13 Ağustos 2018 Pazartesi

Onları Da Anlıyorum

  Onları Da Anlıyorum!
Şöyle yazmış bizden biri bir diğer arkadaşına:
- ”Yeri geldiğinde ülkemizin barışseverliğini ve barışa katkılarını hamasetle anlatmakta birlik olanların, mevzuubahis olan vatansa gerisi tefarruattır diyenlerin militarist zihniyetini alenileştiren bu fotoğrafları paylaşan arkadaşımı kutluyorum.”
Hemen bir yerde fırsat bulduklarında ''kendi kaderini paylaşmış, en azından zamanında tertemiz bir kalp taşıyan, taze beyinleri'' taa yıllar sonra öğrendiği, daha doğrusu öğrendim sandığı kalıplarla yargılamak kolaycılığına düşenler oluyor.
Bu tür bir küçümsemeyi geçende bir başka üst seviyedeki bir kişiden de duydum, çok üzüldüm.
Nedir bu Türk olmanın zorluğu?
Hiç beklemediğin yerde bir kompleks ile, bir düzeysizlik ile, bir ucuz kişilikle, bir üçüncü dünya insanı tiplemesi ile karşılaşıyoruz.
Açık ve dürüstce cevap vermek, kendi hakkımıza, kardeşlik hakkımıza sahip çıkmamız gerekir.
Yoksa birisi sizi, sizleri küçük görüyorsa, acınacak kişilermiş gibi göstermek istiyor ise siz yine de hakdan, vicdandan yana olun!
Gösterdiğiniz saygı ve sevgi de aslında hak edebilen insanlar içindir.
Şunu da belirtmek de yarar var: Bazı sözcükler çok kullanılsın diye uğraştılar zamanında egemen güçler. Bir sürü ezberi nakşettiler.
Hemencecik sosyalist olundu, okumak bile olmadan, kavramadan, anlamadan...
Özümsemeden birileri hemen bir -izm yoluna girdiler.
Sonuç ortada...
Bunun daha geniş bakış açısı için ise ''emperyalizm-oligarşi neler yapar, neyi nasıl planlar ve uygulatır? Diye düşünmektir.
Sonuç olarak şunu da kabul ediyorum:
- Türkiye bir geri kalmış ülkedir. Elinde var olan ulusal kültürü de saldırı altındadır. Ulusal sınırlar ise parçalanmak istenmektedir, ulus devlet hedeflerindedir.
İşte bu sıkıntılar altında kalan, yaşamına devam etmek isteyen ve de onurunu kurtarmak isteyen küçük memur, küçük burjuva, orta sınıf bireylerini de anlıyorum.
Ne yapsınlar?
Dert büyük, çare hiç yok gibi.
Ellerinden hiç bir şey gelmiyor.
Birbirlerine çatmayıp da ne yapsınlar, sokaklara mı dökülsünler? (Gerçi bugün artık yöneticilerimiz milleti sokaklara davet ediyor, ama o iş ayrı bir şey)
Ayni yolda yürümemiz gereken arkadaşlarımızın da mümkünse artık rakı-balık muhabbetinden başlarını kaldırıp, daha sade ve mütevazi olup gerçeklerle karşılaşmaları gerekir.
Hep mutlu ve sevinçli, başarılı, dostlarınca çok sevilen, sayılan olmak çok güzel bir dünya bakışı olabilir ama bir gün bu da doyurmayacaktır ruhları.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 12.08.2016, 01:47, KUŞADASI


Bir OKUL varmış

Bir OKUL varmış Bir zamanlar
·        Bir bina 1967de inşa edilmiş yoksul bir ada üzerinde...
·        Aslında acel acele bir okul, tek sınıfı olan bir "okul" kurulmuştu 1965 yılında.
·        Ege bölgesinin illerinden orta okul sonrasında sınava girerek seçilmiş çocuklardan önce yazılı sınavı verenlerden seçilenler sonra da sözlü sınavı da başarılı olarak veren 51 yatılı çocukla ilk kuruluşunu sağlamıştı.
·        9 öğrenci de gündüzlü öğrenci olmuştu.
·        Toplam bir sınıf ve 60 öğrenci...
·        Kendine ait binası yoktu.
·        İki yıl başka, küçük binalarda öğretim yapıldı.
·        Koşullar zorlayıcı idi...
·        İkinci yıl ile birlikte öğrenci sayısı da artmıştı.
·        Daha sonra o döneme göre oldukca büyük ve donanımlı bir bina inşa edildi.
·        Üçüncü öğretim yılı yeni binada gerçekleştirildi.
·        "İMROZ Atatürk İlköğretmen Okulu" daha sonraki yıllarda devam etti ve birçok öğrenci mezun oldu.
·        Yoksul halkın çocuklarının parasız yatılı devlet okulu olmuş yıllarca...
·        Ailelerini, anne ve babalarını, kardeşlerini, köylerini bırakıp buraya küçük bedenleri ve büyük umutlarıyla gelmiş çocuklara yurt olmuş bir okul varmış.
·        Özel okullara, paralı okullara inat daha da imanlı, başarılı, güzel ahlaklı ve yurtsever insanlar yetişmiştir bu okulda, bazıları bu çocukları küçümsese de, bu çocuklara bazıları eziyetler de etmiş olsalar bile...
·        Demek ki iş parada pulda ve ailenin zenginliğinde değilmiş.
·        Dünyanın en akıllı ve başarılı eğitim sistemi olan Türk malı KÖY ENİSTİTÜLERİ neden ve nasıl başarılı olabildi ise yoksul köylü çocuklarıyla, bir İMROZ da onun gibi olabilirdi belki de, en azından çocukların ruhunda...
·        Türkiye'nin geleceği paralı okullarda değil, tam tersine çağdaş ve kendi halkına, ülkesine sahip çıkabilecek bir MİLLİ EĞİTİM'de kendisini bulacaktır.
·        Bizler de yurt sever ve Atatürkcü, ahlaklı öğretmenler olarak son nefesimize değin andımıza sahip çıkacağız.
·        Bizim işimiz para pul olmadı hiç bir zaman, bizi ayakta tutan ruhumuzu anlayamadılar.
·        İş bir bina yıkmakla değil ki...
·        Kimler hangi düşüncelere kapılarak bu uygulamayı yapmıştır?
·        Anlamak çok zor!
·        Çok üzüldük doğal olarak...
·        Ülkemize ve halkımıza çok daha yararlı hizmetler verebilecek bir "devlet yatılı okulu" devam etmeli idi.
·        İlköğretmen okulları Türkiye kalkınmasının sessiz ve yaygın ve de çok yararlı bir modeli idi...
·        Yazık oldu!
    Saygılarımla...
    Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 02.02.2018


Okulumuz Yıkıldı

Okulumuz Yıkıldı
diye üzüldük İMROZLULAR olarak.
Bu önemli bir darbe oldu bizler için tabii ki.. Bina yıkıldı diye kızdık, öfkelendik, üzüldük..
Bunu bir "bina" işi diye algılayanlar da mı oldu dışarıdan bakarak?
Bunu biraz açıklamak mı gerekecek şimdi?
Bakın, bu iş “bir bina” işi değildir.
Asıl olan "biz" olmaktır.
Biz hangi zaman diliminde orada oldu isek bir İMROZLU olduk sonunda ve yaşamımız boyunca.
Bizim kardeşlerimizin ana özelliği ise "güzel ahlaklı" ve "yurt sever" olmak idi.
O çocuklar bu ülkenin, bu halkın kalkınmasına, çağdaş uygarlık düzeyine erişmesine kendilerini adamış öğretmenler olmak istemişlerdi.
İşin “aslı” da budur zaten, yoksa bir yerlerde bir amir memur olmak, ya da prof olmak değildi, onların asıl ulaşmak istedikleri yer.
Doğru ve vicdanlı birer insan olabilmek ve de halkına hizmet etmek idi asıl olan.
Yani bir “İMROZLU” olmanın esas özelliği budur.
Ha, sonra bu çocuklar bir köyde, bir kenar mahallede öğretmen olmuş da olabilirler, bir bilim adamı da olabilirler yaşamlarında...
Bizim BİZ eden NE olduğumuz değil NASIL olduğumuzdur.
Vicdanını ve ahlakını, dürtülerini ve egolarını “iyilik” ve “güzellik” üzerine yönlendirebilmiş “güzel çocuklar” olmaktı esas olan.
"Yoksul ailelerin çocukları" olduklarını ve "devletin parasız yatılı okulu"nda, İMROZ'da yaşadıklarını hiç unutmadan, ne düştü ise görev yerlerinde üstesinden geldiler.
Huzur ve mutluluk içerisinde geçen bir yaşam oldu onlarınki...
Birilerinin adamı olmak, bir yerlere böylelikle gelmek hiç de bir İMROZLU için düşünülmedi bile.
Biz hep "kardeş" olduk.
Ülkemin her neresinde yaşadı isek, hangi bir ülkesinde dünyanın geçti ise yaşamımız BİZ yine de "sayıca küçük" "imanı ile yüce" bir kardeşliğin varlığını hep yaşadık içimizde.
Yani iş bir "bina meselesi" olmadı hiç bir zaman.
Bizim gözümüzde 3 odalı bir okulumuz ile 5 katlı bir okulumuz da hep ayni oldu.
Bize iyi ve ahlaklı davranan öğretmen de, vicdansız ve adaletsiz davranan öğretmen de okul yaşamında kabul gördü.
Onlarla olan davamız "mahşere kalmış" olsa da TÜRK milletinin eğitim tarihinde "kıyıda köşede" gözükmüş olsak da, adımız "ağızlarda anılmasa" da BİZ bildik, her zaman NASIL bir "ruh taşıdığımızı" ve de bu "bilinç" ile "her bir görevi" de hakkıyla yerine getirdik.
“Bir İMROZLU olmak” böyle bir şey olmalı işte...
Yani, bizler bunu kendi kendimize bile, dile getirmesek bile BİZ böyle olduk.
İsterseniz, toplayın bizi atın, yine bir adaya ve de ister bir bina yapın verin ya da bir kulübe...
Bir de en azından vicdanlı birkaç öğretmen verin başımıza...
Biz yine "bu ruhu taşıdığımız sürece" ne mız mızlanırız, ne de ağlayıp, sızlanırız.
"Devletimiz bunu vermiş bize" der ve "ailelerimizin yüzünü kara çıkarmadan", "üzerimize düşeni yapar" ve çalışırız...
Bu bazılarına bir “ütopya” gibi gelse de bu da kendince bir tariktir, Türkiye tarihinde...
"Onurumuz" ve "gururumuz" bize destek verir her zaman; "vicdanımızla" ve "adaletle" kendi "doğru" yolumuzda ilerlerken.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 04.02.2018. Mainaschaff


Öğretmenlik, Adalet ve

Öğretmenlik, Adalet, Vicdan 
ve İyi Ahlak Üzerine
Bir “yatılı devlet okulu” hikayesinin düşündürdükleri üzerine:
Gep genç insanlar, genelde hepsi de yoksul ve mütavazi ailelerin çocukları... 
Devlet sınavını kazanmışlar, umutları olmuş, devlete ve yarınlara güvenip gelmişler. Hepsi de 18 yaş altı...
Daha çocuk sayılıyorlar yasalarda... Her biri birer emanet olarak gittiler o okullara, orada çalışan öğretmenlere...
Bu çocuklar güzel şeyler öğrenecekler, güzel ahlak sahibi olacaklar, ülkenin bir garip ve de yoksul köyüne gidip, oradaki insanlara ön ayak olacaklar, onlara umut olacaklar....
Okuldaki öğretmenler ise bu çocuklar için hem bir yuva, hem bir aile, hem de bir eğitim merkezi sunacaklar.
Çocuklar yatılı devlet okullarında devletin verdiği yemeği yiyecekler, verdiği giysileri giyecekler, devletin sunduğu olanaklardan yararlanacaklar.
Kendi anne ve babaları ise çok uzaklarda... 
Belki onları ancak tatillerde görecekler. 
Çocuklarının gelişimleri artık anne ve baların elinde olamayacak, onların çocukları birer “misafir” olup gidecekler yine okullarına..
Artık bu çocukların 3 yılı 6 yılı bu devlet yatılı okulu olacak. Her ne varsa yaşanılacak, öğrenilecek, her şeyi burada alacaklar.
Okulun öğretmenleri de tüm varlıkları ile bu çocuklar için bu yönde çalışacaklar gece gündüz demeden, aylarca ve yıllarca süren bir hizmet ve dürüstlük ile çalışacaklar. 
Bu çocukların hem anneleri, babaları olacaklar, hem de onların koruyucuları, örnek insanları olacaklar. Okulun öğretmenleri bunun için bu okullara gelmişler ve çalışmakta olacaklar.
Bu istek ve bilinç bu öğretmenlerde yoksa, zaten çok “yanlış” bir yapılaşma oluşacaktır. 
Yarar yerine “zararlar”la karşılaşılacaktır. 
Hem de telafisi bir daha mümkün olmayan zararlara neden olacaklardır.
Ve kişiliği tam oturmamış, “kişilik sorunları” olan bazı yetişkinler, öğretmenliğin verdiği güçle, kendini “savunamayacak” olan ama tüm varlıklarıyla kendilerini teslim etmiş o çocuklara ne bir sevgi gösterebiliyorlar, ne de adil davranabiliyorlar ise, ne olacak?
Ve de özellikle eğitimden, psikolojiden anladığını düşünen bu kişiler o çocukların küçücük bir deneyimlerini, bir yanlış davranışlarını fırsat bilip en “acımasız cezalar” verebiliyorlarsa... 
Hiç bir eğitsel önlem almadan ve de düşünmeden, acımadan, onların umutlarını yok edebiliyorlarsa, kişisel gelişimlerine zarar verebiliyorlarsa ne olacak?
Kendilerine devletin teslim ettiği bu emanetleri, bu çocukları sanki “kocaman” yetişkinlermiş gibi, ağır suçlar işlemişler gibi bambaşka yerlere damgalanmış olarak, hiç de gerek yok iken, başka önlemler alınabilecek iken gönderebiliyorlarsa, ne olacak?
Bu çocuklar o çocuksu “duygular”ını, “acı”larını bastırarak kendilerine adaletsiz davranılmış olmalarına rağmen, yeniden yaşama sarılıyorlar, diyelim.... 
Çalışıyorlar, didiniyorlar, ailelerinin yüzünü kara çıkarmamak için bir mücadele veriyorlar.
Okullar bitirip, mesleklerinde ilerliyorlar, aileler kuruyorlar, emekli oluyorlar. 
Yaşam devam ediyor. 
Ama aradan geçen nerede ise 50 yıl sonra bile bu haksızlığı, ölçüsüzlüğü ne içlerine sindirebiliyorlar, ne de kafalarından atabiliyorlar.
İşte size insan ruhu ve adalet duygusu... 
Vicdanı olmayanlara arka çıkan yine kendilerince kişiliksiz ve zayıf insanlar....
Ve biz o büyük insanlığa çok inanan, hukuk ve adalet, demokrasi kavramlarını, insan haklarını çok önemseyen bizler belki de çaresizlikten bugün o günü yaşamış olanlara teselliler veriyoruz.
Çok üzülsek de, çaresizlik ve yaşama devam gerekliliği adına herkes bir "af" etmeden yana.
Bence sizler, bizler herkes “af” edebilir, “teselliler” verebiliriz ama asıl sorun inan olan bizlerin "bilinç altı"... İnsanlar ona, bilinç altına söz geçiremezler. 
Ta ki bilinç altı kendi yargılamasında, kendi mahkemesinde "O" eski olayların birer "adil yargıya ve çözüme" ulaştığını gördüğü "an"a kadar.
İşte bu nedenle de "öğretmenlik" çok kutsaldır. 
Bir öğretmenin tüm yaşamı ancak “adalet” ve “vicdan” çerçevesinde aldığı sorumluluklar ve çalışmaları ile geçer.
Ancak "iyi ahlak" sahibi olabilen kişilerin “öğretmen” olması gerekir. 
Diploma ve gidilen okullar, kazanılan sınavlar değildir asıl olan.
Bir "insan"a en yakın olan, ona kişilik kazandıracak olan ve ahlaken yetiştirecek olan, onu yaşama hazırlayacak olan onun “annesi”dir, babasıdır. 
Gitti ise anaokulu görevlileridir.
Ama en önemlisi ise “ilkokul öğretmeni”dir.
İlkokul öğretmeni "güzel ahlaklı", "vicdanlı" ve "adil" bir insansa, onun öğrencisi olan o "çocuk" yaşamının en değerli varlığına kavuşmuş demektir.
Bir de bir öğretmeni düşünün ki tüm yaşamında insanlara, öğrencilerine “adil davranmış”, onlara “vicdanlı ve dürüst” davranmış, onlar için en iyi ve çağdaş dersleri hazırlayıp sunmuşsa ve de bunlara karşılık hiç bir şey beklemedi ise, onun ne kadar "huzur" içinde ve "mutlu" olabileceğini düşünün.
Böyle bir öğretmenin dünyasını anlamak çok güzel!
Bir de eğitimi ve okulu, öğretimi, öğretmenleri bu açılardan düşünün!
Ama, en çok da “çocuğu” düşünün, korunmasız, masum ve geleceğe “umut”la bakması gereken, toplumun, ailenin ve okulun, devletin koruması gereken “çocuğu” düşünün!
Her zaman ve her yerde siz de “çocuk”tan yana olabilirseniz, hem kendinizi, hem de toplumu kurtarabilme yolundasınız, demektir.
Evet, siz “mutlu” olacak birisiniz!
Siz huzuru bulacaksınız!

Saygılarımla....
Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 30 ocak 2018, 
Mainaschaff.




Öğrencilerime

Öğrencilerime
Ne kadar ilginç değil mi?
Yıllar sonra...
Ben sizler için fotoğraflarınızı arayıp bulup, kopyalayıp, FB'a gönderiyorum.
Sizler de benim çok sevgili öğrencilerim bu fotoğraflara güzelce bakıyorsunuz.
Bazılarınız beğeniyorsunuz.
Ne güzel!
Bazı öğrencilerim de (çok az sayıda) bir yazı ekleyebiliyorlar.
Ben size şimdi şöyle diyebilir miyim?
-Bu fotoğraflar yıllar sonra sizi bulunca neler hissediyorsunuz?
-Neler anımsıyorsunuz?...
-Neler düşünüyorsunuz?
-Siz de de benzerleri var mı?
-Peki siz de bir şeyler yazsanız olmaz mı?
-Hiç mi zamanınız yok?
-Ya da işin kolayına kaçıp, bakıp kaçıyor musunuz?
Hımmmm!
Hadi bakalım biraz da yazalım:
Biz neden hep kıyılarda, arkalarda, gerilerde kalıyoruz?
Neden bazıları çok ilerilere ulaşabiliyorlar?
İnsan bir bütün.
Kendinize vermeniz gerekir en büyük emeği.
Bir oya iğnesi gibi işlemelisiniz.
Çok emek ve öz veri gerek iyi şeyler için.
Ben de sizlerden bekledim hep, en azından, kendime en yakın olduğunuz için BENİM olduğunuz için.
İyi ve güzel haberlerinizi, yazılarınızı bekliyorum.
Bir de şimdi sizlerin birer yetişkin, birer anne, baba olduğunuzu düşününce, bir de sizlerin çocuklarınızın olduğunu düşününce hem çok seviniyorum hem de çok merak ediyorum sizleri.
En azından göremesem bile yüzünüzü, duyamasam da sesinizi, bu sayfada sizlerden gelecek birer sözcük beni çok sevindirecek, mutlu edecektir.
Yıllar, yıllar geçse de, belki siz kavrayamayabilirsiniz ama, ben yine sizleri düşünüyorum, sizleri sahiplenip merak ediyorum.
Belki bir sözcük, bir anı, bir yazı gelir diye merakla bakıyorum.
Ben buradayım ve biz yine biz bizeyiz.
Her an her istediğinizi yazabilirsiniz.
Ben Allah'a çok şükür gayet iyiyim.
Bedensel ve ruhsal olarak çok sağlıklıyım.
Okuyorum, yazıyorum, çiziyorum, internete ve dizilere bakıyorum.
Mutluyum.
Sizler de benim bir varlığım olarak yaşamımda hep yer aldınız ve almaktasınız.
En güzel şeyleri diliyorum sizler için.
Olduğunuz yerde, ailenizde, eşiniz ve çocuklarınızla hep sağlıklı, hep mutlu ve huzurlu olunuz.
Yaşamınız tatlı günlerle geçsin.
Çocuklarınıza ve ailenize çok emek verin. Akıllı ve sezgileri yüksek olun. Kendinize de çok iyi bakın. Kendinizi her an en iyi şekilde yetiştirin. Boş ve geçici, ucuz şeylerle uğraşmayın.
Çocuklarınızın iyi ve güzel ahlaklı olmasına gayret gösterin, onları sevin ama şımartmayın.
Sorunlarınızı ertelemeyin, çözüm yolları arayın.
Ailenizi, ülkemizi ve dilimizi, öz kültürümüzü çok sevin ve değer verin.
Yıllar o kadar çok çabuk geçer ki, anlayamazsınız bile.
Bir de bakarsınız ki, bir yerlerdesiniz.
İşte o yerlerin en güzel yerler olmasını diliyorum.
Yaşamda tesadüf yoktur.
Bütün her şey yapacağınız çağırılara ve verdiğiniz emeklere ve de yüreğinizin temizliğine, Allah'a inancınıza bağlıdır.
Sakın kötü şeyler düşünmeyin.
Hep iyi ve güzel şeyleri görün, isteyin, arayın.
Kötülüklerden ve pisliklerden kaçın.
----Sıratel müstakim: Doğru yoldan ayrılmayın.----
Yüreğiniz her zaman sevgi dolu, ve iyilik dolu olsun.
İyi ve güzel olanı, doğru olanı arayın.
Adaletten sakın uzaklaşmayın. Hem kendinize hem de başka insanlara karşı adil olun.
Koruyucu ve kollayıcı anne ve baba değil, onlara doğru yolu gösteren, güzel ahlakı veren olun çocuklarınız için.
Aile içinde kaç yaşında olursanız olun her zaman birlikte konuşun ve yaşamı birlikte paylaşın eşinizle, çocuklarınızla. sakın kimse bir diğerinden bir şeyler saklamasın, gizlemesin, sorunlara birlikte çözüm yolları arayın.
Ailenizdeki yükü hep birlikte ve paylaşarak taşıyın.
Sağlığınıza, beden ve ruh sağlığınıza, akıl sağlığınıza çok önem verin. Kendinizi sakın ha salmayın.
Bakımlı ve düzenli olun.
Ev ekonomisine çok önem verin.
Üretken ve tutumlu olun.
Boş harcamalardan kaçının.
Kötü alışkanlıklar edinmeyin.
Giyiminize, dilinize ve sohbetinize özen gösterin.
Ben niye tüm bunları mı yazdım?
Neden yazmayayım ki,
sizler benim öğrencilerimsiniz.
Bildiklerimi, öğrendiklerimi, edindiklerimi,
sezgilerimi, deneyimlerimi sizlere anlatmayacağım
da kime anlatacağım.
Biliyorum anlattıklarımı can kulağı ile
dinleyecek ve onlardan yararlanacaksınız.
Ben de bunu istiyorum zaten.
Bugün buradan sizlere, yine bir şeyler verebileyim,
güzel ve doğru yolu gösterebileyim.
Allah beni seviyor ve koruyor.
Bunu görüyorum ve buna inanıyorum.
SİZ de göreceksiniz tüm bunları, yaşayacaksınız.
Yolunuz daha uzun benden.
O yolda hep mutlu ve sağlıklı olmanızı diliyorum.
Tekrar yazışmak üzere hoşca kalın.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 
05.11.2016, 01:00, Mainschaff





Ne Olursanız Olun

 Ne Olursanız Olun

  Ne Yaparsanız Yapın, Ama

·       Kendinize güvenin.

·       Kendinize iyi bakın.

·       Temiz ve bakımlı olun.

·       Giyiminize özen gösterin.

·       Saçınıza, yüzünüze özen gösterin.

·       İçinizde hep iyi duygular olsun.

·       Kendinizi çok çalışmaya alıştırın.

·       İçiniz hiç bir zaman BOŞ olmasın.

·       Güçlü olmak için hem sağlıklı hem de bilgili olun.

·       Her sabah güvenle ve şevkle yola çıkın.

·       Ben ‘’bugün nasıl yararlı olabilirim’’ diye sorun.

·       Yeniliklere açık olun.

·       İyi ve düzgün çevrelerde bulunun.

·       Birilerinin sizleri kandırmasına ve yanlış yollara yönlendirmesine izin vermeyin.

·       Dünyayı ve dünya insanlarını tanımaya çalışın.

·       Zamanınızı boş ve temelsiz şeylerle geçirmeyin.

·       Üretmeye çok önem verin.

·       İşinizi inanarak yapın.

·       Nerede ve ne yaparsanız yapın, kültürünüze ve tarihinize sahip çıkın.

·       Ne kendinizi harcayın ne de yaptığınız işi.

·       Mesleğinizde ve özel yaşamınızda içten, ilkeli ve dürüst bir çizgi izleyin.

·       MODA ile sizleri ‘’bakımlı, düzenli, bilgili, terbiyeli, kibar, eğitimli, güler yüzlü, sakin,,, ‘’ olmaktan

·       çıkarmak isteyenlere izin vermeyin.

·       Mesleğinize çok özen gösterin.

·       Hep işinizi yaparken, hem de insanlarla birlikte iken mutlu ve huzurlu olmaya çalışın.

·       Toprağınıza sağlam basın.

·       Vatanınızın gücüne güvenin.

·       Türkiye’nin kalkınacağına inanın.

·       Ülkenizin insanlarına güvenin.

·       Kentlerimiz, köylerimiz ‘’neden böyle’’ diye düşünün.

·       Her kim olursanız olun, ister yöneten, ister yönetilen, insanların hikayelerini dinleyin. 

·       Astlarınız ve üstleriniz için "empati" kurun.

·       Çocuklarınızı da BÖYLE yetiştirin.

.      Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 20.02.2016.

 



Kuşadası'nın İhtiyacı

Kuşadası'nın İhtiyacı tanıtılmak değil ki!
Asıl yapılması gereken şu an etkili ve yetkili kimler varsa KUŞADASI'nın yaşanılabilecek bir huzur kentine dönüşmesine çalışmasıdır.
BUNU sağlayabilsek "zaten" tüm dünya kendiliğinden koşa koşa gelir.
TEMİZ, DÜZENLİ, HUZUR verici,ÇAĞDAŞ bir kenti hedefleyeceğimize bambaşka sloganlarla, hedeflerle kendimiz kandırıyoruz.
Kente gelmiş, yerleşmiş insanlara bir bakın!
Kimler memnun acaba?
Sokaklarda dolaşabiliyor musunuz?
Araba park etmek bile bir sorun.
Bayram günü bir esnaf... yemek sektöründen bir dükkan... önüne park etmek istedim diye neredeyse dayak atacaklardı, arabamı çektirmeğe kadar tehditlerde bulundular...
Buna benzer örnekleri verecek çok insan var.
Long Beach denilen o güzelim sahile masalarını atıp kumları kapatma hakkına sahip işletmeler çok mu iyi bir örnek...
Yürümek bile sorunlu hale gelmiş iken...
TUR operatörleri zaten uzmanlıkları gereği, nerede ve nasıl bir müşteri akışını sağlayacaklarını çok iyi bilirler.
Yerli halkın da çok zenginlerinin KUŞADASI gibi bir sorunları olmasa gerek.
KUŞADASI'nda Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı'nın dışında tarihsel değeri olup da bugüne değin ayakta kalmış ve gezilebilecek bir başka bina var mıdır?
Eee...
O zaman turizmden ne bekliyorsunuz?
Sadece 4- 5 yıldızlı otellere verilen destekle, bu tip otellerle öğünmekle turizm oluyor mu?
Hani tarihsel alt yapı?
Hani mimari kalıtım?
Hani temiz ve huzur dolu bir kent?
Hani Doğaya sahip çıkan bir kent?
Hani çağdaş ve uygar esnaf?
Hani çağdaş ve şeffaf yerel kent yönetimi?
Hani modern ve de çevre dostu mimari?
Hani denetimli bir belediyecilik?
Hani dost ve güler yüzlü yerel halk?
Hani folklorik miras?

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 06.11.2017, Mainaschaff.


Kültür Merkezi


Kültür Merkezi
Kuşadası'nda çağdaş bir kültür merkezi var mı?
Ya da böyle bir düşünce var mı?
Şöyle geniş boyutlu ve birçok etkinliklerde kullanılabilecek türden... 
Kitap sergileri de böyle ciddi mekanlarda olmalı.
Kuşadası için şu anki uygulama üzünç verici.
O sıcakda, bölük pörçük bir sergi meydanı...
Kuşadası Kongre Merkezi vardı diye düşündüm bir an...
Orası kullanılmıyor mu?
Orada olabilirdi bu tür etkenlikler.
Halk da otobüslerle ücretsiz taşınırdı...
Shuttle servis diye tanımlanan türden bir uygulama olamaz mıydı? 
Manavgat kitap fuarı örneğin çok başarılı geçiyor...
Bu düşünceleri taşıyan başkaları da var mı bilemiyorum.
Benim gönlümden geçen şudur:
- Kuşadası'nda yapılacak her türlü etkenlik ve girişim çok daha yüksek düzeyde ve çağdaş olabilmelidir.
Bu tür organizasyonlara çok daha geniş bir ciddiyet kazandırmak aslında mümkündür.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI ,11.08.2017, KUŞADASI.