22 Haziran 2025 Pazar

TÜRKİYE ve BÖLGE

 .   TÜRKİYE ve BÖLGE SORUNLARI:
Şu an İran, İsrail çatışması ve ABD'nin karışması tehlikeli çatışmalar gösteriyor.
Savaş her yönüyle çok tehlikeli ve kötü...
Türkiye içinde bulunduğu bölge nedeniyle her zaman çok dikkatli olmak zorunda bulunmaktadır.
Türkiye neler yapmalı, nasıl davranmalı?
A) TÜRKİYE'NİN DİKKATE ALMASI GEREKEN TEMEL YAKLAŞIMLAR:
Türkiye'nin mevcut İran-İsrail çatışması ve ABD'nin bölgedeki varlığı gibi karmaşık dinamikler karşısında izlemesi gereken politika, çok boyutlu ve çok dikkatli bir denge üzerine kurulmalı.
-Tarafsızlık ve Dengeli Bir Dış Politika İzlemek
Türkiye'nin bu hassas dönemde herhangi bir tarafın yanında yer almaktan “kaçınarak” tarafsız ve dengeli bir duruş sergilemesi yaşamsal önem taşır.
Bu, hem bölgedeki “itibarını” korumasına hem de olası “arabuluculuk” rolünü daha etkin oynamasına yardımcı olacaktır.
ABD ile olan ilişkileri yürütürken de bu “tarafsızlık” ilkesi korunmalı, ancak NATO üyeliğinden doğan “yükümlülükler” de göz ardı edilmemeli ki bu da çok kolay olmasa gerek...
-Ulusal Çıkarları ve Güvenliği Önceliklendirmek:
Türkiye, bölgedeki herhangi bir tırmanışın kendi ulusal güvenliğine olası etkilerini titizlikle değerlendirmelidir.
Sınır güvenliği, terörle mücadele ve ekonomik istikrar gibi konular bu süreçte öncelikli olmalıdır.
Bölgesel istikrarsızlık, Türkiye'nin iç güvenliğini ve ekonomisini doğrudan etkileyebilir, bu nedenle çok yönlü ve dikkatli önlemler alınmalı.
-Diplomasi ve Arabuluculuk Rolünü Güçlendirmek:
Türkiye, tarihsel olarak bölgedeki ülkelerle, güçlerle iyi ilişkilere sahip bir ülke olarak, gerilimi azaltıcı bir arabulucu rolü üstlenebilir.
Hem İran hem de İsrail ile diplomatik kanalları açık tutarak, tansiyonun düşürülmesi ve doğrudan çatışmanın önlenmesi için sağlıklı bir zemin hazırlayabilir.
Bu, uluslararası platformlarda ve ikili görüşmelerde diyaloğu özendirmek anlamına gelir.
Özellikle Orta Doğu'daki diğer ülkelerle de işbirliği yaparak, bölgesel bir barış girişimi başlatmak faydalı olabilir.
Çok açık ve doğru politikalar üretmesi gerekmektedir.
-Uluslararası Hukuka ve İlkelerine Bağlı Kalmak
Türkiye, uluslararası hukukun ve “Birleşmiş Milletler” (BM) prensiplerinin korunması konusunda kararlı bir duruş sergilemelidir.
Bölgesel çatışmalarda uluslar arası hukukun “ihlal” edilmemesi ve insani yardımın “kesintisiz ulaştırılması” gibi konulara vurgu yapmalıdır.
Türkiye'nin bu karmaşık tabloda izlemesi gereken yol, etken ve akıllı diplomasi, ulusal çıkarların korunması, tarafsızlık ve uluslar arası hukuka bağlılık üzerine kurulu olmalıdır.
Bu yaklaşım, yalnızca Türkiye'nin güvenliğini değil, aynı zamanda bölgesel “barış ve istikrarın” oluşmasını da destekleyecektir.
-Ekonomik Gücü ve Direnci Artırmak
Bölgedeki çeşitli gerilimler, “enerji” piyasaları ve “ticaret yolları” üzerinde önemli etkilere sahip olacaktır.
Türkiye, bu tür dalgalanmalara karşı ekonomik direncini artırıcı, kendisini güvenceye alabilecek politikalar izlemelidir.
Enerji kaynaklarını çeşitlendirmek, “alternatif” ticaret yolları geliştirmek ve ekonomik “şoklara” karşı koruyucu tamponlar oluşturmak bu bağlamda önemli adımlar olabilir.
B) İKTİDAR NASIL DAVRANMALIDIR?
İktidarın bu süreçte şeffaf, birleştirici ve sağduyulu bir rol üstlenmesi büyük önem taşıyor.
-Şeffaf ve Açık İletişim:
Hükümet, bölgesel gelişmelerle ilgili doğru ve “güncel doğru bilgiyi” halkla düzenli olarak paylaşmalı.
Spekülasyonların önüne geçmek ve “manipülasyonları” engellemek için “açık ve anlaşılır” bir dil kullanmak kesinlikle yararlı olacaktır.
Yapılan diplomatik girişimler, alınan önlemler ve olası riskler hakkında halka doğru bilgi vermek, güveni artırır.
-Birleştirici Söylem:
İç siyasi çekişmeleri bir “kenara bırakarak”, ulusal “birlik ve beraberliği” vurgulayan bir söylem benimsemelidir.
Farklı siyasi görüşlere sahip kesimleri de “ortak bir paydada” buluşturacak, ulusal çıkarlar etrafında kenetlenmeyi öneren mesajlar verilmelidir.
Bu, toplumdaki ayrışmayı azaltır ve ortak duruşu güçlendirir.
-Akılcı ve Öngörülü Politikalar:
Bölgedeki gelişmeleri yakından izleyip, ani tepkimeler yerine uzun süreli ve stratejik kararlar alınmalı.
Uluslar arası ilişkilerde “dengeli ve tutarlı” bir politika izlemek, Türkiye'nin “itibarını” korur ve olası “riskleri en aza” indirir.
Askeri, diplomatik ve ekonomik tüm araçları “eşgüdümsel” bir şekilde kullanmalı.
-Halkın Katılımını Özendirmek:
Sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları ve akademi dünyası ile istişareler yaparak farklı bakış açılarını değerlendirmeli.
Bu, daha kapsayıcı ve doğru kararlar alınmasına olanak tanır.
C) TÜRK HALKI NASIL DAVRANMALIDIR?
Türkiye'nin içinden geçtiği bu hassas dönemde, hem iktidarın hem de Türk halkının üzerine düşen çok önemli sorumluluklar var.
Ortak çıkarlarımızı ve ulusal duruşumuzu pekiştirmek, duyarsız kitlelere “yurttaş bilinci” ve “dayanışma ruhunu” aşılamak, akıllı ve kapsayıcı bir yaklaşım gerektiriyor.
Halkın bu süreçte sergileyeceği “bilinçli ve sorumlu” tutum, ülkenin gücüne güç katacaktır.
Bu nasıl olacak, çeşitli kesimler yalnızca “kendi özel” dünyalarında, “özel yaşamlarında” yer alır gibiler...
-Bilinçli Bilgi Tüketimi:
Sosyal medyada hızla yayılan dezenformasyona karşı dikkatli olunmalı.
Haberleri güvenilir kaynaklardan teyit etmek ve eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmek çok önemli.
“Panik” havası yaratacak veya toplumu “kutuplaştıracak” bilgilere itibar etmemek, bireysel sorumluluğun bir parçası olmalıdır.
-Sağduyu ve Sakinlik:
Gerilimli dönemlerde duygusal tepkiler vermek yerine, sağduyulu ve sakin kalmak gerekir.
“Provokasyonlara” gelmemek, “öfke ve nefret” söylemlerinden uzak durmak toplumsal barışı korumanın anahtarıdır.
-Ulusal Birlik ve Dayanışma:
Farklılıklarımıza rağmen, ortak paydamızın Türkiye olduğu unutulmamalı.
“Ülkenin ve toplumun” çıkarları söz konusu olduğunda “bir araya gelmek” ve “dayanışma” içinde olmak, büyük bir güç sağlamak gerekir.
Zor zamanlarda birbirine kenetlenmek, her türlü zorluğun üstesinden gelmemizi sağlar.
-Devlet Kurumlarına Güven ve Destek:
Resmi açıklamalara ve devletin aldığı kararlara güvenmek yararlı olacaktır.
Bu da toplumda kargaşanın engellenmesine katkıda bulunur.
engeller.
Elbette “yapıcı eleştiriler” her zaman önemlidir, ancak “kriz” anlarında devlet kurumlarına olan güvenin sarsılmaması “yaşamsal” önem taşır.
Ç) ORTAK ÇIKARLARIMIZI VE DURUŞUMUZU NASIL ANLATABİLİRİZ?
. BU ÇOK HASSAS DÖNEMDE İKTİDAR VE HALK NASIL DAVRANMALIDIR?
Hiç bir duyarlılığı olmayan, umursamaz kitlelere yurttaş bilincini ve dayanışmasını nasıl verebiliriz?
Ortak çıkarlarımızı ve duruşumuzu onlara nasıl anlatabiliriz?
Duyarsız kitlelere ulaşmak ve onları ortak paydada buluşturmak için çeşitli yöntemler kullanılabilir:
-Eğitim ve Bilinçlendirme Kampanyaları:
Ulusal kanallarda, dijital platformlarda ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla bilgilendirici ve farkındalık yaratıcı kampanyalar düzenlenmeli.
Bu kampanyalarda, bölgesel risklerin Türkiye'ye etkileri, milli birlik ve beraberliğin önemi sade ve etkileyici bir dille anlatılmalı.
Özellikle gençlere yönelik, onların ilgisini çekecek formatlarda içerikler üretilmeli.
-Öyküleştirme ve Duygusal Bağ Kurma:
Kuru bilgiler yerine, tarihimizdeki dayanışma örnekleri, milli mücadele ruhu ve zor zamanlarda milletçe nasıl kenetlendiğimize dair ilham verici hikayeler anlatılmalı.
Bu hikayeler, bireylerin “aidiyet” duygusunu güçlendirir ve onları duygusal olarak konuya bağlar.
-Rol Modeller ve Kamuoyu Liderleri:
Sanatçılar, sporcular, akademisyenler, kanaat önderleri gibi toplumda karşılığı olan isimlerin milli birlik ve dayanışma çağrıları yapması etkili olabilir.
Bu kişilerin samimi ve ikna edici mesajları, geniş kitlelere ulaşmada önemli bir rol oynar.
-Yerel Topluluk Çalışmaları:
Mahalleler, okullar ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla küçük çaplı bilgilendirme toplantıları, forumlar ve gönüllülük faaliyetleri düzenlenebilir.
Bu tür doğrudan etkileşimler, insanların konuyu sahiplenmesini ve aktif rol almasını sağlar.
-Empati Geliştirme:
Bölgedeki savaş ve insani krizlerin insanlar üzerindeki yıkıcı etkileri, empati duygusunu harekete geçirecek şekilde gözler önüne serilmeli.
Bu, umursamaz kitlelerin yaşananlara karşı daha duyarlı olmasını sağlayabilir.
Unutmayalım ki, “yurttaş bilinci” ve “dayanışma”, ancak sürekli çaba ve samimi bir yaklaşımla geliştirilebilir.
Her bir bireyin bu sürece katılımı, Türkiye'nin bu “hassas dönemi” en az zararla atlatması ve bölgesel “barışa katkıda” bulunması için yaşamsal öneme sahiptir.
-Umursamazlık ve Burnu Büyüklük:
Her türlü alt yapısı olan, okur yazar ve kültürlü, donanımlı bireyler bulundukları yerlerde özellikle sanki yalnızca bireysel çıkarlarını ve beğenileri önemser bir tutum içinde gözüküyor.
Kendilerine fikirsel ve kültürel anlamda en yakın olabilecek bireyleri “yok” saymakta ve karşılıklı iletişimde bulunmaktan kaçınmaktadır.
Bu tür bir yaklaşım belli ki son yılların getirdiği “bireyselleşme” ve kendini “çok önemsemenin” sonucudur.
Bundan kurtulup, “ulusal duyarlılık ve yurttaşlık bilinci” çemberinde ülkenin ve toplumun çıkarlarına, "savunulmasına" yönelik tutumlarda bulunmak gerekecektir.
Özellikle “aydın, entelektüel, okuryazar” kesimin bireyleri birbirlerini çok daha iyi tanımalıdır; “tanımak” için özen göstermeli ve çabalamalıdır.
Birbirlerine “üstünlük” ya da “başarı” gibi yaklaşımlarla bakmak yerine “ortak” bir “dayanışma ve davranış”, tutum belirlemeye yönelmelidirler.
D) ÖZETLE:
.  Güncel etkenlikler ve çalışma, çabalamalar içerisinde ülkenin “temel sorunları” ve “çözüm yolları” arayıcı “bakış açıları” yer almalıdır.
.  Bu dönemde hiç bir bireyin, hiç bir yurttaşın kendisini “ayrıcalıklı” görmeye ve ülkenin genel gidişinden, sorunlarından “uzak durmaya” ne hakkı vardır ne de kendilerine verilecek bir “üstünlük” vardır.
.   Öğretmen Gönen Çıbıkcı,
2025.06.22, Mff.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazım.)

KİTLE ÖRGÜTLERİ

 . KİTLE ÖRGÜTLERİ, DERNEKLER NASIL DAVRANMALI?

. Ülkenin genel durumundan ve sorunlarından hiç haberi yokmuş gibi davranan, sorunlara çözüm yolları aramak gereğini bile düşünmeyen etkinlikler, çalışmalar yalnızca halkı oyalamaya yarar.

. "Dikkat dağıtma" faaliyetleri olarak değerlendirilebilecek bu tür çalışmalar iktidarın güttüğü politikaya katkı sağlar.

. İktidardakilerin, ülkenin gerçek sorunlarını görmezden gelen ya da önemsizleştiren ve hiçbir çözüm sunmayan çalışmalarının kamuoyu için yalnızca bir dikkat dağıtma aracı olduğu öne sürülebilir.

. Bu durum gerçeklikten endişe verici bir kopuşu gösterir. Liderler veya örgütler ulusun genel durumundan ve sorunlarından habersiz görünüyorsa, bu onların yeterliliği veya samimiyeti hakkında sorular doğurur.

. Halk ise böyle bir ortamda çok daha yurttaşlık bilinci ve sorumluluğu ile davranabilmelidir.

. Ne yazık ki bu böyle olmamaktadır; halka önderlik yapabilecek durumda olan kişiler ve “örgütler” üzerilerine düşünüp, yapmaktan “kaçınmakta” ve kendilerine yumuşak “beğeniler” kazanma çabalarında bulunmaktadır.

. Bu aynı zamanda rahatsız edici gerçeklerin basitçe “göz ardı” edildiği kasıtlı bir eylem olarak da yorumlanabilecek bu tür tutumlar genel olarak bir çekingenlik ve korkudan da kaynaklanıyor olabilir.

. Çözüm odaklı düşüncenin yokluğu üzücüdür ve ülkenin geleceği için büyük bir sorundur.

. Çözüm arama girişimlerinin “eksikliğinde” olan bir durum değildir, tam tersine yatmaktadır.

. Etkili yönetişim, sorunları belirlemeyi, kök nedenlerini analiz etmeyi ve bunları ele almak için uygulanabilir stratejiler geliştirmeyi gerektirir ki bunu da istemiş olsalar yerine getirebilecek güçte ve donanımdadırlar.

. Buna rağmen böyle davranmak yerine ülke gerçeklerinden kaçarcasına, yok sayarak sanat, edebiyat, gezi, spor, fotoğraf, anı v. b. toplantılar ve programlamalarla kendilerini göstermek isterler...

. Belki de bir taktik olarak "oyalama" olabilir mi?

. Bu tür etkenliklerin yalnızca "oyalama"ya hizmet ettiği iddiası - halkı oyalamak veya eğlendirmek, işin en acı olanıdır.

. Yüzeysel olaylar, sıradan ve özü olmayan sembolik gösterişler, etkenlikler yoluyla odak noktasının “acil sorunlardan” uzaklaştırıldığı “manipülatif” bir niyet anlamına gelir.

. Bu ise anlamlı kamu söylemini ve hesap verebilirliği engeller, halkın uyanık ve akıllı olabilirliğine katkısı olmaz.

. Aslında halkın, endişelerinin görmezden gelindiğini veya önemsizleştirildiğini algıladığında, bu kurumlara, derneklere ve liderlere olan güveninin önemli ölçüde aşınması gerekir.

. Halk arasında alaycılığı, ilgisizliği ve sonuçta hayal kırıklığını besleyebilir ve gerçek girişimler ortaya çıktığında bile destek toplamayı zorlaştırır.

. “Hesap verebilirlik” ve gerçek eylem çağrısı çok önemlidir ve kitle örgütleri bu yönde görev almalıdır.

. Kamuoyunun, nüfuz sahibi pozisyonlardaki kişilerin, yalnızca “dikkat dağıtmak” yerine, ülkenin zorluklarını anlama ve çözme konusunda etken olarak yer almaları gerektiği kavranmalıdır.

. Kitle örgütlerinin, derneklerin “ülke sorunlarına” yönelik çalışmaları yerine “halkı oyalayacak” etkinliklerde bulunmaları toplumsal “sorumluluktan kaçmaktır”.

. Temelde , kitle örgütleri ve dernekler, bir ülkenin gerçek sorunlarına odaklanmak yerine, yalnızca kamuoyunun dikkatini dağıtan faaliyetlerde bulunduklarında, toplumsal sorumluluklarından kaçındıkları anlaşılır.

. Kitle örgütleri, dernekler ve diğer sivil toplum grupları genellikle toplumsal gereksinimleri ele almak, belirli davaları savunmak veya nüfusun belirli kesimlerinin “çıkarlarını” temsil etmek gibi belirli bir “amaçla” ortaya çıkarlar.

. Varlıklarının “kendisi” tipik olarak “topluma ve ulusa” olumlu katkıda bulunma arzusuna dayanır.

. Bunun yerine "dikkat dağıtan etkinlikleri” (halkı oyalayacak etkinlikler) seçtiklerinde, bu temel yetkiden bir sapma olduğunu görürüz.

"Dikkat Dağıtıcı Etkenlikler" Neleri Kapsar?

. Eğlence ve halkla ilişkiler amaçlı, acil sorunlara yönelik “hiçbir bağlantısı olmayan” etkinliklere ev sahipliği yapmak...

. Büyük laflar etmek veya gözle görülür ama sonuçta etkisiz, elle tutulur bir değişime yol açmayan eylemlerde bulunmak...

. Büyük sistemsel sorunları “görmezden” gelirken, dikkati küçük konulara çekmek...

. Halkı gerçekten etkileyen zor veya politik açıdan hassas konulardan, belki de popülerliğini korumak veya çatışmadan “kaçınmak” için uzak durmak.

. Sorumluluktan Kaçmanın Sonuçları

. Bu kuruluşlar “sosyal sorumluluklarını” yerine getirmediklerinde çeşitli olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilir:

- Kamuoyunun, bu kuruluşların çıkarlarını gerçekten temsil etme veya değişim için savunuculuk yapma yeteneklerine veya isteklerine olan inancını kaybetmesi mümkündür.

- Sivil toplumun aktif katılımı olmadan kritik konular ele alınmayabilir ve bu da sorunların daha da kötüleşmesine yol açabilir.

- Değişimin aracı olması gereken kuruluşlar “pasif” ve “dikkat dağıtıcı” duruma gelirse, bu farkında olmadan “statükodan faydalananları” güçlendirebilir, iktidara yarar sağlar.

- Bu örgütler genellikle yurttaşları harekete geçirmede kritik öneme sahiptir; ama bunların dikkatleri dağılırsa, “sorunları çözmek” için “toplu eylem potansiyeli” önemli ölçüde azalır.

. Bu yazım ile aslında hem bir “eleştiri” yapıyor isem de bu kuruluşların toplumsal sorunlara amaç odaklı “etkileşimlerine öncelik” vermeleri için açık bir “çağrı”dır.

. Halk da bu yönde istemlerde ve eleştirilerde bulunmalıdır.

. Değerlerinin yalnızca “halkı eğlendirmek” veya “meşgul etmek” değil, bir ülkenin karşılaştığı “zorlukların çözümlerine” etken olarak “katkıda” bulunmak olduğunu vurgulamak istiyorum.

. Böylesine kuruluşların hangi tür toplumsal sorunlara odaklanması gerektiğini düşünüyoruz, düşünmeliyiz?

. Demokrasinin en “gerçek ve çağcıl” biçimi ile işlemesi için insanların, bizlerin “eleştirel düşünme” ve “sorgulamalarda” bulunmayı geliştirmesi ve “kullanması” gerekir.

. Bilinçli ve toplumsal sorumluluk taşıyan yurttaşlara olan gereksinim son derece açıktır.

. Kendimizi bu yöne doğru “aktarmalı” ve “geliştirmeliyiz”.

. Ülkenin ve toplumun geleceği hepimizi “doğrudan” ilgilendirir.

. Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 2025.06.21, Mff.

. (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazım)


NEYİMİZ KALIR?

.    KAYBEDERSEK NEYİMİZ KALIR?

 

A) ZEYTİNLİKLERİMİZİ KAYBEDERSEK NEYİMİZ KALIR?

Bu söz, zeytinliklerimizin ne kadar hayati olduğunu vurgulayan çok güçlü ve etkili bir ifadedir.

-   Yalnızca bunu söylemek hiç yeter mi:

Aslında, bu tek cümleyle bile birçok şeyi anlatabilir ve derin bir mesaj verebilir.

Ancak, bazen bir mesajı daha da güçlendirmek veya farklı açılardan ele almak isteyebiliriz.

-  Bu durumda, bu tümcenin yanına şunları eklemek de faydalı olabilir:

-Ekonomik etkileri açıklamak:

Zeytinliklerin sadece doğa için değil, çiftçilerimiz ve genel olarak ülke ekonomisi için ne kadar önemli olduğunu belirtebilirsiniz.

 "Zeytinliklerimiz sadece ağaçlardan ibaret değil, yüz binlerce ailenin geçim kaynağıdır.

Onları kaybedersek, on binlerce kişi işsiz kalır, köylerimiz boşalır." gibi bir ifade kullanılabilir.

-Çevresel ve ekolojik önemi vurgulamak:

Zeytinliklerin biyoçeşitlilik, toprak sağlığı, iklim değişikliğiyle mücadele gibi konulardaki rolünü açıklayabilirsiniz.

"Zeytinlikler, toprağı koruyan, havayı temizleyen ve sayısız canlıya ev sahipliği yapan ekolojik bir hazinedir.

Onları kaybettiğimizde, sadece zeytin ağaçlarını değil, tüm bir ekosistemi kaybederiz." denilebilir.

-Kültürel ve tarihi bağa değinmek: Zeytinin ve zeytinliklerin Anadolu topraklarındaki binlerce yıllık köklü tarihini ve kültürel mirası temsil ettiğini belirtebilirsiniz. 

"Zeytinliklerimiz, binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan atalarımızın mirasıdır, kültürel kimliğimizin bir parçasıdır. Onları kaybedersek, köklerimizi, tarihimizi kaybederiz." gibi bir tümce eklenebilir.

Gelecek nesillere olan sorumluluğu hatırlatmak:

Zeytinlikleri korumanın sadece bugünün değil, gelecek nesillerin de hakkı olduğunu vurgulayabilirsiniz.

"Gelecek kuşaklara” bırakacağımız en değerli miraslardan biri olan zeytinlikleri korumak, hepimizin sorumluluğudur.

Onları yitirirsek “çocuklarımızın geleceğinden çalarız." denebilir.

.  SONUÇ OLARAK,

"ZEYTİNLİKLERİMİZİ KAYBEDERSEK NEYİMİZ KALIR?" tümcesi başlı başına güçlü bir haykırıştır.

Ancak, mesajı daha da derinleştirmek ve geniş kitlelere ulaştırmak isterseniz, çok daha geniş ek açıklamalarla desteklemeliyiz.

Bu, konunun farklı boyutlarını vurgulayarak insanların “daha geniş” bir perspektiften düşünmesini sağlayacaktır.

B) YER ALTI VE YER ÜSTÜ KAYNAKLARI HER ZAMAN ÇOK ÖNEMLİ VE DEĞERLİDİR.

Yetişmiş, sağlıklı ve iyi eğitilmiş akıllı ve insanlara sahip olmak da çok önemlidir.

Bir ülkenin gerçek gücü ve geleceği, sadece yer altı ve yer üstü doğal kaynaklarıyla değil, aynı zamanda hatta onlardan da öte, yetişmiş, sağlıklı, iyi eğitimli ve akıllı insan kaynaklarıyla belirlenir.

Bu iki unsur, birbirini tamamlayan ve bir ülkenin “sürdürülebilir kalkınması” için vazgeçilmez olan temel direklerdir.

C) DOĞAL KAYNAKLAR VE İNSAN KAYNAKLARININ ÖNEMİ

Doğal kaynaklar, bir ülkenin ekonomik potansiyeli için sağlam bir temel oluşturur. Madenler, tarım arazileri, su kaynakları, ormanlar ve iklim koşulları gibi unsurlar, üretim, ticaret ve enerji “bağımsızlığı” açısından kritik rol oynar.

Bu kaynaklar “doğru” yönetildiğinde, refah seviyesini yükseltebilir ve “dışa bağımlılığı” azaltabilir.

Ancak bu kaynakların değeri, onları işleyecek, geliştirecek ve katma değer yaratacak “insan gücü” olmadan sınırlıdır.

En zengin yer altı kaynaklarına sahip olsanız bile, bu kaynakları çıkaracak “mühendisler, işleyecek teknisyenler, pazarlayacak ekonomistler ve araştırıp yeni teknolojiler geliştirecek bilim insanları” yoksa, bu zenginlik atıl kalır.

Ç) İNSAN KAYNAĞININ ÇOK BOYUTLU DEĞERİ

Ekonomik Gelişim:

İyi eğitimli ve yetenekli insanlar, inovasyonu teşvik eder, yeni iş alanları yaratır, verimliliği artırır ve ekonomiyi canlandırır.

Nitelikli işgücü, yüksek teknolojili üretimden hizmet sektörüne kadar her alanda rekabet gücünü yükseltir.

Sosyal Refah:

Sağlıklı ve iyi eğitimli bireyler, daha bilinçli toplumsal kararlar alır, sivil topluma aktif katılır ve demokratik süreçleri güçlendirir. Bu da daha adil, kapsayıcı ve huzurlu bir toplumun temelini oluşturur.

Bilim ve Teknoloji:

Bilimsel araştırmalar ve teknolojik gelişmeler, çağımızda bir ülkenin ilerlemesinin itici gücüdür. Bu gelişmeler, ancak yüksek nitelikli bilim insanları, araştırmacılar ve mühendisler tarafından sağlanabilir.

Kültürel Zenginlik:

Eğitimli ve farkındalığı yüksek bireyler, kültürel mirası korur, sanat ve edebiyata değer verir, böylece ülkenin kültürel kimliğini ve uluslararası itibarını zenginleştirir.

Kriz Yönetimi ve Dayanıklılık:

Akıllı ve eğitimli bir nüfus, doğal afetlerden ekonomik krizlere kadar her türlü “zorlukla başa çıkma” ve bunlardan “ders çıkarma” konusunda daha donanımlıdır.

Sonuç olarak

bir ülkenin doğal zenginlikleri ne kadar fazla olursa olsun, eğer bu zenginlikleri doğru kullanacak, yeni değerler katacak ve geleceğe taşıyacak insan sermayesine yatırım yapmıyorsa, uzun vadeli ve sürdürülebilir bir başarıdan bahsetmek mümkün değildir.

Asıl kıymetli olan, doğal kaynakları akıl ve bilgiyle yoğurarak geleceği inşa eden insanlardır.

Bilinçli, uyanık, akıllı ve analitik düşünebilen yurtsever insanlar bizim için en değerli varlıklardır.

Ülkemizi ve toplumu, tüm değerlerimizi koruyacak ve savunacak olanlar bu insanlar olacaktır.

D) BAŞKA DEĞERLER DE VARDIR.

KAYBEDERSEK NEYİMİZ KALIR dediğimizde en değerli olan ve asla yitirmemiz gereken başka değerler de vardır.

Ülkenin bağımsızlığı ve özgürlüğü... bir üniter ulus devlet olmak... gibi, çağcıl demokrasi, hukuk devleti... ulusal ekonomi...

"Kaybedersek neyimiz kalır?" sorusu, zeytinlikler ve insan kaynakları gibi “somut değerlerin” ötesinde, bir milletin varlığını ve “geleceğini” belirleyen temel direkleri de işaret eder.

Bunlar bir araya geldiğinde bir ülkeyi "ülke" yapan ve onu “ayakta” tutan “vazgeçilmez” unsurlardır:

E) ÜLKENİN VAROLUŞ TEMELLERİ: VAZGEÇİLMEZ DEĞERLER

.  Ülkenin sadece doğal kaynakları veya insan gücüyle değil, aynı zamanda sahip olduğu bu “soyut” ama bir o kadar da “yaşamsal değerlerle” ayakta durduğunu söylemek gerekir:

-Ülkenin Bağımsızlığı ve Özgürlüğü:

Bir ulusun kendi kaderini tayin etme, dış müdahalelerden uzak kalma ve kendi iç dinamikleriyle gelişme yeteneğidir.

Bağımsızlık olmadan hiçbir ilerleme kalıcı olamaz, hiçbir başarı gerçek anlamda bir millete ait olamaz.

Özgürlük ise bireylerin ve toplumun potansiyelini tam anlamıyla ortaya koyabilmesinin temelidir.

-Çağdaş Demokrasi:

Halkın kendi kendini yönetme ilkesine dayanan, hukukun üstünlüğünü ve bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına alan bir yönetim biçimidir.

Demokrasi, farklı seslerin duyulmasını, ortak akılla kararlar alınmasını ve toplumsal uzlaşının sağlanmasını mümkün kılar.

Çağdaş bir demokrasi, sadece seçimden ibaret olmayıp, şeffaflık, hesap verebilirlik ve katılımcılığı da içerir.

-Hukuk Devleti:

Kanunların egemen olduğu, herkesin kanun önünde eşit olduğu ve devletin eylemlerinin hukuka uygun olmak zorunda olduğu devlettir.

Hukuk devleti ilkesi, bireylerin can ve mal güvenliğini, adaleti ve toplumsal düzeni garanti altına alır.

Hukuk devleti olmadan, ne ekonomik istikrar ne de sosyal barış mümkündür.

-Ulusal Ekonomi:

Bir ülkenin kendi kendine yetebilme, üretim yapabilme, istihdam yaratabilme ve refahını artırabilme yeteneğidir.

Güçlü bir ulusal ekonomi, dışa bağımlılığı azaltır, krizlere karşı direnci artırır ve vatandaşların yaşam kalitesini yükseltir.

Ulusal kaynakların “verimli” kullanılması ve katma değerli üretim, “ulusal ekonominin” temelini oluşturur.

-Üniter Ulus Devlet Olmak:

Bir ülkenin toprak bütünlüğünü, milli birliğini ve tek bir devlet çatısı altında tek bir millet olarak var olma iradesini ifade eder.

Üniter yapı, ülkenin iç ve dış tehditlere karşı “daha güçlü” olmasını sağlar, ortak bir “kimlik ve aidiyet duygusu” oluşturur.

. ÖZETLE:

Bu değerlerin her biri, bir ülkenin yalnızca fiziksel sınırlarını değil, “ruhunu ve geleceğini” de şekillendirir.

§        Bunlardan herhangi birinin zayıflaması veya kaybedilmesi, o ülkenin varoluşsal bir krizle karşı karşıya kalması anlamına gelir.

§        Bu yüzden, tıpkı zeytinliklerimizi koruduğumuz gibi, bu temel değerleri de titizlikle korumak ve güçlendirmek hepimizin ortak sorumluluğudur.

§        Çok iyi ve dikkatlice düşünelim, sizce bu değerlerden herhangi biri diğerlerinden daha mı öncelikli olmalıdır?

§        Yoksa, hepsi bir bütün olarak mı ele alınmalıdır?

§        Bence kesinlikle her türlü değerimiz ve varlığımız bizim için çok önemlidir ve birbirini tamamlayan “güç ve birlik, dirlik” sağlayan varlıklarımızdır.

§        Bunlardan asla vaz geçemeyiz ve her an gerektiği yerde onları koruyup, savunuruz.

§        Bir ülke, bir toplum, bir ulus için ve de her bir birey için bugünün ve geleceğimizin varlık nedenleri bunlardır ve bunlar için mücadele de ederiz; etmeliyiz.

§        Evet, son yıllarda birçok toplumsal değerler üzerinde yapılan manipülasyonlar sonucu halk bir umursamazlık , değer bilmezlik durumuna düşüyor olsa bile yeni baştan, “kitlesel” olarak uyanmak ve aklımızı kullanıp, kendimize, ülkemize, varlıklarımıza “sahip çıkmak”, onları korumak zorundayız.

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 2025.06.22, Mff.

.     (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazım)


AMASYA GENELGESİ

 . AMASYA GENELGESİ

. Amasya Genelgesi, Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlangıcında, 22 Haziran 1919 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları tarafından yayımlanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini atan ilk kuruluş belgesidir.

. Amasya Genelgesi, içeriği ve önemi nedir?

. Bugün Amasya Genelgesi’nden neler anlamalıyız?

A) AMASYA GENELGESİ'NİN İÇERİĞİ VE ÖNEMİ

Amasya Genelgesi, Türk milletinin kaderini değiştiren kritik maddeleri içeriyordu:

-Vatanın Bütünlüğü ve Milletin Bağımsızlığı Tehlikededir:

Genelge, ülkenin işgal altında olduğunu ve milletin varlığının tehdit altında olduğunu açıkça belirtiyordu.

-İstanbul Hükümeti Sorumluluğunu Yerine Getirememektedir:

Osmanlı Hükümeti'nin işgallere karşı aciz kaldığı ve milleti yok saydığı vurgulanıyordu. Bu, ilk kez İstanbul Hükümeti'nin fiilen yok sayılması anlamına geliyordu.

-Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azim ve Kararı Kurtaracaktır: Bu madde, genelgenin en temel ve devrimci nitelikteki maddesidir. Kurtuluş Savaşı'nın gerekçesi, amacı ve yöntemi bu cümleyle belirlenmiş, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu fikri ilk kez dile getirilmiştir. Bu, milli egemenliğe dayalı bir devlet anlayışının ilk adımıdır.

-Milletin Durumunu ve Haklarını Duyurmak İçin Millî Bir Heyetin Varlığı Zaruridir:

Bu madde, Temsil Heyeti'nin (sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin) kurulması fikrinin ilk kez ortaya atıldığı yerdir.

Anadolu'nun En Güvenilir Yeri Olan Sivas'ta Milli Bir Kongre Toplanacaktır: Milli mücadeleyi örgütlemek ve tek elden yönetmek amacıyla Sivas Kongresi'nin toplanma kararı alınmıştır. Ayrıca Doğu illeri adına Erzurum'da bir kongre toplanması da kararlaştırılmıştır.

Askeri ve İdari Teşkilatlanma Devam Edecek, Silah ve Mühimmat Elden Çıkarılmayacaktır:

İşgalcilere karşı direnişin devam edeceği ve askeri gücün korunacağı belirtilmiştir.

B) AMASYA GENELGESİ'NİN ÖNEMİ:

-Milli Egemenliğin İlanı:

İlk kez padişahlık ve halifelik yerine milli egemenlik fikri vurgulanmıştır.

Bu, gelecekteki “cumhuriyetin habercisi” niteliğindedir.

-Kurtuluş Savaşı'nın Yol Haritası:

Kurtuluş Savaşı'nın gerekçesi (vatanın tehlikede olması, İstanbul Hükümeti'nin acizliği), amacı (milletin bağımsızlığını kurtarmak) ve yöntemi (milletin azim ve kararıyla, milli bir heyetle kongreler aracılığıyla) belirlenmiştir.

-Milleti Topyekûn Direnişe Çağrı:

Türk milleti, hem İstanbul Hükümeti'ne hem de işgalci güçlere karşı direnişe çağrılmıştır. Bu çağrı ile manda ve himaye düşüncesi reddedilmiş, millet ve milliyetçilik düşüncesi öne çıkmıştır.

-Örgütlenmenin Başlangıcı:

Milli mücadele hareketini “kişisel çabalardan” çıkararak “millete” mal eden ve “örgütlü” bir yapıya kavuşturan ilk adımdır.

C) BUGÜN AMASYA GENELGESİ'den NELER ANLAMALIYIZ?

Amaya Genelgesi'nin bugün için taşıdığı anlam ve dersler şunlardır:

-Egemenlik Milletindir:

"Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" ilkesi, demokrasinin ve milli iradenin en temel taşıdır.

Bugün de her türlü karar alma sürecinde milletin iradesinin esas alınması gerektiği vurgulanır.

-Bağımsızlık ve Onur:

Genelge, Türk milletinin “tam bağımsızlık” idealinden asla vazgeçemeyeceğini göstermiştir.

Bu, ulusal çıkarları koruma, “dış müdahalelere karşı” durma ve kendi kaderini tayin etme hakkının önemini hatırlatır.

-Zor Zamanlarda Birlik ve Azim:

Ülkenin en zor zamanlarında dahi umutsuzluğa kapılmadan, milletin topyekûn kenetlenerek büyük işler başarabileceğini gösterir.

Bugün de karşılaşılan her türlü zorlukta birlik, beraberlik ve kararlılıkla hareket etmenin gücünü anımsatır.

-Liderlik ve Öngörü:

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün o günkü koşullarda gösterdiği “liderlik, cesaret -ve ileri görüşlülük”, bugün de her alanda vizyon sahibi liderlere duyulan gereksinimi gösterir.

-Demokratik Katılım ve Örgütlenme:

Genelge, “milli bir heyetin” kurulması ve kongrelerin toplanması çağrısıyla, halkın kendi kaderini belirleme sürecine “etken katılımının” ve “örgütlü hareket” etmenin önemini ortaya koymuştur.

. Bugün de sivil toplumun, demokratik kurumların ve halkın katılımının güçlü olması gerektiği anlaşılmalıdır.

. Amasya Genelgesi, sadece tarihimizdeki önemli bir dönüm noktası değil, aynı zamanda ulusal iradeye, bağımsızlığa ve birleşme ruhuna dair “evrensel bir manifestodur”.

. Bugün de bu değerleri yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak hepimizin sorumluluğundadır.

. Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 2025.06.22, Mff.

. (Araştırma ve değerlendirme yazım)