- HUKUK "ANLAŞILMAZSA..."
·
Devletin kendisinde ve oluşumunda birçok öğe vardır
ve de her devlet ayni özelliklere sahip değildir.
·
Bizim devletimizin ne olduğu, nasıl olması
gerektiği bağlayıcı bir biçimde anayasada belirtilmiştir.
·
Anayasanın en temel ilkesi ise devletin bir “sosyal
devlet” olduğu ve de bir “hukuk devleti” olduğu yönündedir.
·
Ülke içindeki devletin görev alanı altında bulunan
toplum ve bireyler hem anayasaya uymak ve de anayasanın kendilerine sağladığı
“hak ve özgürlükleri” kullanabilmek durumundadır.
·
En başta “milli ve temel” eğitim ile verilmesi
gereken “yurttaşlık bilgileri” ile, kültürel ilişkiler ve değerler ağı ile
yurttaşlar bir bilinç kazanır ve bununla da haklarına sahip çıkabilirler.
·
Eğer, her türlü yol ve yöntem, araç kullanılarak
toplum içerisinde var olması gereken değerler yozlaştırılırsa ve de temel
algılamalar üzerinde oyunlar oynatılırsa birçok alanda sarsıntılar ve
bilinçsizlikler, belirsizlikler yaşanacaktır.
·
Temel hak, adalet ve hukuk anlayışı her gün
karşılaşılan uygulamalar ve olaylar ile sarsıldıkça toplumsal kabul edilirlik
de sarsıntı geçirir ve ilkesizlikler başlar.
·
Her alanda belirli ve belirleyici olan yasalar
ucundan, köşesinden artık uygulanmazsa ve de bu durum birçok alanda kendisini
gösterir ise ne olur?
- “Hukuka inanış”, “devlete güven” ve “adalet
duygusu” büyük sarsıntı geçirir.
·
Bu durumu her an ve her yerde gözlemleyip yaşayan
bireyler nasıl bir tepki gösterir?
·
Bireyler bu durum karşısında ne yapabilir, ne
yapmalıdır?
·
İşte tam bu noktada ülkenin genel yapısı ve düzeyi
ne durumdadır diye bakmak gerekir.
·
Çağdaş ve uygar, gelişmiş bir toplum ise onun
bireyleri her türlü olumsuzluklara karşı “yasalara uymak” durumunda olumlu
tepki göstererek ve belki de “örgütlenerek” olumsuzlukların giderilmesi yönünde
tepkide bulunur.
·
Ama toplumsal değerler “yozlaşmış” ise, devletin
gücü ve yapısallığı bozulmuş, ülkedeki sorunlar “çözümlenemez” duruma gelmiş
ise, iktidarlar yönetemez ve devletten, toplumdan yana siyasetler üretemez
duruma gelmişse, bireyler tamamen olumsuzluğa ve kanıksama dönemine girer ve
hiçbir düzeltmenin “olmayacağına” inanmaya başlar.
·
İşte bu olumsuz toplumsal yapılanmalarda, iflas
eşiğine gelinme anlarında bireyler hukuka olan inançlarını, hukukun üstünlüğüne
güvenmek gerektiğini yitirirler ve ne hak aramaya girişirler ne de hukuk dışı
davranışlara karşı gelirler.
·
Toplum artık her yönüyle ve her yandan bireylerde
bir “boş vermişlik” duygusu yaratmıştır.
·
Günlük yaşamda kuralların, hak ve hukukun
uygulanması gereken yerlerde, hiç kimse üzerine düşeni yapmamakta ve bunu da
açıkça savunmakta ise ve buna rağmen bir uyarı bir ceza almıyor ise bu durum
yayılır ve genel bir ölçü durumuna gelir.
·
Örneğin en basit ama çok da yaşamsal bir kural:
Motosiklet sürücüsü başına koruyucu bir başlık takmak zorundadır; takmadığı
durumda ise cezası vardır ve bunu da polis memurları denetler.
·
Ama yollarda çok yoğun bir motosiklet akımı vardır
ve düzenli ve doğru bir başlık takan sayısı ise çok azdır ve de ne bir denetim
ve yaptırım uygulanmaktadır.
·
Böylelikle bu örnekte olduğu gibi en küçükten
büyüğüne değin tüm hukuksal yaptırımlar, uygulamalar var olmalarına rağmen
gerçek yaşamda zamanla ciddiye alınmamakta ve hukuk tanımadan yaşamaya devam
edilebilmektedir.
·
Ne bir kovuşturmaya, ne de bir cezaya uğramama
durumu yaygınlaştıkça da hukuk artık anlaşılmaz ve kabul edilmez bir duruma
gelir.
·
Halk duyarsızlaşır ve özensiz, bilinçsiz olur ve
sorumluluk taşımadan yaşamaya alışır.
·
Hak araması gereken yerde hakkını aramaz olmaya
başlar.
·
Bilinçli ve sorumlu bir yurttaş olarak üzerine
gitmesi gereken hukuksuz olaylara ve davranışlara tepki vermez ve daha
“yaşanılabilir bir toplum” istemlerinden vaz bile geçmeye başlar.
·
Devlete ve adalet sistemine, hukuka olan güvenini
yitirir, karşı koyma, tepki verme girişimlerinden uzaklaşır.
·
Bu durum iktidarın çok işine gelir ve karşı
koymayan, hak aramayan hukuk bilincini yitirmiş kitleleri çok iyi
yönetebileceğini bildiği için bu yönde planlamalar yapar, sanki meydanı boş
bırakır…
·
Herkes bu durumu görmektedir ve kanıksamıştır
artık…
·
İnsanların hukuka inancı kalmamıştır.
·
Birey artık mücadeleci olmanın bir şeyleri
değiştirmeyeceğine inanmıştır, ne karşı durur, ne de mücadeleci olur.
·
"Sosyal hukuk devleti kavramı, anlamı nedir,
koşulları ilkeleri nelerdir", diye düşünemeyen, bunları bilmeyen,
anlayamayan bir toplum oluşturulmuştur.
·
Bu ise aslında tam da “egemen ve yönetici” güçlerin
istediği, planladığı durumdur.
·
Böylelikle de her şeyi tam da “kendi istedikleri”
gibi yapıp, yönetip, uygulayabiliyorlar.
·
Bilinçsiz, öz güvenini yitirmiş, enerjisi tükenmiş,
yorulmuş, dertlerine çare bulunacağından ümidini kesmiş bir toplum “yaratmak”
için yıllardır uygulanan toplum mühendislikleri, algı operasyonları çok büyük
başarılar elde etmiş demektir.
·
İstediklerini verip, istediklerini alabilen,
istedikleri gibi yönetebilen, söz sahibi olacakları, yönetici olabilecekleri
kendilerinin seçip, yerleştirdiği, gündemi belirleyebilen, basın-yayınına yön
verebilen, ekonominin ve ulusal değerlerin kendi ellerinde tutulduğu “egemen
güçler” artık çok başarılı olduklarını rahatça görebilir.
·
Halk ne olacak, halkın durumu ne zaman düzelecek,
nasıl düzelecek… türünden sorular ise artık çok geç kalmıştır.
·
Özgür iradesine sahip çıkamamış, eleştiremeyen,
sorgulayamayan, beşeri aklını geliştirememiş, çözüm odaklı düşünemeyen,
donanımsız, bilgisiz ve mücadele ruhunu yitirmiş bireyler, kitleler olduğu
sürece de ülke üzerindeki planlanmış ve uygulanmakta olan operasyonel
programlara karşı çıkabilmek çok güçtür.
·
Günlük olaylar ise hep devam edecektir:
·
Partiler arası yakınlaşmalar, uzaklaşmalar,
ittifaklar bir olacak, bir bitecektir.
·
Siyasi parti içindeki tartışmalar, örgütsel ve
kişisel çekişmeler yeni gündemlerle, yeni gerçeklerle ortaya çıkacaktır.
·
İç çekişmeler, çıkar ilişki kavgaları,
ilkesizlikler ve de kişiler üzerinde yoğunlaşan konuşmalar, tartışmalar
ortalığa yayılacaktır.
·
İlkelerine ve kuruluş temelindeki “vizyonuna” sahip
çıkamayan, içten “ele geçirilmeye” çalışılan ve de artık “yeni liberal”
ideolojilerin sözü geçmeye başlayan, düne değin “umut taşıyan” parti kendi
özüne dönemeyecek ve belki de üç yeni parti olarak “dizayn” edilecektir.
·
Asıl “ana sorun”, temeldeki sorun, çatlaklar ise
hiç konu edilmeden öylece orada duracaktır.
·
Devlete, ulusa sahip çıkabilecek ne bir önder, ne
de “kurtuluş ruhuna” sahip olup, “mücadele” verebilecek, derleyip,
toparlayabilecek bir siyasi kuruluş görülmemektedir.
·
Ülkenin ve halkın bu tür değerleri ve gücü geçen
zaman içerisinde tüketilmiştir.
·
Evet, umut gereklidir, ümidimizi yitirmemeliyiz;
diyebiliriz, ama bu son gelinen noktaya çok da gerçekçi bakmalıyız.
- Artık bir Mustafa Kemal Atatürk gelmeyecektir.
·
Onun yetiştirdiği kişiler kalmamıştır, temelini
attığı kuruluşlara son verilmiştir, gösterdiği hedeflere ve temel ilkelere
karşı oluşan “karşı devrimcilik” her yanı sarmıştır.
·
Millet ülkesini ve değerlerini, bütünlüğü
savunabilecek duyarlılığı ve bilinci yitirmiş duruma gelmiştir.
·
İçine düşülmüş olan tehlikenin ve yok olma, iflas
etme durumuna ne denli yaklaşıldığının hiç ayırdında değilmiş gibi
yaşamaktadır.
·
İlk yüzyıl sonunda gelinen bu duruma son
verebilmekten yana olan “sağ duyulu” yurttaşlar, devletine ve ulusuna sahip
çıkmak isteyen bireyler var ise onlar hiç “zaman yitirmeden” Atatürk’ü
tanımalı, incelemeli, okumalı ve de üzerinde gerçekten anlayabilmek için,
öğrenip, kavrayabilmek için düşünebilmelidir ki böylelikle yeni ve tepkisel
davranışlara girebilsinler.
·
Karamsar olmamak, ümidi yitirmemek, boş verip,
gülüp geçmemek için hepimize gelişmiş bir akıl, sağ duyu ve sağlık diliyorum…
. Öğretmen
Gönen ÇIBIKCI, 13.08.2023