16 Ağustos 2025 Cumartesi

AİLE İLİŞKİSİ

     AİLE İLİŞKİSİ    . 

Aile içindeki ilişkilerin en önemli “ilkeleri ve kuralları” nelerdir?

Aile içindeki ilişkilerin “sağlıklı ve güçlü” olması için bazı temel ilkeler ve kurallar vardır.

Bunlar, her bireyin kendini güvende, değerli ve anlaşılmış hissetmesini sağlar.

En önemli ilkeler şunlar olabilir:

Saygı ve Empati

-Koşulsuz Saygı: Aile üyeleri birbirlerinin fikirlerine, duygularına ve kişisel sınırlarına saygı duymalıdır.

Bu, yaşa, role veya pozisyona bakılmaksızın “her birey” için geçerlidir.

-Empatik Dinleme: Birbirinizi “yargılamadan” dinlemek, empati kurmanın ilk adımıdır.

Karşınızdakinin ne “hissettiğini anlamaya” çalışmak, bağları güçlendirir ve yanlış anlaşılmaları engeller.

Etkili İletişim

-Açık ve Dürüst İletişim: Duygu ve düşüncelerinizi açıkça ifade etmek, sağlıklı bir ilişkinin temelidir.

Sorunları biriktirmek yerine, ortaya çıktıklarında yapıcı bir şekilde konuşmak önemlidir.

-"Ben" Dilini Kullanmak: Suçlayıcı bir dil ("Sen hep böylesin") yerine, kendi duygularınızı ifade eden bir dil ("Ben bu durumda kendimi üzgün hissediyorum") kullanmak, tartışmaların daha “az yıkıcı” olmasını sağlar.

Güven ve Sorumluluk

-Güven Ortamı Yaratmak: Aile içinde “sır tutulmamalı” ve her bireyin söylediği şeye güvenebilmesi gerekir.

Güven, ilişkinin temel taşıdır.

-Ortak Sorumluluk: Ailedeki her birey, evin düzeni, finansal konular veya duygusal destek gibi konularda kendi üzerine düşen sorumluluğu almalıdır.

Bu, adil bir denge oluşturur.

Ortak Zaman ve Birliktelik

-Kaliteli Zaman Geçirmek: Sadece aynı ortamda bulunmak değil, birlikte keyifli vakit geçirmek önemlidir.

Ortak hobiler edinmek veya düzenli aile yemekleri yemek, bağları kuvvetlendirir.

-Bireysel Alanlara Saygı: Birlikte zaman geçirmek kadar, her bireyin kendi özel alanına ve bireyselliğine saygı duymak da önemlidir.

Aile içindeki ortak dil nasıl olmalı?

Aile içindeki ortak dilin temelinde şefkat, anlayış ve saygı olmalıdır.

Konuşma tarzı ve seçilen kelimeler, aile bağlarını güçlendirebilir ya da zayıflatabilir.

İşte ailede kullanılması gereken ortak dilin en önemli özellikleri:

-"Ben Dili" Kullanmak

Suçlayıcı ve yargılayıcı "sen" dili yerine, kendi duygularınızı anlatan "ben" dilini kullanmak çok önemlidir.

Örneğin, "Beni hiç dinlemiyorsun" demek yerine, "Söylediğim şeylerin dinlenmediğini düşündüğümde kendimi önemsiz hissediyorum" demek, karşı tarafın “savunmaya geçmesini engeller” ve empati kurmayı kolaylaştırır.

-Olumlu İfadeler ve Takdir

Ailede birbirini takdir etmek, olumlu bir atmosfer yaratır.

Küçük başarıları, yardımları ve çabaları fark edip dile getirmek, aile üyelerinin kendilerini değerli hissetmelerini sağlar.

"Yaptığın bu yemek çok güzel olmuş" veya "Bu konuda bana çok yardımcı oldun, teşekkür ederim" gibi ifadeler, “olumlu bir iletişim” döngüsü oluşturur.

-Açık ve Dürüst İletişim

Aile üyeleri, duygu ve düşüncelerini “saklamadan”, açıkça ifade edebilmelidir.

Ancak bu dürüstlük, kaba veya kırıcı olmamalıdır.

Sorunlar ortaya çıktığında, biriktirmek yerine sakin ve yapıcı bir şekilde konuşmak, daha büyük anlaşmazlıkların önüne geçer.

-Empatik Dinleme

Konuşmak kadar dinlemek de önemlidir.

Aile içinde bir sorun konuşulurken, “yargılamadan” ve hemen çözüm önerileri sunmadan önce, karşı tarafın “ne hissettiğini” anlamaya çalışmak gerekir.

Bu, sadece kulaklarınızla değil, “kalbinizle” dinlemek anlamına gelir.

-İyimser ve Mizah Dolu Bir Ton

Zor zamanlarda bile mizah ve iyimserlik, gerginliği azaltabilir.

Aile üyeleri arasındaki “şakalaşmalar” ve “neşeli anlar”, bağları güçlendirir ve aile içinde bir “destek sistemi” olduğunu hissettirir.

Aile bireyleri birbirini eleştirebilmeli mi, önerilerde bulunmalı mı?

Aile bireylerinin birbirine karşı “eleştiri ve öneri” getirmesi, ilişkinin dinamiği açısından oldukça “hassas” bir konudur.

Doğru şekilde yapıldığında “yapıcı” olabilirken, yanlış yaklaşımlar ilişkileri zedeleyebilir.

Yapıcı Eleştiri ve Öneri Nasıl Olmalı?

-Empati Odaklı Yaklaşım: Eleştiri yapmadan önce karşı tarafın bakış açısını anlamaya çalışmak önemlidir.

"Neden böyle davranıyor?" veya "Bu durumda ne hissediyor olabilir?" gibi sorular sormak, yaklaşımınızı daha yumuşak hale getirir.

-"Ben Dili" Kullanımı: "Sen hep böyle yapıyorsun" gibi suçlayıcı ifadeler yerine, kendi duygularınızı anlatan "ben dili" kullanın.

"Bu durumda benim içimde bir endişe oluşuyor" veya "Söylediğin şey beni üzdü" demek, karşı tarafın savunmaya geçmesini engeller.

-Özel ve Sakin Bir Ortam: Eleştiriler asla “başkalarının yanında” veya “tartışma anında” yapılmamalıdır.

Konuşmak için “özel ve sakin” bir anı beklemek, iletişimin daha sağlıklı ilerlemesini sağlar.

-Çözüm Odaklı Olmak: Sadece sorunu dile getirmek yerine, aynı zamanda olası çözümler veya alternatif yaklaşımlar sunmak önemlidir.

"Bu konuda şöyle bir şey denesek daha iyi olur mu?" gibi bir yaklaşım, eleştiriyi yapıcı bir öneriye dönüştürür.

Ne Zaman Eleştiri Yapılmamalıdır?

-Kişiliğe Yönelik Eleştiriler: "Sen tembelsin" veya "Sen çok dağınıksın" gibi kişinin “karakterine yönelik” eleştiriler, özgüveni zedeler ve “onarılamaz” yaralar açabilir.

Eleştiriler daima “davranışa” yönelik olmalıdır.

-Geçmişi Gündeme Getirmek: Yaşanmış ve kapanmış konuları tekrar açmak, mevcut sorunları çözmek yerine ilişkideki gerilimi artırır.

-Genelleme Yapmak: "Sen hiçbir zaman..." veya "Sen her zaman..." gibi genellemeler, kişinin çabalarını “yok sayar” ve “değersiz” hissetmesine neden olur.

Sonuç olarak

. Bu ilkeler, bir ailenin sadece bir arada yaşayan bireyler topluluğu olmaktan çıkıp, birbirini “destekleyen” ve “seven” bir ekip haline gelmesini sağlar.

. Bu ilkeleri “benimsemek”, aile içinde daha “derin” ve “anlamlı” bağlar kurmamıza yardımcı olacaktır.

. Aile bireyleri birbirine “yapıcı ve nazik” bir şekilde önerilerde bulunmalıdır.

. Eleştiri, karşı tarafın daha iyi bir versiyonu olmasına yardımcı olmayı hedeflerse değerlidir.

. Bu, sevgi ve destekle harmanlandığında, ailenin daha sağlıklı ve güçlü bir birim olmasını sağlar.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.16, G.
.        (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.             YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

AKLIMIZI

   AKLIMIZI KULLANMALIYIZ!

.  Kendiniz için, halkınız için, yurdunuz için okuyun, araştırın, sorgulayın!

.  Çözümlemeden, düşünmeden davranmayın!
.  Sürüye kapılıp, başkalarının yaptıklarını yapmayın!

Kulaktan duyma bilgilerle, algı operasyonlarına kapılıp, modaya uyarak yaşamayın.
 Özgür iradenizi, aklınızı, bilinç düzeyinizi düşünün, bunları geliştirin.

Birilerinin... egemen güçlerin, emperyalizmin istediği tuzaklara düşmeyin.
 . Özgür, bağımsız, iradesi ve bilinç düzeyi yüksek, sağlıklı bireyler olun; bunu çok iyi kavrayıp, yaşamınızı ve davranışlarınızı, zihninizi doğru yönetin.

Başkalarının taklitçisi olmayın.

Birilerinin sizi sevmesini ve beğenmesini beklemeyin!
 Eleştirel düşünmeyi, bireyselliği ve “öz güveni” öneren güçlü bir mesaj vermenin kimlere yararı olur?
 “Bağımsız düşünceyi” benimseyin! Kişinin kendisi, topluluğu ve ülkesi için okumayı, araştırmayı ve sorgulamayı güçlü bir şekilde savunmalıdır.
 “Analiz ve düşünce olmadan” hareket etmeye karşı birbirimizi “uyarmalıyız”
 “Körü körüne” kalabalığın peşinden gitmemeliyiz.

“Trend, Moda”... diye önümüze sunulanlara kapılmamalıyız.

Başkalarından gelen yanlış bilgilere, ezberlere yenik düşmemeliyiz.
 ”İçsel benliğinizi” geliştirin.
 Kişinin kendi özgür iradesini, zekasını ve bilincini geliştirmeye yönelik çok açık bir vurgu yapmak isterim:
 Egemen güçler ve emperyalizm tarafından kurulan tuzaklara düşmemeliyiz.

Çok etkili, tanınmış bir kişi olmasam bile “yurttaşlarımı uyarmak” isterim:
 Hemen, kibirli bir tutumdan kaçının:
 "Ben en iyisini bilirim".

“Benim başkalarının düşüncelerine hiiiç ihtiyacım yok, kendi aklım bana yeter!” demeyin!
 Akıl ve ruh sağlığımızı, zihnimizi, bilincimizi kendi öz varlıklarımız olarak “korumak”, “elimizde tutmak” zorundayız.
 Kişisel gelişim için, kendimizi geliştirmek ve yetiştirmek için de en sağlıklı, akılcı ve özgürlükçü yolu ve yöntemleri seçmeli ve bu uğurda da emek ve zaman harcamalıyız.
 Asla “hazırcılığa” kapılmamalı ve başkalarından gelenleri hemen üstlenmemeliyiz.
 Amacımız yüksek düzeyde irade ve bilince sahip, bağımsız, özgür ve sağlıklı bir birey olmaktır .
 Bu ise başkalarını “taklit etmek”, “dışarıdan onay aramak” yerine, kişinin yaşamını, tutum ve davranışlarını, zihnini en etkili bir biçimde kendisinin yönetmesini içerir.
 Özellikle “tüketim toplumu çağı” ve “yüksek teknoloji çağı”, “dijital çağ” döneminde “onların” yüksek olanaklarını kullananlar tarafından tüm insanlığa uygulanan “etkile, zihnini ele geçir, yönlendir ve yönet” operasyonlarına, programlarına karşı bireyin kendisini korumasıdır.
 Hiç gecikmeden uyanıp daha “bilinçli, bilgili ve özgün” bağımsız bir yaşama yönelik bir çağrı yapmak isterim.
 “Trendleri” körü körüne “takip” etmenin ve yeni "ölçülere” uymanın tehlikelerinin arttığı çok önemli bir dönemi yaşıyoruz.  

"Herkesin" yaptığını “benimsemenin” neden bu kadar “zararlı” olabileceğini açık bir akılla inceleyelim.
 Ortaya yeni çıkan ve hızla yayılan ve artık “herkesin” yaptığını yapmak, giyindiğini giymek, onların alışkanlıklarını, dilini edinmek, onlar gibi düşünmek, onların zevklerini kendine zevk edinmek, onların müziklerinden etkilenmek, çeşitli sürülerin peşinden giden biri olmak neden zararlıdır?
 Bunu düşünmek ve çözümsel araştırmalara girmek gerekir.
 Çok basit ve hoş görülebilecek “şey”lerin hızla yayılması birden bir tehlike yaratmayabilir.
 Ama, çok çok sayıda ortaya dökülen o küçük “şeyler” arttıkça bireyin her bir alanını ve yönünü saracaktır ve ele geçireceklerdir.
 İşte, tüm bu görülen ve görülemeyen o küçük “etki” yaratıcılardan kendimizi, akıl ve bilincimizi, zihnimizi korumalıyız.
 Tek tek ele alındığında sizi etkileyen ve saran, yönlendiren bu “özentiler”, yeni olanlar tümüyle ayni amaca hizmet ettikleri için toplu bir güç oluşturduklarında birey olarak artık bizi ellerine geçirmiş olurlar.
 “Taklitçiliğin, özentilerin” yerleşmiş örnekleri o kadar çok ki...
  

Bakın:

 Herkes “sigara” içiyor, ben de içerim. (İçmeliyim)
 Herkes “dağınık görünüşlü” olarak geziniyor, ben de öyle gezinirim.
 Herkes sakal bırakıyor, ben de...
 Herkes açık giyiniyor, ben de...
 Herkes elinde kadehlerle fotoğraf çektiriyor, ben de...
 Herkes çocukların fotoğrafını internete koyuyor, ben de...
 Herkes “kanka” diyor, ben de...
 Herkes “aynen” diyor, ben de...
 Herkes bir sevgili ediniyor, ben de...
 Herkes yabancı ülkelere tatile gidiyor, ben de...
 Herkes yırtık pantolon giyiyor, ben de...
 Herkes dövme yaptırıyor, ben de...
 Herkes vücuduna çeşitli halkalar, küpeler taktırıyor, ben de...
 Herkes göbeğini açarak dolaşıyor, ben de...
 Herkes konçsuz çorap giyiyor, ben de...  

 Herkes takım tutuyor, futbol fanatiği oluyor, ben de futbol fanatiği olmalıyım...

.   Bireyselliğin ve özgünlüğün yitirilmesi ile “toplumsal direnç” ve “kendini koruma gücü” yok olmaktadır.
 Ortaya sürülen ve “yeni” moda sayılanlara sürekli “uyum sağlamaya” çalıştığınızda, “gerçek benliğinizle” bağlantınızı “yitirme tehlikesi” ile karşı karşıya kalırız.
 Benzersiz düşünceleriniz, kendi tercihleriniz ve yetenekleriniz bir “uyumluluk” katmanının altına girer ve gömülür, sizin yapacağınız bir şey kalmaz.
 Sonunda kim olduğunuzu unutabilirsiniz. “Yukarıdan istenilen” neler varsa, onları yapar ve onların gösterdiklerini seçer, tercihi “onların istediği” yönde yaparsınız.
 Çok kısa süreli ve derinlemesine bir mutluluk duygusu sarsa bile zamanla artık “başkalarının beklentileri” ve “popüler eğilimler” tarafından “dikte” edilen bir “yaşamı” yaşamak derin bir “doyumsuzluğa” yol açabilir.
 Gerçek mutluluk ve tatmin genellikle “kendini keşfetmekten”, “kendi tutkularını” izlemekten ve “kendi değerlerinle” uyumlu yaşamaktan gelir, başkasının değerleriyle “değil”!
 Yöneltilen, kullanılan bireylerden oluşmuş bir toplumu ele geçiren güçler istedikleri planları rahatça uygular, “bölgeyi, yöreyi, ülkeyi, ekonomiyi, doğal kaynakları”... ele geçirirler.
 Ve biz, çok değerli halkımız öyle bakar kalır... anlamadan, kavramadan üzülürüz.

“Karşı koyma” gücümüz ve gerekli olan “savunma mekanizmalarımız” yok edilmiş olur...
 “Ölçme, biçme, sonuca varma, değerlendirme, yorumlama” yeteneklerimiz, çok zayıfladığı için de gerçek durumu, neden ve sonuçlarını tam algılayamayız; doğru çözüm yollarını bulup, mücadele edemeyiz.
 “Yaşam” ise gayet güzel, kendi yolunda ve o içine girdiğimiz toplumun beğeni ve yargılarına uygun akar gider...

Neler değişse, ne denli kötü bir durum bile olsa o insan artık “kendine verilen” yönlendirmelerle “mutlu ve doyumlu” bir ruh yapısı ile oraya buraya koşturur durur.

Ne “eleştirel, sorgulayıcı” düşünür, ne de “mücadeleci çabalara” girer, o artık her gün “bir şeyler yapar” hep bir “dinamiklik içinde” gözükür ve bunlar onu tatmin eder.

Mutsuz değildir, öz güveni kendine göre yüksektir.

Ülke ve bölge üzerinde hedefleri olan egemen güçler rahatça her istediklerini yaptırır duruma gelir.

Siz yine en başa dönün ve düşünün Gazi Mustafa Kemal Atatürk neler yapmak istemişti, hangi güçler ile savaşmış ve onları yenmiş uygar bir ülke olmak yolunu açmıştı?

Ülkenin halkı neden böyle bir duruma getirildi, neden bugün birlik ve bütünlüğe karşı, bölücü, ayrımcı düşünceleri savunanların neler yapmak istediklerine karşı güçlü bir yapılanmaya gidemiyorlar?

Durum çok açık: Atatürk’e ve onun fikirlerine, ulusal bağımsızlık ve özgürlük hedeflerine karşı , “ulus devlete” karşı çıkanlar kimden yanadır?

Biz yine de her şeye erişebildiğimiz bu dijital çağda kendimizi, ülkemizi ve özelliklerimizi, geleneksel değerlerimize sahip çıkmalı ve onları korumalıyız.

Yeniden uyanmalıyız!
  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.06.01, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ: