. - ÜLKENİN DURUMU
Gazi
Mustafa Kemal Atatürk çağların ötesinde bir ön görüye sahip, donanımlı, aydın
ve entelektüel yapıda bir insan olarak asla hiç bir döneminde
"ırkçılık" eğiliminde bulunmadı.
Kendi
kökenini, Türkleri, öz kültürünü ve tarihsel bulguları araştırmak,
değerlendirmek ve o güne olduğu gibi geleceğe de ışık tutmak düşüncesini
taşıdı...
Tüm
yaşamı boyunca düşüncelerinde ve uygulamalarında, yazılarında her zaman bir
bilimsel bakış açısına ve gerçekçi tutumunu korumuştur.
Çağdaş
uygarlık düzeyine yönelik hedefleri bulmada, önermede, göstermede bilinçli bir
devlet adamı olarak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için en iyi olanakların
seçilmesini ve bu uğurda da çalışılma ve öz güvenle dik durmayı benimsemiştir.
Atatürk
ile ilgili her türlü saçma ve düşmanca uydurmalar ise ancak ona ve Türk
milletine, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne düşmanlık taşıyanların yapacağı
işlerdendir.
Bugün
ise bizim ne yazık ki eksik bıraktığımız ve ihmal ettiğimiz bir yeni durum
vardır; o da kuruluş ilkelerimize ve Atatürk devrimlerine, gösterdiği hedeflere
dair inançla ve bilgiyle hem kendimize, hem de ülkemize sahip çıkmamız gerekir
iken ortalıkta dolaşan algı operasyonlarına kapılıp boş işler ve konuların
tuzağına düşmemizdir.
Yüksek
teknoloji ve yeni dijital çağ her türlü getirdiği uygulamalar ile tüm dünyada
olduğu gibi ülkemizde de halkı, insanları kendi hedeflerine doğru
yönlendirmekte ve zihinsel etkilerde bulunmaktadır ve de bunların sonucu olarak
bilinçli yurttaş modelinden yönlendirilebilir tüketici modeline çevirmektedir.
Bir
"dijital salgın" ve onun etkileri altında kalan milyonlarca insan
düşünün; bir Pandemi" dönemi ve geçmediği gibi, gittikçe daha da hızla
yayılıyor; etkisi altına aldığı insanların düşünce ve davranışlarını
değiştirebiliyor.
Bu
yayılma tüm dünyada, gelişmiş ülkelerde ve bizde de olmaktadır; ve sonuç olarak
da birçok aksaklık ve beklenilmeyen davranışlar ortaya çıkmaktadır.
Tüm
bu aksaklıklar ve kendimize sahip çıkamamak durumları hem devlet yönetiminde
hem de ülkenin genel siyasi yapısında kendisini göstermektedir.
Uzun
yıllar olmuştur ki Atatürkçü, çağdaş ve uygarlıktan yana yönelimlerden uzak
kalınmıştır.
Her
zaman devletçi, Atatürkçü, kemalist diye düşünebilen kurumlar, partiler bile içlerine
sızan karşı devrimci, çıkarcı ve gerici akımlara ve onların kişilerine duyarsız
davranmışlar ve onları temizleyememişlerdir.
Bugün
uzun yıllardır süre gelen dinci, din çıkarcı, dinsel örgütlenme ve
"yayılma harekatları"na karşı ülkenin "kurucu güçleri"
sessiz ve etkisiz kalmış ve bir anlamda izin vermişlerdir.
Aslında
dinsel, vicdansal özgürlüklerin temel alındığı ve istenildiği bir laik
demokratik devlet yapısına sahip olmak istiyor olmamıza rağmen "din ve
inanç" konularının kullanılarak (sui istimal) edilerek ülkenin her yerine
yayılan şeyh-hoca-imam türü kurucu kişilerin mezhep, tarikat yuvalanmalarının
kurulur ve yayılır olduğuna ve bunların birer "güç odağı" olmasının
"ticari, siyasi ve finansal" amaçlarla kurulduğunu kavrayamamış
olmamızdır.
Oysa
laik demokratik parlamenter bir hukuk devleti olmamız gerekirdi.
Ne
yazık ki bunun uygulanması engellenmiştir ve tek bir elden yönetilen bir
iktidar modelinin işlemesine izin verilmiştir ve de cumhuriyetçi, çağdaş olması
gereken partiler ve ilişiler de bu modelin içinde yer almıştır; cılız ve
yetersiz çıkan karşı duruşlar ve sesler ise asla inandırıcı olmamıştır.
Her
durum ve olgu uzun yıllardır çok açık ve belirli bir biçimde ortadadır,
görülmektedir.
Atatürk
ve kuruluş ilkeleri devrimler, her türlü hukuksal, ekonomik ve endüstriyel
atılımlar, yatırımlar ise bu son dönemler içerisinde engellenmiş, yok edilmiş
ve de hatta yabancılara satılabilmiştir.
Karşı
görüşler, düşmanca tutum, davranış ve istemler gerek dıştan, gerekse de içten
var olmuş olabilir ve bunların ellerinde bulunan güçler ve kullandıkları
kişiler ve kurumlar da var olabilir ve yine bunlar tüm ülkenin her bir yanında
kendilerini gösterir tehditçi bir tavır almış bile olabilirler.
Tüm
bu yapılanmalara,görünen acı duruma rağmen yine de Türk milleti olarak ülkenin
korunmasında, kurtarılmasında ve temel ilke ve görüşlere Atatürkçü fikirlere ve
bilimsel bakış açılarına uygun, yurtsever ve uyanık davranmak zorunluluğu
üzerimizdeki en büyük görev olmalıdır.
Bunun
için bence çok sakin ve dik durarak her şeyden önce ülke üzerinde uygulanmakta
olan algı-zihin operasyonlarını açık beyin ile görüp, onların etkisinden ve
yaydıkları özgür iradeyi yok edici etkilerden kurtulmalıyız.
Tüketim
toplumu inanç ve düşünce türü bir beyinsel operasyondur ve çok geniş bir etki
ağı ile beyin yıkama işlemlerine neden olmaktadır.
Somut
ve maddeye yönelik özentiler ve çekim merkezleri yaratmak isterler ve
böylelikle insanların "yurt sevgisi, özgürlük, eşitlik, adalet, hak,
hukuk… gibi soyut değerlere" yönelmesini ve bunları yüceltip istemelerini
engellemeyi hedefler.
Yaşamın
her alanındaki olanakları kullanıp "telefon, moda, müzik, film. TV, spor,
maç, giysi, makyaj, giyim, araba, bira, sigara, geziler… ve benzeri "çekim
alanları" yaratıp kitleleri içine almak, etkilemek, yönlendirmek ve bunlar
ile onları "mutlu" etmek isterler.
Böylece
insanların beyinsel kodlarını, onların düşünce ve davranışlarını kendi
hedefleri yönünde değiştirip kullanmak isterler.
Bu
etkiler altında kalan insanlar artık soyut kavramlardan ve değerlerden uzaklaşır
ve yalnızca somut olandan, beğeniler yaratan, hoş görülen ve sahte mutluluklar
veren tüketim dünyasından yana olurlar.
Gerek
sıradan yurttaşlarda, gerekse de yurt ve devlet yönetiminde görev almak
isteyenlerde ve hatta aydın-okuryazar kesimde bile "yurtseverlik, ülke, özgürlük, eşitlik,
hukuk, demokrasi"… benzeri değerlerin ve kavramların pek bir yer
bulmamasını, bunlarla ilgilenilmemesini ve bu konulardan uzaklaşılmasını
isterler.
Öz
kültür, yurttaşlık bilinci, erdemli insan, güzel ahlaklı yurttaşlık… gibi
istemler ve rol modeller yerine "batı özentilerine" ya da benzer
ağırlıkla bir "Arap" özentisine yer veren, yaşamının her bir alanında
"dış etkilere açık", ne anadiline, ne de kendine ve yurduna,
devletine bir öncelik tanımayan kozmopolitik bir yapıda kişiliklere oluşmasını
isterler.
Bu
durumda ise anlaşılacağı gibi Atatürk ve onun değerleri, devrimleri, varılması
gereken çağdaş uygarlık düzeyi… benzeri özellikler bu tür insan kitlelerinde
hiçbir önem ve istek taşımaz.
İşte
bunu sağlayabildiklerinde ise kimi "din adına", kimi ise "modern
yaşam" adına, özentili, içi boşaltılmış kişiliklerle doldurulmuş
kitlelerle ülkenin ve devletin elden kaçırılması ve işgaline bile göz yumulması
durumu ortaya çıkmaktadır.
Çok
üzücü olan bu gelişmeler hem günün yeni teknolojik gelişimine çok bağlıdır ve
de iç ve dış güç odaklarının istemlerine uygundur.
Peki,
bunca karışık ve olumsuz olan gidişe karşı ne yapılabilir?
Aslında
bu sorunun yanıtını da Atatürk zamanında kendisi kısa ve öz olarak vermiştir.
Üç
ayda yazdığı büyük nutku 15 Ekim 1927'de,
Ankara'da, Büyük Millet Meclisi binasında toplanan CHP kurultayında, 20 Ekim
1927 günü akşamına kadar otuz altı saat müddetle okudu:
“Saygıdeğer Efendiler, sizi günlerce işgal
eden uzun ve teferruatlı nutkum, nihayet geçmişe karışmış bir devrin
hikâyesidir.
Bunda milletim için ve gelecekteki
evlâtlarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek bazı noktaları
belirtebilmiş isem kendimi bahtiyar sayacağım.
Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona
ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını, ilim ve
tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu
anlatmaya çalıştım.
Bugün vasıl olduğumuz netice, asırlardan
beri çekilen milli musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın, her köşesini
sulayan kanların bedelidir.
Bu neticeyi Türk gençliğine emanet
ediyorum.”
Onun
kısa ve öz olarak yaptığı seslenişi, Türk milletine gösterdiği yolu ve
beklentilerini buraya almanın bizim için yeniden bir güç vereceğine inanıyorum.
Lütfen,
tane, tane ve vurgulayarak, anlayıp, içselleştirerek okuyalım:
Ey Türk gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet
muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu
hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır.
Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine
düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve
şerâitini düşünmeyeceksin!
Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş
bir galibiyetin mümessili olabilirler.
Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün
tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi
bilfiil işgal edilmiş olabilir.
Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere,
memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet
içinde bulunabilirler.
Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin
siyasi emelleriyle tevhid edebilirler.
Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı!
İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve
Cumhuriyetini kurtarmaktır!
Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!
. Gazi Mustafa Kemal, Ankara, 20 Ekim 1927
Bu
durumda ve gelinen bu gerçekler içerisinde başka bir söze, başka bir
kurtarıcıya hiç gerek yoktur.
Hiç
zaman yitirmeden, boş ve saçma, sahte gündemlerle uğraşmadan "kendi
ülkemizin" yolunu bulmalıyız.
Devletin
birliğine ve bütünlüğüne, halkına ve topraklarına, anayasal parlamenter,
demokratik düzene sahip çıkmalıyız.
Ne
ülkede barıştan, ne de dünyada barıştan hiçbir ödün vermeden, savaşa ve onun
taraftarı olan güçlere, çıkar odaklarına kapılmadan ulusal bağımsızlığımıza ve
özgürlüğümüze sahip çıkmalıyız.
Son
anda ortaya bölgesel bir savaş çıktığı gözüküyor: Hamas'ın 7 Ekim'de
İsrail sınırını aşıp silahlı saldırı düzenlemesinin ardından İsrail günlerdir
Gazze'ye havadan saldırıyor. Her iki tarafta yüzlerce kişi hayatını
kaybetti. Ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Bu son gelişme çok
üzücü olduğu kadar çok da endişe vericidir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de
de uzmanlar, gazeteciler bu konuyu açıklıyor ve tartışıyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti
Devleti ve halkımız bu çok hassas konuda önce barışı ve barışçıl çözümleri
düşünmeli ve buna uygun davranabilmelidir.
ATATÜRK’ÜN
DIŞ POLİTİKA İLKESİ bugün için de geçerlidir ve önem taşımaktadır.
1- Komşularınızın iç işlerine
karışmayın.
2- Rusya’yı tahrik etmeyin.
3- Arap ülkeleriyle tarihi,
sosyal, kültürel ilişkilerinizi geliştirin. Fakat aralarındaki
anlaşmazlıklara karışmayın.
4- Sormadan akıl vermeyin.
5- Batı kültürünü benimseyin,
fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın.
Bunlara
uyulmalıdır ve güncel koşullara göre çok daha da geliştirilmelidir.
Evet,
Türk milleti kendine ve tüm değerlerine, varlıklarına sahip çıkarken güvenmeli,
çalışmalı ve korumasını bilebilmelidir.
Bu
yazım ile okuyucularıma doğru ve güzel duygular vermek ve onların varlığı ile
çok daha sağlıklı ve güvenli bir yolda ilerlemek istiyorum.
. Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 12.10.2023