6 Haziran 2023 Salı

OKULLARDA İMAM

- "OKULLARDA İMAM GÖREVLENDİRİLDİ"

- Bugün TV haberlerinde verildi:

- Çok yüksek sayıda imam devlet okullarında görev alsın diye tayin olmuş.
- Yasal bir çerçevesi ve Milli Eğitim Bakanlığının okulları belirleyen eğitim-öğretim modelinde böyle bir imam kadrosu hiç olmamasına rağmen "PROTOKOL" adlı sözleşme ile imamlar okullarda görevlendirildi....
= İZMİR ve diğer illerde...
- Evet sorularınız nelerdir, kimlere neler sorulmalıdır?
- Üzerine görev olan, sorumluluklar taşıması gereken Bilim insanları, Üniversiteler, Siyasi PARTİLER, Sendikalar, STK, Dernekler, anneler, babalar, veliler... gayet de rahat....
- İMAM Okulda NEDEN Görevlendirilmez?
- Görevlendirilmeden önce MEB'nın neleri değiştirmesi gerekir?
- Türkiye Cumhuriyeti Devleti her şeyden önce bu konuda bir girişim yapmak istiyor ise, neleri yapmak zorundadır?

Hangi yol izlenmelidir, nasıl bir seçenek ve ANLAŞMA yapmak zorundadır?

Bunların hiç birini yapmadan her hangi bir dinsel yapılanmanın görevlendirdiği-eğittiği bir kişiyi sınıflara, öğrencilere nasıl yönlendirebilirsiniz...

Bu konuda ne yazık ki ne toplum, ne de bilim insanları ve ilgili kuruluşlar ne bir düşünce-fikir oluşturmuştur, ne de günümüzde bunun yapılabilmesi olası değildir.
- DEVLET her şeyden önce HANGİ dinsel yapılanmayı, hangi tarikatı, hangi cemaatı RESMEN kendisine kabul edip, ANTLAŞMA yapmıştır?

Bu yol hıristiyan toplumlarında yüzlerce yıl önce denenmiştir ve kiliseler içinden yalnızca 3 tanesi devletin iş birliği yapabileceği olarak kabul edilmiş ve resmi anlaşma yapılmıştır.

Bunun dışında hiç bir kilise, tarikat ve cemaat okullara giremez ve din dersi üstlenemez....

Bunun ayrıntılarını merak edenler araştırmalar yapabilirler...
- TÜRKİYE için bu tür sessiz ve kıyıdan yapılan girişimler çok büyük tartışmalar, çekişmeler ve kapışmalar.. yaratacaktır.

Tarikat ve cemaatler arası büyük bir çekişme dönemini açıkça başlatacaktır.
. KONU çok ciddidir ve önemle incelenmesi gerekir.

. Bugüne göre bakarak ve geçiştirerek, üzerinde espriler yapılacak bir konu asla değildir.

. Çok temel nedenlerden dolayı bu tür bir uygulama yapılamaz ve denemesi durumunda çok büyük sakıncalar ve kargaşalar yaratır.

Eğitim- öğretim bir devletin kendi ilke ve temel değerleri ile anayasa ve buna bağlı yasaları ile doğrudan bağlantılıdır.

Türkiye Cumhuriyeti anayasası açıktır ve belirleyicidir.

Din ve vicdan özgürlüğü, din eğitimi ve öğretimi, okul sistemleri belirli yasalarla düzenlenmiştir.

Okullar kamunun güvenlik alanıdır ve temel öğretim devletin denetimi ve gözetimi altındadır.

bize göre çok kolay, hemen yapılabilinecek diye düşünülen konular ve uygulamalar hemen dünya genelindeki eş değerli olan modellerle karşılaştırılır.

Dünyada birçok inanç ve din vardır ve bunların tek tanrılı olarak kabul edileni musevilik, hıristiyanlık ve İslam dinidir.

Hıristiyanlık yüzlerce yıl çeşitli kargaşalıklar, huzursuzluklar ve hatta din savaşları yaşamıştır ve de en sonunda kabul edilmiş bir papalık sistemine bağlanmıştır.

Buna göre de resmen kabul edilen mezhepler vardır.

Batı dünyası, Avrupa, Almanya özellikle bu sistematik tarihsel yol sonucunda okullarda kimler DİN DERSİ verebilir kimler AHLAK DERSİ verebilir, diye düşünüp konuyu açıklığa kavuşturmuştur. Almanya yalnızca büyük ve kabul edilmiş üç kiliseyi devlet olarak kendisine muhatap almıştır. Onlar ile tek tek anlaşma yapıp kesin kurallar koymuştur.

Ortaya çıkabilecek her türlü sorunun karşılığı bir hukuk devleti olarak incelenmiş ve de kurallar bağlanmıştır.

Bu anlaşmalar çok eski yıllara dayanır, yeri tarihi ve içeriği bellidir, isteyen kişiler, kurumlar araştırıp, bulabilir. (Staatskirchenvertrag )

Bunu bulup inceleyebilirsiniz.

Çok özel deyimleri ve kavramları da içeren bu anlaşma ile ancak devlet ve kilise (inanç kurumu) üzerilerine düşeni yapabilir.

Bu anlaşmaları olmayan yapılanmaların devletle ortak çalışması, kabul görmesi ve buna bağlı olarak da okullarda DİN DERSİ verebilir olmaları bir çerçeve altına alınmıştır.

Kilise kendi din görevlisini yetiştirir ve her türlü masrafını, aylığını karşılar.

Her yurttaşa vicdan ve inanç özgürlüğü tanınmıştır.

İsteyen insan haklarına ve geçerli hukuksal yapıya ters düşmeyen istediği dinsel yapılanmaya katılabilir.

Devletin sorduğu soru şudur "bu kabul edilmiş üç büyük kiliseden hangisinin ve neredeki derneğine (kilise yönetimi) üye olmak istiyorsun? Bunu belirten yurttaş böylelikle devlete kilise vergisi öder.

Kilise kendi üye sayısına göre de devletten yardım alır, bunun ölçüsü kesindir ve geçerlidir.

Hiçbir kiliseye üye olmuyorum diyen yurttaş vergi ödemez.

Dinsel yapılanmalar, kiliseler, sinagoglar, camiler… her biri kendi masraflarını kendileri karşılar.

İSLAM ise bu modelin dışındadır.

Çünkü İslam ruhban sınıfına ve papalık sistemine karşıdır ve bu nedenlerle insanlığa inmiştir.

İslam dini için merkezi bir üst otorite ve kurum yoktur.

Devletler kendi anayasalar durumlarına göre içlerindeki İslam dini mensuplarına uygulamalarda bulunur, haklar ve özgürlükler tanır.

DİN DERSİ ve DİN EĞİTİMİ birbirinden çok farklı iki kavram ve içeriktir.

DİN DERSİ denildiğinde dinler üzerinde genel bilgilendirme, temel dinler tarihi öğrencinin sınıfına göre aşama, aşama verebilir ve bunu da devletin kendi öğretmenleri verebilir.

Hıristiyan ailelerin çocukları eğer din dersi almak istiyor iseler bunu önceden yazılı olarak bildirip, o mezhebin öğretmeni ya da din görevlisi tarafından okulda ders alabilir.

Devletin kabul etmediği hiçbir inanç kurumun okullara girmesi ve temsil edilmesine izin verilmez.

Bunun için başvuruda bulunan dünyaca ünlü ve güçlü inanç yapılanmalarının başvuruları kabul edilmemiştir.

Tüm bu kısa açıklamaların ışığında sakince ve dikkatlice, teke tek düşünmek ve de yeni bilgiler edinmek zorundayız.

Türkiye her türlü inanç yapılanmasına, dinlere, mezhep ve cemaatlere kapılarını açmıştır, onlar da yıllar içerisinde gittikçe artmış, yayılmış ve de kendi içlerinden yeniden bölünmelere uğramışlardır.

Ufak adımlarla başlayan bu olgu artık zamanla alışıla gelmiş, korunmuş ve üzerinde pek tartışılmayan bir duruma gelmiştir.

Devlet büyük özgürlük tanımıştır gibi gözüküyor.

Bu türlü dinsel yapılanmaların devlet tarafından temelden incelenmesi ve onaylanması, izne ve denetime tabii tutulması pek olmamış gibidir.

Her bir yapılanmanın, cami, kilise, cemevi, havra, dernek, cemaat… ne ise, onun tüm yasal izinleri belgeleri, gelir ve gideri kesinlikle ve çok açıkça devletin denetimi altında bulunmalıdır.

Bu konuda hiç birine ne ayrım yapılmalıdır, ne korunmalıdır, ne de desteklenmelidir.

Devlet tümüyle denetleyici bir yapı ile yurttaşların, kamunun haklarını korumalıdır.

Türkiye içerisinde ne kadar dinsel yapılanmalar var, hangi din, hangi mezhep, hangi cemaat NEDİR, neler yapmaktadır, finansal durumu nedir, ticaret mi yapmaktadırlar, okul mu açıyorlar… gibi birçok soru her yönüyle açık ve tarafsız bir gözle devlet tarafından incelenecek ve düzenli denetlenecektir.

Çağdaş düzene anayasaya ve insan haklarına, kamu düzenine uymayan sapık yapılanmalara, sömürü düzeni kurmak isteyenlere asla izin verilmeyecektir.

Eğer bir yurttaş "ben bu inanç için yaşamımda yer alacağım, onların ibadetlerinden, olanaklarından yararlanacağım" derse ne olacak, bir kayıt, bir baş vuru olamayacak mı, belli bir üyelik olmayacak mı, bir aidat ödemeyecek mi?

Evet, önce bu soruların üzerinde düşünülmesi ve bunların çağdaş bir hukuk devletinde NASIL olması gerektiği konusunda açıklık kazanılmalıdır.

Bunları düşünmeden, konuyu saklı, gizli tutarak "ben yaptım oldu" demekle asla olmaz.

Denemeye kalkıldığında sizin kabul edip, izin verdiğiniz tarikatın dışındakiler ne yapacak, öyle bakıp sessiz mi kalacak?

Yalnızca İslam dini içerisindeki ibadet-inanç kuruluşlarını, mezhepleri ve onların her türlü kolunu göz önüne getirmeye kalksak yüzlercesi ile karşılaşırız…

Öte yandan diğer dinler ve inanç mensupları…

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası açıktır ve tüm yasaları ve kişileri bağlar.

Hukuk önünde herkes eşittir, hiçbir kişi ya da zümreye ayrıcalık tanınmaz, hukukun üstünlüğü herkes içindir.

Böylece görüleceği üzere bu konu çok boyutlu bir temel konuyla bağlantılıdır ve tarihsel anlamda ise durum açıktır.

Ülkede yeni bir "yapay gündem" oluşturmak, milleti tartışmalara çekmek, asıl sorunlardan kaçmak, ya da birilerine bir tür öncelik, ayrıcalık tanımak isteniliyor ise yazıktır, bu ülkeye zamana ve ülkenin toplumsal değerlerine, çözüm bekleyen sorunlarına yazıktır.

Evet siyasetçiler önemsemeyebilir, görmemezlikten gelebilir…

Ama halk, Türk milleti ortaya çıkacak olan kargaşaları ve gereksiz, hukuksal dayanağı olamayan atakları görecektir.

Din eğitimi ise ailenin üzerine düşen bir hak ve sorumluluktur.

Aile çocuğunun nasıl ve hangi konuda eğitileceğinin kararını dinsel açıdan da kendisi verir ve bu alandaki her türlü masrafı ve harcamayı da kendisi üstlenir.

Kesinlikle biliyorum, bu yazdıklarımın çok daha geniş ve derinlemesine bilgiler, belgeler vardır.

Benim dileğim ve önerim "önce bilgi sahibi olalım, sonra tartışalım".

Sağlık, huzur ve mutluluk dolu bir yaşam diliyorum.

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 07.06.2023, MŞ.


YAZMAK ÜZERİNE

- YAZMAK ÜZERİNE

Okuryazar olmak gerçekten önemlidir.

. Her yazı yazanı, kendine öyküler, romanlar, şiirler… yazanı değerli bulmak, takdir etmek ilk adımdır.

Asıl çok daha geniş bir bakış açısı ile yapılan, yorucu araştırmalar, incelemeler gerektiren işlerdir....

Özellikle de eleştirel, analitik yöntemlerle bir entelektüel olarak yazmak bence hepsinden üstündür.

Bir de bunları yayımlamak için uğraşı harcamak....

Üstelik bir de cebinden paralar harcamak…

bu özellikleri taşıyan insanları, araştırıp, analitik incelemelerde bulunan yalnız okumakla kalmayıp yazan insanları önemsiyorum ve çok takdir ediyorum.

İnsanlığın en gelişebilen kesimi okuryazar olup üretebilenler olmuştur.

Tarihte onların uğraşıları ile siyasette, felsefede ve temel bilimlerde yenilikler ve ilerlemeler olmuştur.

İnsanın doğum yolu ile edindiği temel aklını toplumsal ve kişisel tüm veri ve değerleri de kullanarak kendisini geliştirmesi ve biçimlendirmesi ile elimizdeki insani "akıl beşeri" akıl olarak çok daha yararlı ve kullanılabilir bir düzeye gelir.

İşte bu beşeri akıla sahip olan okuryazarlar hiçbir kimseye yaranmak zorunda olmadan ve beğenilmeler de beklemeden, yalnızca kendileri için, kendi düşünce ve uyarıları sonucunda görür, araştırır, inceler ve yazar.

İlk dönemlerde "yazmak" olmasa bile kendi etrafındakilere anlatırdı, açıklardı düşüncelerini, fikirlerini…

Bugün ise çağımız dünyasında her iş dalında teknik ve ticari yapılanma olduğu gibi kitap yayınlamak da ticari iş olmuştur.

Kitapları olsun isteyenler elindeki yazıları, kapı kapı dolaştırıp yayın evi arar durumdadır.

Çok uğraştırıcı, yoğun görüşmeler de isteyen ve para harcamak gerektiren işler durumuna gelmiştir.

.  Bir sigara 40 TL olmuş ve arkadaş her gün sigarasını, birasını içer ve kişisel özgürlüklerini paşalar gibi savunur, helal olsun abime…

Öte yandan o sigara paketini ağırlığını en az 10 katı ağırlığında olan bir kitaba 200 lira vermeyi aklına bile getirmez…

- "Bu ne yaa, bir kitap 200 lira olur mu abii", der ve yamuk yamuk güler…

Peki bu abii kaç kitap alıp okumuştur, evinde bir kitaplığı var mıdır?

Bu çok sevimli abiinin çocuklarına aldığı kitaplar ne kadardır?

- "Yaa geç bunları, millet ekmek bulamıyor, sen kitap muhabbeti yapıyorsun!"

Diyen milyonlarca abii ve ablaa ile toplumun nereden nereye geleceğini var sayabiliyoruz?

Yalnızca okumak, ya da yazmak da etmiyor.

Yalnızca kitap bastırıp, yayınlamak da yetmiyor…

Elinizdeki var olan toplumu, toplumun insan kalitesini en temel eğitimde ve yapılanmalarda yükseltemiyor isek, onların düşünsel ve akılcıl anlamda ilerlemesi çok zor.

Bunun için ailede nasıl bir eğitim, nasıl uygulamalar, yöntemler olabilmeli?

Hele temel eğitimde, ilkokulda öğrenci hangi temel ilkeler ve bakış açıları ile yetiştirilmeli?

Tamam, anladım, "bunu yapacak kalitede öğretmen yok, diyorsunuz; peki öğretmenler nasıl elde edilecek, nereden gelecekler?

Böylesine eleştirel, sorgulayan bir analitik düşünme yapısını kazanmadan kusura bakmayın, ne bir okur olunmalı ne de yazar…

Okuryazar olabilmek kolay değil, üretici olabilmek hiç de kolay değil; ama yaralı ve ileriye dönük kalitesi yüksek bir toplum idealine sahip olarak yazabilmek ise hiç de kolayın ötesinde bir durum.

Önce bir insan olarak, yazar olarak şu sorularla yüzleşmek gerekir:

- Neden, niçin ve kimin için yazıyorsun?

- Yazdın da ne oldu?

- Kime bir yararı oldu?

- Sana ne katkısı oldu?

- Ne kadar tanındın, kimler okudu yazdıklarını?

Çok mu uzattım?

Doğru, çok haklısınız.

Bir sayfayı okumaktan kaçınan, yazıyı görünce yolunu çeviren, "hadi bii okuyayım" dese bile okuduğunu anlayabilecek düzeyi olmayan koca, koca milyonlar var iken, ben neler anlatıyorum.

Dijital çağda okumak çok kolaylaştı, araştırmalar yapmak çok kolaylaştır, derlemecilik çok kolaylaştı…

Yine de hiç kimse bununla uğraşmaz, "hemen bir iki satır, tamam, geç…

Okumak, okuyabilir olmak ilk çocukluk dönemiyle başlar.

Çocuk kendisi bulacak, araştıracak, seçecek ve kitap edinecek; kendi kitapları olacak.

Kütüphanelerde geçirdiği zamanları olacak, kendi karar verdiği…

Yıllar hep bu yön ve yöntem ile geçecek, kitaplar edinecek, okuyacak ve kitaplarla yaşamayı kendisine bir biçim olarak seçecek.

Hangi okula gitmiş, orada ona neler öğretilmiş, hangi diplomaları vermişler…

Bunlar onun için artık, inanın, pek de bir önem kazanmamıştır.

O zaten hangi işte, meslekte olsa, nerede çalışırsa çalışsın edindiği bakış açısı ile hep kendisini geliştirecektir, hem mutlu ve doyumlu olacaktır, hem de yaptığı işi çok iyi yapacaktır.

Kendi dünyasında mutlu ve huzurlu olmayı da bunun sonucunda edindiğinde çevresinde çok kalabalıkların olmasının, ünlü ve beğenilen olmasının hiçbir anlamı kalmayacaktır.

O bu tür ilişkileri aramayacaktır bile…

Evet, kendi başına kalıyor, pek bir yerlere çıkmıyor gözükse bile, o her zaman kendi düşünceleri, fikirsel varlıklarıyla baş başa olacak ve bunları da yazacaktır; her şeyden önce kendisi için…

Çağımızın olanaklarını değerlendirerek internette yazılarını, kısa-uzun yayınlayabilir ve herkesin okumasına ücretsiz sunabilir…

Kitap bastırmak ise…

Herkese açık bir olanaktır ve isteyen değerlendirebilir.

Okuyan bir dünyadan çok okuyup, araştırabilen, inceleyebilen ve bunları anlayıp, eleştirel beşeri akıl yoluyla özümseyebilen, içselleştiren bireyler, toplum… hayal edebilmek…

İnsan hayal edebildiği sürece, inan olur ve ilerlemeler elde edebilir…

.   (fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller) olsa, ne güzel olur, değil mi?

.   Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 06.06.2023, MŞ.