toplumsal
korkular ve bİrey
Son yılların
genel gidişine bakıldığında toplum ve bireylerin gittikçe çok endişeli ve
korkulu bir ruh durumuna girdiği görülüyor.
Hiç de kolay
olmayan, sıkıntılı, çözüm yolları karışık ve bazı noktaları da karanlıkta kalan
bir yapılanmaya gidildikçe insanlar çok daha endişeli olmaktadır.
. Hep böyle korkacak ne var?
Bunu artık
her yerde birçok kişinin ağzından duymak olası…
Bugünün
sorunları ile, güncel sorunlarla baş edemeyen yurttaş bunları yaşadıkça
yarınlardan, gelecekten çok daha korkar bir ruh durumuna girmektedir.
Yönetimlerin
baskıları gibi "olağan dışı" koşulların oluşması sonucunda
toplumlarda genellikle bir "suskunluk sarmalı" ile
birlikte korkular oluşur ve "tercih çarpıtması" yaşanır,
Bu
ilerledikçe de sonuçta bir "toplumsal felç" durumu oluşur.
Sıradan birey
"içinde yaşadığı" toplumdan dışlanmayı istemez ve onunla "uyum"
içinde yaşamaya yönelir.
Eğer,
fikirleri içinde bulunduğu gruptan ya da toplumdan onay görmüyorsa, fikirleri
açıkladığı taktirde dışlanacağını, baskı göreceğini düşünüyorsa "korkuları"
başlar ve bir çeşit kişisel "önlem" olarak susar.
Bu ise o
kişiyi zamanla ortadaki genel kabul görüşe "uyum" göstermeye, "teslimiyetçiliğe"
kadar götürebilir.
Elinde
yapabileceği bir şeylerin olmadığını, gücünün "kalmadığını",
sorunlarla baş edemediğini gören insan ruh sağlığının "olumsuz"
etkilendiğini görmekte ve artık iç huzurunu yitirmektedir.
Sağlığı
bozulmuş ve de çözüm yollarına uzak kaldığını düşünen kitleler daha önceden
edindikleri bilgi ve deneyimlerinden şüphe eder duruma düştükçe de "umutlarını"
yitirmiş olmaktadır.
Aslında
ortada gözle görülen ve çok açıkça belli olan somut bir düşman da yoktur.
Yani bilinen
türde bir savaş durumunda olunmadığı için ruhsal anlamda, savunma açısından bir
açıklık yoktur.
Ortada birçok
söylentiler, haberler, yorumlar, bilgiler dolaşıyor olsa bile sıradan yurttaş
her geçen gün çok daha derin bir bunalıma düşmektedir.
Korkunun etki
alanı gittikçe genişliyor, var sayımlar büyüyerek dogmalar haline geliyor...
Korkuları
giderecek önlemler, güven getirecek çözümler aranıyor…
Beyindeki
korku merkezi ile daha tutucu eğilimler ve tercihler arasında ilişki
güçlenmeleri artıyor…
Toplumsal
olarak bir güven hissinin oluşturulması "gerekirken" ekonomik çöküş,
adalete olan güvensizlik, günlük gereksinimlerin karşılanmasında çekilen
zorluklar, zamlar, pahalılık… artmakta oluyor ise yurttaş gittikçe bir "algı
bozukluğu", korkular içinde yaşam çekmeye başlıyor.
Böylesine
korkuları artan bir toplumu baskılamak ise çok daha kolaylaşıyor.
İnsanın uzun
zamandır zihinsel olarak geliştirmiş olduğu "baş etme mekanizmaları"
bastırılmaya başlanılıyor.
Akılcıl fikir
yürütme ve bunu destekleyen tüm beceri birikimleri korkunun gölgesinde kayboluyor.
Bir süre
sonra insan korkusunu anlamak ve keşfetmek isteğini de yitirir duruma füşüyor.
Korku
neredeyse bir dokunulmazlık kazanmış, kendi başına "başıboş" bir
duruma bürünürüyor.
Bu durumda
ise korku bir baş etme işlevinden çok, bir tür çaresizlik ve hareketsizlik işlevi görülmeye başlıyor.
Artık insan
davranışsal düzeyde tedirginlikler yaşar ve birçok da "kaçınma"
tepkilerine bürünüyor.
Yaşama bağlılığı
ve umutları yitirildikçe de süreğen olarak kendi sınırlarının içine kapanır
duruma düşüyor.
Zihinsel
olarak oluşturulabilecek daha "işlevsel" çözümleri bir yana
bırakılıp, kapsam olarak artmış olan korkuları "teskin etmeye"
yönelik eylemlerin öne çıkması başlıyor.
Tüm bunların
oluştuğu durumda imaj oluşturucular,
zihin yönlendiriciler ve
stratejistler, siyasetçiler başta olmak üzere farklı taraflar "duygu"
dağarcıklarımızın biçimlenmesinde çok etken ve belirleyici rol oynamak
istiyorlar ve de başarıyorlar.
Nerde ise tüm
medya ile, basın yayın kurumları ve
TV'ler ile, reklamlar ve sinema ile
tüm toplumu çok başarılı bir biçimde etkileyebiliyorlar.
Son yıllarda
yaşanılan zihinsel zorlanmaların ve yorgunlukların temelini tüm bunlar
oluşturuyor.
Yaşanılan
günlük gerçekler, duygular ve istekler, özlemler, hayaller yaşamımızda
karşılıklarını bulamayınca insanlar büyük bir boşluk duygusu yaşıyorlar.
Yaşadığımız
ülkede şu anda "en baskın korkuları" sıralayacak olsak ne deriz?
Geçim
sıkıntısı, hukuk devleti arayışı, gelecek endişesi, yabancı düşmanlığı,
toplumsal ayrışma, işsiz kalmak, evsiz kalmak, aç kalmak, sigortasız çalışmak,
çocukların iyi bir eğitim alamaması, paranın değerinin düşmesi, savaş çıkması…
en önde gelen korkular olarak yer alıyor.
Özellikle
"gelecek korkusu" kişi,
sınıf ve siyasi taraf gözetmeksizin toplumun her kesiminde yaşamı yönetiyor.
Güvenlik kaybı ve hep zarar görmek duygusu, kişiler arası ilişkilerde şüphe ve
güvensizlik duygusu yaşamı yoğun bir biçimde etkiliyor.
İnsanlar
kendilerini kapatıyorlar, kolay açmıyor, fikirlerini kolayca açıklayamıyorlar,
kendi içlerinde bir endişe-korku
dünyasında yaşıyorlar.
Olaylara
bakış artık hep "dar kalıplar"
ve ön yargılar üzerinde kurulmaya başlanılıyor; eleştirel düşünce, çözüm yolları
aramak artık bırakılmış gibi oluyor.
Yaşama
pratiklerinin tümü bu korkular üzerine kurulduğu için toplumsal üretimler ve
kitleler arasındaki dayanışma, güç arayışları ve birliktelikler ise gittikçe kısıtlanıyor.
Korku
toplumsal bir özellik, bir nitelik kazandığında ise bunun ekonomik, siyasi ve
tıbbi açılardan toplumsal maliyeti artık hesaplanamaz bir düzeye çıkıyor.
Gündelik
stres ve yaşam kalitesinin düşmesi
ile ruh sağlığında bozulmalar görülecektir ve de sağlığı bozulanın iyileşmesi
daha da zorlaşacaktır.
"Korku"nun
toplumsal nitelik kazanması görünmez birçok dinamikleri de aksatacaktır.
Depremler,
büyük kazalar, doğal afetler, enflasyondaki artış hızı, toplu işten çıkarmalar,
beklenilen adaletin sağlanamaması, yolsuzluklar, karanlık işler, yanlış politik
kararlar… artıkça ve sıkça karşılaşıldıkça toplumsal olarak güven duygusu oluşturulamayacaktır.
Korku manipüle edilip belli bir siyasi yarar
için kullanılmakta ve istismar edilebilmektedir.
Toplumların,
halkların zor zamanlarda kendilerini nasıl koruyacakları yönünde çok geniş bellek dağarcıkları vardır.
Korkuları
ehlileştirebilecek en temel kaynağımız
ise çok daha öncelerden oluşturduğumuz birikimler
ve tarihsel deneylerdir.
Daha önce zor
zamanlarda yaşadıklarımızdan neler öğrendiğimizi, savunma gücünü nasıl topladığımızı
ve başarıya nasıl ulaştığımızı yeniden anımsamamız
gerekecektir.
Bugün yüz
yıllık devlet kuruluşuna
baktığımızda o günlerin sıkıntıları, savaşlar, yeni devlet kurmanın gücü ve
heyecanları, atılan adımlar, devrimler, halkın dayanışması, yokluklar içinden
kalkınma hedefleri, çağdaşlaşmak ve uygarlaşmak için ön görüler, emperyalizme
karşı bağımsızlık ve özgürlük direnişleri ile birlikte düşünüldüğünde çok derin
deneyimlere sahibiz
Çok uzun bir
zamandır bu öğrendiklerimizden elde ettiğimiz çıkarımlarımızı bugün toplumsal
politikalarımıza katmaya gayret
edebilmeliyiz.
Neyi
"nasıl" yapabileceğimiz, nerede nasıl davranabileceğimiz, olaylara ve
durumlara karşı nasıl bir duruş
takınmamız gerektiğini öğrenebileceğimiz çok değerli yazılı, belgesel
kayıtlarımız vardır ve onları yine bugün belki yeniden okumak ve öğrenmek durumundayız.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk çok yönleri ile bir önder, bir
kahraman, bir devlet adamı, bir düşünür ve yol göstericidir; onun yeri ve
değeri tüm bu anlamda bizim için çok önemli ve değerli olmaktadır.
Atatürk'ün gösterdiği yoldan ve hedeflerden
uzaklaştırılmadan bugünün temel sorunlarına çözümler aramak, kendimizi
geliştirmek, çok çalışmak ve akılcıl düşünceler üretmek, sağ duyulu olmak yolu
ile umudumuzu yükseltmeliyiz.
Korku toplumu
olmaktan ancak bilinçli ve çağdaş bir uygar toplum olarak kurtulabiliriz.
Sağlıklı,
huzurlu ve güven dolu günlere erişmek
dileklerimle hoşça kalınız…
. Gönen Çıbıkcı, 23 ekim 2022
...........................................................................................................