14 Ağustos 2018 Salı

ÇOCUKLUK ANILARIM - IV

ÇOCUKLUK ANILARIM - IV

- TİRE ve TİRELİ OLMAK -

Kız sanat enstitüsü köşede güzel bir yapı idi, bakımlı, koca ağaçları olan loş bir bahçesi vardı. Ortasında küçük taşların yapıştırılarak yapıldığı sanki vazo gibi heykelimsi bir süs vardı; içinden suların fışkırdığı bir fiskiye idi...

O dört yol ağzından sola döndüğünüzde hükümete doğru giderken sağda top sahası vardı, sonraları stadyum adı verilen, kocaman duvarlarla çevrili...

İş Bankası’ndan yukarıya çıkıldığında, ayni sırada, küçük bir dükkan, bir tahmis vardı, taze kahve kavururdu.

Tire’nin birçok yerinde halkın taze kavrulmuş kahve aldığı küçük tahmis dükkanları vardı. Bunlardan biri de Yıldız meydanına bakan Hikmet Özkul’un idi sanırım, hem de TOTO bayii...

Ara sokaktan ise Kurtuluş ilkokuluna gidilirdi.

Okulun karşısında evin altında bir dişçi muayenehanesi, Dişci Ali, Nihat’ın babası...

Anılar neleri getiriyor düşündükçe...

Bir büyük zenginlik demiştim ya çocukluğunda böyle bir ortamda yaşamış olmak, insanları tanımış olmak.

Bir yerlerin, birilerinin seni bilip tanıdığını hissetmek, birilerini, birçok insanı tanımak, onların varlıklarını ve gücünü hissetmek ve de ortak bir tarihe sahip olmak...

Ne güzel değil mi?

Ne dersiniz?

Sokakta görürdük:

Bir mutluluk ve tatlı dil, zerafet bütünü bir yüce ruh Hamide Hanım, taa nerelerde otururdu, en uzak tepe mahallelerde, yaya iner çıkardı iki büklüm...

Her yere girerdi, devlet dairelerine, esnafa, tüccara..

Ama hep bir Hanım Efendi edası taşırdı.

Hamide Hanım'ın yaşam öyküsünü bilenler vardı, anlatırlardı…

Dükkan koşumuz muhasebeci Şerif Kayalı’nın oğlu Ali amcası Nazım ağabey ile birlikte tesisatçı dükkanı açtı sonraları. 

Matbaacı Süheyl yanı başımızda idi, Süheyl Karagözler.

Aynı sırada gazeteci Mehmet Kurşaklıoğlu, hem matbaacı idi, hem de gazete çıkarırdı, bir de oğlunu anımsıyorum, Ender Can.

O sırada ayakkabıcı İrfan ağabey, onun alt köşesinde Bülent’in babası rahmetli tek tekçi Osman amcanın dükkanı, arada da avukatlık bürosu Adnan Berk.

Karşı sırada bakkal ve bir avukat bürosu...

Yanlarında köşede Bedri ağabeyin Kardeşler eczanesi...

Alt köşede ise, garaja doğru bakan köşe binanın alt katında Tire’ye sonradan gelip yerleşen leblebici Hasan ağabey ve oğlu vardı... (Sanırım adı Ali Rıza idi...)

Binanın üst katlarında o zaman vergi dairesi mi vardı?

Sonraları orayı belediye zabıtası kullandı sanıyorum.

Bir de o katta gömlekçi dükkanı hemen solda...

En üst katta da ’’lokal’’ vardı, öğretmenler lokali, balkonu da mı vardı sanki....

Kağıt falan oynandığını görüp de hiç hoşlanmadığımı anımsıyorum.

İş Bankası'nın altındaki meydandan şiş köftecilere baktığımda üst kattaki lokantacı Ratıp’ın, dükkanını görürdüm, ama içine hiç girmedim.

Bir de Gökçen lokantası vardı Yıldız meydanına yakın, köşe bir yerde, bahçeli, önündeki meydanın adı hasır pazarı idi....

Tahtakale caddesine girince köşede bakkal İmamişi bizim ev sahibimizdi, kır bir eşeği vardı.

Yan tarafında Tacettin Kıvanç’ın mağazası...

Cumhuriyet ilkokulu karşısında Ali Ülker’lerin evi vardı.

Köşesinde de Naci Kardeşler konfeksiyon...

Bir karşı köşe ise sonraları Ahmet Ergenli mağazası oldu.

Bir de çok daha eskiden bir turşucu dükkanı var hafızamda…

Yeri de eskiden Gümüşpala caddesinde sınıf arkadaşım Hüseyin Çapkınoğlu’nun dükkanının olduğu yerde idi sanırım.

Kunduracılar çarşısı uzun ve loş olurdu.

Ayakkabıcılar çarşısında babamın arkadaşları vardı.

Hepsi de çok saygın ve efendi idiler, esnaflığı bilirlerdi.

Kunduracı Mehmet Gülcü hafiften kibar bir gülüş ile, nazikçe, geriye doğru çekilir gibi bir duruşu ile müşterisinin ayakkabı seçimini izlerdi.

Kendine özgü bir nezaket ile size hizmet etmeye hazırdı. malları güzel seçilmiş ve tam kentli tarzında olurdu, azıcık pahalı gibi gelse de ödemeye hazır olurdunuz.

Allah rahmet eylesin.

Şimdileri oğlu babasının işini yapıyormuş bir başka dükkanda, Kunduracı Hüseyin Güngören.

Kunduracı Boyacıoğlu vardı ayakkabıcılar çarşısında, babamın arkadaşı olan…

Oğlanları sonraları dedelerinin işine girişip, peynirci oldular, işlerini büyüttüler.

Oğlu Cahit Boyacıoğulları-Ömür markasını yarattı.

Tahtakale çarşısı ve ara sokakları hep bir gizemlilik ve zenginlikti benim için.

Ne kadar çok çeşitli dükkanlar vardı, kimisi alıp satan, kimisi kendi üreten...

Küçücük dükkanlar yan yana...

Bir de hanlar vardı arka planda, kapalı ve kimsenin görmediği, sanki onları cezalandırmışlar gibi gelirdi bana...

Deri tüccarı Savranoğulları’nın dükkanının karşısında Hoca’nın ufak bir ıvır zıvır dükkanı vardı, tesbih, çakı, el feneri v. b. satardı.

O dükkanın altında ise boya satan bir mağaza olacaktı, kızı benim orta okuldan sınıf arkadaşım, Kurtuluş ilkokulunun karşısında idi evleri...

O meydanda koca bir ağaç ve altında tulumbalı bir çeşme anımsıyorum.

Altta da yine altında anahtarcı dükkanı olan bir küçük cami vardı.

Terziler, manifaturacılar, tuhafiyeciler, kuyumcular, oyuncakçılar yan yana sıralanmış iyi komşulardı hep, öyle kavga falan olmazdı, bağırıp çağırmak çok ayıplanırdı.

Saygılı bir dayanışma ve birliktelik vardı.

Hemen, hemen hepsi birbirlerini çok eski yıllardan tanırlardı.

Annemin büyük ağabeyi dayım rahmetli Muharrem Sezgin de eskiden terzi imiş Tahtakale’de.

Bir de fotoğrafı var bende şu an elimde ama ben o dükkanı bilmiyorum.

Dayım rahmetli daha sonraları sarraflık işine girmiş, kendi dükkanını açmış.

Büyük oğlu da rahmetli Fikret ağabey de sarraftı, köşede idi dükkanı, Rezzan abla ile evliydi, Hilmi'nin ablası ile..

Dayımın ortanca oğlu Hikmet ağabey mühendis oldu ve Karşıyaka’da yaşıyor.

Küçük oğlu sevgili Nedret ağabey ise Tire’de lise öğretmenliği yapmış, şimdilerde ise emekli, eşi benim orta okuldan sınıf arkadaşım Güler...

Fikret ağabeyin dükkanının yanında değil miydi sınıf arkadaşım Benal’in babasının kunduracı dükkanı? 

Yalgın kundura idi adı, bilen var mı?

Annemin babası dedem Süleyman Sezgin’i ben pek anımsamıyorum ama söylenildiğine göre Cumhuriyet İlkokulunun arka sokağından sağa aşağıya doğru inildiğinde onun bir kömürcü dükkanı varmış, rahmetlinin...

Taa Selanik'lerden kaçarak, sıkıntılarla gelmişler Türkiye’ye çoluk çocuk.

Annem İznik’te doğmuş.

Çok sevdiğim büyük teyzem rahmetli Fevziye Kıvanç, 104 yaşında Allah’ın rahmetine kavuştu.

O çok güzel anlatırdı her bir şeyleri, o günleri sanki o anı yaşarcasına...

Ben çok dinlemek isterdim teyzemi, daha çok dinlemek..

Hep içimde kaldı...

İstasyon caddesi de o zamanlar ’’yeni’’ bir Tire’nin doğuş habercisi idi aslında...

Geniş bir cadde ve sağlı sollu yeni evler, iki ya da üç katlı.

Fevziye teyzemlerin, Zihni Kıvançların evi de, Muharrem dayımın evi de İstasyon caddesinde idi. 

Teyzemlerin evinin arkası bahçeler idi, tarla falan vardı arada.

Üst ev ise demokrat parti milletvekili Sadık Giz'e aitti sanırım.

Bir köşk havasını taşırdı, güzel bir bina idi…

İstasyon caddesinde fırıncı bir aile vardı evleri olan o sırada yine...

Bir ara biz de istasyona doğru olan sağ sırada bir evde oturduk, kiracı olarak.

Ev sahibi Rıfkı Kıvanç’ın annesi idi sanırım.

Pek çıkaramıyorum, ama böyle bir sezi var içimde.

Adı Ülfet olabilir, Ülfet Hala…

Yeni yapı olarak en son aklımda kalan Mehmet Uğurbil’lerin evi ve öte köşede doktor Hadi Bey’in evi var.

Teyzemlerden yukarıya doğru bisikletçi Ali’nin dükkanına doğru ilerlerken sağda güzel bir evde Seha Gidel otururdu, ressam ve öğretmen, eşi Jale Hanım ve bir de kızları...

Karşılarına ise madenciler, sanırım o zamanlar dört katlı bir apartman yaptılar.

Sulhi Başaran ve kardeşi, ikisi de babacığımın müşterisi idi, Tire Linyit Madenleri onlarındı, Selçuk yolunda...

Vakur ve güzel bir duruşları vardı, güzel konuşurlardı.

Madencilerin evinin yanında bulunan bina Tarım Kredi Kooperatifi binası idi, levhasını anımsıyorum.

Orta parka doğru ilerlediğinizde ise sol köşede postane binasını görürdünüz, lojmanıyla birlikte.

O dönem posta müdürünün bir kızı vardı benim yaşlarımda, bir de oğlu...

Binaların önünde bahçeleri ve de bir küçük süs havuzu aklımda.

Sağa doğru yoldan ilerlediğinizde, yol daire olarak döner ve yazlık ŞEHİR sinemasının önüne getirirdi sizi.

O sinemaya TİRE’nin sahip çıkamaması üzücüdür benim için.

Yanındaki uzun ve o zamanlara göre iyi bir şehircilik olan yol, orta okul caddesi, de sağlı sollu yeni evlerle dolmuştu.

Tanınmış ailelerin evleri vardı.

Sağda köşede içinde çok büyük bir çitlembik ağacı olan büyük bir arsa vardı çocukluğumda.

Bir ara satılık imiş o arsa, babacığım ilgi duymuş.

Almaya kalkmış ama içinde, ağacın altında bir ‘’yatır var’’ demişler ona.

Babacığım gitmiş müftüye akıl danışmış.

O da "madem için pek huzurlu olmayacak, vaz geç almaktan" demiş.

Ve arsa alınmamış.

Belki de babacığımın alacağı tek mülk o olacaktı.

Tabii sonraları oraları hep doldu, taştı, apartmanlar yükseldi.

O arsanın olduğu sırada sınıf arkadaşım Ali’lerin evi vardı, babası posta dağıtım memuru idi.

Ali sessiz, kibar ve ince bir çocuktu.

Orta okul sınıf hatırası çektirmişler başlarında orta okul şapkalarıyla, o da orada var.

Benim elimde fotoğrafların hiç biri yok gibi....

Uzun çarşıdan yukarıda sağ köşede idi Saffet Çapkınoğlu’nun dükkanı, silah falan satardı, sınıf arkadaşım Hüseyin’in de amcası idi.

Bir dönem o köşe binanın üst katında oturduk kirada, sanırım 1960 yılı idi.

Karşıda ise züccaciyeci Halis vardı, onların evi de bizim eski kiracı olarak oturduğumuz İmamişi’nin evine yakındı… 

Onların evi Mesut Tokatlı’ların evlerinin yakınlarında idi sanırım. 

Terziler hamamına yakındı.

Züccaciyeci Halis'in oğlu şimdilerde sarraf dükkanı işletiyor, gittiğimde bir "merhaba" diyorum.

Uzun çarşı denilince yorgancılar renk, renk yorganlar, desenler akla gelmeli...

Az üstlerinde birkaç bakırcı dükkanı vardı, yanlarında da saatçı Filiz....

Zaten Filizler birkaç kardeş hep saatçilik yaparlardı.

Esnaf denilince aklımıza iyi ahlaklı, dinden tasavvuftan anlayan, müziğe ilgi duyan, ailesine düşkün, kanaatkar ve tutumlu, güvenilir insanlar gelirdi.

Ne kadar çok esnaf, ne kadar çok meslek çeşidi vardı TİRE’de...

Bazıları ise günümüzde yok olmak üzere...

.   Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 

07.06.2017, Çarşamba,

= DEVAMI VAR==

 (XIl. Düzenleme)



ÇOCUKLUK ANILARIM - III

ÇOCUKLUK ANILARIM - III

TİRE ve TİRELİ OLMAK  -

Tire’nin çingeneleri de vardır, koca bir mahalle içerisinde birlikte yaşayan….

Biz ROMAN falan bilmezdik eskiden, çingeneye de ’’cingen’’ derdik, TİRE ağzıyla...

Aklımda kalan İş Bankası'nın karşısında Ali Akoğlu’nun dükkanının hemen solunda ayakkabı boyacıları vardı, iki kişi idiler ve akrabaydılar.

Onlar o zamanlar pek genç sayılmadı, babam ayakkabılarını onlara boyatırdı.

Çingene olan bu boyacılar ağır başlı efendi kimselerdi.

Bir de Ali vardı, "Cingen Ali", uzun boylu, yakışıklı, ağır eşya hamalı idi, buzdolaplarını falan çıkarabilirdi üst katlara.

Benim aklımda kalan saygın ve sakin bir kişilik idi...

Sonraları kullanılmış eşyalar sattı İş Bankası’nın altındaki meydanda, bir de oğlu vardı yanında...

Orta okul caddesi ve Hükümet Konağı çevresi ise bazen çok renkli gösterilere sahne olurdu.

Çingeneler kendi aralarında kavga ederlerdi ve her iki taraf da karakola şikayete gelirdi, hem de yolda kavga ede ede...

Onun için bir deyim vardı "cingenin kavga ettiği zaman" diye. 

Kendi mahallelerinde el işleri yaparlardı, kalaycılık, süpürge işi gibi...

Tabii bir de zurnacılar, kemancılar vardı mahalleden sanatçı…

Kapı önlerinde otururlardı, kilim üstünde akşam üzerileri ve çekirdek çitlerdiler.

Kendi kahveleri vardı, önünde otururdu hep erkekleri...

Ada yolu da mahallenin içinden geçerdi…

Bir sürü araba her gün hiç durmamacısına....

Ama cingenler hiç de şikayetçi bile olmazlardı, umursamazlardı.

Kına gecelerinde kadın kadına eğlenirlerken çalgıcılar da gelirdi katılırdılar eğlenceye.

Bazı akşamlar sokaklarda fener alayları yapılırdı.

Karpuzları oyup içine mum koyduğumuzu anımsıyorum.

Bir de tüm halkı heyecanlandıran dilekler tutulan kırlara çıkılıp, oralarda yemekler yenilen bir gün: Hıdırellez! Sultan Nevruz...

Güneş daha doğmadan kalkıp dileklerini kağıda yazman gerekirdi.

Bir de ne istiyorsan onun bir "maketini" falan yapabilirdin.

Dilek kağıtlarını derelere atmak iyi olurdu.

Yukarı mahallelerde evden eve akarak açıkta gelen bir su vardı.

Hep temiz tutulurdu ve korunurdu.

Zaten Tire’nin içme suyu şebekesinin örgün olarak tüm kente dağıtılması da öyle çok eski değildir.

"Kargazlı" mahallesinde tuvaletler bahçede olurdu ve altlarında kuyuları vardı, içme suyunu meydandaki tulumbadan alırlardı komşular evlerine....

Urgancı idi çoğu aile, rahmetli dedem Mustafa Çıbıkcı ve amcam İbrahim Çıbıkcı da evde urgan işlerlerdi.

Bir de harım vardı şimdiki koca mezarlığa komşu, oraya gider çarklarını kurar ve urgan eğirirlerdi. 

’’Tire urganı’’ çok beğenilen ünlü bir ürün idi zamanında....

O mahallenin çocukları sanayide çalışmaya giderlerdi, işlerini severlerdi, demircilik falan öğrendiler.

Dedemlerin sokağına doğru girecek iken önce sağda berber Hüseyin amcaların evi vardı, oğlu Mehmet ağabey Balıkesir’de okudu öğretmen oldu, kızları Mübeccel abla Nazım Kayalı ile evlendi.

Sola doğru dedemlere ilerlerken bir daire yapardı yol, ortasında küçük bir cami, mahalle camisi...

Hatırlayan var mı?

Deve besleyen bir aileyi de anımsıyorum.

Kargazlı'nın uzun yolunun üzerinde İstiklal İlkokulu’ndan gelip, dedemlerin sokağının girişine yaklaştığınızda sağda idi o ev; koca kapılı bir deve odası vardı.

Sanırım tülü deve beslerlerdi, güreşlere gidecek, nam salacak...

Çocukken hep çarşıda idim, babamın, rahmetli Berber Gani Çıbıkcı'nın yanında idim boş zamanlarımda.

Hal binası ve çevresinde, Tahtakale'de, çarşıda her bir yeri bilirdim.

Çok şeyler öğrendim, ilk kişiliğimi oralarda geliştirdim...

Esnaflığı usta-çırak ilişkisini gözlemledim öğrendim.

Bu deneyimler ve birikimler bana hep yol gösterdi, beni güçlü tuttu.

Babacığımın müşterileri hep Tire’nin saygın ve tanınmış kişileri olurdu, güzel ahlaklıydılar hepsi de... 

Mehmet Uğurbil, Emin Derman, Ayhan Gülcüoğlu, eczacı Bedri Kardeşler, Halil’in babası avukat Kemal Bey, Ahmet Ergenli, Faik Yorgancı, Ahmet Görgülü, Ahmet Sezen, Fikret Namlı, daha önceleri babası Sami Namlı, Fahri Bilgin, Ahmet Kaya, memurlar, hekimler, avukatlar, manifaturacılar, tüccarlar, sanayiciler...

Çoğu rahmetli olup, ayrıldılar aramızdan, anıları bizlere armağan kaldı.

Çok şey öğrenmişim onlardan, davranış ve tutumlarından, konuşmalarından, terbiyeli ve olgun insanlardı hep...

Dükkanımızda ne bir küfür ne de bir dedikodu olurdu....

Ne güzel günlerdi...

Ben çıraklık yaptığımda müşteri tıraş olduktan sonra elimdeki fırça ile sırtını omuzunu fırçalardım, saç kalmasın diye…

Onlar da bana bahşiş verirlerdi, genelde 25 kuruş.

Zaten saygın ve görgülü insanlardı müşterimizin hepsi de...

Tire çarşısı saymakla bitmeyecek esnafla, güzel insanlarla dolu idi her zaman.

Dürüst, adil, kişilikli, güler yüzlü, dost insanlardı hep...

Tüm aileler çarşıdaki esnafı iyi tanırdı.

Ailenin bir parçası gibiydiler.

Sır saklardılar, halden anlardılar, güzel ahlaklı insanlardı.

Allah'ın rahmetine kavuşanlara dua edelim.

Yaşayanlara da güzel bir ömür dileyelim. 

TİRE'yi yaşanılacak bir şehir yapanlar, mutlu insanlar, şehri yapanlar hep onlardı...

Bıçakçılar, terziler, berberler, manifaturacılar, anahtarcılar, saat tamircileri, ayakkabı tamircileri, tenekeciler, kendi dükkanlarında ekmek paralarını çıkarırlar, aile geçindirirlerdi, çocuk okuturlardı, bir alın teri bir mucize olur çıkardı.

Tire benim çocukluğumda yazları pek mi bir sıcaktı?

Benim burnum kanardı sıcakta, kılcal damarlarım hassasmış, sıcağa dayanamıyormuş.

Rahmetli babacığım bana bir mantar şapka almıştı, onu takardım.

Şimdilerde o şapka bulunur mu bilmiyorum.

Çarşıda, özellikle de Tahtakale'de esnaf beni görünce ’’Ne o Gönen, aslan avlamaya mı gidiyon? diye takılırdı.

Babacığımla benim başımda o şapka ile bir fotoğrafımız var hükümetin önünde çekilmiş.

Tahtakale esnafının her birini tanıdım, alışverişler yaptım hem kendimize, hem de komşularımıza...

Kumaş boyası, Ören bayan çorap, iğne iplik... 

Çarşıyı, esnafları tanıdım, çocuk yaşımda hep alışverişler yaptım.

Kitaplar aldım Adnan Yıldırım'dan, kumaşlar aldım Ahmet ERGENLİ'den...

Tahtakale'de Atilla’ların manfaturacı dükkanları, iki kardeş Çallılar...

Rıza’ların dükkanı, Murat’ların dükkanı, rahmetli dayımın oğlu Fikret Sezgin’in dükkanı, Şişikoğlu’lar, Çapkınoğlu mağazası, Rıfkı Kıvanç’ın dükkanı, bir de pastane vardı köşede, az ileride kuyu kebapcı Babaoğlu, onun yanında lokumcu kardeşler, az üstlerinde İsmail Tokatlı bakkal dükkanı, onların karşısında kasap ve altında bir kahvehane...      

Ve yukarıya doğru bir kaç adım sonra, cami, Yeni cami...

Daha da yukarıya çıktığınızda Ali Efe Hanı karşınıza çıkar. (1525 yılında, Kanuni'nin defterdarlarından Abdüsselam Efendi tarafından vakfedilmiş.)

Yolun sağında ise Kuşçular kahvesi vardı o zamanlar.

Bir alt sokakta ise o küçük cami kaybolmuş gibi idi... 

Gazazhane caddesi üzerinde yer alan cami, Hacı Sinanoğlu Kemal tarafından 15. yüzyılda yaptırılmış.

Eski kazzazlar (ipekçiler) çarşısında yer alması nedeniyle Gazazhane Cami olarak adlandırılmış.

Belli saatlerde şambalici, poğaçacı dolaşırdı dükkanların önünden, , esnaf beklerdi onları.

Bir de mevsimine göre sübye, rahmetli Demo hem üretken hem de sosyal bir kişilikti…

Kuşadası’na ilk günü birlik otobüs turu düzenleyen de o idi.

Sporla iç içe idi...

Ben TİRE’den Kuşadası’nı ilk keşfeden gençlerin başında gelirim.

O zaman adı ÖMER KAMP olan Ömer tatil köyünde 3 yaz çadır kurdum.

Tire’den ilk Kuşadası’na gelişim ise ailemle birlikte yapılan bir gezi, yıl 1951. 

Babamla bir anı fotoğrafım var.

CUMHURİYET İlkokulu’muzun hemen altında kırtasiyeci Adnan Yıldırım’ın müşterisi idim.

Daha sonraları İş Bankası’nın altındaki dükkanından da kitap alırdım hep, Varlık yayınlarının küçük kitaplarını, Hayvanlar AlemiKaşifler Alemi, İnsanlar Alemi gibi kitaplar bugün de aklımda (Faik Sabri Duran).

O meydana bakan kırtasiyeci Ali Ulvi amcayı anımsarım hep, Ali Ulvi Selek...

Altında da küçük bir berber dükkanı vardı...

Tulum peynirlerimizi alırken çamur peynir de almak isterdim, Gashane camiinin karşısında baba oğul bir ailenin dükkanları vardı,...

Gazetemizi de gider gazeteci baba-oğuldan alırdım babama.

Karşı komşumuz fırıncı Arif idi.

Yahudi eczacıyı ve eczanesini anımsıyorum, klasik dolaplarıyla...

Karşı sırasında eniştem Singer bayii Zihni Kıvanç ve loş dükkanı aklımda hala.

Altında da bir terzi vardı, bayan dikişi de yapardı. 

Ahmet Delikanlı’yı ve küçücük dükkanını anımsıyorum, pulcu Adnan’ın hemen karşısında... 

Pulcu Adnan’ın köşesinden sola döndüğünüzde baba oğul birlikte çalışan Yanyalı’ların dükkanı vardı; Yanyalı futbol oynardı…

Pulcu Adnan’ın oğlu Kenzi ağabey idi; çarşıda bir zamanlar bir butik açmıştı.

Tuhafiyeci Hurşit İçelli, Çapkınoğlu, saatci Filiz’ler, yorgancılar, berber Şahap Özen, eczacı Bedri Kardeşler, terziler, lokumcular, ayakkabıcılar, keçeciler, köfteciler, garajda İsmail Elibol, makineci Ahmet Baş, Aydın’ın babası foto Cafer Sümer, oğlu Aydın ağabey, İş Bankasının karşısında uncu Fehmi, daha sonraları Bülent Bebe, Bülent Üney, hep tatlı dillidir... aklıma ilk anda gelenler...

Foto Salih Topuz sınıf arkadaşım Endercan’ın babası idi, dükkanları Ticaret Odası’nın altında iki basamakla çıkılan bir yerde bulunmaktaydı.

Kışlık Şehir Sineması'ndan sağa dönüp aşağıya doğru ilerlediğinizde sol köşedeki Ticaret Odası’nından sonraki binanın altında bir "şapka" imalatçısı vardı.

Şapkaları tahta kalıplar üzerinde şekillendirir ve sıcak buhar kullanırdı, küçük bir dükkandı, şimdilerde kaldı mı bilemiyorum…

Rahmetli babacığım da yaşamı boyunca hep fötr şapka kullandı, son dönemlerde yazlık şapkalar da çıkmıştı, ondan da aldı kullandı.

O zamanlar çok sade ama şık giyindi babacığım; asil bir duruşuyla tertemiz gömlekli ve hep kravatlı idi…

Tire halkı rahmetli babamı sever ve sayardı, o da herkese karşı kibar ve saygılı idi…

Çok temiz bir ahlakı vardı, ilkeli ve dürüst, güvenilir bir insandı.

Benim en büyük övünç kaynağım ve örnek aldığım kişi oldu babam…

.  Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 

07.06.2017, Çarşamba,

= DEVAMI VAR==

 (XlI. Düzenleme)

ÇOCUKLUK anılarım II.

- ÇOCUKLUK ANILARIM - II.
  TİRE ve TİRELİ OLMAK -
Yıllar ötesinden bu yana aklıma gelenleri bir saysam...
Hepsi gelse aklıma çok daha mı zengin olurum gibi geliyor bana...
Az az da olsa toplamalıyım dağarcığımdakileri yavaş yavaş...
Anımsadıkça yenilerini bu yazıma eklemelerini yapacağım.
Anılarımın paylaşılmasını istiyorum, ortak duyguları, ortak anıları yeniden yeşertmek, diriltmek istiyorum.
Biliyorum iyi niyetle ve sıcak duygularla yazdıklarımda birçok TİRELİ kendinden de iyi bir şeyler bulacak.
Çocukluğumdaki evimiz o zamanlar CUMHURİYET ilkokulunun arkasındaki sokağın ilerisinde idi, mektep caddesi....
Yola bakan yüksek bir duvarı vardı geniş kapısı ile bir avluya inilirdi önce.
Solda  mutfak vardı.
Ev tek katlı idi, avlunun sağında.
Sanırım iki oda bir holdü.
Altında ise karanlık ve alçak tavanlı bir bodrum...
Ev sahibimiz Tahtakale'de bakkaldı, köşe dükkanda…
Yanında çalışanları vardı. 
Evden dükkana o kır eşeği ile gider, gelirdi diye anımsıyorum. 
"İmamişi" idi adı, hacı ya da hafız diye de anılırdı.
Biraz sert mi görünürdü?
Evleri tam köşe idi, miralayın evi ile karşılıklıydı...
Komşularımız çok iyi insanlardı.
Veteriner rahmetli Hurşit ağabeyler tam karşımızda  idiler.
Annesi benim ’’komşu teyzem’’ idi, Huriye Teyze…
Evleri gözümün önünde, alt kattaki giriş odasında ninemiz kalırdı, beyaz yaşmaklı ve kalın gözlüklü...
Kızları Serpil ablam Savran'lara gelin gitti...
Çocukluğum ablası Serpil ablam idi.
Onu bir ablam gibi sevdiğimi hissettim hep.
Çok erken mi evlendi, gitti, bir daha hiç göremedim.
Eşi çok erken vefat etmişti.
Ama hep aklımda oldu, Serpil Abla’m, onu kimselere de soramadım.
Onunla tekrar görüşmeyi ise öyle çok isterdim ki....
Bu mayısın bir gününde duydum öldüğünü, içim burkuldu.
Allah rahmet eylesin.
Rahmetli Hurşit ağabey ile de Çanakkale'de askeriyede birlikte idik.
Veteriner olmuştu… Bana bir ağabey idi.
Daha sonra Tire Belediyesi Veterineri olduğunda kendisini ziyaret etmiştim.
Alt komşumuz Refik Afyonlu ailesi idi, evlerine iki basamakla çıkılırdı.
Büyük kızları Mürüvvet ablanın adı kulağıma çok yakın.
Sanki onun bir nişan, çeyiz töreni mi vardı aklıma gelen...
Salonlarında bir kocaman sarkaçlı saat vardı.
Arka bahçeleri gözümün önüne geldi şimdi.
Ortanca oğlanları şu an Almanya’da diş hekimi Saim ağabey ile bir yolculukta uçakta karşılaşmıştık; güzel bir sohbet oldu diye o tadı unutmadım hala...
Bu yazdıklarımı okumasını çok isterdim.
Kardeşi Faik ile bir yaz çok sohbetler edip, dolaştığımı anımsıyor.
Onun aklına gelir mi bilemiyorum....
Görüşmeyeli koca bir ömür oldu....
Bir alt evde de şimdilerin doktoru sevgili Tuncer Yılmaz’ların evi vardı.
Babaları rahmetli İsmet öğretmen, anneleri de rahmetli Hacer Hanım teyze, bir de ablası Gülay ve Kemal ağabey, (veteriner profesör oldu)...
Bir alt evde ise Fazilet’ler otururlardı.
Bir gün avcılar kahvesinin oradan koşa koşa eve gelen Fazilet yolda düşünce elindeki gazoz şişesi yaralamıştı onu... 
Fazilet öğretmen olmuş diye duydum, sarışın güzel bir kızdı...
Onların evlerinin karşısında yavru konak gibi olan ev TOPRAK ailesine aitti.
Ramiz Toprak, Semra Toprak...
Onları tekrar bulmak da bir ayrı zenginlik benim için.
Evimizin karşı köşesinde ise ’’Miralayın evi’’ vardı bir köşk gibi idi; kalın bahçe duvarları vardı ama evde kimse yaşamıyor gibi idi.
Şimdiler o konak onarılıp başka bir ad almış.
Bir bakıcıları vardı, sonradan evlendi çoluk çocuğa kavuştu, adı Emsal idi.
Eşi Tire’ye ilk ayçiçeğini tanıtandır.
Orta okul önünde falan çekirdek satardı arabasında ve de bağırırdı:
-’’Almaa! Bak! Biyo bak, almaaaa! diye...
Lakabı ’’Gazcı’’ idi.
Miralayın evlerinin öte sokağında karşı evde semerci bir amca vardı.
Yine bizim sokağın devamında yukarıda terzi Hulusi Ayaksız
Oğlu Haluk sınıf arkadaşımdı, ağabeyi de bir dönem Adnan Yıldırım’ın yanında çalıştı.
Onların yanlarındaki evde Kalfaoğlu Terziler hamamının sahipleri vardı, oğlanları Erkal ağabey okudu ve veteriner oldu.
Daha alt sokaklarda ise Atilla Çallıoğlu’ların evi vardı.
Tahtakale Meydanı’nda manifaturacı dükkanları vardı babasının.
Kız kardeşi Benal söz yazarı olmuş şimdilerde, yeni duydum.
Onların karşı köşesindeki evde ise ‘’yeni zenginler’’ denilen bir aile olduğunu duyardım ama kendilerini anımsamıyorum.
Cumhuriyet okulunun arka sokağında küçük çocuğunun peşinde ona mama yedirmeye çalışan Yahudi Ester Hanım vardı…
Bizim alt sokağımıza o zamanlar Nihat Koç’lar taşınmıştı, babasının kahvesi vardı, Yıldız meydanında.
Nihat okumuş ve başarılı bir iş adamı olmuş.
Beni hatırlar mı bilmiyorum.
Arka sokağımızda ise bir fırın mahalleye hizmet ederdi.
Ayva zamanında pişmiş ayva satılırdı.
Oradan garaja doğru inen yola devam ettiğinizde sağda öğretmen Çuhadaroğlu’nun evi vardı, kızı bizim sınıfta idi.
Bir üstlerinde kapısında tokmaklı demir döküm el olan bir "Yahudi" ailesinin evi vardı. 
Sahibi Tahtakale meydanında tezgahında, pazarda iğne iplik satardı …
Hain çocukların akşamları ip bağlayıp kapı tokmağını çaldırdıklarını anımsıyorum.
Daha aşağıya inerseniz solda Emin’lerin evi vardı, babası sonra belediye başkanı olmuştu.
Emin Kurtoğlu avukat olmuş.
Onların üst ara sokağında İsa diye bir arkadaşı anımsıyorum.
Daha da aşağıya indiğinizde ise Yanık Konağa giden sokağı geçtiğinizde koca bir kapısı olan bir bahçe duvarı sizi karşılardı.
Orası bir Yahudi Havrası idi.
Şu günlerde orada bir küçük camii var sanırım.
Tire’de bir Yahudi Mezarlığı olduğunu duydum ama nerededir, ne durumdadır bilmiyorum.
Eğer varsa, Tire Belediyesi’nin koruması altına alınmasında çok büyük bir yarar vardır.
Çünkü bir anlamda dünya kültür mirasıdır, sahip çıkılmalı itina ile tanıtımı yapılmalıdır.
Evet o zamanlar çok Yahudi ailesi vardı Tire’de taa İspanya’lardan göç edip Tire’ye yerleşmiş. 
Bundan 500 yıl öncesinde İspanya’daki soy kırımından kaçıp gelmişler, Osmanlı Devleti onlara kapılarını açmış.
Onlar da Türk halkıyla hem kaynaşmışlar, hem de kendi kültürlerini ve dinlerini yaşatmışlardır. Çoğu ticarete atılmıştır.
Benim tanıdığım eczacı Sami olarak bilinen Sami Beja (Günel) onlardan biridir.
Onun da öldüğünü okudum, Allah rahmet eylesin.
Tire çok kültürlülüğü hiç de bir çatışma-sürtüşme olmadan yaşatmış bir huzur kentidir.
Bu övünülecek bir özelliktir.
İçinde BEKTAŞİLER de vardı, sünniler de, aleviler de, yahudiler de...
Zaman zaman Balkanlardan gelen göçmenler de yerleşmişlerdir.
Karadeniz'den, doğu Anadolu’dan gelen ve kendilerine yeni yurt edinenler de hep huzur ve refah kenti olan Tire’ye sahiplenmişlerdir.
İş yerleri açmışlar ve hayatın içinde olmuşlardır.
Bence ilk "çekirdek çitlemeyi" de Yahudiler adet ettiler.
Çekirdek denilince aklınıza o eski yerli karpuzların çekirdeği gelsin iri ve sert...
Önce çekirdekler güzelce yıkanırdı, sonra da hafifçe tuzlanır ve kavrulurdu.
Ara sokaklarda, mahalle içinde kadınlar akşam üzeri kapı önünde oturur sohbet ederken çekirdekleri de önlerinde olurdu.
Sonraları bir de kavun çekirdeği girdi araya. 
Kabak çekirdeği ise biraz pahalıya gelirdi ve her zaman bulunmazdı.
Ama ne zaman ki ayçiçeği yayıldı Trakya’dan memlekete artık o dönemler bitti, leblebiciler kabak ve ayçiçeği çekirdeklerini kavurup satmaya başladılar.
Bizim dükkan komşusu leblebici Hasan ağabeyin çekirdekleri çok güzeldi.
Küçük büfeler başladı sağa sola yayılmaya fındık, fıstık, çerez satılmaya başlandı her yerde. Postanenin üstünde Tekel’e doğru giderken o büfenin çerezlerini beğenirdi rahmetli babacığım.
Zaman ilerledi ve bir de tostçuluk çıktı ara sokakta, aman bir tutuldu tostları...
Turşu dilimli, salçalı, sucuklu tostlar....
Ve dünya nasıl yaratıldı ise Tire’liler de tostçular sokağını yarattı sanki, sağlı, sollu büfeler...
Üst taraftaki havuzun öyküsü ise çok daha eskiye dayanır.
Top sahasının yanındaki o bahçelik yere havuz, yüzme havuzu yapmak fikri kime aittir bilmiyorum. İlk yapılışını anımsıyorum.
Avrupa kentleri gibi olsun diye düşünülmüş belli ki.
Karşılıklı demir merdivenler konuldu suyun içine.
Su ise insan boyundan yüksek…
Halk, geçler pek meraklandılar sevdiler önceleri pek çok.
Ama gel gelelim yüzme bilen kaç kişi var o zamanlar, deniz yok, denize giden yok. 
Güzelim çocuklar suda pek sevinçli idiler, çok sevdiler havuzu...
Ne üzücüdür ki boğulanlar olmuş.
Yüzme havuzu yerinde kaldı ama yüzme olayı bitirildi.
Yerine park geldi, yeşillikler arasında, yanında bir de binası vardı, çay ocağıyla...
Akşam üzeri başlardı aileler akın, akın gelmeye, masalar dolardı. 
Fiskiyeler sularını göklere fışkırtırdı o sıcak yaz akşamlarında, hava serinlerdi, sohbetler koyulaşırdı.
Kahvenin üzerindeki kat bir "kulüp" gibiydi sanki, maçları izlerlerdi meraklıları orada. 
Adı şimdilerde Atatürk parkı olmuş.
Bir ara havuzlu  park olarak da adlandırılmış.
Tire için bir güzellik olmuş.
. Öğretmen Gönen Çıbıkcı
07.06.2017, Çarşamba,
= DEVAMI VAR==
(XlI. Düzenleme)