13 Ekim 2023 Cuma

ÜLKENİN DURUMU

 .  - ÜLKENİN DURUMU

Gazi Mustafa Kemal Atatürk çağların ötesinde bir ön görüye sahip, donanımlı, aydın ve entelektüel yapıda bir insan olarak asla hiç bir döneminde "ırkçılık" eğiliminde bulunmadı.

Kendi kökenini, Türkleri, öz kültürünü ve tarihsel bulguları araştırmak, değerlendirmek ve o güne olduğu gibi geleceğe de ışık tutmak düşüncesini taşıdı...

Tüm yaşamı boyunca düşüncelerinde ve uygulamalarında, yazılarında her zaman bir bilimsel bakış açısına ve gerçekçi tutumunu korumuştur.

Çağdaş uygarlık düzeyine yönelik hedefleri bulmada, önermede, göstermede bilinçli bir devlet adamı olarak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için en iyi olanakların seçilmesini ve bu uğurda da çalışılma ve öz güvenle dik durmayı benimsemiştir.

Atatürk ile ilgili her türlü saçma ve düşmanca uydurmalar ise ancak ona ve Türk milletine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne düşmanlık taşıyanların yapacağı işlerdendir.

Bugün ise bizim ne yazık ki eksik bıraktığımız ve ihmal ettiğimiz bir yeni durum vardır; o da kuruluş ilkelerimize ve Atatürk devrimlerine, gösterdiği hedeflere dair inançla ve bilgiyle hem kendimize, hem de ülkemize sahip çıkmamız gerekir iken ortalıkta dolaşan algı operasyonlarına kapılıp boş işler ve konuların tuzağına düşmemizdir.

Yüksek teknoloji ve yeni dijital çağ her türlü getirdiği uygulamalar ile tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de halkı, insanları kendi hedeflerine doğru yönlendirmekte ve zihinsel etkilerde bulunmaktadır ve de bunların sonucu olarak bilinçli yurttaş modelinden yönlendirilebilir tüketici modeline çevirmektedir.

Bir "dijital salgın" ve onun etkileri altında kalan milyonlarca insan düşünün; bir Pandemi" dönemi ve geçmediği gibi, gittikçe daha da hızla yayılıyor; etkisi altına aldığı insanların düşünce ve davranışlarını değiştirebiliyor.

Bu yayılma tüm dünyada, gelişmiş ülkelerde ve bizde de olmaktadır; ve sonuç olarak da birçok aksaklık ve beklenilmeyen davranışlar ortaya çıkmaktadır.

Tüm bu aksaklıklar ve kendimize sahip çıkamamak durumları hem devlet yönetiminde hem de ülkenin genel siyasi yapısında kendisini göstermektedir.

Uzun yıllar olmuştur ki Atatürkçü, çağdaş ve uygarlıktan yana yönelimlerden uzak kalınmıştır.

Her zaman devletçi, Atatürkçü, kemalist diye düşünebilen kurumlar, partiler bile içlerine sızan karşı devrimci, çıkarcı ve gerici akımlara ve onların kişilerine duyarsız davranmışlar ve onları temizleyememişlerdir.

Bugün uzun yıllardır süre gelen dinci, din çıkarcı, dinsel örgütlenme ve "yayılma harekatları"na karşı ülkenin "kurucu güçleri" sessiz ve etkisiz kalmış ve bir anlamda izin vermişlerdir.

Aslında dinsel, vicdansal özgürlüklerin temel alındığı ve istenildiği bir laik demokratik devlet yapısına sahip olmak istiyor olmamıza rağmen "din ve inanç" konularının kullanılarak (sui istimal) edilerek ülkenin her yerine yayılan şeyh-hoca-imam türü kurucu kişilerin mezhep, tarikat yuvalanmalarının kurulur ve yayılır olduğuna ve bunların birer "güç odağı" olmasının "ticari, siyasi ve finansal" amaçlarla kurulduğunu kavrayamamış olmamızdır.

Oysa laik demokratik parlamenter bir hukuk devleti olmamız gerekirdi.

Ne yazık ki bunun uygulanması engellenmiştir ve tek bir elden yönetilen bir iktidar modelinin işlemesine izin verilmiştir ve de cumhuriyetçi, çağdaş olması gereken partiler ve ilişiler de bu modelin içinde yer almıştır; cılız ve yetersiz çıkan karşı duruşlar ve sesler ise asla inandırıcı olmamıştır.

Her durum ve olgu uzun yıllardır çok açık ve belirli bir biçimde ortadadır, görülmektedir.

Atatürk ve kuruluş ilkeleri devrimler, her türlü hukuksal, ekonomik ve endüstriyel atılımlar, yatırımlar ise bu son dönemler içerisinde engellenmiş, yok edilmiş ve de hatta yabancılara satılabilmiştir.

Karşı görüşler, düşmanca tutum, davranış ve istemler gerek dıştan, gerekse de içten var olmuş olabilir ve bunların ellerinde bulunan güçler ve kullandıkları kişiler ve kurumlar da var olabilir ve yine bunlar tüm ülkenin her bir yanında kendilerini gösterir tehditçi bir tavır almış bile olabilirler.

Tüm bu yapılanmalara,görünen acı duruma rağmen yine de Türk milleti olarak ülkenin korunmasında, kurtarılmasında ve temel ilke ve görüşlere Atatürkçü fikirlere ve bilimsel bakış açılarına uygun, yurtsever ve uyanık davranmak zorunluluğu üzerimizdeki en büyük görev olmalıdır.

Bunun için bence çok sakin ve dik durarak her şeyden önce ülke üzerinde uygulanmakta olan algı-zihin operasyonlarını açık beyin ile görüp, onların etkisinden ve yaydıkları özgür iradeyi yok edici etkilerden kurtulmalıyız.

Tüketim toplumu inanç ve düşünce türü bir beyinsel operasyondur ve çok geniş bir etki ağı ile beyin yıkama işlemlerine neden olmaktadır.

Somut ve maddeye yönelik özentiler ve çekim merkezleri yaratmak isterler ve böylelikle insanların "yurt sevgisi, özgürlük, eşitlik, adalet, hak, hukuk… gibi soyut değerlere" yönelmesini ve bunları yüceltip istemelerini engellemeyi hedefler.

Yaşamın her alanındaki olanakları kullanıp "telefon, moda, müzik, film. TV, spor, maç, giysi, makyaj, giyim, araba, bira, sigara, geziler… ve benzeri "çekim alanları" yaratıp kitleleri içine almak, etkilemek, yönlendirmek ve bunlar ile onları "mutlu" etmek isterler.

Böylece insanların beyinsel kodlarını, onların düşünce ve davranışlarını kendi hedefleri yönünde değiştirip kullanmak isterler.

Bu etkiler altında kalan insanlar artık soyut kavramlardan ve değerlerden uzaklaşır ve yalnızca somut olandan, beğeniler yaratan, hoş görülen ve sahte mutluluklar veren tüketim dünyasından yana olurlar.

Gerek sıradan yurttaşlarda, gerekse de yurt ve devlet yönetiminde görev almak isteyenlerde ve hatta aydın-okuryazar kesimde bile  "yurtseverlik, ülke, özgürlük, eşitlik, hukuk, demokrasi"… benzeri değerlerin ve kavramların pek bir yer bulmamasını, bunlarla ilgilenilmemesini ve bu konulardan uzaklaşılmasını isterler.

Öz kültür, yurttaşlık bilinci, erdemli insan, güzel ahlaklı yurttaşlık… gibi istemler ve rol modeller yerine "batı özentilerine" ya da benzer ağırlıkla bir "Arap" özentisine yer veren, yaşamının her bir alanında "dış etkilere açık", ne anadiline, ne de kendine ve yurduna, devletine bir öncelik tanımayan kozmopolitik bir yapıda kişiliklere oluşmasını isterler.

Bu durumda ise anlaşılacağı gibi Atatürk ve onun değerleri, devrimleri, varılması gereken çağdaş uygarlık düzeyi… benzeri özellikler bu tür insan kitlelerinde hiçbir önem ve istek taşımaz.

İşte bunu sağlayabildiklerinde ise kimi "din adına", kimi ise "modern yaşam" adına, özentili, içi boşaltılmış kişiliklerle doldurulmuş kitlelerle ülkenin ve devletin elden kaçırılması ve işgaline bile göz yumulması durumu ortaya çıkmaktadır.

Çok üzücü olan bu gelişmeler hem günün yeni teknolojik gelişimine çok bağlıdır ve de iç ve dış güç odaklarının istemlerine uygundur.

Peki, bunca karışık ve olumsuz olan gidişe karşı ne yapılabilir?

Aslında bu sorunun yanıtını da Atatürk zamanında kendisi kısa ve öz olarak vermiştir.

Üç ayda yazdığı büyük nutku 15 Ekim 1927'de, Ankara'da, Büyük Millet Meclisi binasında toplanan CHP kurultayında, 20 Ekim 1927 günü akşamına kadar otuz altı saat müddetle okudu:

    “Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin hikâyesidir.

    Bunda milletim için ve gelecekteki evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.

    Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.

    Bugün vasıl olduğumuz netice, asırlardan beri çekilen milli musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın, her köşesini sulayan kanların bedelidir.

    Bu neticeyi Türk gençliğine emanet ediyorum.”

Onun kısa ve öz olarak yaptığı seslenişi, Türk milletine gösterdiği yolu ve beklentilerini buraya almanın bizim için yeniden bir güç vereceğine inanıyorum.

Lütfen, tane, tane ve vurgulayarak, anlayıp, içselleştirerek okuyalım:

Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.

Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır.

Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!

Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.

Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.

Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.

Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı!

İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

.    Gazi Mustafa Kemal, Ankara, 20 Ekim 1927

Bu durumda ve gelinen bu gerçekler içerisinde başka bir söze, başka bir kurtarıcıya hiç gerek yoktur.

Hiç zaman yitirmeden, boş ve saçma, sahte gündemlerle uğraşmadan "kendi ülkemizin" yolunu bulmalıyız.

Devletin birliğine ve bütünlüğüne, halkına ve topraklarına, anayasal parlamenter, demokratik düzene sahip çıkmalıyız.

Ne ülkede barıştan, ne de dünyada barıştan hiçbir ödün vermeden, savaşa ve onun taraftarı olan güçlere, çıkar odaklarına kapılmadan ulusal bağımsızlığımıza ve özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız.

Son anda ortaya bölgesel bir savaş çıktığı gözüküyor: Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail sınırını aşıp silahlı saldırı düzenlemesinin ardından İsrail günlerdir Gazze'ye havadan saldırıyor. Her iki tarafta yüzlerce kişi hayatını kaybetti. Ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Bu son gelişme çok üzücü olduğu kadar çok da endişe vericidir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de uzmanlar, gazeteciler bu konuyu açıklıyor ve tartışıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve halkımız bu çok hassas konuda önce barışı ve barışçıl çözümleri düşünmeli ve buna uygun davranabilmelidir.

ATATÜRK’ÜN DIŞ POLİTİKA İLKESİ bugün için de geçerlidir ve önem taşımaktadır. 

1- Komşularınızın iç işlerine karışmayın.

2- Rusya’yı tahrik etmeyin.

3- Arap ülkeleriyle tarihi, sosyal, kültürel ilişkilerinizi geliştirin. Fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın.

4- Sormadan akıl vermeyin.

5- Batı kültürünü benimseyin, fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın.

Bunlara uyulmalıdır ve güncel koşullara göre çok daha da geliştirilmelidir.

Evet, Türk milleti kendine ve tüm değerlerine, varlıklarına sahip çıkarken güvenmeli, çalışmalı ve korumasını bilebilmelidir.

Bu yazım ile okuyucularıma doğru ve güzel duygular vermek ve onların varlığı ile çok daha sağlıklı ve güvenli bir yolda ilerlemek istiyorum.

.   Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 12.10.2023