20 Ağustos 2025 Çarşamba

AYDINLANMA

 .  “Aydınlanma” ne demektİr?   .

Aydınlanma, sözcük anlamı olarak bir “sorunu aydınlatmak”, yani bir konu hakkında yeterli “bilgi edinmek” ve bilinçlenmek demektir.

Ancak felsefi bir terim olarak kullanıldığında, çok daha derin ve kapsamlı bir anlama gelir.

Aydınlanma, 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'da başlayan ve “insan aklının” ön plana çıktığı bir düşünce hareketidir.

Bu dönemde akıl, “insanların özgürleşmesi, bilgiye ulaşması ve toplumu ilerletmesi” için “en önemli araç” olarak görülmüştür.

Aydınlanmanın Felsefi Temelleri

1-Aklın Özgürleşmesi: Aydınlanma'nın temelinde, insanların kendi akıllarını kullanarak geleneksel otoritelerden, dogmalardan ve ön yargılardan kurtulması fikri yatar.

Ünlü filozof Immanuel Kant'ın "Aydınlanma, insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu ergin olmama durumundan kurtulmasıdır" sözü, bu düşüncenin en iyi özetidir.

2-Bilim ve İlerleme: Aydınlanma, bilime ve bilimsel yönteme büyük önem vermiştir.

Deney ve gözlem yoluyla elde edilen bilgilerin, dünyanın ve insanlığın sorunlarını çözeceğine inanılmıştır.

Bu dönemdeki bilimsel gelişmeler, “Sanayi Devrimi”ne giden yolu açmıştır.

3-Bireysel Haklar: Aydınlanma düşünürleri, bireysel özgürlükleri, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmuşlardır.

İnsanların doğuştan gelen ve devredilemez haklara sahip olduğu fikri bu dönemde yaygınlaşmıştır.

4-Hoşgörü ve Laiklik: Özellikle din ve devlet işlerinin ayrılması (laiklik) ve farklı inançlara karşı hoşgörülü olunması gerektiği fikri güçlenmiştir.

Bu, kilisenin ve monarşilerin baskıcı gücüne bir başkaldırı niteliği taşımaktadır.

Aydınlanma Devrimi nedir?

Aydınlanma Devrimi, genellikle 17. ve 18. yüzyıllarda Avrupa'da ortaya çıkan ve tüm Batı dünyasını derinden etkileyen bir düşünce ve kültür hareketidir.

Bu döneme "Aydınlanma Çağı" ya da "Akıl Çağı" da denir.

“Aydınlanma”nın temel amacı, insan aklını, geleneksel otorite ve dogmalardan özgürleştirerek, yeni bilgiye ve eleştirel düşünceye dayalı bir toplumsal düzen kurmaktır.

Bu süreçte “din ve devlet” işleri birbirinden ayrılmış, “bilimin ve aklın gücüne” olan inanç artmıştır.

Aydınlanma'nın Ana Fikirleri

-Akılcılık (Rasyonalizm): Aydınlanma'nın en temel ilkesidir.

Akıl, evrenin ve insanlığın sorunlarını çözmek için en önemli araç olarak görülmüştür.

Gelenekler ve dini inançlar yerine, mantık ve bilimsel yöntemler ön plana çıkmıştır.

-İnsan ve İlerleme: Bu dönemde, insanın doğası gereği iyi olduğu ve aklını kullanarak sürekli olarak gelişebileceği fikri yayılmıştır.

Toplumsal ilerlemenin, akıl ve bilim sayesinde mümkün olacağına inanılmıştır.

-Özgürlük, Eşitlik ve Tolerans: Aydınlanma düşünürleri, bireysel özgürlükleri, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmuşlardır.

Din ve inançlar konusunda hoşgörü (tolerans) gösterilmesi gerektiğini vurgulamışlar, monarşilerin ve kilisenin baskıcı politikalarına karşı çıkmışlardır.

-Doğal Haklar: John Locke gibi filozoflar, insanların doğuştan gelen ve devredilemez haklara sahip olduğunu savunmuştur.

Yaşam, özgürlük ve mülkiyet gibi kavramlar bu dönemde büyük önem kazanmıştır.

Önemli Filozoflar ve Etkileri

Aydınlanma Devrimi'ne öncülük eden ve modern dünyanın temellerini atan pek çok düşünür ve bilim insanı olmuştur:

-Immanuel Kant: "Aydınlanma nedir?" sorusuna "Kendi aklını kullanma cesareti göster!" cevabını vermiştir.

-John Locke: Doğal haklar ve liberalizmin babası olarak kabul edilir.

-Montesquieu: Devlet yönetiminde güçler ayrılığı (yasama, yürütme, yargı) ilkesini ortaya atmıştır.

.    Bu ilke, günümüz modern demokratik devletlerinin temelini oluşturur.

-Voltaire: Düşünce ve ifade özgürlüğü ile din ve inanç hoşgörüsünün en önemli savunucularındandır.

-Jean-Jacques Rousseau: Halk egemenliği ve toplumsal sözleşme gibi fikirleriyle Fransız Devrimi'ne ilham vermiştir.

.   Aydınlanma Devrimi, sadece felsefi bir hareket olmakla kalmamış, aynı zamanda Fransız Devrimi ve Sanayi Devrimi gibi büyük toplumsal ve siyasal dönüşümlere zemin hazırlamıştır.

Günümüzde savunduğumuz pek çok demokratik değer, insan hakları ve bilimsel düşünce, köklerini bu “devrimci çağdan” almaktadır.

Türkiye Aydınlanma Devrimi Geçirmiş Midir?

Türkiye'nin Batı'daki Aydınlanma Devrimi'ne benzer bir süreç geçirip geçirmediği konusu, tarihçiler, sosyologlar ve düşünürler arasında sıkça tartışılan karmaşık bir meseledir.

Bu konuyu anlayabilmek için öncelikle Avrupa'daki Aydınlanma'nın temel özelliklerini ve Türkiye'deki tarihsel gelişmeleri karşılaştırmak gerekir.

Avrupa'daki Aydınlanma'dan Farklılıklar

Batı dünyasında Aydınlanma, 17. ve 18. yüzyıllarda ortaya çıkmış, “kilisenin ve monarşilerin” mutlak otoritesine karşı bir “isyan niteliği” taşımıştır.

Bu hareket, akıl, bilim, bireysel özgürlükler ve laiklik gibi kavramları ön plana çıkarmıştır.

Bu dönüşüm süreci, toplumun içinden organik olarak gelişmiştir.

Türkiye'de ise durum farklıdır.

Batı'daki gibi, toplumun “alt katmanlarından” başlayarak yaygınlaşan, “dini ve siyasi otoriteleri” kökten sarsan bir “Aydınlanma hareketi” yaşanmamıştır.

Türkiye'deki Batılılaşma ve modernleşme çabaları, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinden itibaren, devletin ve aydın kesimin öncülüğünde, daha çok "yukarıdan aşağıya" bir şekilde gerçekleşmiştir.

Türkiye'deki Aydınlanma Hareketi ve Cumhuriyet Devrimleri

Türkiye'deki modernleşme süreci, doğrudan bir "Aydınlanma Devrimi" olarak adlandırılmasa da, Aydınlanma'nın temel ilkelerini benimsemiş ve uygulamaya çalışmıştır.

Bu süreçteki en önemli dönüm noktası, Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti'dir.

Cumhuriyet Dönemi'nde yapılan devrimler, “Aydınlanma”nın ruhuyla örtüşen pek çok özellik taşır:

- Laiklik: Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, eğitimde “laik bir sisteme” geçilmesi.

- Akıl ve Bilim: Bilimsel düşüncenin teşvik edilmesi ve eğitimin yaygınlaştırılması.

- Siyasal ve Hukuksal Reformlar: Batı'dan esinlenerek hazırlanan yasalarla, bireysel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmaya çalışılması.

- Toplumsal Dönüşüm: Şapka Devrimi, harf devrimi ve kadınlara seçme-seçilme hakkı gibi köklü değişimlerle toplumsal yapının modernleştirilmesi.

.      Bu devrimler, Türkiye'nin modern bir ulus devlet olma yolundaki en önemli adımlarıdır ve bu yönüyle Batı'daki “Aydınlanma” hareketinin bir yansıması olarak görülebilir.

Ancak, Batı'dan farklı olarak, bu dönüşümün “halkın tamamına” yayılması ve “içselleştirilmesi” süreci “halen devam” etmektedir.

Bugünkü sıkıntılar ve çöküş bir aydınlanma devrimi geçirmediğimizdendir.

Bu, Türkiye'nin modernleşme serüveni ve günümüzdeki sorunları üzerine sıkça dile getirilen ve tartışılan önemli bir görüştür.

"Aydınlanma Devrimi geçiremedik" tezi, bugünkü sıkıntıların temelinde Batı'daki gibi organik, halktan tabana yayılan bir düşünsel dönüşümün eksikliğinin yattığını savunur.

Bu görüşün temel argümanlarına daha yakından bakalım:

Yukarıdan Aşağıya Bir Değişim

Türkiye'deki modernleşme çabaları, özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren, Batı'nın ilerlemesi karşısında ayakta kalabilmek için devletin ve aydınların öncülüğünde gerçekleşmiştir.

Bu süreç, Aydınlanma'nın ruhu olan bireysel aklın, eleştirel düşüncenin ve özgürlüğün toplumda geniş kitlelerce benimsenmesinden çok, “devletin modernleşme” hedefleri doğrultusunda “radikal reformları” uygulaması şeklinde olmuştur.

-Eğitim: Okullar modernleşse de, bilimsel düşünce ve eleştirel akıl yürütme metotları tam olarak yerleşememiştir.

Ezberci eğitim anlayışı, bireylerin “kendi aklını kullanma” cesaretini geliştirmekte yetersiz kalmıştır.

-Siyaset: Parlamenter sistem ve çok partili hayata geçişler olsa da, siyasal kültürde bireyin özgürlüğü ve doğal hakları yerine, otoriteye ve liderliğe bağlılık öne çıkmıştır.

-Toplum: Değerler ve inançlar, rasyonel sorgulamadan çok, geleneksel dogmalar ve otorite figürlerinin yorumları üzerinden şekillenmeye devam etmiştir.

Aydınlanma Eksikliğinin Sonuçları

Bu tez, Aydınlanma'nın tam olarak içselleştirilememesinin, bugün karşılaşılan pek çok sorunun kaynağı olduğunu iddia eder:

-Hukuk ve Adalet Sorunları: Hukukun üstünlüğü yerine, gücün ve siyasi iradenin üstünlüğü zaman zaman ön plana çıkmıştır.

-Bilime Güvensizlik: Bilimsel yöntem ve uzmanlık yerine, komplo teorileri ve hurafelere olan eğilim artmıştır.

-Kutuplaşma: Farklı düşüncelere ve yaşam tarzlarına hoşgörüyle yaklaşma kültürü tam olarak yerleşmediği için, toplum keskin gruplara ayrılmıştır.

Bu durum, ortak bir akıl zemininde buluşmayı zorlaştırmaktadır.

-Demokratik Kurumların Zayıflığı: Sivil toplum, üniversiteler ve medya gibi demokratik kurumlar, bağımsız ve eleştirel bir güç olmaktan uzaklaşarak zayıflamıştır.

Sonuç olarak,

.   Özetle Aydınlanma, yalnızca bir dönemi değil, aynı zamanda aklın, bilimin ve özgür düşüncenin toplumsal dönüşümü tetiklediği ve modern dünyanın temellerini attığı bir “zihniyet değişimini” ifade eder.

.   Türkiye'nin bugünkü sıkıntılarının ana nedeni, toplumsal ve siyasal yapının bir aydınlanma sürecinden geçerek sağlam bir rasyonel ve bilimsel temele oturamamasıdır.

Bu nedenle, aydınlanmanın “felsefi ve kültürel” temellerini güçlendirmeden, sadece “yasal ve kurumsal reformlarla” kalıcı bir çözüme ulaşılamayacağı düşünülmektedir.

Türkiye, Avrupa'daki gibi “kökleri toplumun derinliklerinden” gelen bir Aydınlanma Devrimi yaşamamıştır.

Bunun yerine, “devletin öncülüğünde” gerçekleştirilen ve Aydınlanma'nın temel ilkelerini benimseyen “radikal modernleşme” ve “çağdaşlaşma hareketleri” geçirmiştir.

Bu süreç, Türkiye'nin bugün geldiği noktanın temellerini oluşturmuştur.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.20, G.
.       (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.            YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

 

KAPİTALİZM Mİ

.  TÜRKİYE’Yİ ETKİSİ ALTINA ALAN KAPİTALİZM Mİ?

Her an üzerimizdeki baskılar ve etkilerden dolayı hep akıllara takılan bir soru:

Türkiye'yi etkisi altına alan sistemin kapitalizm mi yoksa emperyalizm mi olduğu, üzerinde çokça tartışılan ve her iki kavramın da farklı açılardan ele alınmasını gerektiren karmaşık bir konudur.

Her iki kavram da birbiriyle bağlantılıdır ancak farklı anlamlara gelir.

Kapitalizmin bir ekonomik sistem olarak Türkiye'de kök saldığını ve bu sistemin doğal bir sonucu olarak “emperyalist” dinamiklerin de ülkeyi etkilediği söylenir.

Bu sav ne anlama gelir, belirtileri nelerdir?

Kapitalizm

Kapitalizm, özel mülkiyetin, serbest piyasanın ve sermaye birikiminin temel alındığı bir ekonomik sistemdir.

Bu sistemde, üretim araçları özel kişilere veya şirketlere aittir ve kar elde etmek amacıyla mal ve hizmet üretimi yapılır.

Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren karma ekonomi modelleri uygulasa da, özellikle 1980'lerden sonra küresel ekonomiye daha fazla entegre olarak serbest piyasa ekonomisi ilkelerini benimsemiştir.

Kapitalizmin Türkiye üzerindeki etkileri şunlar olabilir:

-Tüketim kültürü: Kitle iletişim araçları ve reklamcılık yoluyla tüketimin teşvik edilmesi.

-Küresel ekonomiye entegrasyon: Dünya Bankası, IMF gibi uluslararası finans kuruluşlarıyla ilişkiler ve yabancı sermayenin ülkeye girişi.

-Özelleştirme: Kamu iktisadi teşebbüslerinin özel sektöre devredilmesi.

-Rekabet ve piyasa dinamikleri: Fiyatların arz ve talebe göre belirlenmesi ve serbest rekabetin teşvik edilmesi.

Emperyalizm

Emperyalizm ise bir devletin kendi sınırları dışındaki “diğer bölgeler” üzerinde “siyasi, ekonomik ve kültürel olarak kontrol ve etki kurma” çabasıdır.

Bu, doğrudan askeri işgal şeklinde olabileceği gibi, daha çok ekonomik ve kültürel baskı araçlarıyla da gerçekleşebilir.

Emperyalizm genellikle kapitalizmin üst bir aşaması veya onun ayrılmaz bir parçası olarak görülür. Kapitalizmin sürekli büyüme ve yeni pazarlar bulma ihtiyacı, emperyalizmi tetikleyen temel faktörlerden biri olarak kabul edilir.

Türkiye'nin emperyalizmle ilişkisi ise şu açılardan tartışılır:

-Dışa bağımlılık: Enerji, teknoloji ve finans gibi alanlarda dış güçlere olan bağımlılık.

-Borçluluk: Uluslararası kuruluşlardan alınan krediler ve bu kredilere bağlı olarak uygulanan ekonomik politikalar.

-Siyasal ve kültürel etkiler: Türkiye'nin jeopolitik konumu nedeniyle büyük güçlerin siyasi ajandalarının bir parçası olması ve kültürel alanda Batı normlarının yaygınlaşması.

ekonomik sistem olarak kapitalizmin Türkiye'de kök salması:

Ülkenin üretim, tüketim ve finans alanlarındaki işleyişini belirleyen temel kuralların kapitalist ilkelere göre şekillenmesi anlamına gelir.

Bu, özel mülkiyetin, serbest piyasanın, kar güdüsünün ve sermaye birikiminin ekonominin “ana motoru” haline gelmesi demektir.

Bu sistemin doğal bir sonucu olarak emperyalist dinamiklerin de ülkeyi etkilemesi ise, Türkiye'nin küresel kapitalist hiyerarşi içinde, merkez (gelişmiş) kapitalist ülkelerle ilişkisinin bağımlılık veya ikincil bir konum üzerinden kurulmasıdır.

Kendi dinamiklerini ve politikalarını tamamen bağımsız bir şekilde belirleyememesi ve dış güçlerin ekonomik, siyasi ve kültürel etkilerine açık olması bu duruma işaret eder.

Bu iki kavram arasındaki ilişkiyi ve belirtilerini daha iyi anlamak için iki ana başlık altında inceleyebiliriz.

1. Ekonomik Bağımlılık ve Sömürü Dinamikleri

Kapitalizmin küresel yayılımı, sermayenin daha az gelişmiş bölgelere akışını ve buralardaki kaynakların merkez ülkeler için kullanılmasını teşvik eder.

Türkiye'de bu durumun belirtileri şunlardır:

-Dış Borç ve Finansal Kırılganlık: Türkiye'nin yıllardır yüksek dış borç stoku, uluslararası sermayeye olan bağımlılığın en somut göstergesidir.

Bu borçlar, ülkenin ekonomik politikalarını (faiz oranları, bütçe harcamaları vb.) belirlerken, uluslararası finans kuruluşlarının (IMF, Dünya Bankası) önerdiği veya dayattığı politikalara uymasını gerektirebilir. Bu durum, ekonomik bağımsızlığı kısıtlar.

-İthalata Dayalı Üretim: Ülke ekonomisinin büyük ölçüde ithalata bağımlı olması, özellikle hammadde, enerji ve yüksek teknoloji ürünlerinde dışa bağımlılık yaratır.

Bu durum, döviz kuru dalgalanmaları ve küresel tedarik zincirindeki aksaklıklardan doğrudan etkilenerek ekonomik istikrarsızlığa yol açar.

-Yabancı Sermayenin Rolü: Doğrudan yabancı yatırımlar, genellikle ülkeye yeni teknolojiler ve istihdam getirme potansiyeline sahip olsa da, Türkiye'de çoğunlukla kârlı kamu kuruluşlarının ve bankaların satın alınması şeklinde gerçekleşmiştir.

Bu durum, ekonominin kritik sektörlerinin kontrolünün yabancı sermayenin eline geçmesine ve yerli sermayenin bağımlı hale gelmesine neden olabilir.

-Ücretlerin Düşüklüğü ve Emeğin Sömürüsü: Küresel kapitalist sistemde, çevre ülkeler (Türkiye gibi) genellikle düşük işgücü maliyetleri nedeniyle sermaye için cazip hale gelir.

Bu, emek sömürüsünün artmasına, ücretlerin baskılanmasına ve işçi haklarının kısıtlanmasına yol açar.

2. Siyasal ve Kültürel Etkiler

Emperyalizm yalnızca “ekonomik” bir olgu değildir.

Küresel baskıcı güçler, ekonomik çıkarlarını korumak ve genişletmek için siyasi ve kültürel mekanizmaları da kullanır. Türkiye'de bu durumun yansımaları şunlardır:

-Kültürel Emperyalizm: Küresel medya, eğlence ve tüketim kültürü aracılığıyla Batılı yaşam tarzı, değerler ve normlar yayılır.

Bu durum, yerel kültürel değerlerin aşınmasına ve merkez ülkelerin kültürel egemenliğinin pekişmesine yol açabilir.

-Jeopolitik Konumun Kullanılması: Türkiye'nin kritik jeopolitik konumu, NATO gibi askeri ve siyasi ittifaklara dahil olmasını gerektirir.

Bu ittifaklar, ülkenin dış politikasını ve askeri kararlarını merkez ülkelerin çıkarları doğrultusunda şekillendirebilir.

-Siyasal Karar Alma Süreçlerindeki Dış Etki: Uluslararası kuruluşların (AB, IMF, Dünya Bankası) raporları ve koşullu kredileri, ülke yönetimlerinin politikalarını etkileyebilir.

Örneğin, bir kredi anlaşması karşılığında belirli reformlar (özelleştirme, mali disiplin vb.) talep edilebilir.

Kapitalizm ve emperyalizm kıskacından nasıl kurtuluruz?

Kapitalizm ve emperyalizmin kıskacından kurtulmak, karmaşık ve çok boyutlu bir süreçtir.

Bu durum, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi, kültürel ve toplumsal alanlarda da derinlemesine değişiklikler gerektirir.

Kısa vadeli çözümlerden ziyade, uzun vadeli ve kapsamlı stratejilere odaklanmak esastır.

Kapitalizmin yol açtığı bağımlılıklardan ve emperyalizmin dayattığı dinamiklerden kurtulmak için atılabilecek adımlar, dört ana başlıkta toplanabilir.

1. Üretim ve Ekonomik Bağımsızlığı Güçlendirme

-Yerli ve Milli Üretimi Desteklemek: Dışa bağımlılığı azaltmanın temel yolu, kritik sektörlerde (enerji, teknoloji, tarım, savunma sanayii) yerli üretimi artırmaktır.

Özellikle enerji alanında rüzgar, güneş ve jeotermal gibi yerli ve “yenilenebilir” kaynaklara yönelmek, dış politikada daha bağımsız hareket etme olanağı sağlar.

-İhracatı Geliştirmek: Yalnızca hammadde değil, katma değeri yüksek teknoloji ürünleri ve hizmetleri ihraç eden bir ekonomik yapıya geçmek, dış ticaret dengesini iyileştirir ve ülkeye daha fazla döviz girişi sağlar.

-Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri (KOBİ) Teşvik Etmek: KOBİ’ler, yerel ekonomilerin can damarıdır. Onlara yönelik finansal destekler, vergi kolaylıkları ve teknolojik altyapı yardımları, yerel istihdamı artırırken dışa bağımlı büyük şirketlerin etkisini azaltabilir.

2. Finansal Bağımsızlığı Sağlama

-Dış Borcu Azaltmak: Yüksek dış borç, ülkenin ekonomik politikalarını belirlemede manevra alanını kısıtlar. Sürdürülebilir bir borç yönetimi politikası izlemek ve dış kredilere olan bağımlılığı en aza indirmek kritik öneme sahiptir.

-Sermaye Kontrolleri: Finansal kriz dönemlerinde sıcak paranın ani çıkışını engellemek için sermaye hareketlerine belirli kısıtlamalar getirmek, ekonomiyi spekülatif saldırılardan koruyabilir.

-Yerel Para Birimini Güçlendirmek: Ticari işlemlerde yerel para biriminin kullanımını yaygınlaştırmak ve finansal sistemin döviz kurlarına karşı daha dirençli hale gelmesini sağlamak, ekonomik istikrarı artırır.

3. Siyasi ve Toplumsal Yapılanma

-Kültürel Uyanış: Kültürel emperyalizmin etkilerini kırmak için yerel kültürel değerlerin korunması ve desteklenmesi önemlidir.

Ancak bu, dışa kapalı bir yapıya bürünmek değil, kendi kültürel kimliğini korurken evrensel değerlerle etkileşim içinde olmaktır.

-Katılımcı Demokrasi ve Şeffaflık: Şeffaf ve hesap verebilir bir yönetim anlayışı, dış güçlerin siyasi süreçlere müdahalesini zorlaştırır.

Güçlü bir sivil toplum ve bağımsız medya, halkın kendi kaderi hakkında bilinçli kararlar almasına yardımcı olur.

-Eğitim ve Bilgi Üretimi: Ülkenin kendi bilimsel ve teknolojik altyapısını kurması, dışarıdan teknoloji ithalatına olan bağımlılığı azaltır.

Bilimsel araştırmaya yapılan yatırımlar ve nitelikli insan gücü yetiştirme, uzun vadede ulusal bağımsızlığın temelini oluşturur.

4. Alternatif Ekonomik Modeller

Kapitalizmin dayandığı kar maksimizasyonu ve sınırsız büyüme yerine, alternatif ekonomik modeller tartışmaya açılabilir:

-Kooperatifçilik: Üretim ve tüketim kooperatifleri, kar odaklı hiyerarşik yapı yerine, ortak mülkiyeti ve eşitliği temel alarak yerel halkı güçlendirebilir.

-Dayanışma Ekonomisi: Kar amacı gütmeyen, yerel ihtiyaçlara odaklanan ve topluluk bağlarını güçlendiren ekonomik faaliyetler teşvik edilebilir.

Bu dönüşümler, sadece devletin değil, toplumun her kesiminin (işçiler, çiftçiler, aydınlar, sivil toplum kuruluşları) ortak çabasıyla mümkün olabilir.

Süreç, kolay ve hızlı olmayacaktır ancak her adım, ulusal bağımsızlığı ve refahı artırmak adına atılmış önemli bir adımdır.

Sonuç

Türkiye'yi etkileyen durumu sadece kapitalizm veya emperyalizm olarak tek bir kavramla açıklamak eksik kalır.

Çoğu analist, kapitalizmin bir ekonomik sistem olarak Türkiye'de kök saldığını ve bu sistemin doğal bir sonucu olarak “emperyalist dinamiklerin” ülkeyi etkilediğini savunur.

Yani, kapitalizmin içsel çelişkileri ve sürekli büyüme ihtiyacı, Türkiye gibi ülkelerin “küresel kapitalist hiyerarşi” içindeki yerini belirlemekte ve onları daha büyük ekonomik güçlerin etkisi altına sokmaktadır.

Dolayısıyla, Türkiye'deki durum daha çok, “küresel kapitalist sistemin bir parçası” olmanın getirdiği ekonomik bağımlılıklar ve dış politikadaki baskılar olarak değerlendirilebilir.

Bu bağlamda, kapitalizm bir sistem olarak varlığını sürdürürken, emperyalizm de bu sistemin “siyasi ve ekonomik” sonuçlarından biri olarak ortaya çıkar.

Sonuç olarak, kapitalizmin bir sistem olarak kök salması, Türkiye'nin ekonomik yapısını dönüştürürken, emperyalist dinamikler bu dönüşümün “dış güçler lehine” bir bağımlılık ilişkisine dönüşmesine neden olmuştur.

Bir başka deyişle, Türkiye “kapitalist ekonominin” kurallarıyla oynarken, bu oyunun kurallarının büyük ölçüde “küresel merkezler” tarafından belirlendiği ve ülkenin manevra alanının “kısıtlandığı” ekonomik bağımlılık görülmektedir.

.    Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.20, G.
.          (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.            YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ: