- BAYRAM GEÇTİ
İnsan toplumda var olan iletişimler ve algılar,
beklentiler içerisinde “kendinde” birtakım olgular ve düzenlemeler oluşturur.
Her toplum ya da her bir kitle kendisine göre
gelenekler, kurallar ve böylece de o “kültür” ortaya çıkarır.
Toplumların sevinç günleri, yas ve üzüntü günleri özel
zamanlardır ve içindeki bireyleri etkiler.
Bu etkilenme ve algılama ve bunların yansıtılması
ise bireyin kendi konumuna göre de değişir.
Bayramlar birlikte sevinme, coşku duyma ve anımsama
günleri olduğuna göre o toplumun etkilendiği ve kabul ettiği bir nedeni, bir
amacı var olsa gerektir.
Türkiye için düşündüğümüzde dinsel kökenli
bayramlardan olan Ramazan ve Kurban herkesin bildiği ve kabul ettiği
bayramlardır.
Herkeste bir heyecan bir sevinç ve duygusallık
olması beklenilir ve BAYRAM geldi, diye sevinilirdi.
Bunlar İslam dininin inanç ve geleneğine dayalı
olarak zamanımıza değin gelmiş özel günler olarak anımsanır ve birlikte
kutlanır.
Toplumsal ve ruhsal anlamda çok önemli olan bayram
günlerinde birey kendisini, ailesini ve de çevresini algılar, yeniden bir
ölçer, biçer…
Dijital çağın gelmesi ve yayılmasından önce durum
oldukça farklı idi…
Belli ve de oldukça açık, kabul gören davranış
biçimleri ve uygulamalar vardı…
Özellikle herkes kendi ailesiyle birlikte olmak,
hısım ve akrabalarını bu günlerde “ziyaret” etmek, kısa da olsa onlarla
görüşmek isterdi.
Büyükler, yaşlılar özellikle bu günleri beklerdi;
aranılmak isterlerdi…
Yıl içerisinde görüşemeyenler bu günlerde
birbirlerini görmek isterlerdi…
Çok uzun yıllar bu durum böylesine devam etmiş olsa
bile artık son yıllarda eski uygulanırlığını yitirmiştir.
Çok kolaylıklarla dolu diye düşündüğümüz teknolojik
gelişmeler ile aile ziyaretleri, mektup yazmak, kutlama kartı göndermek tarihte
kaldı.
Ardından e.Posta dönemi geldi ve birbirine “mail”
göndermeler başladı…
Şimdi ise çok daha kısa ve kolay gelen mesaj
uygulamaları, Whatsapp ve Facebook yazışmaları öne çıktı.
Belki bir kısa sesli telefon görüşmesi ve kutlama
bile artık en değerlisi sayılmaya başladı.
“İnsanlar çalışıyor” sözünün öne çıkarıldığı
konuşmaların ardından onların kendileri için “tatil” yapma hakları ya da
gereksinimleri olduğu söylenilmeye başladı.
Bayram günleri tatil günleri oldu ve yıllık tatil
yerine sayılırcasına kullanılmaya yönelindi.
Ve sonuç olarak baktığımızda bayram günleri için
birkaç gün öncesinden bir yoğunluk, bir gidiş-geliş başladı ve gittikçe de
yayıldı.
Tatilciler olarak yollara düşen halk yolları geçilemez
duruma getirip, ünlü tatil yörelerine ulaşmaya başladı.
Oteller doldu, taştı, diye yer alıyor haberlerde…
Belediyeler haberlere düştü, sevinenler, otelciler,
esnaf bu gelenlerden dolayı kendilerini kazançlı olarak gördüler…
Bazı ünlü tatil yerlerinde boş yatak bile kalmamış
da sokakta, arabalarda yatanlar varmış…
Bir tür yarış ve kazanma hırsı gibi “ben de tatil
yapacağım, yapmalıyım” duygusu her yeri sardı…
Gerçekten insan “o hazırlıkları yapıp, yolları
arabası ile geçip, oteline geldiğinde, o kaldığı günler içerisinde ve de geriye
döndüğünde” ne denli dinlenmiş ve huzur bulmuş olabilir?
Bayram günleri artık bir kesim insanlar için tatil
günleri oldu…
Kısa kutlamalar ile kısa görüşmeler ile aile, dost,
akraba bayramlaşmaları da yerine getirildi…
Oh ne güzel…
Şükürler olsun…
Son yılların tüm sıkıntılarına ekonomik çöküşe,
enflasyona, pahalılıklara, aylıkların ve ücretlerin hiç de yeterli olmamasına
baktığımızda insan biraz “şaşkın” mı oluyor?
“Tatil kasabaları” diye ünlenmiş olan deniz kıyısı
kentleri bilenler bilir; her yer betonlaştı, dağ, tepe konut, site doldu ve
herkes hizmet beklemekte…
Deniz yine kendi yerinde duruyor.
Denize erişebilen, denize girebilen “mutlu azınlık”
kaç kişidir, kimlerdir, bilemiyoruz.
Toplumun “ayarlarının gittikçe bozulduğu” üzerine
dönen konuşmaları her yerde duyuyoruz.
Herkes, yani normal orta sınıf altı halk, millet
gerçekten çok şaşkın; ve bunların sayısı nüfusun çok büyük bir bölümünü
oluşturuyor.
Paralar nereden geliyor, bu harcamaların kaynağı
nedir, nasıl kazanıyorlar ki rahatça harcayabiliyorlar?
Bayram günleri bu toplumsal ve ekonomik
dengesizliği, eşitsizliği ve de anlaşılmazlıkları birlikte getirdi.
Tüm bunlara rağmen şunu asla aklımızdan
çıkarmamalıyız ki Türkiye güçlü ve büyük bir ülkedir.
Her türlü sorunu ve gidererek artan ve
çözümsüzlüğünü gün geçtikçe açıkça gördüğümüz sorunlara rağmen millet
(görünürde) ne denli mutlu ve rahat yaşıyor…
Paranın gittikçe değer yitirmesi ve milyonlarca
insanın çok büyük ödeme-satın alma sıkıntısı çekmesine rağmen, yine de var
olabilen bir kesim bu bayramda rahatça tatilini yapabildi.
Bayramın ritüelleri (uygulamaları) yerine geldi mi,
getirildi mi, ne kadar ve nasıl oldu; gibi dinsel ve inanç tabanlı soruları
değerlendirmek çok daha zor ve gerçekten tam donanımlı uzmanların da konuşması
gereken konular olarak görülmeli.
Evinde oturup aile bireylerini, çocuklarını
bekleyen anne ve babaların duyguları, içlerinden geçenler, bayramın bu yönleri
bizi ilgilendirmeli…
Annesini, babasını görmek isteyip göremeyen,
önündeki engelleri aşmayan insanın duygularını içsel tepkilerini de bir
düşünün…
Annesi ve babası bu dünyada gitmiş ve bir daha
hiçbir sesi, gülücüğü, okşaması gelmeyecek olanları da bir düşünün; onlara
erişmek yok artık…
“Bayram gelmiş benim neyime”… diye acılı türküler
söyleyenleri bir düşünün…
İçi yanan, çocuklarına bayram için bir şeyler
alamayan o anne ve babaları da bir aklınıza getirin.
Nedir, temelde bu dinsel bayramların en yüce, en
üst hedefi ve amacı nedir, diye bir düşünün…
Lütfen, her şeyi bir yana bırakıp “sağ duyu” ile
aklı başında olarak bir düşünün, kendi kendinize sorgulayın.
Toplum olarak, devlet olarak yoksulluğu,
yoksunluğu, eşitsizliği, adaletsizliği ne denli önleyebildik?
Çok mu yoksul ve geliri olmayan bir devletiz, çok
yoksul bir toplum muyuz?
Eğer, bugün bir BAYRAM ise ve bu bayram temelinde
bir inanç sistemine, bir dine, İslam Dinine bağlandırılmış ise, biz her ne
olursa olsun, yine de düşünüp, sorgulayıp, “sağlıklı” bir değerlendirmede
bulunabiliriz.
Bayramların var olması, devam etmesi bir sorun ya
da yanlış değildir; asıl olan onların günümüzün toplumsal gerçekleri ile “bağdaştırılması”
olmalıdır.
Eğer bayramın hedeflerinde “yardımlaşma, dayanışma,
kollama, destekleme”… gibi amacı var ise çok daha yararlı ve geçerli yöntemlere
yönelmek düşünülmelidir.
Çağdaş bir devlet, “demokratik bir hukuk devleti”
olmak artık günümüzde en ileri hedef olmalıdır.
Bu gerçekleştiğinde sosyal adalet, ekonomik
dengelerde adalet sağlanabilir; hiçbir yurttaş ne aç, ne de açıkta kalır.
Özellikle de İslam “kurban” kavramı ile “zorda
olanlara yardım” ve “yoksulluğu engellemeyi” düşündü diye kabul ediyor isek,
çağdaş bir toplum çok daha kalkınmış refah düzeyi yüksek olarak bunu
sağlayabilmelidir.
Bu anlamda “İslam’da kurban” konusunu yine herkes
araştırmalı ve incelemelidir.
Günümüzün koşullarında sorunların artık iç içe
geçtiği ve gittikçe de büyük kargaşaları oluşturduğu, çözümlerin ise pek ön
görülemediğini izliyoruz.
Türkiye din ve inanç konusunda, vicdan özgürlüğü
konusunda çok daha çağdaş ve uygar bir demokratik yapılanmaya kavuşabilir,
deniliyor ise İslam konusunda bilimsel ve akılcı düşünebilen uzmanların öne
çıkması ve düşünsel-fikirsel katkılarda bulunması yararlı olacaktır.
Şu an sosyal medya adıyla anılan alanla
baktığımızda “nerede ise” herkesin çok huzurlu ve mutlu, neşeli olduğunu
izliyoruz; hep güzel dileklerle dolu “kutlamalar yayılıyordu” her bir yana…
Ne güzel!
Umalım ve dileyelim ki göstermek istedikleri gibi
bir ülke, huzurlu, sağlıklı ve mutlu bir toplum olsun…
Yine bayramlar gelsin ve de sizi beklediğiniz
insanlar arasınlar, sizin gönlünüzü alsınlar.
Öte yandan devlet en güçlü yönleri ile sosyal
adaleti sağlayan bir “sosyal devlet” özelliğini güçlendirmelidir ki halkın
tabandaki sıkıntılarına, açlığa, yoksulluğa bir son verilebilsin.
Sağlık dolu, huzurlu günler diliyorum.
Saygılarımla...
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 29.06.2023, Kuşadası.