14 Eylül 2025 Pazar

CHP’ye BASKI

. CHP’YE YAPILAN BASKILAR   .

Türkiye'de Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) yönelik baskıların birden fazla nedeni olabilir ve bu nedenler, siyasi konjonktüre göre değişiklik gösterebilir.

İmamoğlu, İstanbul gibi büyük bir metropolde iki kez halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanıdır.

19 Mart 2025'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve birçok kişi toplu bir şekilde gözaltına alındı.

İlk operasyonda gözaltına alınan İmamoğlu 23 Mart’ta tutuklandı. 

Tutuklu yargılanacak olan İmamoğlu, eski adı Silivri olan Marmara Cezaevi'ne götürüldü.

Aynı operasyon kapsamında, İmamoğlu'nun danışmanı Murat Ongun ve bazı ilçe belediye başkanları da dâhil olmak üzere toplamda 100'den fazla kişi gözaltına alındı.

Bu gelişmeler, İmamoğlu'nun Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimi için olası cumhurbaşkanı adaylığı tartışmalarının sürdüğü bir dönemde gerçekleşti. 

İçişleri Bakanlığı İstanbul'da İmamoğlu ile birlikte Beylikdüzü ve Şişli ilçelerinin tutuklanan belediye başkanlarını da görevden aldı.

CHP'ye kayyum ihtimali: Türkiye'de örneği var mı?

CHP’de 15 Eylül'de Ankara’da görülecek kurultay davası öncesi dikkatler Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne çevrildi.

CHP'ye kayyum ihtimaline kadar uzanan gelişmeler Türkiye demokrasi tarihinde nereye oturuyor?

BBC News Türkçe'nin konuştuğu bazı uzmanlar gelişmelerin "Türkiye demokrasi tarihi açısından çok kritik bir eşik" teşkil ettiğini savunuyor.

Işık Üniversitesi'nden Doç. Dr. Seda Demiralp "muhalefete yönelik bu ölçekte bir baskı Türkiye'nin -kesintili- demokrasi tarihinde yok" yorumunu yapıyor:

-"Ülkenin yarısının oy verdiği bir partinin önde gelen aktörlerinin ve yönetiminin bu derece sıkıştırılması ve bastırılması Türkiye gibi kırılgan bir demokrasi için bile kritik bir seviye teşkil ediyor ve Türkiye'yi hibrit bir rejimden tam otoriter bir rejime geriletme riski taşıyor."

Siyaset bilimci Doç. Dr. Zeynep Gambetti ise gelişmeleri

-"iktidarın rejimi yeniden dizayn etme emelinde artık son noktaya gelindiğinin işareti" olarak gördüğünü söylüyor.

Bu durumun arkasındaki ana faktörler genellikle şunlardır:

1. Siyasi Rekabet ve İktidar Dinamikleri

CHP, Türkiye'nin ana muhalefet partisi olarak, iktidardaki partinin en büyük rakibidir.

Bu nedenle, iktidar partileri, kendi siyasi pozisyonlarını güçlendirmek ve CHP'nin etkisini azaltmak amacıyla çeşitli baskı mekanizmalarını kullanabilir.

Bu baskılar; parti yöneticileri ve üyeleri hakkında açılan davalar, parti politikalarını itibarsızlaştırmaya yönelik kampanyalar veya parti üzerindeki kamuoyu algısını olumsuz etkilemeye çalışan idari kararlar şeklinde ortaya çıkabilir.

2. İdeolojik ve Toplumsal Farklılıklar

CHP, kuruluşundan bu yana laiklik, Batı'yla entegrasyon ve çağdaşlaşma gibi ilkeleri savunmuştur.

Bu ilkeler, muhafazakar ve milliyetçi seçmen tabanına hitap eden iktidar partilerinin politikalarıyla sıklıkla çatışır.

Bu ideolojik ayrım, zaman zaman siyasi söylemin sertleşmesine ve CHP'nin "değerlere aykırı" bir parti olarak gösterilmesine yol açabilir.

Bu durum da partiye yönelik siyasi baskıları artırabilir.

3. Hukuki Süreçler ve Yargı Üzerindeki Etkiler

CHP'li siyasetçiler ve belediye başkanları hakkında açılan davalar, sıklıkla muhalefeti zayıflatmak için kullanıldığı yönünde eleştirilere maruz kalır.

Bu davaların, hukuki değil, siyasi saiklerle açıldığı iddiaları gündeme gelmiştir.

Özellikle yargının bağımsızlığı konusundaki tartışmalar, bu tür davaların siyasi baskı aracı olarak kullanıldığına dair endişeleri güçlendirmektedir.

4. Medya ve Algı Yönetimi

Türkiye'deki ana akım medyanın büyük bir kısmının iktidara yakın olduğu sıkça belirtilir.

Bu durum, CHP'ye yönelik olumsuz haberlerin ve karalama kampanyalarının daha fazla yer bulmasına, partinin yaptığı olumlu işlerin ise göz ardı edilmesine neden olabilir.

Medya yoluyla yürütülen bu algı operasyonları, partinin halk nezdindeki imajını zedeleyerek siyasi gücünü kırmaya çalışır.

Bu faktörlerin tamamı, CHP'nin Türkiye siyasetinde karşılaştığı zorlukların ve baskıların çok yönlü bir resmini sunar.

TBMM İç Tüzüğüne aykırı olarak kurulan komisyonun, ülke gündemini saptırmak ve bağlantıdaki yazının konusunu gündeme getirmemek için yapıldığı değerlendiriliyor, bunu nasıl açıklayabiliriz?

Türkiye'de Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) yönelik baskıların birden fazla nedeni olabilir ve bu nedenler, siyasi konjonktüre göre değişiklik gösterebilir.

Bu durumun arkasındaki ana faktörler genellikle şunlardır:

1. Siyasi Rekabet ve İktidar Dinamikleri

CHP, Türkiye'nin ana muhalefet partisi olarak, iktidardaki partinin en büyük rakibidir.

Bu nedenle, iktidar partileri, kendi siyasi pozisyonlarını güçlendirmek ve CHP'nin etkisini azaltmak amacıyla çeşitli baskı mekanizmalarını kullanabilir.

Bu baskılar; parti yöneticileri ve üyeleri hakkında açılan davalar, parti politikalarını itibarsızlaştırmaya yönelik kampanyalar veya parti üzerindeki kamuoyu algısını olumsuz etkilemeye çalışan idari kararlar şeklinde ortaya çıkabilir.

2. İdeolojik ve Toplumsal Farklılıklar

CHP, kuruluşundan bu yana laiklik, Batı'yla entegrasyon ve çağdaşlaşma gibi ilkeleri savunmuştur.

Bu ilkeler, muhafazakar ve milliyetçi seçmen tabanına hitap eden iktidar partilerinin politikalarıyla sıklıkla çatışır.

Bu ideolojik ayrım, zaman zaman siyasi söylemin sertleşmesine ve CHP'nin "değerlere aykırı" bir parti olarak gösterilmesine yol açabilir.

Bu durum da partiye yönelik siyasi baskıları artırabilir.

3. Hukuki Süreçler ve Yargı Üzerindeki Etkiler

CHP'li siyasetçiler ve belediye başkanları hakkında açılan davalar, sıklıkla muhalefeti zayıflatmak için kullanıldığı yönünde eleştirilere maruz kalır.

Bu davaların, hukuki değil, siyasi saiklerle açıldığı iddiaları gündeme gelmiştir.

Özellikle yargının bağımsızlığı konusundaki tartışmalar, bu tür davaların siyasi baskı aracı olarak kullanıldığına dair endişeleri güçlendirmektedir.

4. Medya ve Algı Yönetimi

Türkiye'deki ana akım medyanın büyük bir kısmının iktidara yakın olduğu sıkça belirtilir.

Bu durum, CHP'ye yönelik olumsuz haberlerin ve karalama kampanyalarının daha fazla yer bulmasına, partinin yaptığı olumlu işlerin ise göz ardı edilmesine neden olabilir.

Medya yoluyla yürütülen bu algı operasyonları, partinin halk nezdindeki imajını zedeleyerek siyasi gücünü kırmaya çalışır.

KISACA:

Bu etkenlerin tamamı, CHP'nin Türkiye siyasetinde karşılaştığı zorlukların ve baskıların çok yönlü bir resmini sunar.

.    Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.14, G.
.             YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.         (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)

UYUTULMAK MI

    UYUMAK MI, UYUTULMAK MI?   .

.   Bizi uyutuyorlar mı?

.   Biz kendimiz mi uyumak istiyoruz?

Ülkedeki çöküşü, toplumdaki sorunları, ahlaksızlıkları, hırsızlıkları, yozlaşmaları görmemek isteyen, hiç haberi yok gibi davrananlar kimler?

Bu aslında derin ve düşündürücü bir soru…

Hem bireysel hem de toplumsal düzeyde birçok farklı etkenlerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan karmaşık bir durum. "Uyutulmak" ve "bilerek uyumak" kavramları, bu durumu anlamak için iki farklı pencere sunuyor.

A) Dış Etkenler ve Uyutulmak

Bir yandan, insanların dikkatini dağıtan ve onları daha büyük sorunlardan uzaklaştıran dış etkenler var.

Bunlar, medya, sosyal çevre ve hatta siyasi söylemler gibi unsurlar olabilir.

Örneğin:

a-Medya Akışı: Haber programlarının veya sosyal medyanın sürekli olarak önemsiz konulara odaklanması, gerçek sorunların göz ardı edilmesine neden olabilir.

Hızlı tüketilen, sansasyonel içerikler, derinlemesine düşünmeyi gerektiren konuların önüne geçebilir.

b-Popüler Kültür ve Tüketim: Bireyleri sürekli olarak daha fazla tüketmeye, eğlenmeye ve kişisel hırslarına odaklanmaya teşvik eden bir kültür, toplumsal sorunların arka plana itilmesine yol açabilir.

Bu durum, insanları "bireysel mutluluk" arayışıyla toplumsal sorumluluklarından uzaklaştırabilir.

B) İçsel Eğilimler ve Bilerek Uyumak

Diğer yandan, bazı insanlar için gerçeklerle yüzleşmek oldukça zorlayıcı olabilir.

Bu durumda, sorunları görmezden gelmek veya onlardan kaçınmak bilinçli veya bilinçsiz bir tercih haline gelebilir.

Bu durumun arkasındaki nedenler şunlar olabilir:

1-Psikolojik Direnç: İnsan zihni, karmaşık ve rahatsız edici gerçeklikleri reddetme eğilimi gösterebilir. "Bilişsel uyumsuzluk" olarak bilinen bu durum, kişinin inançları veya değerleriyle çelişen bilgileri kabul etmektense, o bilgileri görmezden gelmesini sağlar.

2-Yorgunluk ve Umutsuzluk: Toplumsal sorunların büyüklüğü karşısında kendini çaresiz hisseden insanlar, mücadele etmek yerine durumu kabullenmeyi tercih edebilirler.

Bu durum, zamanla “apati”ye ve “duyarsızlaşma”ya yol açabilir.

3-Kişisel Rahatlık Alanı: Bazı insanlar için, mevcut sistemin içinde kalarak konforlarını sürdürmek, sorunları dile getirerek potansiyel riskleri göze almaktan daha kolaydır.

Bu durum, “ahlaki yozlaşma ve hırsızlık” gibi konulara karşı sessiz kalmaya neden olabilir.

C) Nelerin olduğunu bildikleri, anladıkları halde tutumları ve davranışlarıyla, eylemleriyle her şey “çok iyi ve güzelmiş” gibi bir yaşam sürenlere ne diyebiliriz?

Bunu, durumu çok net bir şekilde özetleyen bir “gözlem” olarak kabul edip ayrıştıralı, üzerinde düşünelim:

Bu tür davranışları tanımlamak için birkaç kavramdan bahsedebiliriz.

İnkar

Bu, en temel kavramlardan biridir ve bunu çok fazla sayıda kişide görürüz.

Kişi, olumsuz gerçeklikleri kabul etmeyi reddeder ve bu durumu görmezden gelmeyi tercih eder.

Bu, bilişsel bir savunma mekanizmasıdır; çünkü “gerçeklerle yüzleşmek”, kişinin kendisini rahatsız hissetmesine, endişelenmesine veya çaresiz kalmasına neden olabilir.

Bu yüzden, gerçekliğe gözlerini kapayarak, zihinlerinde "her şeyin yolunda olduğu" bir dünya yaratırlar.

Apati ve Duyarsızlık

Bu durumdaki kişiler, yaşadıkları sorunlara karşı bir duyarsızlık geliştirmiş olabilirler.

Bu, genellikle uzun süreli hayal kırıklığı, umutsuzluk veya sistemin değişmeyeceğine olan inancın bir sonucudur. Bu apati, kişiyi eylemsizliğe iter ve durumu kabullenmeye yönlendirir.

Böylece, sorunları çözmek yerine, sadece mevcut koşullara uyum sağlamaya çalışırlar.

Fırsatçılık ve Pragmatizm

Bazı durumlarda, bu davranışın altında yatan neden daha pragmatiktir.

Kişi, mevcut sistemden veya iktidardan kişisel çıkarlarını maksimize etmeye çalışabilir.

Bu, o sistemin yolsuzluklarını veya ahlaksızlıklarını görmezden gelmeyi, hatta onlara katılmayı gerektirebilir. Bu kişiler için önemli olan, kişisel fayda sağlamaktır; toplumsal ahlak veya genel iyilik gibi konular ikinci planda kalır.

Ç) İktidardan korktukları için, başlarına bir şey gelmesin diye hiç bir eleştiriye girmeyenler hakkında ne söyleyebiliriz?

Altında birden fazla neden barındıran karmaşık bir durum. İnsanların eleştirmekten çekinmesinin temelinde genellikle üç ana unsur bulunur: korku, pasifizm ve sisteme uyum sağlama.

1-Korku ve Baskı

Korku, bu durumun en belirgin nedenidir. İnsanlar, eleştirel bir duruş sergilediklerinde başlarına gelebilecek olumsuz sonuçlardan çekinirler. Bu korku şunları içerebilir:

a-Sosyal Dışlanma: Aile, arkadaş çevresi veya meslektaşları tarafından dışlanma korkusu.

b-Ekonomik Kayıplar: İşini kaybetme, terfi edememe veya iş fırsatlarından mahrum kalma endişesi.

c-Hukuki Süreçler: Haksız davalarla, soruşturmalarla veya yasal yaptırımlarla karşı karşıya kalma riski.

ç-Fiziksel Güvenlik: Özellikle baskıcı rejimlerde, fiziksel şiddete veya tehditlere maruz kalma korkusu.

Bu durumda, eleştiri getirmek, kişisel güvenlik ve refahı tehlikeye atmak anlamına gelir. İnsanlar bu riski göze almak yerine, sessiz kalmayı daha güvenli bir seçenek olarak görürler.

2-Pasifizm ve Umutsuzluk

Bazı insanlar, eleştirinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğine dair derin bir umutsuzluk hissederler.

Onlara göre, sisteme karşı çıkmak “boşa bir çabadır”.

Bu pasifizm şunlardan kaynaklanabilir:

a-İnançsızlık: İnsanların birleşerek değişim yaratabileceğine olan inançlarını kaybetmeleri.

b-Önceki Başarısız Deneyimler: Daha önce eleştiri getirdikleri halde olumlu bir sonuç alamamış olmaları.

c-Yorgunluk: Sürekli mücadele etmenin getirdiği psikolojik yorgunluk ve bitkinlik.

Bu kişiler, eleştirel bir duruş sergilemektense, durumu olduğu gibi kabul etmeyi ve kendi hayatlarına odaklanmayı seçebilirler.

3-Sisteme Uyum Sağlama

Eleştirmeyenlerin bir diğer grubu ise, sistemin bir parçası olmayı daha kârlı bulabilir.

Bu, aktif bir korku yerine, daha çok pasif bir rıza halidir.

Bu kişiler, eleştirel bir pozisyon almanın getireceği dezavantajlar yerine, sisteme uyum sağlayarak elde edecekleri faydaları düşünürler.

Bu çıkarlar şunlar olabilir:

a-Kişisel Konfor: Mevcut sistem içinde rahat bir yaşam sürme.

b-Avantajlar: İktidarın veya mevcut düzenin sağladığı maddi ya da manevi imkanlardan yararlanma.

c-Statü: Yüksek bir sosyal veya mesleki statüye ulaşma ve bunu koruma.

Bu durumdaki kişiler için, eleştirmek bir nevi "oyunu bozmak" anlamına gelir ve bu da “kişisel çıkarlarına” aykırıdır.

D) Sonuç

"Bizi uyutuyorlar mı, yoksa biz mi uyumak istiyoruz?" sorusu, tek bir cevabı olmayan bir soru.

Bu tür davranışlar, tek bir nedene indirgenemez.

Bireyler, yaşadıkları çevrenin, kişisel inançlarının ve psikolojik durumlarının bir sonucu olarak bu tür bir duruş sergileyebilirler.

Bazıları için bu bir “hayatta kalma mekanizması”yken, diğerleri için “bilinçli bir seçim” olabilir.

Çoğu zaman, her iki durumun da birleşiminden oluşan “karmaşık bir süreçle” karşı karşıya kalırız.

Dış etkenler, toplumsal sorunları görmeyi zorlaştırırken, “içsel eğilimler” de bu duruma katkıda bulunabilir.

Temel sorularla ilgili yaptığım incelemede ortaya çıkan durum kısaca böyle…

Bu konuda daha fazla düşünmek istersen, hangi konunun seni daha çok meşgul ettiğini söyleyebilirsin:

“Toplumsal duyarsızlık” mı, yoksa “medyanın rolü” mü, yoksa “devletten çekinme” ve korku mu?

.     Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.14, G.
.          YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.     (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)


DÖNEKLİK

.   DÖNEKLİK  .

Siyasette taraf değiştirmek, dün kara dediğine bugün ak demek bir kişilik bozukluğu mudur yoksa kişisel çıkarlar için yapılan bir tür döneklik midir?

Siyasette taraf değiştirmek veya bir duruşu tamamen tersine çevirmek, geniş bir yelpazede yorumlanabilecek karmaşık bir konudur.

Bu durumu "kişilik bozukluğu" olarak tanımlamak yerine, genellikle daha çok etik, ideolojik ve pragmatik boyutlarıyla ele alınır.

A) Döneklik türünden davranışlar farklı açılardan değerlendirilebilir:

1-İdeolojik Gelişim ve Değişim: Bir siyasetçi, zamanla dünya görüşünün veya belirli konulardaki fikirlerinin değiştiğini fark edebilir.

Yeni bilgiler edinmek, farklı tecrübeler yaşamak veya toplumun değişen dinamiklerini gözlemlemek, bir zamanlar savunduğu pozisyonu sorgulamasına neden olabilir.

Bu, döneklik yerine, kişisel ve entelektüel bir gelişim süreci olarak görülebilir.

2-Siyasi Pragmatizm ve Strateji: Bazı durumlarda siyasetçiler, belirli hedeflere ulaşmak, koalisyon kurmak veya daha geniş bir kitleye hitap etmek için eski pozisyonlarından taviz verebilirler.

Bu, siyasi manevra veya pragmatizm olarak adlandırılabilir.

Seçim kazanmak, bir yasa tasarısını geçirmek veya bir krizi çözmek gibi pratik hedefler, ideolojik tutarlılığın önüne geçebilir.

3-Kişisel Çıkar ve Fırsatçılık: Toplumda en çok tartışılan ve eleştirilen boyutlardan biri de budur. Siyasetçinin, kariyerinde yükselmek, makam elde etmek veya kişisel zenginliğini artırmak gibi kişisel çıkarlar uğruna taraf değiştirmesi, sıklıkla döneklik olarak nitelendirilir.

Bu tür davranışlar, seçmen nezdinde güven kaybına yol açar ve etik dışı olarak algılanır.

B) O partiden ayrıldığında o “elde ettiğin makamı” da bırakmak zorunda olmalısın.

Eğer bir partiden seçilip bir yere geldi isen ayrıldığında nasıl davranmalısın?

Bu konu siyasi etik ve “temsilin doğası” üzerine sıkça tartışılan önemli bir durumdur.

Bu duruma farklı açılardan yaklaşmak mümkün:

a-Temsil ve Güven Açısından

Bir siyasetçi genellikle bireysel olarak değil, bir partinin adayı olarak seçilir.

Seçmenler, o siyasetçiye oy verirken, onun temsil ettiği partinin ideolojisine, programına ve politik duruşuna da oy vermiş olur.

Eğer siyasetçi partiden ayrılırsa, o makamı elde etmesini sağlayan bu temsiliyet bağını koparmış olur.

Bu durumda, koltuğunu bırakmaması, seçmenin iradesine aykırı bir durum olarak görülebilir.

Çünkü seçmen, o kişiyi değil, o partinin temsilcisini seçmiştir.

Bu durum, seçmenle kurulan güven ilişkisine zarar verir.

b-Yasal ve Hukuki Açıdan

Türkiye'deki mevcut hukuki düzenlemeye göre, bir milletvekili partisinden istifa ettiğinde veya ihraç edildiğinde milletvekilliği düşmez, bağımsız milletvekili olarak görevine devam eder.

Benzer şekilde, belediye başkanları veya diğer seçilmiş makamlardaki kişiler de, partiden ayrıldıklarında görevlerine devam edebilirler.

Bu durum, yasal olarak bir zorunluluk “olmadığı için”, etik bir tartışma konusu olmaya devam eder.

c-Makamın Bireye mi, Partiye mi Ait Olduğu

Tartışmanın özünde, makamın kime ait olduğu sorusu yatar:

O makam, seçilmiş kişinin kendisine mi aittir, yoksa onu oraya getiren siyasi partinin kolektif iradesine mi?

1-Bireyci Görüş: Makamın sahibinin seçilmiş kişinin kendisi olduğunu savunur.

Bu görüşe göre, seçmenler nihayetinde kişiye oy vermiştir ve o kişi, bağımsız bir birey olarak halkı temsil etmeye devam edebilir.

Partiden ayrılma, siyasetçinin kişisel bir tercihidir ve bu, onun temsil yetkisini ortadan kaldırmaz.

2-Parti Odaklı Görüş: Makamın, partinin kolektif bir başarısı olduğunu ileri sürer.

Partinin kurumsal yapısı, finansmanı ve seçmene sunduğu program, o kişinin seçilmesini mümkün kılmıştır.

Bu nedenle, partiden ayrıldığında makamı da bırakmalıdır.

Bu yaklaşım, siyasi partilerin kurumsal gücünü ve istikrarını korumayı hedefler.

C) Siyasal etik olmazsa ne gibi zararlarla karşılaşırız?

Siyasal etik, bir toplumun siyasi yaşamında temel bir kılavuz görevi görür.

Siyasal etiğin olmadığı veya göz ardı edildiği durumlarda, bir ülke ve toplumu için ciddi zararlar ortaya çıkabilir.

İşte karşılaşılabilecek başlıca zararlar:

a-Güven Kaybı ve Toplumsal Ayrışma

Siyasal etik olmadan, siyasetçilerin eylemleri ve sözleri arasında tutarlılık olmaz.

Bu durum, halkın siyasi kurumlara, liderlere ve genel olarak devlete olan güvenini sarsar.

Güvenin aşınması, seçmenlerin sandıktan ve siyasi süreçten uzaklaşmasına, hatta siyaseti tamamen boş ve anlamsız görmesine yol açabilir.

Siyasetin sadece kişisel çıkar peşinde koşanların alanı olduğu algısı yaygınlaşır.

Bu durum, toplumu kutuplaştırır, farklı grupların birbirine olan inancını zedeler ve toplumsal barışı tehdit eder.

b-Yolsuzluk ve İsrafın Artması

Etik kuralların olmadığı bir ortamda, siyasi makamlar kişisel çıkar elde etmek için birer araç haline gelebilir. Yolsuzluk, rüşvet ve kayırmacılık (nepotizm) yaygınlaşır.

Kamunun kaynakları, toplumun faydasına kullanılmak yerine, siyasetçilerin ve onların yakın çevresinin zenginleşmesi için israf edilir.

Bu durum, ekonomik eşitsizliği derinleştirir ve kamu hizmetlerinin kalitesini düşürür.

c-Hukuk Devleti İlkesinin Zayıflaması

Siyasal etik, siyasetçilerin yasalara ve hukukun üstünlüğüne bağlı kalmasını gerektirir.

Etik olmayan bir siyasi ortamda, yasalar keyfi olarak yorumlanabilir veya belirli kişilere özel ayrıcalıklar tanınabilir.

Bu durum, adaletin herkes için eşit uygulanması ilkesini zedeler ve hukuk devletini zayıflatır.

Hukukun kişilere göre büküldüğü bir sistemde, en savunmasız kesimler zarar görür ve toplumsal düzen bozulur.

ç-Demokrasinin İşlevsiz Hale Gelmesi

Demokrasinin temelinde, halkın iradesinin saygın ve şeffaf bir şekilde temsil edilmesi yatar.

Siyasal etiğin yokluğu, siyasi rekabetin kaba ve etik dışı taktiklerle yürütülmesine neden olur.

Bu durumda, rakipler karalanır, yalan haberler yayılır ve siyasi süreç manipüle edilir.

Seçimler şeffaflığını kaybeder, vatandaşın gerçekleri görmesi engellenir.

Bu da demokrasinin özünü zedeler ve onu sadece bir formaliteden ibaret hale getirebilir.

d-Toplumsal Çözülme

Siyaset, toplumu bir arada tutan ve ortak hedeflere yönlendiren önemli bir yapıdır.

Siyasal etik olmazsa, siyasetçiler kısa vadeli çıkarlar için toplumu etnik, dini veya ideolojik bazda bölmekten çekinmezler.

Bu durum, toplumsal dokunun çözülmesine ve farklı kesimler arasında onarılması zor derin uçurumlar oluşmasına yol açar.

Toplumsal uyum ve ortak bir gelecek inşa etme kapasitesi ciddi şekilde zarar görür.

Ç) Özetle

Siyasette taraf değiştirmenin altında yatan nedenler kişiden kişiye değişir.

Bu, basit bir "doğru" veya "yanlış" meselesi olmaktan çok, o kişinin kararı “hangi motivasyonla” aldığıyla ilişkilidir.

Bu durum, bir kişilik bozukluğundan ziyade, daha çok etik, ahlaki ve siyasi bir değerlendirme meselesidir.

Siyasal etik olmadığında, bir toplum kendi kendine zarar vermeye başlar.

Güven kaybolur, kurumlar işlevsiz hale gelir ve toplumun temel direkleri sarsılır.

Bu yüzden, siyasal etik sadece siyasetçilerin değil, tüm toplumun korunması gereken en değerli unsurlarından biridir.

Sonuç olarak, partiden ayrılan bir siyasetçinin makamını bırakması gerektiği yönündeki görüş, siyasi etik ve temsiliyet ahlakı açısından güçlü bir argümandır.

Ancak bu durum, mevcut yasalarla zorunlu hale getirilmediği için genellikle bir vicdan ve etik meselesi olarak kalmaktadır.

Bu konudaki “nihai karar”, her siyasetçinin “kendi değer yargılarına” ve seçmenine karşı duyduğu sorumluluk anlayışına bağlıdır.

Özellikle geri kalmış toplumlarda, demokratik hukuk devletinin geçerli olmadığı durumlarda halkın siyasetçilere olan “güveni” bu nedenlerden dolayı hep çok zayıf kalmaktadır.

Ancak devlet tam bir “demokratik ve hukuksal gücü” olan bir yapıya kavuşturulduğunda siyasetçilerin yanlış yapmak, karanlık işlere bulaşmak gibi şansları da pek olmaz.

Tüm bunların temelinde belki de güçlü bilinci olan, yurtsever, bilgili, aklı başında seçmenlerin olması da büyük önem taşır.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.14, G.
.          YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.   (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)