4 Haziran 2020 Perşembe

Ülke ve Umut

Ülke ve Umut
Toplumun çeşitli dönemlerde en çok ilgilendiği, üzerinde yoğunlukla durduğu, olaylar, konular olur.
Bir zamanlar çok konuşulmuş bazı konular vardır...
Bir dönem çokca kullanılan kavramlar, kalıplaşmış sözcükler vardır.
Bir de bakarsınız ki o konular o söylemler artık gündemde yoktur.
Yok olmuş gitmiş, gibidirler.
Sanırsınız ki o konu, o sorun çözümlenmiştir.
Bitmiştir.
Bunlardan birisi de "toprak ağalığı" söylemi idi.
Bugünlerde pek sözü edilmiyor.
Günlük ufak tefek konularla uğraşmak, adliyeden vakaları büyütüp gündem yaratmak ve bunlarla gündemi doldurmak kolaycılığı artık kalıplaşmıştır.
Vatanı kurtarmak, çözümler aramak, çözüm yolları bulmak v. b. çok konuşulmuş ve bitmiş, yok olmuş gibidir.
Küresel olarak da bakıldığında aslında tüm ülkelerin temel sorunları birkaç ana başlık altında sıralanabilir.
Az ya da çok bazı ülkeler çok daha demokrasi ilke ve uygulamalarını kabul etmiş ve uyguluyor olabilir.
Daha modern görünümlü, alt yapıları çağdaş yöntemlerle iyileştirilmiş kentler olabilir.
Yollar, fabrikalar, hava alanları, oteller ve benzeri birçok yeni ve güzel yapılaşmalar olabilir.
Gayri milli hasılanın dağılışı, emek, hakça yaşam, adaletli bir dağılım, insanların çağdaş hakları, sigortalılık ve benzeri temel konularda ise küresel olarak hep şikayetler olmaktadır, az ya da çok...
Ülkenin toprakları kimlerin elindedir, kimler en çok payı almaktadırlar ... diye düşünüldüğünde, birbirine bağlı sorunlarla birlikte çook büyük ölçeklerdeki arazi sahipliği konusu ve oradaki büyük nüfusun topraksızlığı akla gelebilir, belki...
Toprak ağalığını, feodal düzeni kaldırmadan, çağdaş, demokratik hukuk düzenini hedeflemeden günlük sahte gündemlerle uğraşmak vatan severlik midir?
Olmuyorsa, destek verip şu anki yapıya sahip çıkmaktansa "ayrılıp" sade bir yurttaş olabilmek daha uygun değil midir?
Saydam yapılanma, kayıtlı ve vergilendirilmiş bir ekonomi ile kara parayı aklayabiliyor musunuz?
Yerel parti politikaları ile yine yerel sorunlara ne denli sahip çıkabiliyorsunuz?
Eğitimde metalanmadan, nemalanmadan kurtularak "ulusal bir devlet anlayışı" içinde yine bir "MİLLİ EĞİTİMİ" seçip onu çağdaş bir düzeye getirebiliyor musun?
Vatanın her yerinde kendi toprağına sahip çıkabiliyor musun?
Tarımda kendi ulusal ve yerel çıkarlarını savunabiliyor musun?
GDO'dan etkilenmemiş YEREL bir tohum kullanılmasını istiyor musun?
Okullarında, bilimsel çalışmalarda kendi "anadiline" sahip çıkabiliyor musun?
Beyin göçünün engellenmesi gerektiğine inanıyor musun?
Ülkenin dünya genelinde "eğitimde, bilimde ve teknolojide" nerelerde olduğunu bilerek daha yüksek bir düzeye erişebilmek için siyasi partilere etki yapabiliyor musun?
Ülkenin her bir yerinde insanların huzur ve barış içerisinde, çağdaş kentlerde, temiz ve sağlık içerisinde yaşayabilmesi için YEREL yönetimlere ve de siyasi partilere ne gibi etkilemelerde bulunabiliyorsun?
Sesini duyanın olabileceğine inanıyor musun?
Ülke içinde yurttaşlık hareketi olarak gözüken ve kurulan STK'nın YURT DIŞINDAN maddi çıkarlar, ödenekler kabul etmelerine karşı çıkabiliyor musun?
Komşu ülkelerle olan tüm ilişkilerinde kendi ulusal bağımsızlığını ve iradeni öne çıkarabiliyor musun?
Türk Kurtuluş Savaşı'na sahip çıkıyor musun?
Türkiye Cumhuriyeti'nin Kuruluş İlkelerine sahip çıkıyor musun?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e ve onun ilkelerine ve düşüncelerine sahip çıkabiliyor musun?
Bir yurttaş olarak bağımsız ve özgür düşünebilmenin ve de davranabilmenin önemine inanıyor musun?
Partizanlığa ve de parti devletine nasıl bakıyorsun?
Binlerce yıldır belki de devleti ve kamuyu içten içe saran virüsü, rüşveti aklınıza getirdiğinizde, bir çözüme, "temiz topluma" kavuşulmadığını görebilirsiniz.
Bu rüşvet alma - verme işi sanki hala orta çağda imişcesine bazı ülkelerde çok yaygın olduğunu da gazetelerden öğreniyoruz.
Çevrende, ailende "yoksul ve yardıma muhtaç insanlar" var iken yine de "öğretilmiş-ezberletilmiş olan" inanç ve davranışlarla kendini mutlu kılabiliyor musun?
Din gibi aslında ilk dönemlerinde insanlığa kurtuluş olarak gelen inançların zamanla siyasette, ticarette, ekonomide, öğretimde çıkar sağlamak için kullanıldığını ve gittikce de yaygınlaşarak, egemen güç halini aldığında bilerek, görerek bir çaresizliği yaşayabiliyoruz.
Bunları düşünerek, aklımıza getirerek mutlu mu oluyoruz?
Hayır, değil mi...
Umut nedir, diye düşünmeli miyiz?
Evet, genel ilke olarak, evet!
Sorunların çözüm yollarını tam olarak bilemesek de yine de evet!
En azından ayakta kalmak için, yaşamak için yine de umut, yine de evet!
.........................................
Saygılarımla...
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,
2017.08.26, K.
2020.06.05, MŞ.




Zor Günler 2017

Zor Günler 2017
Şöyle bir geriye bakalım, kısaca...
Ülkeyi karıştırmak, kaos yaratmak için bir zamanlar öğrenci olayları çıkardılar.
Sağ-sol çatışmaları ortaya çıktı.
Kardeş kardeşi vurdu.
Alevi-sünni tartışması yaratıldı.
Politik örgütler kurdurdular.
Her yer fraksiyonla doldu.
Ermeni terörü sardı tüm dünyayı.
Diplomatlarımızı öldürdüler.
Birden ASALA KAYBOLDU.
"pkk" çıktı geldi, her yeri sardı.
Bunlar yetmedi bir de "dinci" kılığı altında acımasız terör örgütleri sardı orta doğuyu.
Türkiye insanları birden dini terörcü gruplara "sempati" duyanlarla karşılaştılar.
Yapılan yollar, köprüler bir işe yaramadı.
Turizm çökertiliyor.
Can ve mal güvenliği, ülkenin huzuru kalmadı.
Televizyonlar bol bol haber yapıyor ve millet de bunları izleyip üzülüyor, bunları anlayamadan birbirlerine aktarıyor.
Başbakan ''terör bizi korkutamaz, terör bizden korksun'', diyor.
Tabii haklı da olabilir.
Türkiye geniş ve derin bir bataklığa çekilmek isteniyor.
Dualar ve rahmet okumalar sessiz sessiz yayılıyor.
Durumu uygun olanlar yurt dışında kendilerine bir yerler aramaya başladılar.
Gazete, dergi falan da kalmadı pek, tıpkı çok az kalan güvenilebilecek televizyonlar gibi.
Gün be gün milletin kendine ve ülkesine güveni kalmasın diye uğraşıyor birileri.
Politikacılar devletin korunması için çalışacağına televizyonlarda insanlara bir şeyler anlatıp, tehditler savuruyorlar.
Halk, millet tüketim toplumunun kıskacında, herkes kendine göre bir şeylerle uğraşıyor.
Çaresizler...
Devlet kurumları kendi içlerindeki sorunlarla boğuşuyor.
Hükümet ve meclis çok ince ve ayrıntılarla dolu paketlerle, gündemlerle meşgul ediliyor.
Çağdaş parlamenter hukuk devleti, Atatürk ve devrimleri, cumhuriyet ilkeleri savunulamaz ve hatta konuşulamaz duruma düşürülüyor.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en zor günlerine doğru ilerliyor.
Ortak değer olan Türkiye Cumhuriyeti'ne ve tarihine, devletin devamlılığına ve güçlenmesine sahip çıkmalıyız.
Parti tartışmaları ve politik çıkarlar yerine "ülke çıkarlarına" yer vermek gerekir.

Saygılarımla...
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 03.01.2017


Türkçe Bir Şans ve Bir Hakdır

Türkçe Bir Şans ve Bir Hakdır
Bizler çocuklarımızın okulda başarılı olmasını istiyoruz.
Sağlam bir kişilikle gelişmelerini ve tüm derslerde başarıya ulaşarak iyi bir meslek öğrenmelerini istiyoruz.
Çocuklarımız anadillerinde güçlü olabilmelidir.
Bir insanın kendi dilini öğrenmesi onun en doğal hakkı, hem de görevidir.
İnsan ancak, anadilinde güçlü olduğu kadar, diğer dilleri öğrenmede de o denli güçlüdür.
Bu durum çocukların okuldaki başarısını etkiler.
Çocuğunuzun okulundan gelen bir yazıda onun Türkçe dersine gitmesini isteyip, istemediğiniz sorulacaktır.
Buna "evet istiyorum"  diye yazmanızı ve çocuğun Türkçe dersine katılmasını tavsiye ederiz.
Bir dil (anadili) ancak ve ancak okullarda çağdaş yöntemlerle öğretildiğinde kalıcı olur.
Anne ve babalarıyla, kardeşleriyle anadillerinde anlaşabilen çocuklarla o aile daha mutlu olur ve sorunlar çok daha kolay çözülür.
Çocuğun kendi kültürüne ve ailesine bağlılığı Türkçe öğrenmekle daha da artar.
Türkçe’nin dünyasını, edebiyatını ve sanatını, tarihini tanıma olanağı bulur.
Kendine güvenir, çok güçlü bir dilin bir üyesi olmanın huzurunu ve gücünü duyar. Türkçe çocuğunuzun görüş ufkunu genişletir.
Bazı işverenler özellikle Türk gençlerini işe alıyorlar ve onlardan Türkçe konuşup, işlerini daha kolay yürütebilmelerini  bekliyorlar.
Türkçe bir öncelik olmaktadır.
Avrupa Topluluğu  çerçevesinde yapılacak olan ticaret, turizm, taşımacılık... dallarında gelişecek işleri neden bizim çocuklarımız yapmasın?
Bunun için Almanca, İngilizce ve belki de iyi bir Türkçe gerekli olacak.
Türkiye’ ye döndüklerinde, Türkiye’ de iş yapmak istediklerinde Türkçe en önemli konu olacaktır.
Tatillerde Türkçe ‘si düzgün olan kuşaklar bugünkü anne ve babaların bilinçli davranışlarıyla oluşacaktır.
Almanya gelişmiş bir ülkedir.
Çocuklarımıza anadillerini öğrenmeleri bir hak olarak sağlanmıştır.
Bu hakkımızı kullanmamız gerekmektedir.
Bu da ancak bizlerin istemiyle  gerçekleşecek çok büyük bir şanstır.
Bu şansı kaçırmayalım.
Çocuklarımızı Türkçe dersine gönderelim, sorunlarla birlikte mücadele edelim. 
Bir dil bir insan, iki dil iki insan !
Çocuklarımız bizlerin birer çiçeği ise, Türkçe de onların özsuyudur.
Saygılarımla.....

  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 19.02.2000, Aschaffenburg,  



Türkçe mi Almanca mı?


Türkçe mi Almanca mı?
Biz anne ve babalar, eğitimciler çocuklarımızın yarınlarının çok iyi olmasını isteriz.
Bunu da konuşmalarımızda dile getiririz.
Kalbimizde yaşatırız...
Başarılı olmak, iyi bir meslek sahibi olmak tabii ki her insan için isteyeceğimiz bir dilektir.
Bu olgu ise yaşadığımız ülkenin, toplumun genel durumu ile, toplumsal ve ekonomik durumu ile doğrudan ilişkilidir.
Özelinde ise "o ailenin içinde bulunduğu toplumun neresinde bulunduğuna" ve "kendi gerçek ekonomik durumu", "eğitim durumuna" bağlıdır.
Çocuklarımızın okullarda başarılı olabilmeleri ve okul yaşamına en iyi biçimde uyum sağlayabilmeleri için burada Almanca'yı çok iyi öğrenmiş olmaları gerekir.
Yalnızca sokakta öğrenilen, konuşulan dil yeterli değildir.
Öğrenim dili, okuma yazma dili de çok gelişmiş  olmalıdır. 
Bizler için Almanca'nın resmi dil özelliğinin ve okullardaki öğrenim dili olmasının yanı sıra bir de anadili Türkçe çok önem kazanmaktadır. 
Onu öğrenme ve öğretme konusunda günümüzde bazı  tartışmalar yapılmaktadır.
Genellikle gençlerde ve çocuklarda görülen çok yanlış bir durum gözükmektedir.
Anadili Türkçe olan ve bu dili gayet iyi konuşabilen bu kuşak sık sık kendi arasında Almanca konuşmaktadır.
Ya da bir konuşmanın içinde hem Almanca hem de Türkçe bölümler, sözcükler yer almaktadır.
Bu ve benzeri durumlar oldukca sakıncalı ve sağlıksızdır. Bunu yapan yetişkinler de vardır.
Çok yakın geçmişde çok önem verdiğim bir arkadaşım "artık tüm toplantılarda bundan sonra Almanca kullanma kararı aldık" diyebilmiş idi.
Bu karar eğer o toplantıda Türkçe dillilerin dışında kişiler de var ise doğrudur.
İletişim dili olarak Almanca kullanılmalıdır ki ortak bir anlama gerçekleştirilebilsin. 
Yok, öyle değil de yalnızca Türkçe dilli katılımcılar var ise o zaman bu ne anlama gelmektedir?
Neyi kanıtlamak istemektedirler?
O kişilerin Almanca donanım düzeylerinin çok üstte olduğu, zaten, tartışılmamaktadır.
Bir sohbet içinde bulunan ve çok üst düzeyde İngilizce bilen Almanların, Almanca'yı bırakıp İngilizce ile konuşmalarının ne gibi bir anlamı olabilir?
Bunu doğal karşılayabilir miyiz?
Hiç sanmıyorum ! 
Hangi kuşaktan ya da hangi yaştan olursa olsun bir insanın kendi anadilini konuşması onun en doğal hakkıdır.
Almanya'da Türkçe konuşmaktan kaçınmak ve kendini küçük görmek durumunda kalan kişinin bunu yenebilmesi gerekmektedir.
Bir toplulukta konuşma sırasında Türkçe'yi anlamayanlar var ise ancak o zaman Almanca konuşulmalıdır. 
Ortak dil olarak konuşulması gereken Türkçe'yi bırakıp da çocuklarıyla bile Almanca konuşmak özentisinde bulunan anne ve babalara rastlanmaktadır.
Bunun böyle olmasını öğütleyen sözde eğitimci Almanlar da vardır.
Bu durum için verilen gerekçe çocukların Almanca'yı iyi öğrenmesi olarak ortaya çıkarılmaktadır.
Buna katılmamız kesinlikle olası değildir.
Eğer, Alman olmayan bir çocuğun Alman dili gelişmeli deniliyorsa, bu dili öğrenmenin, okuyup, yazmanın, konuşmanın ...yolları aranmalıdır.
Bu durumda çok çocuk var ise onların Almanca dilini geliştirmeleri için kendilerine özgü yeni önlemler, uygulamalar bulunmalıdır.
Örneğin Alman çocukları ile yapacakları oyun saatleri, işlik çalışmaları, müzik ve spor çalışmaları, okuma, tiyatro çalışmaları gerçekleştirilmelidir. 
Yani, öyle hemen çocuğun kendi anne ve babası ile anadili Türkçe'yi bırakıp, ayak üstü, hesapsız, plansız Almanca konuşmasını istemek iş değildir ve çok ucuz bir öneridir; buna uyulmaması gerekir.
Yapılması gerekeni, ister okuldan kaynaklansın, isterse sokaktan ya da bir dernek üzerinden gerçekleştirilsin, bu toplumda yaşayan çocukların okul içi ve dışı çalışmalarda bir arada olabilmelerini, birlikte üretime katılabilmelerini sağlamaktır.
İşte o zaman toplumun ortak dili Almanca birlikte ve en hızlı biçimde öğrenilir. 
 Yine birçok sözde eğitici öğretmenin düşündüğü ve velilere önerdiği gibi "burası Almanya, burada Almanca konuşulur; öbür dillere hiç gerek yoktur. Sizin çocuğunuzun da okulda başarılı olması için Türkçe'ye falan gereksinimi yoktur; önemli olan yalnızca Almanca öğrenmesidir!"
Bu nedenle evde de çocukla Almanca konuşun, onu Türkçe'ye falan gönderip, kafasını iyice karıştırmayın!" gibi anlatımların insancıllıkla ve gerçek bir bilimsellikle uzaktan yakından hiç bir ilişkisi yoktur.
Hem çok tehlikelidir, hem de aşağılayıcı bir durumdur. İçinde bir de yabancı düşmanlığı, Avrupa merkeziyetci yaklaşımlar gizlidir. 
Bir ailenin kendine özgü bir anadili vardır.
Bu dil o ailenin temel iletişim aracıdır ve bunun üzerinde kurulan bir ilişkiler demeti vardır.
Bu sağlıklı ilişkiler ağını bozabilecek dış bir etki de işte bir diğer dili anadili yerine kullanmaktır.
Yok eğer bir ailede birden çok "anadili - ev dili" var ise ve bunlar o ailenin temel dilleri ise o zaman bir "çok dilli aile" söz konusudur.
Bu durumda her bir dil kendine göre bir eşdeğerliliğe sahiptir ve kullanılmalıdır.
Örneğin değişik etnik kökenlilerin evliliğinden ortaya çıkan ailelerde bu durum söz konusudur.
Örneğin, bir Alman ve Türk'ün evliliğinden oluşan ailede her iki dil de o evin "dili"dir ve eş değerde öğrenilmelidir, kullanılıp, geliştirilmelidir. 
Her aile kendi içinde kendi anadili ile konuşma hakkına ve özgürlüğüne sahiptir.
Ne kadar çok Almanca bilinirse bilinsin, eğer anne ve babalar çocukları ile Türkçe konuşmaya özen gösterir ve ısrarlı davranırlarsa hep birlikte gayet güzel kendi anadilleri içinde konuşabilirler.
Bazı anne ve babaların yaptığı en büyük yanlış bu çocuğun kendi çocukları olduğunu unutmalarıdır.
Çocuklar Alman okuluna gideceklerdir, Almanca öğreneceklerdir; hatta bir Alman çocuktan bile çok daha başarılı olacaklardır.
Ama tüm bu nedenlerden dolayı bir insanın kendi çocuğu ile bir başka dilde konuşması doğal değildir. 
Doğal olan şudur: "Okula giden çocuğunuz eve geldiğinde ev ödevlerini yapmalıdır."
Siz anne ve baba olarak ona en uygun koşulları sağlayacaksınız ve onun çalışmasını özendireceksiniz.
Çocuğunuzun ev ödevine yardım ederken de hem Almanca'dan hem de Türkçe'den yararlanacaksınız.
Nerede ve ne zaman hangi dili kullandığınızı çocuk da böylece öğrenecektir.
Çok kesindir ki özellikle çocuklar daha küçük iken onların ödevlerine yardım edilmelidir.
Burada bile açıklama dili anne ve çocuk arasında kendi anadili Türkçe olmalıdır.
Ama çocuğun dersini anlatması ise Almanca olmalıdır.
Böylelikle çocuğun kendi öz kişiliği sağlıklı bir biçimde gelişir, kendi özgüvenini kazanır.
Okulda ve Alman toplumunda gerekli olan Almanca dilini de çok geliştirir, onu kendi anadili düzeyinde kullanabilir.
Kendi kişiliğini geliştirememiş, özgüveni olmayan, anadil temeli olmayan bir insanın başarılı olması çok zordur.
İkinci bir dili de öğrenmede yavaştır ve eksikli kalır.
Bu nedenle yetişkinler çocuklar ile konuşurken çok seçici ve dikkatli olmalıdırlar. bilindiği gibi çocuklar çevrelerinden edindiği deneyimlerle ve örneklemlerle kendi yollarını bulurlar. 
Bizim aradığımız gelecek, kuşaklar şöyle olmalıdır: 
Hem Almanca hem de Türkçe dillerinde çok güçlü olmalıdırlar.
Yaptıkları eğitim ve öğrenimde her iki dil ve bunlara bağlı ekinsel özellikler yer alabilmelidir.
Çok iyi bir meslek öğreniminden geçebilmelidirler.
Eğitimde şans eşitliği olmalıdır.
Anadilini inkar etmeyen bir eğitim politikası kazandırılmalıdır. 
Anadilinin önemi ile ilgili tartışmalar çok daha önceleri yapılmış ve belli sonuçlara varmıştır.
16. yüzyılın başlarında İngiltere'de anadile önem verme ve yabancı, özellikle de Latince'den sözcük alınmasına karşı olma konusunda tartışmalar vardı.
Onlar "İngilizce'de de güzel yazılar yazılabileceğini" söylüyorlardı.
Bu tarihte kalmış çözümlenmiş bir sorun değildir.
Örneğin Evans 1949 yılında yazdığı "The Use of English" (İngiliz'ce'nin kullanılışı) adlı yapıtında bu konuya değinir ve şöyle der: - "Çok az İngiliz dillerinde ne kadar ince bir düzeneğe sahip olduklarının bilincindedir." 
O sırada İngitere'de açık ve uygun İngilizce'nin konuşulmasını desteklemek amacını güden resmi bir akademi yoktur.
Oysa İngilizce'nin büyük ustalarından Jonathan Swift,18. yüzyılın başlarında böyle bir kuruluşun savunmasını yapıyordu.
İngilizce için bireysel sesler yükseldiği halde dayanışmalı bir hareket ortaya çıkmadı. 
Örneğin 17. yüzyılın sonlarında John Lock doğru yolu görmüştü:
Yapıtında şöyle diyordu: "bir kimsenin söyleyeceğine gerektiği biçimde dikkat etmesi ve özen göstermesi gerekir:
Bir İngilizin konuştuğu İngilizce değişmeyen bir kullanışa sahip olmalı ve dil özellikle geliştirilmelidir."
Yine 17. yüzyıl bilimcileri bilim ve dil ilişkisinin önemini kavramışlardı.
Özellikle doğa bilimleri üzerinde araştırma yapanlar hiç değilse kendi alanlarını ilgilendirdiği ölçüde İngilizce'nin bir örneğe uydurulmasını istiyorlardı.
Bu bilimcilerin bir yardımları da ilgiyi modern öğrenime yönelmeleri ve öğrenim aracı olarak da İngilizce'yi seçmeleridir.
    Saygılarımla...
    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 01.06.2002,


21. Yüzyılı İyi Tanımak

21. Yüzyılı İyi Tanımak Gerekir
·        Zaman ne kadar da hızla ilerliyor değil mi?
·        İnsanlık, uygarlık, ekonomi, toplum ve ülkeler... devamlı değişimlere uğruyorlar, birbirlerini etkiliyor.
·        Küresel olarak düşünmek istesek de yine de ilk akla insanın en yakın tanıdığı ülke gelir aklına.
·        Gelecek yıllar için acaba Türkiye nasıl bir gelişim gösterecek, inişler, çıkışlar nasıl olacak?
·        Hangi tür yenilikler, değişimler kendisini gösterecek?
·        Bu düşünceler altında Türkiye'ye yönelik neler düşünebilirim?
·           
- Çok kısa zamanda TÜRKİYE'de bulunan büyük AVM'ler artık gücünü yitirecek.
- Ya küçülecekler ya da yitip gidecekler.
- Büyük AVM’lerin yerine çok güçlü ONLINE satışları başlayacak.
- TÜRKİYE içerisinde bölgeye depolamada kullanılacak büyük merkezler gelecek.
- Online satışlarda Türkiye pazarlamada ve finas konusunda bir MERKEZ olarak kullanılacak....
- ÇİN gittikce güçlenecek.
- Zaten batı kaynaklar da artık ÇİN'de kendi şirketlerini kuruyor.
- Bundan sonra ABD'den çok ÇİN kaynaklı krediler yaygınlaştırılacak.
- Amerika'daki NOWHOW kısa bir zamanda ÇİN'e taşınacak.
- Yani Amerika her konuda ÇİN'e kopyalanıyor.
- Afrika'da ÇİN etkileri çok artacak.
- TÜRKİYE istese de istemese de bu global planlamada yer alacak.
- Şu an ellerinde para çantaları ile dolaşıp yer ve şirketler satın alıyorlar. (Örneğin Çinliler..) Türkiye'de...
- BOP daha başka bir görünümle yine gerçekleştirilecek.
- ABD bir deneme yaptı:
- Türkiye'ye karşı PKK modelini kullandı.
- Ama son durumdan sonra Türkiye’ye karşı bu uygulamadan vazgeçerek daha anlaşmacı bir yola girecek.
- Türk silahlı kuvvetleri başarılı bir çalışma gerçekleştirdi.
- Rusya da kendince Orta Doğu ülkeleri ile anlaşmalar yaptı.
- Enerji anlaşmalarında yeni girişimler var.
- Yunanistan sanki Almanya'nın bir parçası gibi kullanılıyor.
- Petrol şirketleri, petrol paraları daha güçlü olarak planlanmakta.
- Ülkelerden değil "para güçleri" egemenliklerini kullanacak, gösterecek.
- Dünyanın en güçlü olan aileleri, grupları çok daha hızla ve inanarak, inançları doğrultusunda 21. yüzyılda dünyada kararlarda bulunacaklar.
- Çünkü onlar "dünya ve insanlık adına bir karar verilecekse biz veririz" diye düşünüp, davranıyorlar.
- Kendi örgütleri ve yapılarıyla hızla yayılıp, savaşıyorlar.
- Sembolleri ve işaretleri hep ortada.
- Paradan çok kendince sahip oldukları bir "dini" inanışları önem kazanıyor.
- Dünya bunları "globalciler, küreselciler, üst akıl, evanjelistler" diye adlandırıyorlar.
- PARA ile ilgili tüm kararlar ve oyunlar onların elinde.
- Zamanla gerçek para kaldırılacak.
- Avrupa Birliği daha büyük sıkıntılar içerisine düşerek, çatışma, dağılma dönemine girecek
- 21. yüz yıl dünyasında çok yeni düzenlemeler ve girişimler uygulanacak.
- Yeni bir dönem, yeni bir çağ başlayacak ve dijital uygulamalar her yerde görülecek.
- Birçok kavram ve alışkanlıklar değişecek.
- Ulus devleti yok etmek isteyecekler.
- Tarım ve hayvancılık, beslenme ve bu alanlardaki üretim tüm dünyada yeniden sorgulanılacak.
- İklim ve çevre sorunları, belirtileri, olumsuzluklar daha çok gündeme gelmeğe başlayacak.
________________ ÖZET  ______________

- Türkiye önümüzdeki dönemde kendi coğrafi ve stratejik konumunun getirdiği avantajları kullanacak.
- Daha doğrusu Türkiye'nin bu özelliklerini dünya global güçleri ve ülkeleri kendi çıkarları için kullanacak.
- Türkiye de kısa zaman içerisinde bu alandaki ihmallerini anlayarak yeniden güçlü bir üretim ülkesi olma yoluna girecek.
- Yani Türkiye birçok alanda ve konumda kuşatılıyor ve kullanılıyor.
21. yüzyılın yeni dünyasını çok iyi tanımlamak gerekir.
- Türkiye bu alanda gözünü açmalıdır.
-
İşte bu durumda bizim Türk politikacılarımız, sanayicimiz ve tüccarımız daha akıllı ve bilinçli olmak durumundadır.
- Dijitalleşmiş uygulamalar ve kullanım alanları ile "toplumu" ve "bireyi" çok yönlü ve derinlemesine etkisi altına alacaklar.
___ ___ ____ ____ ___

- Son günlerde karşılaştığım bilgi ve görüşlerden, teorilerden birazını, anladığım kadarıyla bugünkü noktadan bakarak özetledim.
- Bu düşüncelerde söz ettiğim değişikliklerin hemen ve birden olması gerektiğini de beklemeyelim.
- Zaman içerisinde oluşacak değişiklikler olarak düşünebiliriz.

Saygılarımla...
Gönen Çıbıkcı, 19.03.2018 M.