayacakları ortadadır.
Bize düşen görev ise devletimizin KURULUŞ
İLKELERİNE bağlı kalarak onu korumaktır.
Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan yurttaşlarımızı
"Türk" adı altında birleştirebildiğimizde, çağdaş hukuk devletinin,
parlamenter sistemin içinde eşit ve özgürlükçü haklarla koruyabildiğimizde
ancak, gücümüzü koruyabiliriz.
İşte bu durumda halkın birbirine düşürülmesinden ve
kırdırılmasından, denetimsiz davranışlardan, şiddetten, SİYASİ OYUNLARDAN uzak
durulmalıdır.
Tehlike olarak görülen bir oyun ise ''iç savaş''
kışkırtmalarıdır.
Hiç bir siyasi ayrım yapmadan insanlarımızın sakin
ve soğuk kanlı davranmasına katkıda bulunmak da bir siyasetçinin görevidir.
Hele bir de "kamu" görevlisi isen, sana
verilmiş "emanetler" var ise sen gerçekten de çok ama çok adil
olmalısın.
Devlette görev alanların görevlerine sadık kalarak,
tarafsız davranmaları, hukukun üstünlüğünü sağlamaya katkı vermeleri beklenir.
Meydanlarda dalgalanan TÜRK bayrakları bu anlamda
birleştirici bir unsur olarak çok sevindiricidir.
Türk halkı aklını kullanarak, sağ duyulu davranarak
kendine ve Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkacaktır.
Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek ve tüm
kurumlarıyla bir hukuk devletine kavuşmak için demokratik ilkelere ve istemlere
bağlı kalacaktır.
.
Saygılarımla....
. Öğretmen Gönen
ÇIBIKCI, 05.03.2023, MŞ.