15 Ağustos 2018 Çarşamba

ÇOCUKLUK ANILARIM - X

ÇOCUKLUK ANILARIM - X

- TİRE ve TİRELİ OLMAK - Nerede olurlarsa olsun TİRE insanının aklı kulağı hep TİRE’dedir.

İçlerinde bir özlem ve eski huzurlu, sevecen günlerin arayışı vardır.

Emekli olup başka, başka şehirlere yerleşmiş olan binlerce TİRELİ bir gün TİRE’ye gitmeyi, gezmeyi, anılarını tazeleyip, eski dostları görmeyi hep aklında tutar.

Gün geçtikçe büyük kentler çok sorunlu yaşam alanları olmuştur.

Yozlaşma, yabancılaşma, pahalılık, ahlaki düşkünlük, kimsesizlik, trafik sorunu, dert anlatamamak, eş dost arayışı... insanların mutlu ve huzurlu olmasını engellemektedir.

Bence, göreceksiniz bundan sonra birçok TİRELİ tekrar geriye dönüp, kendi kentine yerleşecektir. Bugün artık okulları ve hastaneleri, çarşıları, alt yapısı, yaşam alanları olan bir kenttir TİRE. 

KAPLAN ise pek tanınmıştır, manzarası ile, yemek lokantaları ile...

Birçok insan emekli olduğunda çok ciddi olarak düşünüp, dönüp TİRE’ye yerleşilecektir, diyorum.

Ben de gelemez miyim, gelmeli miyim?

Bundan öte ise artık TİRELİLER kendilerine çok daha fazla sahip çıkmalıdırlar, daha güler yüzlü, DOST CANLISI olmalıdırlar.

Tüketim toplumuna karşı direnebilmenin, yok olmadan, depresyonların esiri olmadan yaşamanın yolu kimlik ve aidiyet gerçeğine uygun bir yaşam alanına kavuşmaktır.

Öyle koca, koca yollar, AVM'ler, üniversiteler, büyük bankalar, pahalı arabalar, ünlü markalar değildir, bizleri sağlıklı ve huzurlu, mutlu yaşatacak olan.

TİRE toplumsal özelliği ve geleneksel insan karakter ve dokusu ile büyük bir şansdır, diye düşünüyorum.

VAR olmanın, kabul görüp, değer bulmanın bizleri daha sağlıklı yapacağına inanıyorum.

Bunun için benim önerim basit ve kalıcı olacaktır ileriye dönük olarak: İnsanlar BİRBİRLERİNE sahip çıkmalıdırlar, selamlaşıp, hal hatır sormalıdırlar, zengini, fakiri, esnafı, memuru, kadını, erkeği bir TİRELİ davranışı edinip, mutluluğu aramalıdır.

Ne kadar ALÇAK GÖNÜLLÜ ve dostça davranırsak karşımızdakine, yolda karşılaştıklarımıza, ne kadar sakin ve tatlı dilli olabilirsek, KAZANÇLI olan kendimiz oluruz.

Zaten bu küçük kent içinde birbirini tanıyan insanlar o kadar çoktur ki, kurulacak olan TİRELİLİK duygusu, hemşehrine, insanına sahip çıkmak, kentin ana sorunlarının da çözümünü kolaylaştıracaktır.

Birlikte çözüm yolları aramak ve dayanışma getirecektir.

Çocuklar, gençler daha öz güvenli, kişilikli yetişeceklerdir.

Daha az özentili bir toplum; kendi kendine yetip, üretebilen, dayanışma içerisinde, hısım-akrabası bol olan insanlar, aileler içinde bir yaşam olacaktır.

Başka kentlerde yabancılaşmanın getirdiği ruhsal ve psikosomatik sorunlar ortadan kalkacaktır.

Bir çarşıya çıkıp, esnafla sohbet, bir kahvede oturup arkadaşlarla bir çay içmek, gazete alıp yürüye, yürüye eve gelmek...

Yolda tanıdıklarla selamlaşmak ve birkaç kısa ayak üstü sohbet.

Salı ve cuma pazarları, haftalık alış verişler, sebzeler, peynirler, tereyağlar, el işleri....

Her biri yerli ve kendine özgü, SENİN olan, senin insanının olan...

Birçok insan gurbette yaşadıkça anlar, yıllar içinde gurbetin ne kadar ağır geldiğini, koca bir bulut gibi sarar her bir yanını aidiyetsizlik ve yabancılık, yaşlandıkça da çaresizlik…

Bu nedenlerden dolayıdır ki benim düşüncem, hem halkıyla hem de belediyesi ile TİRE gelecek için bu düşünce biçimini geliştirmelidir ve kurumsal olarak da ÖZENDİRİCİ bir yola girmelidir.

Bu düşüncelerimi sizlere açarken, biliyorum ve yürekten inanıyorum ki sizler de ayni şeyleri duyacak ve göreceksiniz.

Bir yeni TİRE gelişti koskocaman mahalleleriyle, eski TİRE ise tamamen farklı dokusuyla orada beklemekte, daracık sokaklar içinde, hüzünlü, terk edilmiş..

Bir VİZYON oluşturulmalıdır, eski TİRE, kısmen de olsa CAZİP hale getirilmeli ve insanlara kucak açmalıdır.

Biliyorsunuz, hep duyarsınız yıkık dökük evleri alıp, onarıp yerleşirlermiş gelip büyük şehirlerden.... Bozcaada, Gökçeada, Muğla köyleri, Kayaköy... birçok örnekleri var.

Dünyanın birçok yerinde insanlar büyük kentlerden kaçmakta ve küçük daha doğal alanlara yerleşmektedir.

TİRE çok geniş alt yapısıyla ve yeni TİRE’nin modern görünümüyle, pazarı ve çarşısıyla, az trafiği ve sanayileşmeden uzaklığı ile yeni bir YERLEŞİM ÇEKİM ALANI olacaktır.

Bu sözlerimi sizlere ve kent yönetimine ulaştırmak istiyorum.

Belki de belediye başkanı duyar, çalışma ve planlamalarında bu bakış açısını dikkate alır.

Ben inanıyorum, inanmak istiyorum.

Bugünlerde çok tanınmış olan TİRELİLERden de söz etmek isterim bu arada:

İlk aklıma gelenler:

.   Otantik halk müziğinin, Ege türkülerinin, Balkan müziğinin en büyük yorumcusu ve tüm dünyanın tanıdığı Muammer Ketençoğlu, dünyaya geldiğinde kendisine bir ayrıcalık olarak verilmiş özelliğini hep yanında taşıyarak, okulları bitirmiş, yüksek eğitimini tamamlamış ve duygularını enstrümanına aktarmış bir müzisyen.

Hep hafif bir gülümseme görürsünüz dudaklarının yan çizgisinde. 

Müzik albümleri, radyo programları, TV programları, geziler, konserler...

Elinde akordiyonu, dilinde türküleri ile çok üretken ve çok yoğun bir yaşam içerisinde.

Müziği benim en bayıldığım türden, hemen kalkıp oynayasım geliyor duyunca…

Zaten bir 4 eylül kutlamasında onu ilk canlı duyduğumda çıkıp oynamıştım kendimce..

Türküleri coşku, sevgi ve bazen hüzün doludur, bazıları ise bir sevinç yansıtır, halkla iç içedir. ''Aman da Fatma'm, Canım gülüm Fatma'm, Ben rakıya su katmam''.

Fotoğraflarda yanında hep eşi sevgili Elif, devamlı bir gülümseme ve tatlı dille Muammer’in meleği sanki...

Muammer bir kültür ve tanıtım elçisidir TİRE’nin, TÜRK müziğinin.

Kendisini çok seven TİRE insanı onu çok seviyor ve onunla büyük gurur duyuyor.

Ona çok daha çok sahip çıkılmalıdır.

Adı TİRE’de bir yerlere verilmelidir.

Aklıma yine TİRELİ bir müzisyen geliyor.

Almanya’da koca, koca koroları yetiştiren bir kanun ustası Orhan Mercan, Frankfurt’da yaşamaktadır.

Çok yakın olmasına rağmen bir türlü görüşemediğim Orhan Mercan hem kanun çalmaktadır, hem de Türk sanat müziği korolarına şeflik yapmaktadır.

Geçen hafta 10. yıl kutlaması yaptılar.

Tanır mısınız bilmem ama, hep TİRELİ olduğunu anlatır, gurur duyar.

İnternette hem Muammer Ketençoğlu’nu hem de Orhan Mercan’ı her ikisini de bulun izleyin. Sevineceksiniz.

Bir de saatçı Filiz'lerden olan ney ustamız var: Neyzen Aziz Şenol Filiz.

Kendisini babasının küçük saatçı dükkanından, uzun çarşıdan anımsıyorum.

Babası rahmetli Lütfi Filiz de tasavvuf ve müzik ile ilgilenirmiş.  

Babasının bestelerini oğlu müziğinde kullanmış.

Aziz Şenol Filiz, ülkemizin önde gelen neyzenlerinden olmuş.

Mevleviliği ve ayinleri anlatan bir kitapçıkta bir albüm hazırlamış.

Bu bilgileri internette okuyunca insan seviniyor.

Bilim dalında Kamil ağabeyden haberler çıkıyor.

TİRELİ Kamil Uğurbil ile ilgili çıkan haber çok gurur verici:

’’VEHBİ Koç Vakfı tarafından, insanların yaşam kalitesinin artırılmasına katkıda bulunan kişi ve kurumlara her yıl sırasıyla kültür, eğitim ve sağlık alanlarında verilen Vehbi Koç Ödülü’ne, Prof. Dr. Uğurbil, incelemesi çok zor olan beyni MR teknolojisiyle, görüntülenebilir ve fonksiyonları incelenebilir hale getirmesi nedeniyle layık görüldü. (Hürriyet, 20.04.2016)’’

Başarılarına ve sağlığına dua edelim.

. Çocuklarımıza bu örnekleri anlatalım.

TİRELİ olan insanların hep iyilik ve güzelliklerle anılıyor olmasını istiyorum.

Onların çocuklarının doğru örneklerle büyümesini ve güzel ahlaklı insanlar olmasını diliyorum.

TİRE’nin ÖĞÜNÇ KAYNAĞI insanları için düzenlenecek bir park kurulmalıdır, heykelleri ile, bilgilendirme levhaları ile...

Anneler, babalar çocuklarını da alıp oraya gitmeli onlarla iç içe olup, zaman geçirmeli.

Yeşillikler içinde, ağaçların altında, anneler çocuklarına güzel insanları, güzel örnekleri anlatmalı, onlara daha çok küçük iken ''doğru yolu'' göstermeli.

Yaşayan bu insanlar TİRE'ye gelmeliler ve TİRELİLER ile iç içe olup kendilerinden bir şeyler sunmalılar.

Bir konser, bir sohbet, bir sergi...

Aklıma yeni anılarım geldiğinde yazımı zaman zaman genişletmek istiyorum.

Bazı kişileri hemen anımsayamamış olursam, kızmayın hemen, yardımcı olun, birlikte çıkaralım, açalım anılarımızı...

Daha anlatılacak çok şey olmalı: 

Hanlar, elektrik motoru, keçeciler, Bahçekahve, Kaplan, alay parkı, günümüz Tire sorunları, çarpık kentleşme, değerli binaların onarımı ve yeniden kazanılması…

Yazılarıma yapacağınız katkılar, yorumlar onu daha da zenginleştirecektir.

Yazılarımda hiç kimseyi ne inciltmek isterim, ne de üzmek; ben bunu yapmam zaten…

TİRE ile ilgili çok güzel yazılar yazacak, anılarını dile getirecek çok değerli insanlarımızın olacağına inanıyorum.

Anılarımda yer tutan ve bazılarını yazıma aktardığım her bir kişiyi, hepsini saygıyla ve ölenleri de rahmetle anıyorum.

Beni hatırlayanlara ve yeni tanıyanlara selamlarımı, sevgi ve saygılarımı iletiyorum. 

Yazılarımı okuyan arkadaşlara çok teşekkür ederim.

Sağ olun.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

.  Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 

    07.06.2017, Çarşamba

       (XIl. Düzenleme)

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


ÇOCUKLUK ANILARIM - IX

ÇOCUKLUK ANILARIM - IX

- TİRE ve TİRELİ OLMAK -

SPOR "sadece SPOR olmalı" diye düşündüm hep…

Paralı spora, sporun, futbolun milyonlarca insanı bir anlamda esir etmesine gönlüm hiçbir zaman razı olmadı.

Bu temel duygu ve düşünceden dolayı da paralı FUTBOL ile hiç ilgilenmedim.

Maçlara da gitmedim, televizyonda da seyretmedim.

En ufak bir harcamada da bulunmadım.

Dünyadaki paralı sporun etkisini gördükçe de kendime ’’aferim’’dedim kimselere duyurmadan.

Çocukluğumdaki TİRE'de ise futbol tamamen amatörce idi.

O zamanlar ortalıklarda para dönmezdi.

Aklımda kaldığı kadarı ile sadece bir tek futbol takımı vardı: 

GÜME SPOR, rengi de sarı kırmızı idi sanıyorum.

İnternette ''Tire spor tarihi''ni araştırmak istedim.

Hiç bir şey bulamadım.

Şaşırdım....

Bir yerlerde olması gerek, diye düşünüyordum.

Futbol oynamak isteyen gençler para kazanmak, meşhur olmak için top peşinde koşmazlardı.

Daha çok mahalleden falan tanıdıkları ağabeylerini örnek alıp spor yapmak isterlerdi. Dışarılardan da futbol oyuncusu, antrenör getirilmezdi.

Herkes TİRE’li idi.

Oyuncusu, yöneticisi, görevlisi, seyircisi...

Hepsi de terbiyeli ve sevilen insanlardı.

Aklıma ilk isim şu an Bahçekahveli Çeşmeli Mehmet ağabey geldi, sonraları futbol hocası olmuştu.... 

Orhan Aksay, Orhan Pırılsu, Fikret Avcıoğlu varmış...

İlk olarak dışarıdan bir güzel siyahi oyuncu gelmişti aklımda kalan, Arap Fikret; Tire onu sevdi ve içine aldı diye düşünüyorum.

O dönemlerin TİRE futbolunu anımsayan var mı şimdilerde?

O futbol takımının adı mı değişti, yoksa tamamen kapatıldı mı bilemiyorum.

Bu arada TİRE platform’da yazdılar iğneci Ayşe’yi anımsadı, andı Tire’li komşular, , rahmetle andılar. 

Ciddi bakışları vardı.

Hep bir yerlere yetişmek için koşuştururdu.

Sokağa girildiğinde sol tarafta idi evleri, sanırım 2. katta oturuyorlardı, ana kız...

Temiz giyinirdi, arada bir şapkası, elinde tespihiyle gezerdi.

Ne de çok sevilmiş bir kişilik imiş. 

Kendine özgü duruşu olan, çalışkan, yardımsever ve oldukça da çok tanınan bir karakter olarak TİRE insanları tarihinde, gönüllerde yerini almış. 

Erkek giysilerini tercih etmesinden ve kısa saç modelinden dolayı da adı ’’erkek Ayşe’’ idi ayni zamanda. 

Kimse de onun yadırgamazdı. 

Yakın tanıyanları onun çok neşeli ve hoş sohbet olduğunu anlattılar. 

Düğünleri kaçırmazmış, baş köşede hemen yerini alırmış.

Yine o sokakta bizim cumhuriyet okulumuzun rahmetli müdürünün evi vardı sanıyorum.

Tire’yi, eski Tire’yi gezmek, dar sokaklarında kıvrıla kıvrıla dolaşmak çok ilgimi çekerdi çocukken. 

Hep bir şeyler keşfetmek, beni çok sevindirirdi.

Sonraları TİRE ovaya da doğru yayılmaya başladı.

İlk olarak da İstasyon caddesinin arkasındaki sebze tarlaları gitti ve yeni sokaklar, evler geldi... 

Apartman dönemi başladı…

Konuşmalarda en çok da apartmanlara kaç kata kadar izin verildiği idi.

Bir de bodrum yapılması gerekiyormuş, diye konuşurlardı.

Aslında bodrum değil de sığınakmış asıl yasada istenilen.

Sonradan hep kömürlük yaptı onu apartman sakinleri.

Apartman dönemi başlayınca da iş değişti, artık evleri yapanlar ustalar değil, müteahhitler olmaya başladı.

Kat, kat daire, daire satılıyordu binalar…

Çok kısa zamanda birçok apartman yapıldı. 

Orta okul caddesinin alt taraflarından başlayıp istasyon yönüne yayıldı.

Daha sonraları da top sahasının ön tarafından Mithat Bey konserve fabrikasının oralara yayıldı.

Koskoca bir "yeni kent" oluşturuldu.

Adı konmasa bile artık bizim bir ’’YENİ TİRE’’miz oldu.

Geniş geniş, dümdüz caddeler, ferah ara sokaklar, bahçeli ve aralıklı apartmanlar.

Her yer doldu taştı. 

Yukarı TİRE terk edilmeye başlanıldı, evler harap, kimsesiz ve öksüz birer görünüm aldılar.

Hem de çok güzel mimarisi olan  o eski tip TİRE evleri, azıcık konakımsı ve de bazıları cumbalı, kapalı balkonlu...

Bir zamanları zenginlerinin o güzelim evleri birer, birer terk edildi.

Bazılarının sahipleri kalmadı içinde oturacak, bazıları da kendilerine yeni daireler aldılar YENİ TİRE’de...

Eskiden kalma ama mimari bir değeri olan yapıların onarılıp, yeniden yaşama geçirilmesi çok iyi olur; küçük oteller yapılabilir.

Tire'nin eski mahalleleri ve sokakları hüzün verici bir durumda şu an...

Bakımsız, harabe gibi, yıkık, dökük…

Aslında bir MÜZE KENTİN alt yapısı var elimizde, değer bilebilesek...

Dünyanın birçok yerinde, Avrupa’da, Almanya’da bu tür eski mahalleler koruma altına alınır, koskoca bir bölge bir yeni planlama ile, yeni girişimlerle yaşama kavuşturulur, yeniden.

Yüzlerce yıllık sokaklar, evler korunmuş, aslına uygun bakılmış ve içinde oturuluyor olur.

O kentin en büyük gurur kaynağı, övünç kaynağı olur.

Çok sevilir ve de öyle bir turist çeker ki inanılmaz!

Dolar, taşar sokakları gezmeye gelen insanlarla.

TİRE halkı da öncü hemşehrileriyle bu fırsatı yakalamalıdır.

Şu an aklınıza gelmeyecek, belki de inanamayacağınız bir boyutta düşünmelisiniz.

İsterse bu devlet, bu kent, bu belediye ve kurumları bunu becerir.

Şimdilerde çok daha kolay ve ucuz girişimlerle bir şeyler yapıldığı, yeşillikler, parklar yapıldığı söyleniyor.

Çok iyi, çok güzel, ama yetmiyor.

Şu an önümüze koymamız gereken iş, vizyon şu olmalı: 

ESKİ TİRE’yi yaşama geçirmek, yeniden düzenleme ve geleceğe açmak olmalıdır.

Hele, hele son yıllarda Avrupa’ya gidip dolaşan, imkanları olup da oraların kentlerini gören TİRE’liler gördüklerinden, beğendiklerinden, o yüzyıllarca eskiye dayanan tarihsel yapılardan, kentlerden bahsetmeliler, anlatmalılar eşe dosta...  

Ama, bu yeter mi derseniz, anlatmak, fotoğraflar göstermek yeter mi derseniz...

Tabii ki sadece bu değil!

Gören, bilen, sorumluluk ve görev taşıyan herkesin kendi kenti güzel TİRE için de bu gördükleri, yaşadıkları yolcuklardan edindiklerini istemek olmalıdır.

Son yıllarda bir kıpırdanma gözlenmektedir.

Bazı evler onarımdan geçirilerek tekrar yaşama sunulmuş, konaklamaya açılmış.

Tek, tek bireysel projeler olarak örnek durumdalar.

Şimdi ise bundan sonrası şu olmalıdır:

İncelenip, seçilerek kurtarılacak ve onarımı, restorasyonu yapılacak evlerden oluşacak sokaklar hedeflenmelidir, bir AltstadtOld Town, tarihi kent dokusu oluşturulmalıdır.

Şuncacık Şirince’ye bir bakınız, dünyanın çekim merkezi gibi, gelen oraya koşuyor.

Ya da birçoğunuzun bildiği Eskişehir uygulaması ve benzer kent projeleri...

Ben size kendi en yakınımdan, yaşamımın içinden bir küçük Almanya kentini vereyim: İnternetten bakın fotoğraflarına, eski evlerine, sokaklarına: Seligenstadt.

Bu örnek gibi çok çok fazla örneklerini bulabilirsiniz Avrupa’da...

Gidenler benden çok fazlasını bilirler....

Ben de şimdi sizlere kendi istek ve duygularımı dile getirdim, doğru ve güzel örnekleri hedeflemek gerektiğini anlattım.

Tire’nin eski kent dokusu ve sokakları korunmalı ve geleceğe bir armağan olarak sunulmalıdır.

Bugün Tire’yi gezmek "karışık duyguları" üstlenmek gibidir.

Çok yönlü duygular...

Çarşıyı gezerken dükkanların bazılarının çok harap ve yıkılmakta olduğunu görürsünüz.

Hem de yanı başında reklam ve tanıtım levhalarının şımarıklığı, zevksizliği, görgüsüzlüğü ile çepe çevre sarılmış İŞ yerleri.

İnsanın gözüne, gözüne sokulmak istenilen dükkan isimleri, çoğu da yeni zengin ailelere ve onların yeni zengin çocuklarına ait iş yerleri gibi…

Tabii ki çok sevindirici insanlarımızın iş yerleri açmaları, halka hizmet vermeleri, bolca para kazanmaları...

Modern olmak ise bu değil tabii ki...

Bir kentin bir vizyonu, bir stili, bir istenilen görünümü olmalı. 

Bir RUHU olmalı.

Buna da ilk sahip çıkması gereken de devlet ve yerel yönetimler gibi geliyor bize ilk bakışta…

Ama tam da öyle değil!

Halkın, insanların kendisi bunu anlamalı, istemeli, belediyeler ileriye dönük görebilmeli...

Bizde hem çağdaşlık hem de özgürlükler öyle pek de gelişmiş ülkelerde olduğu gibi olmadığından, ’’isteyen istediğini, parası olan beğendiğini yapar’’ gibi bir durum oluşmuş.

Yasaların tanıdığı hak ve görevler gereği Tire Belediyesi’nin acil önlemler alması ve yaptırımlarda bulunması gerekir.

Yoksa bu günkü görünüm bu tabelalarla çok ağır bir rahatsızlık verici....

Çok bol ve çok renk kullanılarak yapılan bir makyaj olarak sırıtıyor, hiç de bir çekiciliği yok.

Görüp geçtiğimiz bu durum, görüntü kirliliği, bu rahatsızlık dile getirilmelidir bence...

.  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

  07.06.2017, Çarşamba,

= DEVAMI VAR==

  (XII. Düzenleme)


 


ÇOCUKLUK ANILARIM - VIII

ÇOCUKLUK ANILARIM - VIII

 - TİRE ve TİRELİ OLMAK -

Bayram deyince sanki bir bayram gibi kutlanan deve güreşlerini de anmak gerekir.

Develer daha önceki günden gelirlerdi, dört bir yandan ve kentin sokaklarında dolaştırılırdı.

O ne azametti öyle, develer, tülüler, davullar ve zurnalar...

Çarşıdan, caddelerden geçerlerdi ve halk coşkuyla izlerdi, alkışlardı onları.  

Top sahasına dolardı bütün halk, çoluk çocuk, güreş günü. 

Köfteciler falan da olurdu hep etrafta...

Ne büyük bir heyecan, ne büyük bir merakla bakılırdı.

-Aman oğlum çok yaklaşma! Diye bağırırdı anneler çocuklarına.

Koca tülüler, özel adlarıyla çağrılırdı, ağızları köpük, köpük, gerine gerine turlarlardı ve gösterirlerdi meydanda ustalıklarını.

Davulları zurnalar, methiyeler, halılar, halatlar, kilimler, aynalar... birbirine karışırdı, havada kebap kokuları, yüreklerde heyecanlar...

Koca, koca köyler hepsi sanki top sahasında toplanırdı.

O top sahalarında ulusal bayramlar da büyük bir istek ve sevinçle kutlanırdı. 

23 nisan19 mayıs çok önemli idi.

Spor gösterileri düzenlenirdi.

Nedendir bilinmez o zamanın güneşi yakardı çocukların incecik derilerini bayramda.

Anneler yoğurt sürerlerdi yanıklara...

23 nisanda müsamereler, korolar olurdu okullarda, özel düzenlenmiş çocuk giysileri hazırlanırdı. Okullar sanki kendi aralarında bir yarış içinde idiler güzellikte ve başarıda...

Bayramlar hepimizindi ve halk, herkes tamamıyla sahip çıkardı, inanırdı devletine, cumhuriyete ve devrimlerine... 

ATATÜRK ’ü tanımayan, sevmeyen olmazdı.

Tire tek yürek kutlardı bütün bayramlarını.

Kurban bayramı da gelince mahalle aralarında bir koku yayılırdı o zamanlar, demirciler gelir belli köşelerde ateş yakar ve kelleri tütsülerdi.

Sokaklar her bir yöne koşuşan insanlarla dolardı bayramlarda...

Hemen hemen herkes yaya giderdi gideceği yere... 

Akrabalar ziyaret edilir, eller öpülürdü.

Çocuklar, en çok onlar sevinirlerdi ramazanda, kurbanda.

’Sen ne topladın?’’ diye sorulurdu hep.

Evler dolar, dolar taşardı.

Hiç kimsenin aklına bayram ziyaretinden kaçmak gelmezdi.

İnsanlar tanırdı, sayar ve severdi birbirlerini.

Temiz giyinilirdi.

Yeni giysiler, ayakkabılar alınırdı.

Yemekler, tatlılar hazırlanırdı, lokum, şeker, kolonya alınırdı.

Bazı teyzeler çocuklara şımarmasın diye mendiller hazırlardı onlara bayram hediyesi olarak. Bozuk paralar, kağıt paralar çok önceden hazırlanırdı.

Kime ne verileceğini bilirdi büyükler.

Kimler ziyarete gelecek, hep bilinirdi.

Gelmeyen olursa bir burukluk bir üzüntü olurdu.

Ben o zamanların “mütevazi” bayram ziyaretlerini hep sevdim.

Dinsel bayramlarda çocuklar ellerinde paraları ile “Bayram Yeri”ne koşarlardı:

Dönme dolaplar, salıncaklar vardı.

En son aklımda kalan yerlerden birisi TEKEL’in arkasındaki top sahası ile olan ara boşlukta kurulan “Bayram Yeri”dir.

Bayram günlerinde bakkaldan “Kazı kazan” da alırdık.

Bir de mantar tabancası...

Tire insanı, köylüsü, kentlisi hem sevgi dolu idi, hem de öz güvenli ve saygılı.

Hiç de öyle kadın erkek ayrımı olmazdı. 

Çarşı pazar gezerdi kadınlar, kızlar alışverişlerini yaparlardı rahatça.

Birçok dükkanda da kızların, bayanların ilk çalıştığı kentlerin başında gelir Tire.

Tahtakale meydanında SALI günü açılan "el işi pazarı" ne büyük bir emek ve zenginlik gösterisi olurdu.

Bir şey almaya kalksanız, çok akıllı da geçinseniz pek fazla pazarlık şansınız olmazdı.

Emeğinin değerini ve ürününün fiyatını iyi bilirdi ablalar, teyzeler....

Bir de çok sayıda kız çocuğu okullara gitmiş ve okumuştur Tire’de.

Üniversitelere gitmişler, güzel meslekler öğrenmişlerdir.

Tire insanı bir öğretmenliği bir de mühendisliği çok severdi, doktorluğu da ayrı bir önemserdi. Çocukları okuyup mühendis, öğretmen ya da doktor olsun isterlerdi.

Bir de bir ara askeri okullara gönderdiler çocuklarını seve seve...

Eczacı olan kızlarımız da çok oldu, bizim Nihal örneğin, ilk başlarda çekingen bir Tire kızı idi... 

Sonraları açtı kendi eczanesini; verdiler el ele sevgili doktor Tuncer’ciğimle, çevrelerindeki insanların yardımına koştular.

Bu ruhu bu sevgi ve dayanışma dolu insanları başka nerelerde bulabilirsiniz?

Bir kez edinilen komşuluklar, arkadaşlıklar bir ömür boyu sürer gider Tire’de.

Arkadaşlarınıza koşarsınız, en yakın var olan bir fırsatta buluşursunuz, devam edersiniz sohbetinize.

Burnu büyüklük ve art niyetlilik yoktu Tire’linin arkadaşlığında o zamanlar.

Bugünlerde ise insanların yeni huylar ve yozlaşmalar içine düşmelerini duyar olduk her yerden.

Benim ise çok az arkadaşım oldu.

Hep dışarılarda idim, kurulamadı bir arkadaşlık çemberi...

Buna rağmen yine de eski komşularımızın, kardeşimin arkadaşları hep sevgi ve saygı gösterdiler sağ olsunlar.

Ve onlar ki biri dışarıdan geldi ise Tire’ye hemen toplaşırlar, buluşurlar, sohbet ederler, bir de Kaplan’a falan çıkmayı pek severler...

Bir keresinde beni de aldılar aralarına, sevgili Abdullah gelmişti o ara Tire’ye, onu kutladılar.

Abdullah makine mühendisi olmuştu, sonraları da fabrika müdürü oldu.

Çok uzun yıllar geçti aradan o eski tanışıklıklardan…

Bu fırsatlar yaşamlarının birer bayramıdır Tire’lilerin...

Birbirlerine sahip çıkarlardı eskiden.

Bir tatil, bayram falan olduğunda hemen toplaşırlardı bir yerlerde...

KAPLAN’a da çok giderlerdi yemeli içmeli...

Orada bir Fatih ağabey olacak, ünü dünyaya yayılmış, hep de hafiften dudağının yanından gülümseyerek bir şeyler anlatan...

O çocukluk arkadaşları acıları, üzüntüleri ve de hastalıkları olduğunda gerçekten içlerinde yaşarlardı karşısındakinin çektiğini, hep de onun yanında olurlardı.

Bu güzel dostluklar umarım bugün de devam ediyor olsun, tüm yeni dönemin getirdiği yozlaşmalara ve kirlenmelere rağmen...

Tadını ve değerini bildiklerine eminim.

Tire Belediye Bandosu önemli bir olaydı... 

Belli gün ve zamanlarda, büyük bir ciddiyet içerisinde geçerlerdi caddeden, ‘’BAYRAK TÖRENİNE’’ yetişirlerdi.

Hükümet binasına doğru ilerleyip İSTİKLAL MARŞI’nı çalarlardı ve herkes durur saygı gösterirdi.

Bu bando Türkiye'nin kuruluş felsefesine ve modern bir toplum olma yoluna girmesinde de bir küçük yapı taşı değil mi?

Belki de Türkiye'nin İLK olan kent bandosu olabilir.

Kent yaşamında önemli bir varlık ve kurumdu.

Bir de en önemlisi bence, bando üyelerinin ESNAFTAN olmasıdır.

Yani esnaf sanat ve zanaat, el emeği ve ruhsal zenginlik...

Ne kadar ileri bir çağdaş modeldir aslında...

Sıcak yaz günlerinde öğle üstüne doğru belediye arazözü geçerdi caddelerden, sulardı yolları, bir serinlik versin diye.

Hem bir sosyal içeriği de vardı, herkes çıkar bakardı onlara saygıyla...

Top sahası, tostçular diye anımsayınca bir başka anım geldi aklıma.

Sanayi çarşısının alt taraflarına doğru, tarlalar arasına giden bir yol vardı.

Onun yanına Tire Belediyesi ilk HAYVANAT BAHÇESİNİ açmıştı.

Duyunca gidip baktık.

Küçücük bir bahçe, çeşitli, bildik hayvanlar ayrı, ayrı yerlere konulmuş.

Bir de domuz, pembemsi, beyaz bir domuz...

Onu çok merak eden olurdu, önüne lahana yaprakları atarlardı yesin diye...

Sonra ne oldu oraya hiç bilmiyorum.

Şimdilerde ise bazı kentler hayvanat bahçeleri, doğal yaşam alanları kurmakla ’’prestij’’ kazanıyorlar.

Dünyanın bazı kentlerinde ise hayvanat bahçeleri çok ünlü...

Keşke TİRE BELEDİYESİ de o zamanlar ileriye dönük bir bakış açısına sahip olabilse idi...

.  Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 

   07.06.2017, Çarşamba,

= DEVAMI VAR==

    (XlI. Düzenleme)