- BOL, BOL SOHBET EDİN DE...
Boş, boş oturup "boş ama tatlı
muhabbetler" yapmak üzerine bir "SOHBET" etsek, nasıl olur?
Bunu ilk duyduğumuzda hemen kızmak ve olumsuz algılamak çok doğal.
Biraz açarak konunun içerisine girebiliriz:
Ama yine de ilk adımda söyleyelim ki, "BOŞ OTURMAK VE
BOŞ SOHBETLER" pek de yararlı değildir ve çok da önerilmez...
Şimdi şöyle bir duralım ve yavaş, yavaş şu "SOHBET"
işini bir genişletelim:
Tanıdıklar, arkadaşlar kendi aralarında çok iyi anlaştıkları gibi çok da
sohbetler yaparlar.
Hemen, hemen her toplumda ve de belki de dünyanın her bir yanında var
olan bir durum bu aslında...
Birkaç kişi, ama çok tanıdık ve çok iyi anlaşan "arkadaşlar"
yazılı bir takvimi olmayan zamanlarda ve genelde de hep bildikleri
yerlerde bir araya gelirler.
Konuşmalarında kullandıkları "ortak bir dil" vardır.
Bu dil onların ortak kültürlerinin ve mensubu oldukları mahallenin
"ORTAK İLETİŞİM" dilidir.
Beden dili ve de bu kullanılan dil çok uyumlu bir beraberlik içindedir.
Nerede ne ve nasıl söylenilecek, vurgulamalar nasıl yapılacak, kim, kime
nasıl davranacak... hepsi hiç bir yerde yazılı olmamasına rağmen bellidir.
Yıllardır birlikte geçirilen zaman, paylaşılan ortak
"mekan"lar, herkesin birlikte tanıdığı kişiler... hep bellidir
ve kesin bilinir.
Herkesin kendine göre bir yeri, bir "düzeyi" vardır.
Bazen de durum bir "had" meselesidir:
"Haddini bileceksin" gibi çizgiler vardır, ne demek
istenildiği hemen anlaşılır!
“Yaşanılan yer, içinde bulunulan zaman, ortak çevre, ortaklaşa alınan
beğeniler "zevk"ler... “
“Müzik denilince anlaşılan ortak beğeniler, birlikte hemen "dile
getirilebilen" parçalar...”
"Vay be" diye başlanılan tümceler....”
"Ya neydi o?.. diye başlanılan “muhabbet açıcı” sorular....”
“Yılların getirdiği tanışıklıklar, ortak yaşanmışlıklar, ortak acılar ve
sevinçler... ile yoğrulmuş bir ortak kültür....”
Toplumsal ve ekonomik açıdan, toplumdaki basamaklardan, sınıflarda...
bakıldığında ise "temel yapı" hep ayni gibidir...
Bir ortak iletişim dili vardır kullandıkları bir de onları bir
arada tutan ortak geçmiş ve yaşanmışlıklar, ait oldukları çevre,
geldikleri yer...
Ayni mahallenin insanları olmak, ayni okulda okumak, askerliği
birlikte yapmak.... gibi yere bağlı ortaklıklar ve ortak dil, ortak
düşünce ve davranışlar bir ömür boyu sürer gider.
Coğrafi, yerel bileşkelerin dışında bir başka alan daha vardır ki, o da
“düşünsel, ideolojik, siyasi” bir ortak zeminde buluşmadır.
Bu mahallede yer alanlar birbirlerini "yüz yüze" tanımasalar
bile ortak tanıkları olan edebi, siyasi kişilikler, sanatçılar... onların
ortak kültürünü oluşturur.
Ne zaman ve nerede olurlarsa olsunlar bu "ayni mahallenin
çocukları” ortak frekanslarla iletişimlerini sağlayıp muhabbete
geçebilirler.
Öyle çok ciddi ve içerikli, derinlikli konular pek
onları AÇMAZ.
İlk girizgah bölümünden sonra ise ilk ciddiyet yerini daha sıcak ve de
azıcık GEVŞEK muhabbete bırakır.
Artık laf atmalar, şakalar, benzetmeler, birazcık dil uzatmalarla
"ortak" dil ve kültür kendini gösterir ve kişiler bundan hoşlanıp,
zevk alırlar.
İçlerinden birisi çıkıp da azıcık ciddi ve de üst çizgiden bir
bilimsellik falan sunmak istese, diğerlerinden birisi onu güzelce yumuşatıp,
tekrar kendi çizgilerine çeker.
Bu halle işi birliktelik, sohbet ve davranış, düşünme biçimi temelde bir
"sürü-kitle psikolojisi"ni de oluşturmuş olur....
Birbirlerini izlerler, örnek almalar, taklit etmeler hep o içinde
bulundukları çemberden kaynaklanır.
Dışarıdan birlerini de pek içlerine almazlar, onları kabullenmekte
zorlanırlar.
Olur ya birisi tesadüfen de olsa "mahalle"ye düşse, ilk
olarak ona mesafeli davranırlar, karşıdan gözlerler ve birazcık da sınava
sokarlar...
Ayni mahallenin çocukları artık bir tür "TARAFTAR" grubu
gibi olmuştur, birbirlerini korurlar ve gerekirse karşı tarafa
karşı müdafaaya geçerler. (partizanlık)
Bu genel durumun "dışında" kalan "bireycil"
yaşayanlar, bir mahallesi olmayanlar ise kendi kendilerini
yönlendirmiş olanlardır ve de çok daha özgür ve seçicidirler.
Kitle psikolojisi ve özellikleri ve bunu kullanma durumu ise son iki yüz
yıldır epey bilinmektedir.
Bu özelliklerin en çok bilerek kullanıldığı alanlar sinema, TV ve
sosyal medyadır.
Algı-zihin yönetimindeki en işe yarar yöntem de budur.
Film karelerini içerisine, konuşmaların arasına, giyim-kuşama, takılara
yerleştirilen "unsur"lar ile kitleleri etkileyip ortak bir çekim
yaratmak istenilir. Buna da SUBLİMİNAL etki (mesaj) denir.
- Kitle psikolojisi olarak tanımlanan, kitlelerin sosyal ve psikolojik
davranış ve tutum özellikleri, 19. yüzyılda, özellikle ünlü Fransız sosyal
bilimci Gustave Le Bon, Gabriel Tarde, Alman psikolojisi ekolünün öncülerinden
Sigmund Freud ve İngiliz psikolog William Mc Dougall tarafından
incelenmiş ve analiz edilmiştir.
- Bu yazarlar, toplumsal bir olay çerçevesinde cereyan eden kitle
hareketlerinin psikolojilerini incelemişler; farklı kültürel ve sosyal
değerlere sahip insanların bir olay çerçevesinde bir araya gelmeleri, kitle
içerisinde oluşan kolektif bilinç ve ortak ruh ile hareket etmeleri durumunun
KİTLE PSİKOLOJİSİ oluşturduğunu ifade etmişlerdir.
- Özellikle, Le Bon ve Freud'e göre, kitle psikolojisinin temel
özellikleri olan “ORTAK RUH”, “ortak bilinç”, “bilinçaltı” ile hareket etme
durumları, kitle hareketlerinin en önemli psikolojik özelliklerini oluşturan
değerler arasında yer almaktadır. """"
Boş muhabbet de yine böylesine bir kitlesel olgudur, bazen
üç beş kişi ile, bazen de çok daha geniş katılımlarla yerine
getirilir.
Yıllar geçse de, o "mahalle"den uzaklaşsalar da artık
"yepyeni bir insan oldum" da deseler, koca, koca
diplomaları bile olsa, yaşamlarında o "MAHALLELİ" olma durumu
hep etki yapmıştır.
Yeni bambaşka bir mahallenin insanı gibi davranabilmeleri çok kolay
OLMAZ.
Mahalle değiştirmek istenildiğinde ise kabul de GÖRMEZLER.
Bizim özel alanımızın içerisinde yer bulan boş “muhabbetlerden” çok
hoşlanmak, zevk almak durumu bir de bakarsınız ki TV'lerde geniş kitlelere
YÖNELİK yapılır.
Bir TV açık oturumunda izlersiniz, birileri hep konuşur, diğerleri
susar, sonra onlar konuşur...
Hemen konuşmacını hangi mahalleden olduğu anlaşılır, ne diyeceği de
BAŞTAN bellidir.
Çünkü her "kesim"in, her "mahalle"nin tutumu,
yapısı, değer yargıları, istemleri... az çok toplumda artık anlaşılmıştır.
Bir de tüm bunların dışında kalan, sürüye katılmamış, bireyci ve de
özgür ama tek kalanlar vardır, demiştik, onlar da kendi
yetişme durumlarına göre kitleler üstü, topluluklar üstü bir istem ve
görüş elde etmişlerdir.
Onların bakış açıları ve bu tür muhabbetlerden
aldıkları beğeni (zevk) çok daha başkadır.
Sonuç olarak bakıldığında "boş konuşmak" ve
"boş muhabbet" denilen olgunun temel yapısı bunlara
bağlıdır.
Gayet doğal olarak da kişinin okumuşluğu, mesleksel eğitimi, bireysel
eğilimleri ve gelişmişliği çok önemlidir ve de hep olmalıdır.
Yaşamına ilkesel ve analitik bakabilen kişilerin düşünme ve konuşma
düzeyleri de doğal olarak çok farklı olacaktır.
Davranışlarında ve konuşmalarında "seçicilik" hemen kendisini
gösterir.
Boş, boş konuşmaktan bir de boş muhabbetlerden ne zevk
alırlar, ne de onlara "yaklaşırlar"....
Yaşam böyledir, insanın yaşamında ne istediği, nerelerde olduğu,
kendisini nasıl "TANIMLADIĞI" hep çok önemli olmuştur.
İnsanların çoğu zaten birbirlerinden, kulaktan, gördüklerinden...
öğrenerek yaşamlarını sürdürürler, hep birilerinin etkileri vardır
üzerilerinde.
Yalnız tüm bu söylediklerimin bu gerçeklerin tam da TERSİ bir durum da
oluşabilir; o çok bildiğiniz, tanıdığınız kişi her şeyi BIRAKIR ve tam tersi
bir konumda yer alabilir.
“Ne oldu, nasıl olabilir” diye şaşırıp düşündüğümüzde anlamamız gereken
ise şudur: Ya büyük ÇIKAR vardır ya da TEHDİT, ya da SANTAJ...
Evet tüm bu konunun en can alıcı noktası da işte budur...
Batı tip olarak düşünebileceğimiz bir DEMOKRATİK yönetimde ise KAMUSAL
alanda, devlet yönetiminde öyle boş sözler, sohbetler, muhabbetler olmaz; gizli
saklı rüşvetler, çıkarlar sağlamak kolay değildir.
Olamaz...
Öyle her isteyen istediği gibi olayları, gerçekleri çevirerek işi
sohbet-muhabbet havasına sokamaz.
Çok önemli yerlere gelmiş olanlar da yasaların kendisine verdiği yetki
ve sorumlulukları bir kenarda bırakıp kendi özel duygularına, inanç ve
eğilimlerine göre davranamaz.
Ve bu durum tüm olarak ülkeyi sarmış ise ortaya çıkan sorunlar,
sıkıntılar da artık boş sohbetlerle çözülemez.
Bu gelinen durum artık kişilerin “özel durumu” olmaktan çıkmıştır ve de
bir ciddi devlet işine dönüşmüştür.
Yurttaşlar umutlarını yitirir bir duruma düşmek üzeredirler, ne bir
etkileri ne de yapabilecekleri kalmamış gibidir.
Tüm bu durumlara rağmen NE YAPILABİLİR, diye sormuş olsak...
“Sağlıklı, mantıklı ve de aklını kullanabilen, kendini iyi
yetiştirebilmiş bilinçli” bireylerden oluşan bir toplum olabilsek ve mücadele
edebilsek, gücümüzü yitirmesek...
Adil bir hukuk devleti, eşitlikli bir gelir dağılımı, huzurlu ilişkiler,
güven, akılcı bir eğitim, özgürlükler, kalkınmak üzere olan bir refah
toplumu... olsa ne kadar "güzel olur" değil mi?
İşte o “güzel günlere” ulaşmak dileklerimle...
. Gönen ÇIBIKCI, 16.10.2022