24 Ağustos 2019 Cumartesi

OKUMAYAN TOPLUM


               __ OKUMAYAN TOPLUM __
·        Okumayan, araştırmayan, düşünmeyen toplumlar oldukları yerden ileriye gidemedikleri gibi bu günkü fikir yapılarını ve de sosyo-ekonomik düzeylerini ve yaşamlarındaki estetiği yitireceklerdir.
                         "Ben zaten biliyorum, ne gereği var!"
              "Şimdi bir de bununla mı uğraşacağım!"
                        "Aman sen de!"
·        Böyle düşünüp böyle davranıldığı sürece de "O" karşı olduğunuz kişiler, kitleler ve çıkar grupları sahip olduğunuz ortamları ele geçireceklerdir.
·        En "tehlikeli insan yapısı" böylesine umursamaz, çok bildiğini sanan, biraz da burnu büyük ve kendinden başka değerleri kabul etmeyen türden olanlardır sanırım.
·        Sevgi ve saygı isteyenler, kendisinin beğenilmesini isteyenler ve de sadece kendi günlük hoşlandıkları ile zaman geçirenler ama ülkenin ve toplumun sorunları gittikce arttığında, çirkin ve beklenmedik olaylarla karşılaştıklarında "en önce" feryat edip, yakınanlar olacaklardır.
·        Bağırmak, feryat etmek, yakınmak bir işe yaramayacağı gibi onlar olayları ve nedenlerini de çözümleyemeyeceklerdir.
·        Kaldı ki bu toplumsal sorunların "sağlıklı ve başarılı çözümlere kavuşabilmesi için ise hiç de bir çabada bile bulunamayacaklardır.
·        Bu tür insanlar sadece cahil ve de okumamış kişilerden de olmayabilirler.
·        Hele bazıları olabilir ki çok diplomaları ve çok yüksek mevkileri bile olmuş olabilir.
·        Bir de oturup, fırsat bulduklarında çok çok ama hem tatlı, hem de bilgiçce konuşabilirler.
·        Ne çare ki bir insanın asıl tükenmişliği ve de yaşamdaki bazı savaşları yitirmesi her şeyden önce "kendini yenileyememesi", "entelektüel bakış açısını" geliştirememiş olmasından kaynaklanır.
·        İnsanlık tarihindeki tüm gelişmelerin, bilimsel çalışmaları en önemli ve belki de ilk etkeni "merak" etmektir.
·        Yani bir konuda merak duyabilmek, araştırıp, düşünüp, deneyebilmektir.
·        Ama yine bu türden kişiler kendi ana karakterleri gereği "sadece" bir küme insanı kendilerine yakın olarak hissederler ve o çemberin içerisinde geliştirdikleri bir "ortak kültür" ve iletişim ile tüm zamanlarını geçirirler.
·        Zaten, bu çember içinde olmak onlar için en büyük gurur olabildiği gibi en çok da zevki oradan alırlar.
·        Tüm bunlara rağmen, bir toplumu düştüğü zor günlerden, sıkıntılardan çekip çıkaracak ve aydınlık günlere, çağdaşlığa ve uygarlığa ulaştıracak olanlar da olacaktır.
·        Böylesi insanlar da vardır.
·        Bu tür insanlar her zaman "olumlu" düşünüp, "çok yönlü yetenekleri"ni de kullanarak zamanlarını ve çalışma alanlarını "en iyi bir biçimde" değerlendirirler.
·        Onlar sıkıntıların nedenlerini görüp, kavrayıp, analiz edebilirler ve entelektüel bakış açısını da kullanarak en iyi "çözüm yollarını" tez zamanda önlerine koyalar.
·        Büyük bir "öz güvenle" ve ivedilikle "inandıkları" ve "doğru bildikleri" yolda ilerlerler. Hem de arkasında hiç bir kimse olmasa bile...
·        Bu insanlar o toplumların önderleri de olabilirler.
·        Ait oldukları halkın kurtarıcıları ve aydınları da bunlardır.
·        Tarih içerisinde kendilerini göstermiş olan bilim insanları, devlet büyükleri, önemli askerler ve devlet kurucuları da bu tür ikinci model insanlardandır.
·        Bizim için ise en yakın ve önemli kişilik ise her türlü yönü ile Gazi Mustafa Kemal Atatürk'tür.
·        Onun çalışma ve düşünme yöntemleri, öz güveni, ileriyi görüşü, cesurluğu ve de önderliği, askerliği ve de devlet kuran kişiliği, devrimciliği, estetiği ve zevkliliği, düzgün konuşması, yılışmamazlığı, küfür etmemesi, doğruculuğu, verdiği sözleri tutması, yılmaz azmi, temiz duruşu... ne kadar tek tek önemli ve birbirini tamamlayıcı ise de kendini devamlı geliştiren kişiliği, okumaya ve araştırmaya verdiği önem tüm bunların yanı sıra onu hep besleyen bir alışkanlığı olmuştur.
·        Bugün Türkiye için iyi, ve güzel şeyler bekleyen insanlarımızın da daha önceki zamanlarda olduğu gibi Mustafa Kemal'in özelliklerini ve insan modelini kendilerine örnek almalıdırlar.
·        Biliyorum, günümüzde artık insanlarımız "her şeyi biliyor" olup, "okumaya gereksinimleri yoktur" diye düşüyorlar.
·        Buna rağmen, ben kendimce "üzerime düşen" kadarıyla okuyup, araştırıp, yazmağa çabalıyorum.
·        Belki, yazılarımı benim hiç görmediğim, tanımadığım insanlar okuyup, sevinebilirler.
·        Birilerine belki de "düşünce ortamında" yararlı olabilirim.
·        Onlar bana bir "geri dönüm" yapmasalar bile, ben yine de hem kendim için, hem de inandığım ilkeler için, umutlarım için yazmak istiyorum.

    Saygılarımla...
    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 25.08.2019, K.


TÜRKİYE BİR HEDEF ÜLKEDİR


         __ TÜRKİYE BİR HEDEF ÜLKEDİR__
·         Bu nedenle de Türk halkının çok daha bilinçli ve çağdaş değerlere sahip olarak, olayların görünen yüzünün ardını da araştırıp, analizlere girmesi gerekir.
·         TÜRKİYE kendi öz sorunlarını anlamak ve çözüm yollarını aramak zorundadır.
·         Bunun için de en önemli "ilk koşul" bireylerin kendi "akıl sağlıklarını" ve "özgür iradelerini" koruyarak düşünebilmeleri ve analiz yapabilmeleridir.
·         Düşünebilen, araştırabilen yurttaşlar kendilerine olan güvenlerini artırdıkca umutlarının da yeşerdiğini görecektir.
·         Ancak doğru çözümlemeler sonucu doğru "çözüm modelleri"ne girilebilir.
·         Güncel haberlerin içine düşmek ve onların görünen yüzüne bakarak karşılıklı bol sohbetler ve yönlendirmekler yerine "bireysel" olarak incelemeler ve araştırmalar çok daha somut verilere götürebilir.
·         Sadece siyasi yelpazede sol ve sağ olarak durup, güncel olaylara bakmak her zaman sağlıklı olmayabilir.
·         Ana yol aslında VATANIN öz değerlerine ve savunulmasında birleşmektir.
·         Bunun için de kişilere ve kurumlara bu perspektifle bakabilirsek daha iyi bir değerlendirmeye ulaşabiliriz.
·         Özellikle de şu an sistem olarak var olan "siyasi partileri" ve onların var oluş nedenlerini, güç aldıkları odakları, geçmişlerini ve bugünkü "var oluş" nedenlerini hassas bir biçimde irdelemek iyi olacaktır.
·         Devlet ise kendi başına bir güç kaynağıdır ve devletin güçlü olup var olması gerekir.
·         Devlet yönetiminde gelinen çağdaş model ise demokratik, parlamenter, anayasal bir sistemdir.
·         Bunun evrensel değerleri ve ölçütleri bellidir ve esas alınması gereken kıstas da bunlardır.
·         Bir anayasa olarak kabul edilmiş olan devletin temel ilke ve esasları Türkiye Cumhuriyeti'nin tek ve ilk modelidir.
·         Tüm yasalar ve düzenlemeler bugün geçerli olan anayasa maddelerine göre hazırlanır, kabul edilir ve uygulanır.
·         Anayasa ve tüm yasalar önünde herkes eşittir ve eşit muamele görür. Hiç kimseye farklı bir uygulama yapılamaz.
·         Bu anlamda belki de yurttaşlarımızın ilk olarak en yakınlarında bulundurmaları gereken de işte bu ANAYASA'dır.
·         İsteyen herkes internetden bulup, okuyabilir, inceleyebilir.
·         Güncel konu ve sorular ortaya çıktığında yine ilk baş vurulması gereken ana kaynak da "anayasa"dır.
·         Değiştirmedikleri sürece orada yazılı olan her bir madde geçerlidir ve de tüm ülkede her bir yurttaşı da ayırım yapmaksızın bağlar.
·         Anayasa bir hukuk sistemi içindeki en “üstün” yasadır. 
·         1982 Anayasası’nın 11. maddesine göre: “Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. / Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.”
·          “Anayasanın üstünlüğü”, en başta yasaların Anayasa’ya aykırı olmaması gerektiğini ifade eder.
·         Yani Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Anayasa’ya uygun yasalar yapmak zorundadır.
·         Dünyada bir çok anayasal sistemde, yasaların Anayasa’ya uygun olup olmadığı yargı organı tarafından denetlenir.
·         Bizim anayasal sistemimizde bu görev Anayasa Mahkemesi’ne verilmiştir.
·         Anayasa Mahkemesi Anayasa’ya aykırı yasaları iptal ederek “anayasanın üstünlüğü” ilkesinin hayata geçirir. 
·         Yasama organı gibi, yürütme organı da Anayasa ile bağlıdır.
·         İdari yargı, idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetlerken aynı zamanda idarenin Anayasa’ya uygun hareket etmesini sağlar. 
·         Yargı organı açısından da hukuk sistemindeki en üstün yasa Anayasa’dır.
·         Yargıçlar, önlerine gelen davalarda yasaları uygularken, uyuşmazlıkları çözerken veya “Türk Milleti” adına cezalandırma yetkisini kullanırken hep Anayasa’nın çizdiği çerçeve içinde hareket eder. 
·         Devlet organları dışında tüm özel ve tüzel kişiler de “anayasanın üstünlüğü” ilkesine saygı göstermek zorundadır. 
·         Anayasa’nın üstünlüğü, Anayasa’nın yasalardan daha zor değiştirileceği anlamına da gelir.
·         Örneğin, anayasaların bazı maddelerinin değiştirilmesi yasaklanabilir, "Anayasa"da değişiklik yapılması için yasama organında yasaları değiştirmek için aranan çoğunluktan daha fazla bir çoğunluk aranabilir veya anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesi için halkoylamasına sunulması şartı konabilir.
·         Bütün bu yöntemler değiştirilme açısından da anayasaların hukuk sistemindeki diğer kurallardan üstün olmasını sağlar. 
·         Temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan "Anayasa"; bireyleri diğer bireylere ve bireyleri devlete karşı koruyan hukuki bir kalkan işlevi görür.
·         Yaşama hakkından, düşünce özgürlüğüne; mülkiyet hakkından, çalışma özgürlüğüne insan onuruna yaraşır bir yaşamın teminatı "Anayasa"dır. 
·         Yurttaşların birer birey olarak içinde yaşadığı toplumu iyi tanıması ve olayları daha iyi çözümleyebilmesi için bu tür bilgiler ve bakış açıları gerekir.
·         Dost, arkadaş sohbetlerinde bu böyledir, değildir türü konuşmalarda zaman zaman ülkede geçerli olan yasaları ve de onların uygulamalarına da bakmak gerekir.
·         Araştırarak, inceleyerek, okuyarak yapılabilecek olan bilgilendirme insanları daha rahat ve bilinçli düşünmeye yönlendirir.
·         Dünyanın yapısallığı içerisinde Türkiye coğrafi ve stratejik olarak çok özel bir yerde olduğu için her zaman dikkati çekmiştir.
·         Petrol, kömür ve bor rezervleri yönünden zengin olması nedeniyle Anadolu yarımadası, üzerinde türlü oyunların döndüğü, çok değerli bir kara parçasıdır.
·         Birçok güç odakları ve çıkar çevreleri de Türkiye için, Türkiye'nin doğal zenginlikleri için hesaplar ve planlar yapmışlardır.
·         Bir de bazı projelerden söz edilir: Örneğin BOP, Büyük Ortadoğu Projesi...
·         Büyük Ortadoğu Projesi Tevrat’ta geçen, “Arz-ı Mev’ûd” yani “Vadedilmiş topraklar” inancından esinlenilerek oluşturulmuş bir projedir.
·         Onlara göre vaat edilen topraklar, iki büyük nehir arasıdır.
·         Hatta İsrail bayrağına bakarsanız, üstten ve alttan iki mavi çizgi, ortasında da Siyon Yıldızı yer almaktadır.
·         Bu iki mavi çizgi; Fırat ve Nil’dir.
·         Bu iki nehrin doğduğu ve aktığı tüm topraklar üzerinde İsrail, hak iddia etmektedir.
·         E tabi, bu iki nehirden biri, Türkiye’nin doğusundan başladığına göre…
·         ÇİN’İN son yıllarda tüm dünyaya yaptığı satışlar gittikce artmaktadır.
·         Sosyalist bir düzene sahip olan Çin, karın tokluğuna çalıştırdığı vatandaşlarının işlev potansiyelini maksimum güce çevirmiş, uydurma, taklit, ucuz sermayeli mallarla dünya pazarını istila etmiş durumdadır.
·         Türkiye’de elektronik eşyalardan giyeceklere, ilaç ve hatta gıda ürünlerine kadar, hemen her alanda bu sağlıksız ve ciddi tehdit oluşturabilecek ucuz Çin ürünleri yoğunluktadır.
·         Oyuncaklardaki kanserojen maddeler, çocukların sağlığını hiçe sayıyor.
·         Giyeceklerdeki radyasyonlu boyalar kanser riski taşıyor.
·         Çin ürünlerin yurda yayılması ile de milli üretim olasılıkları gittikce daralmaktadır. Onlarla rekabet şansı yok gibi olmuştur.
·         Kendilerince bazı planları ve teorileri olan diğer ülkeler de her zaman bir girişimde bulunma durumundadırlar. Örneğin, Ermenistan, Yunanistan, Rusya...
·         Öte yandan ABD özellikle kendi yakın doğu, orta doğu çıkarları için Türkiye'yi rahatca kullanmak istemektedir. 
   "Her an değişebilen ABD politikaları ile Türkiye dostca bir iş birliği yapmada zorlanmaktadır."
·         Avrupa 2. Dünya Savaşı'ndan yıkıntı halinde çıkmıştı.
·         Yeniden imarı, gıda ve tarımsal ihtiyaçları için yapılacak çok büyük harcamalara ait ödemelerin güçlükleri nedeniyle, paralarının satın alma değerlerini yüksek tutmak zorundaydılar.
·         Dünya liderliğine soyunan Amerika kendisine düşecek aşırı yükün hafiflemesi için; savaşa girmeyen, potansiyel kaynaklara sahip ve gelişme çabası içindeki Türkiye'ye şöyle diyordu:
·         - "Avrupa tarımsal ürünlere ve ham maddeye ihtiyaç duymaktadır.
·         - Size yapacağımız yardımlar, vereceğimiz krediler karşılığında, tarımsal üretiminizi ve ihracatınızı arttırabilirsiniz.
·         - Ancak bunun için öncelikle paranızın değerini dolar karşısında düşürmeniz gerekir.
·         Böylece batılılar kendi paralarının değerini koruyacaklardır.
·         Türkiye ise dış dünyaya açılacağını, kalkınacağını, Sovyetler ve Komünizm tehdidine karşı korunacağını düşünerek sevinmekteydi.
·         ABD bu çağrının ardından bir de tehdit savurmaktadır:
·         - "Sanayileşme, demir yolları yapımı vb. işlere sakın karışmayın. Bunları beceremezsiniz, ihtiyacınız olanları bizden veya fabrikalarını yeniden kuracak olan Avrupa'dan satın alabilirsiniz"
·         "Her ülkenin hedefleri var. Devletler bu hedeflere doğru yürünmesinde öncülük ediyor. Peki, Amerika'dan bize ihraç edilen bütün "devleti küçültme", "özelleştirme", "küreselleşme", "serbest piyasa" edebiyatına bakarak A.B.D.'nin hedefleri olmadığına, devletinin bu işlere karışmadığına mı hükmetmeliyiz? (OS)"
·         Suriye ise bir kargaşa, bir sorunlar yumağı durumuna gelmiştir.
·         Türkiye'nin Suriye'deki hedefleri ve gerçekleri ise ne yazık ki tam olarak anlatılamamıştır.
·         Tüm bu ve benzeri nedenlerden dolayıdır ki Türkiye kendisini korumak durumundadır.
·         Bu temel bir görüş ve ilkedir.
·         Bu nedenle de yasaları kendini koruyacak ve de savunacak düzeyde ve güçde olması gerekir.
·         Örneğin madenler konusu her zaman birçok tartışmaya neden olmuştur.
·         "Madenler yabancılara devredilemez ve satılmaz" kapsamında bir yasa vardı. Şimdi bu yasa yok!
·         Yer altı ve yer üstü doğal kaynakları, tarım arazilerini, denizleri ve akarsuları, ormanları birincil derecede ülke varlığı olarak görürüz.
·         Bunların korunması ve yabancı güçlerin eline geçmemesi için önlemler alırız.
·         Türkiye tarihi eserleriyle ve dinler tarihi geçmişiyle de dünyada eşsizdir.
·         Eğer bu temel esasların uygulanmasında bir eksiklik ya da yetersizlik varsa devlet, hükmet ve TBMM aracılığı ile yeni koruyucu çerçeveleri bulur, hazırlar ve uygular.
·         Dünyanın değişik ülkeleri kendi devletlerine de bu görevi ve yetkiyi vermiştir.
·         Bazı yaşam alanları devlet ve ülke, millet beraberliği için çok daha önemlidir.
·         Örneğin eğitim ve savunma "milli" ilkeler ve esaslar çerçevesinde oluşturulmalı ve yapısallaştırılmalıdır.
·         Devletin kuruluş amaçlarına ve ilkelerine ana hedeflerine uygun olarak bu tür alanlar yabancı ellere ve modellere teslim edilemez.
·         Bu genel görüşlerin uygulamalarda da yerini bulması "çağdaş" bir refah toplumu olabilmemizde önemli bir etkendir.
·         Bilim ve teknikde tüm dünya ile alış-veriş yapılabilmesi, özgürce "bilimde", "endüstride" ve "teknikde" yatırımların yapılabilmesi ile bir "üretken ülke" modeline geçilmelidir.
·         Kendi "anadili"ni ve kültürünü, tarihini bilen, çok iyi bilen yurttaşlar dünyanın gelişmiş ülkelerinin kullandığı dilleri de en iyi bir biçimde öğreneceklerdir.
·         Ülke hem kendi içinde hem de dünyanın gelişmiş ülkeleri içerisinde rekabet edebilecek düzeye gelmelidir.
·         Bunun için de bizlere, tüm bireylere görevler düşmektedir.

    Saygılarımla...
    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 22.08.2019. K.

--------------------- İncelenen kaynaklar:




Toplumun Ruh Sağlığı Bozuldu

Toplumun Ruh Sağlığı Bozuldu
·        Türk halkının psikolojisi her geçen gün biraz daha bozuluyor.
·        Bir toplumun ruh sağlığını etkileyen ve belirleyen çok fazla etken vardır.
·        Bunların başlıcaları ekonomik, sosyal, kültürel ve eğitimsel... olarak gruplandırılabilir.
·        Bir ülke ve onun toplumu, halkı diyerek baktığımızda coğrafi konumunu ve o ülkenin stratejik yapısını, öz değerlerini de birlikte düşünmek gerekir.
·        Tüm etkenlerin bileşkesiyle oluşan "toplum" kendi içerisinde de tabii ki birçok kitleyi, grubu, sınıfı.. barındır.
·        Hiç bir zaman göz ardı edilmemesi gereken ise şu olmalıdır:
-Toplum ve onun değerleri, kodları, normları çok uzun süreden beri gele gelen tarihsel, sosyo-ekonomik geçmişi ile birlikte oluşur.
-Dengeler ve karşılıklı alış-verişler, huzur ve o toplumun sağlıklılığı işte bu geçmişten gelen yapısallığı ile orantılıdır.
·        Toplumların, kitlelerin, bireyleri "kod"ları ile kısa zamanda ve de olumsuz oynanıldığında ortaya ne gibi bir durum çıkacaktır?
·        Bunu kimse garantileyemez.
·        Toplumdaki çaresizlik duygusu, kabul görememe duygusu, ekonomik çöküş, adil olmayan bir kamu düzeni, ahlaki çöküntüler, güvensizlik, sahip çıkılmadığına inanmak vb. duygular ile bir toplum, geniş kitleler çok büyük buhranlara sürüklenirler.
·        Bu KAOS ortamı ise sadece "çıkarcı" ve "sömürücü" güçlere ve onların siyasi organlarına yarar.
·        Bu yapısal değişiklik bir anlamda o toplumun kendi tarihinden gelen kazanılmış normatik değerlerinin alt üst edilmesidir.
·        Bu da son derece tehlikeli olup, kendi toplumuna, kendi öz değerlerine açılmış bir savaş gibidir.
·        Ve bu durumda olan toplum, o geniş kitleler her türlü saldırıya ve ele geçirmeğe uygundur.
·        Belki de asıl istenilen de budur....
·        Birey ve aile sağlıksızlaştırılır ve kendi öz iradesinin dışına çıkarılır.
·        Hazır hale getirilmiş bir sağlık sistemi içerisinde uygulanan yöntemler ve mekanizmalarla bir sürü ilaca bağımlı hale getirilir.
·        Depresyonlar için verilen "anti depresan" ilaçlarının yıllık toplam tutarları şaşırtacak derecede yüksektir.
·        Ekonomik ve sosyal sorunlar ile temel haklardaki gerilemeler sonucunda bireylerin ruh sağlığı ve bunun beraberinde toplumun psikolojisini bozulur.
·        Birden hiç alışılagelmemiş ani ve çok radikal çıkışlar, intiharlar, hünkarca cinayetler, kitlelere saldırılar, aile içinde gittikce artan şiddet, zayıf olana, kadına yönelik tacizler, saldırılar....
·        Sağlık Bakanlığı verilerine göre psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle sağlık kuruluşlarına 2012 yılında 9 milyon 504 bin 820 olan başvuru sayısı 2016 yılında ise 12 milyon 141 bin 255 olarak gerçekleşti..
·        2012 yılından 2017 Eylül ayını kapsayan 5 yıllık süre içinde 60 bin 850 kişinin intihar girişiminde bulunduğu ülkemizde psikolojik şikayet başvuruları yüzde 27 artış gösterdi.
   -Verileri değerlendiren psikiyatrist Yrd. Doç. Dr. Murat Paker, Türkiye’nin psiko-politik bir krizin içinde olduğuna işaret etti.
·        Ülkemiz madde bağımlılığı konusunda da kırmızı alarm vermektedir.
·        Tümüyle bakıldığında dozunun gittikce artığını gözlemlediğimiz olaylar sıralaması ve bunların sık aralıklarla üst üste gelmesi toplumda bir panik havasının esmesine neden olur.
-Bireyler daha da bir çaresiz hissederler kendilerini.
-İçlerinden büyük bir öfke dalgası yükselir.
-Kendilerini anlatamama, adaleti bulamama ruh durumu bireyin öz dengesini bozar.
·        Çözüm, çare, analiz, iyileştirme, hak, hukuk, kanun, ben, biz, bugün, yarın.... sarmalında karışan kafalar daha da bir bunalıma düşer.
·        Aranılan huzurlu ve dengeli toplum için ilk bakış devlete yöneliktir. Devlet ise elindeki anayasa ve yasalar ile ortaya çıkabilecek olan bu tür durumlara karşı önlem almış da olabilir.
·        Çok iyi yasalar kabul edilmiş ve örnek maddeler hazırlanmıştır, denilebilir.
·        Tüm bunların uygulanması ise hukuk sisteminin içindeki uygulayıcı bireylere ve onların bireysel eğilimlerine sosyal, kültürel ve siyasi yandaşlılıklarına da bağlıdır.
·        Birçok mahkeme duruşmasında çok açık ve çok da hünkarca işlenmiş cinayetlerde "hafifletici" sebeplerle dava görülebilmektedir.
·        Bu da zaten sarsıntı geçirmekte olan bireyin ruh durumunu daha da kötüye götürmektedir.
·        Güven yitirme ve değersizleştirdiğine inanmak ruh sağlığını olumsuz etkiler.
·        Adalet algısı yıprandı
·        Çekilmez koşullarda yaşayan, bunca soruna tanık olan ve toplumsal çelişkileri iliklerine kadar hisseden emekçilerin “biz ne için yaşıyoruz?” diyerek çeşitli yönlerden bir sorgulama içine girmemesi mümkün mü?
·        Türkiye’de psikolojik sorunların 2009 yılından itibaren sıçramalı bir şekilde artmasının önemli nedenlerinden biri de işsizliktir.
·        2008’de patlak veren dünya ekonomik krizi Türkiye’de de işsizliği çığ gibi arttırmıştır.
·        Ailenin geçim derdi, çocukların sağlık sorunları, okul masrafları karşısında çaresizliği ve çıkışsızlığı insanın beynini kemirip durur, soruların ardı arkası kesilmez.
·        Gün içinden gelen haberler, şehit haberleri, terör saldırıları...
·        Terör olaylarının tekrarlanmasının insanların "güvende olduğu" duygusunu zedelediğini belirten Türkiye Psikiyatri Derneği Ruhsal Travma ve Afet Psikiyatrisi Çalışma Birimi üyesi Doç. Dr. Burhanettin Kaya,
       - "Bu tür terörist eylemlere izin vermeyecek bir güvenlik ağının kurulması devletlerin asli sorumluluğudur. Aksi takdirde bu örselenmiş bir topluma yol açar" dedi. 
·        Güvende olma duygusunu sarsacak birçok şey ard art arda oldu ve insanlar artık "Ben de yaşayabilirim, ben de mağdur olabilirim" demeye başladı.
...... Bu da maruz kalanlar ve yakınları kadar izleyenlerde de yani tüm toplumda çeşitli derecelerde örselenmeye yol açtı.
·        Toplumda öfke patlamaları ve tedirginlik yaşanıyor.
·        Hasta bir toplumda sağlıklı kalmak mümkün mü?
·        Ruhumuzun “bağışıklık sistemi” güçlü kaldığı sürece “sakatlanmalardan” korunarak sağlıklı kalabiliriz.
·        Kronik kitlesel işsizlik önlenmeli ve üreten bir topluma dönüşülmelidir. Hukuka olan güven yeniden kazandırılmalıdır.
·        Sakin ve huzur dolu bir toplum oluşturulması için siyasi söylemlerde kullanılan dil değiştirilmelidir.
·        Sadece paraya, şöhrete ve makama yönelik olarak topluma yapılan üstünlük etkisinden vaz geçilmelidir.
·        Üreten bir toplumun olduğu yerde emek de en iyi değeri bulmalıdır.
·        Sosyal güvenceler ve gelir düzeyini yüksek tutma çabaları verilmeli ve bunlar garanti altına alınmalıdır.
·        Eğitim sisteminin çağdaş, bilimsel ve milli bir duruma acilen getirilmesi gerekmektedir.
·        Zayıflara, yoksullara, çocuklara ve kadınlara olan bakış açıları olumlu yönde geliştirilmeli ve uygulamalarda pozitif ayrımcılık yapılmalıdır.
·        Çocuğa ve kadına karşı yapılan taciz ve saldırılar çok ağır cezalarla karşılık bulmalıdır.
·        Toplumda kitleler arasında dayanışma ve karşılıklı hoş görü ortamı sağlanmalıdır.
·        Batıl inançlardan, kötü töre geleneklerinden kurtulmalıdır. Bu alanda yasaların getirdiği uygulamalara yer verilmelidir.
·        Ancak, bilinçli, uygar ve çağdaş bireyleri hedefleyen kalkınma ve geliştirme modellerine yönelebildiğimizde toplumun ruh sağlığını kurtarabiliriz.
·        Bunun için de yine ön koşul "üretime dayalı bir milli ekonomi" ve "kalkınma modelleri"yle refah düzeyini artırmak ve "adil bir dağılım"ı sağlamaktır.
    
Saygılarımla...
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 24.08.2019, K.