ÇOCUKLUK ANILARIM - IV
- TİRE ve TİRELİ
OLMAK -
Kız sanat enstitüsü köşede güzel bir yapı idi, bakımlı, koca ağaçları olan loş
bir bahçesi vardı. Ortasında küçük taşların yapıştırılarak yapıldığı sanki vazo
gibi heykelimsi bir süs vardı; içinden suların fışkırdığı bir fiskiye idi...
O dört yol ağzından sola döndüğünüzde hükümete doğru giderken
sağda top sahası vardı, sonraları stadyum adı verilen, kocaman duvarlarla
çevrili...
İş Bankası’ndan yukarıya çıkıldığında, ayni sırada, küçük bir dükkan, bir tahmis vardı, taze kahve
kavururdu.
Tire’nin birçok yerinde halkın taze kavrulmuş kahve aldığı küçük
tahmis dükkanları vardı. Bunlardan biri de Yıldız meydanına bakan Hikmet Özkul’un idi sanırım,
hem de TOTO bayii...
Ara sokaktan ise Kurtuluş ilkokuluna gidilirdi.
Okulun karşısında evin altında bir dişçi muayenehanesi, Dişci Ali, Nihat’ın
babası...
Anılar neleri getiriyor düşündükçe...
Bir büyük zenginlik demiştim ya çocukluğunda böyle bir ortamda
yaşamış olmak, insanları tanımış olmak.
Bir yerlerin, birilerinin seni bilip tanıdığını hissetmek,
birilerini, birçok insanı tanımak, onların varlıklarını ve gücünü hissetmek ve
de ortak bir tarihe sahip olmak...
Ne güzel değil mi?
Ne dersiniz?
Sokakta görürdük:
Bir mutluluk ve tatlı dil, zerafet bütünü bir yüce ruh Hamide Hanım, taa nerelerde
otururdu, en uzak tepe mahallelerde, yaya iner çıkardı iki büklüm...
Her yere girerdi, devlet dairelerine, esnafa, tüccara..
Ama hep bir Hanım Efendi edası taşırdı.
Hamide Hanım'ın yaşam öyküsünü bilenler vardı, anlatırlardı…
Dükkan koşumuz muhasebeci Şerif Kayalı’nın oğlu Ali
amcası Nazım ağabey ile birlikte tesisatçı dükkanı açtı sonraları.
Matbaacı Süheyl yanı başımızda idi, Süheyl Karagözler.
Aynı sırada gazeteci Mehmet Kurşaklıoğlu, hem matbaacı idi, hem de gazete çıkarırdı, bir de oğlunu
anımsıyorum, Ender Can.
O sırada ayakkabıcı İrfan ağabey, onun alt köşesinde Bülent’in babası rahmetli tek tekçi Osman amcanın
dükkanı, arada da avukatlık bürosu Adnan Berk.
Karşı sırada bakkal ve bir avukat bürosu...
Yanlarında köşede Bedri ağabeyin Kardeşler
eczanesi...
Alt köşede ise, garaja doğru bakan köşe binanın alt katında Tire’ye
sonradan gelip yerleşen leblebici Hasan ağabey ve oğlu vardı... (Sanırım adı Ali Rıza idi...)
Binanın üst katlarında o zaman vergi dairesi mi vardı?
Sonraları orayı belediye zabıtası kullandı sanıyorum.
Bir de o katta gömlekçi dükkanı hemen solda...
En üst katta da ’’lokal’’ vardı, öğretmenler lokali, balkonu da mı
vardı sanki....
Kağıt falan oynandığını görüp de hiç hoşlanmadığımı anımsıyorum.
İş Bankası'nın altındaki meydandan şiş köftecilere baktığımda üst
kattaki lokantacı Ratıp’ın, dükkanını görürdüm, ama içine hiç girmedim.
Bir de Gökçen lokantası vardı Yıldız meydanına yakın,
köşe bir yerde, bahçeli, önündeki meydanın adı hasır pazarı idi....
Tahtakale caddesine girince köşede bakkal İmamişi bizim ev
sahibimizdi, kır bir eşeği vardı.
Yan tarafında Tacettin Kıvanç’ın mağazası...
Cumhuriyet ilkokulu karşısında Ali Ülker’lerin evi vardı.
Köşesinde de Naci Kardeşler konfeksiyon...
Bir karşı köşe ise sonraları Ahmet Ergenli mağazası
oldu.
Bir de çok daha eskiden bir turşucu dükkanı var hafızamda…
Yeri de eskiden Gümüşpala caddesinde sınıf arkadaşım Hüseyin Çapkınoğlu’nun dükkanının
olduğu yerde idi sanırım.
Kunduracılar çarşısı uzun ve loş olurdu.
Ayakkabıcılar çarşısında babamın arkadaşları vardı.
Hepsi de çok saygın ve efendi idiler, esnaflığı bilirlerdi.
Kunduracı Mehmet Gülcü hafiften kibar bir gülüş ile, nazikçe, geriye doğru çekilir
gibi bir duruşu ile müşterisinin ayakkabı seçimini izlerdi.
Kendine özgü bir nezaket ile size hizmet etmeye hazırdı. malları
güzel seçilmiş ve tam kentli tarzında olurdu, azıcık pahalı gibi gelse de
ödemeye hazır olurdunuz.
Allah rahmet eylesin.
Şimdileri oğlu babasının işini yapıyormuş bir başka dükkanda, Kunduracı
Hüseyin Güngören.
Kunduracı Boyacıoğlu vardı ayakkabıcılar çarşısında, babamın
arkadaşı olan…
Oğlanları sonraları dedelerinin işine girişip, peynirci oldular,
işlerini büyüttüler.
Oğlu Cahit Boyacıoğulları-Ömür markasını yarattı.
Tahtakale çarşısı ve ara sokakları hep bir gizemlilik ve zenginlikti benim
için.
Ne kadar çok çeşitli dükkanlar vardı, kimisi alıp satan, kimisi
kendi üreten...
Küçücük dükkanlar yan yana...
Bir de hanlar vardı arka planda, kapalı ve kimsenin görmediği,
sanki onları cezalandırmışlar gibi gelirdi bana...
Deri tüccarı Savranoğulları’nın dükkanının karşısında Hoca’nın ufak bir ıvır zıvır dükkanı
vardı, tesbih, çakı, el feneri v. b. satardı.
O dükkanın altında ise boya satan bir mağaza olacaktı, kızı benim
orta okuldan sınıf arkadaşım, Kurtuluş ilkokulunun karşısında idi evleri...
O meydanda koca bir ağaç ve altında tulumbalı bir çeşme anımsıyorum.
Altta da yine altında anahtarcı dükkanı olan bir küçük cami vardı.
Terziler, manifaturacılar, tuhafiyeciler, kuyumcular, oyuncakçılar
yan yana sıralanmış iyi komşulardı hep, öyle kavga falan olmazdı, bağırıp
çağırmak çok ayıplanırdı.
Saygılı bir dayanışma ve birliktelik vardı.
Hemen, hemen hepsi birbirlerini çok eski yıllardan tanırlardı.
Annemin büyük ağabeyi dayım rahmetli Muharrem Sezgin de eskiden
terzi imiş Tahtakale’de.
Bir de fotoğrafı var bende şu an elimde ama ben o dükkanı
bilmiyorum.
Dayım rahmetli daha sonraları sarraflık işine girmiş, kendi
dükkanını açmış.
Büyük oğlu da rahmetli Fikret ağabey de sarraftı, köşede idi dükkanı, Rezzan abla ile evliydi,
Hilmi'nin ablası ile..
Dayımın ortanca oğlu Hikmet ağabey mühendis oldu ve Karşıyaka’da
yaşıyor.
Küçük oğlu sevgili Nedret ağabey ise Tire’de lise öğretmenliği yapmış, şimdilerde ise emekli,
eşi benim orta okuldan sınıf arkadaşım Güler...
Fikret ağabeyin dükkanının yanında değil miydi sınıf
arkadaşım Benal’in babasının kunduracı dükkanı?
Yalgın kundura idi adı, bilen var mı?
Annemin babası dedem Süleyman Sezgin’i ben pek anımsamıyorum ama söylenildiğine göre Cumhuriyet
İlkokulunun arka sokağından sağa aşağıya doğru inildiğinde onun bir kömürcü
dükkanı varmış, rahmetlinin...
Taa Selanik'lerden kaçarak, sıkıntılarla gelmişler Türkiye’ye çoluk
çocuk.
Annem İznik’te doğmuş.
Çok sevdiğim büyük teyzem rahmetli Fevziye Kıvanç, 104 yaşında
Allah’ın rahmetine kavuştu.
O çok güzel anlatırdı her bir şeyleri, o günleri sanki o anı
yaşarcasına...
Ben çok dinlemek isterdim teyzemi, daha çok dinlemek..
Hep içimde kaldı...
İstasyon caddesi de o zamanlar ’’yeni’’ bir Tire’nin doğuş habercisi idi
aslında...
Geniş bir cadde ve sağlı sollu yeni evler, iki ya da üç katlı.
Fevziye teyzemlerin, Zihni Kıvançların evi de, Muharrem dayımın evi de İstasyon caddesinde idi.
Teyzemlerin evinin arkası bahçeler idi, tarla falan vardı arada.
Üst ev ise demokrat parti
milletvekili Sadık Giz'e aitti sanırım.
Bir köşk havasını
taşırdı, güzel bir bina idi…
İstasyon
caddesinde fırıncı bir aile vardı evleri olan o sırada yine...
Bir ara biz de istasyona doğru olan sağ sırada bir evde oturduk,
kiracı olarak.
Ev sahibi Rıfkı Kıvanç’ın annesi idi sanırım.
Pek çıkaramıyorum, ama böyle bir sezi var içimde.
Adı Ülfet olabilir, Ülfet Hala…
Yeni yapı olarak en son aklımda kalan Mehmet Uğurbil’lerin evi ve öte
köşede doktor Hadi Bey’in evi var.
Teyzemlerden yukarıya doğru bisikletçi Ali’nin dükkanına doğru
ilerlerken sağda güzel bir evde Seha Gidel otururdu, ressam ve öğretmen, eşi Jale Hanım ve bir de
kızları...
Karşılarına ise madenciler, sanırım o zamanlar dört katlı bir
apartman yaptılar.
Sulhi Başaran ve kardeşi, ikisi de babacığımın müşterisi idi, Tire Linyit Madenleri onlarındı, Selçuk yolunda...
Vakur ve güzel bir duruşları vardı, güzel konuşurlardı.
Madencilerin evinin yanında bulunan bina Tarım Kredi
Kooperatifi binası idi, levhasını anımsıyorum.
Orta parka doğru ilerlediğinizde ise sol köşede postane binasını
görürdünüz, lojmanıyla birlikte.
O dönem posta müdürünün bir kızı vardı benim yaşlarımda, bir de oğlu...
Binaların önünde bahçeleri ve de bir küçük süs havuzu aklımda.
Sağa doğru yoldan ilerlediğinizde, yol daire olarak döner ve yazlık ŞEHİR sinemasının önüne getirirdi sizi.
O sinemaya TİRE’nin sahip çıkamaması üzücüdür benim için.
Yanındaki uzun ve o zamanlara göre iyi bir şehircilik olan yol,
orta okul caddesi, de sağlı sollu yeni evlerle dolmuştu.
Tanınmış ailelerin evleri vardı.
Sağda köşede içinde çok büyük bir çitlembik ağacı olan büyük
bir arsa vardı çocukluğumda.
Bir ara satılık imiş o arsa, babacığım ilgi duymuş.
Almaya kalkmış ama içinde, ağacın altında bir ‘’yatır var’’ demişler
ona.
Babacığım gitmiş müftüye akıl danışmış.
O da "madem için pek huzurlu olmayacak, vaz geç almaktan"
demiş.
Ve arsa alınmamış.
Belki de babacığımın alacağı tek mülk o olacaktı.
Tabii sonraları oraları hep doldu, taştı, apartmanlar yükseldi.
O arsanın olduğu sırada sınıf arkadaşım Ali’lerin evi vardı,
babası posta dağıtım memuru idi.
Ali sessiz, kibar ve ince bir çocuktu.
Orta okul sınıf hatırası çektirmişler başlarında orta okul
şapkalarıyla, o da orada var.
Benim elimde fotoğrafların hiç biri yok gibi....
Uzun çarşıdan yukarıda sağ köşede idi Saffet Çapkınoğlu’nun dükkanı,
silah falan satardı, sınıf arkadaşım Hüseyin’in de amcası idi.
Bir dönem o köşe binanın üst katında oturduk kirada, sanırım 1960
yılı idi.
Karşıda ise züccaciyeci Halis vardı, onların evi de bizim eski kiracı olarak
oturduğumuz İmamişi’nin evine yakındı…
Onların evi Mesut Tokatlı’ların evlerinin yakınlarında idi sanırım.
Züccaciyeci Halis'in oğlu şimdilerde sarraf dükkanı işletiyor,
gittiğimde bir "merhaba" diyorum.
Uzun çarşı denilince yorgancılar renk, renk yorganlar, desenler akla gelmeli...
Az üstlerinde birkaç bakırcı dükkanı vardı, yanlarında da saatçı
Filiz....
Zaten Filizler birkaç kardeş hep saatçilik yaparlardı.
Esnaf denilince aklımıza iyi ahlaklı, dinden tasavvuftan anlayan,
müziğe ilgi duyan, ailesine düşkün, kanaatkar ve tutumlu, güvenilir insanlar
gelirdi.
Ne kadar çok esnaf, ne kadar çok meslek çeşidi vardı TİRE’de...
Bazıları ise günümüzde yok olmak üzere...
. Öğretmen Gönen
Çıbıkcı,
07.06.2017, Çarşamba,
= DEVAMI VAR==
(XIl. Düzenleme)