- KALİTELİ VE DOĞRU DÜŞÜNCE NASIL OLUŞUR?
. Herkes, “ayni şeyi” ayni
düzeyde ve içerikte ve kalitede anlayabilir mi, kavrayabilir mi?
. “Kaliteli ve doğru DÜŞÜNCE”nin çok yararlı ve amaca uygun olduğunu bilip, hiç
de kolay oluşmayacağını ve bunun için birçok koşulun ve çabanın gerekli
olduğunu göreceğiz:
- Her bir insanın kendi genetik özelliklerine ve bağlamlarına uygun olarak
doğumu ile edindiği zihinsel yetenekleri vardır.
Bu zihinsel yetenekler her insanın kendine göre özellikler taşıdığı içinde
özeldir ve bireyseldir.
Yaşamla birlikte insan bu zihinsel yeteneklerini geliştirip, ileriye
götürebilir; bazı yeteneklerini daha etken ve yüksek bir düzeye çıkarabilir.
Bunun için insanı genel özelliklerinden olan gözlemleme, deneyimleme çok işe
yarar.
İnsan gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını ya da okuduklarını alıp
içselleştirmek durumunda olduğunda nedenleri, sonuçları ve bunların arasındaki
ilişkileri de birlikte irdelemek ve düşünmek durumunda kalabilir.
Bu da yine her bir bireyin o anki kendi durumuna, yetişme ve gelişmesine uygun
olarak değerlendirilir.
Tüm edinilen bilgiler, veriler insanda, BEYNİNDE depolandığı gibi, işlenir,
değerlendirilir ve yeniden kullanılacak bir duruma getirilir.
Birçok rastantısal ilişkilerle olabildiği gibi, bir sisten ve disiplin
içerisinde de insanın kendisini yetiştirmesi, geliştirmesi olabilir.
Bu yükselme ile birlikte bireyin hem bilgisel, kültürel düzeyi yükselmiş
olacağı gibi bunların bileşkesi sonucunda da “ENTELEKTÜEL” düzeyi oluşur ve
olgunlaşır.
Çok daha iyi analizler, değerlendirmeler yapabilir ve bunların sonucunda da
sağlıklı sentezlere, bileşkelere ulaşabilir.
Tüm bu oluşumlar, süreçler içerisinde de o kişinin dili, dil kültürsel
olgunluğu ve sözcük dağarcığı da çok varsıllaşır ve genişler.
Bunların tümü BEYİNSEL oluşumlar ve iletişimler, etkileşimler içerisinde olur
iken insanın düşünce yapısı ve kalitesi de bu duruma göre yön alır ve kendine
“yeni bir düzey” oluşturur.
Analitik, sorgusal düşünme, eleştirel bakış açısı ile olayların ve kavramların
ele alınması hem kişisel yeteneklere, zihinsel yapısına bağlı ise de o kişinin
kendini nasıl ve ne yönde geliştirdiğine ve elde ettiği yoğunluğa ve çoğunluğa
bağlıdır.
Düşünmek, düşünme işlevinde ilerlemek ve bunlardan fikirler, sonuçlar elde
edebilmek insana özgü bir özellik ve yetenektir.
“DÜŞÜNMEK” nedir, diye ele aldığımızda bir şeyler üzerine, olaylar ve
varlıklar, oluşumlar ... üzerine eğilmek ve bunların incelenmesini,
karşılaştırılmasını yapmak, nedenlerini ve sonuç ilişkilerini aklına
getirebilmek, zihninde oluşturabilmek, muhakemeler yapabilmek, göz önüne
getirebilmek ve de bazı şeyleri çok daha önceden kestirebilmek, sezebilmek,
tasarlayabilmek, temel kavramları ve özü bulup, ortaya koyabilmek... gibi tüm
işlemler her adımıyla ve kendi içindeki tüm ilişkileri ve bağları ile
“DÜŞÜNMEK” kavramı içerisinde yer alır.
Bunların tümüyle zihinsel ve düşünsel olması ise daha çok “soyut” kavram olarak
ele alınmalıdır.
Düşünebilmek, az ya da çok ve kendi içindeki kalite farklılıklarıyla insan
özgüdür ve temelde “doğumla birlikte” elde edilir ve zamanla da işlenilerek
geliştirilir.
Düşünmek ayni zamanda izlenimlerden ve duyumlardan, deneylerden ayrı olarak
insan aklının kendisine özgü ve bağımsız durumu olup, ayırma, birleştirme,
karşılaştırmalar yapma, bağlantıları ve biçimleri kavrama, değerlendirme ve
yerleştirme yetisidir.
Akıl, insanın doğuştan edindiği zihinsel bir etkenlik-çalışma alanıdır; insan
zihninin en yüksek işlevlerindendir.
Düşünmeyi bir eylem olarak anladığımızda bu eylemin sonucu olarak “DÜŞÜNCE”
elde edilir.
Düşünme ve düşünmenin birçok çeşidinden söz edebiliriz:
.... İstek dışı düşünme, istenilen düşünme, istenilmeyen düşünce, istekli
düşünme, bilimsel düşünme, somut düşünce, kalıplaşmış düşünce, mantıksal
düşünme, mantık dışı düşünce, otistik düşünce, kuşkucu düşünce... gibi birçok
çeşitlerinin olduğunu görürüz.
Düşünme eylemi ve düşünceyle yakın ilişkisi olan birçok kavram vardır:
.... Öngörü, önsezi irade, muhakeme, basiret, zihin, akıl, zihinde canlandırma,
zihinsel tasarım, hayal etme, zihinsel kurgulama, tahayyül etme...
Gözlerimiz kapalıyken -istemesek bile- aklımıza gelenler ya da aklımızdan
geçenler… gözlerimiz açıkken farkında olmadan “aklımızdan geçen” olay ve
nesneler ya da bunların değişik düzeydeki tasarımları; iş başında iken
zihnimizde canlanan olaylar; dışarıya bakarken aklımızdan geçenler, beklenmedik
bir şekilde gidip-gelen düşünceler “düşünme ve düşüncenin farklı şekilleri”dir.
Bunları “uyanık iken” gördüğümüz düşler sayabiliriz.
Uykuda düşlerimizde bir bilinç vardır ve düşlerimizde de düşünüyoruz.
Bunlar BİLİNÇALTI ile de doğrudan ilişkilidir.
Tüm düşler aslında birden çoklu düşünce zincirinin birbiri peşi sıra
sıralanması gibidir.
Düşlerimizdeki düşünceler bizim öz denetimimiz altında değildir.
Normal koşullarda “düşünce süreci” çeşitli aşamalardan oluşur:
-Sorun ile karşılaşma, sorunun sınırlarını belirleme ve netleştirme, olası bir
çözüm bulma, çözümü mantıksal olarak uygulama ve sonuçları elde etme... gibi
değişik aşamalardan geçebilir.
Bir de daha gelişmiş bir düşünce vardır:
“Derinlemesine düşünme”:
- Açık fikirli olarak bakmak, önyargılardan uzak olmak, eleştirel olmak... gibi
aşamaları içerir.
Bir ileri adım daha vardır:
- Kritik ve Analitik düşünce...
Analitik ve kritik düşünmeyi tanımlamak da kolay değildir.
Doğumla birlikte kazanılmış zihinsel yetenekleri kullanarak etken bir biçimde:
“Gözlem, deneyim, neden-sonuç ilişkisi kurma, işlevleri ve iletişim yoluyla
toplanmış, edinilmiş bilgilerin “entelektüel-bilimsel” düzeyde ve de belirli
bir disiplin içinde tanımlanması, değerlendirilmesi, kavramsallaştırılması,
analiz edilmesi, karşılaştırılması, sentezlenmesi, yorumlanması ve sonuçta
“uygulamaya geçilme” aşamasına gelinmesi olan uzun bir süreçtir.
Analitik ve kritik düşünme bir beceridir, bir eğitim ve disiplin işidir ve de
bir tutum, bir davranış-uygulama biçimidir.
Akla uygun ve derinlemesine düşün(ebil)me “analitik ve kritik” düşünmedir ve
bireyin karar verirken seçtiği bir yöntem ve süreçtir.
Zihnin derinlemesine düşünme ve yeniden yapılandırma gibi bilişsel pratikleri
“içerdiği” göz önünde tutulursa analitik ve kritik düşünme “anlamlandırma ve
problem çözme” gibi iki temel yeteneği gerektirir.
Bir durumla ya da sorunla karşılaşıldığında iki seçenek vardır:
Birincisi:
-Ne olursa olsun kabul etmek ya da kişisel kararımıza ulaşmak için biraz çaba
sarf ederek sorular sormak, üzerine eğilmek, düşünmektir.
İkincisi:
-Analitik ve kritik düşünme:
İkinci seçeneği hedefler; analitik ve kritik düşünme doğru soruları sorabilmek,
derinlemesine kavrayabilmeye çaba göstermektir.
. Çözümsel (analitik) ve eleştirel (kritik) düşünme :
Evet, sakince doğru soruları bulmak ve sormanın yararına, doğru sonuçlara
ulaşmamız içindir.
Eleştirel (Kritik) sorular bir dürtü oluşturur ve eleştirel düşünce için yol
gösterir.
Bizi doğru kararlar ve yargılar için, “daha iyi seçenekler” için yüreklendirir.
Bir okuma yaparken, bir film izlerken, bir tartışmayı- sohbeti dinlerken,
alışveriş yaparken, insanlarla ilişkiler içinde iken, içimiz sıkıldığında,
bunalıma düştüğümüzde, çözemediğimiz bir durum ile karşılaştığımızda... doğru
soruları bulmalı ve sorabilmeli ve eleştirel ve analitik düşünebilmeliyiz.
BİLİŞSEL diye bilgi birikimini ve değişen tercihleri kullanarak alınan bilgiyi
işleme yeteneğine diyoruz. (Bilişle ilgili, zekânın işleyişiyle ilgili,
kognitif)
“ANALİTİK” çözümlemeye dayanan, çözümsel, çözümlemeli anlamına gelmektedir.
Eleştirel (kritik) ve çözümsel (analitik) düşünme bir bilişsel etkinliktir
(aktivite).
Bunları yapabilmek için de insanın kendi “zihnini” kullanması gerekir.
Zihin ne anlama gelir ve kapsamı nedir?
ZİHİN sözcüğünün iki anlamı vardır: Bir şeyi anlama, idrak etme yetisidir.
İkinci anlamı: Bellek, hafıza..
Zihin: İnsanda anlayış, kavrayış, algılama yetisidir.
Yaşantıları, öğrenilenleri, bunların geçmişle olan bağlantılarını bilinçli
olarak kafada saklama gücü, bellek...
Zihin, anlama kabiliyeti ve idrak etme gücü demektir.
Bu sözcük aynı zamanda HAFIZA anlamında da kullanılır.
Zihin, olayları, olguları ve nesneleri tanımlama, idrak etme ve yorumlama
gücüdür.
İnsanın düşünce yetisine zihin gücü de denir.
Analitik ve kritik düşünme psikoloji ve psikiyatrinin yakın ilgi alanı içinde
yer almaktadır.
Bu anlamda da yine insanın kişisel gelişimine, entelektüel düzeyine, deneyimsel
ve bilgisel donanımlarına doğrudan bağlıdır.
İnsan bu anlamda “seçme ve muhakeme etme, dikkat, kategorizasyon” işlevlerini
tam bir eşgüdüm içinde kullanılmasına bağlıdır.
Görüldüğü gibi insana özgü ve ender bir yetenek olan düşünmek ve bunun sonucu
oluşan DÜŞÜNCE çok önemli ve değerli özelliğimizdir.
Öte yandan her insan kendi yetenekleri ve özellikleri ile dünyaya gelir ve
geçen zaman içerisinde kendini öğrenir, gelişir ve kişiliğini, kendini
geliştirir.
Doğumla birlikte yaşadığı çevre, ailesi, mahallesi, gittiği okullar,
arkadaşları, merakları, öğrenme duygusu, zaman harcadığı konular, yaptığı
okumalar, öğrendikleri, birikimleri ve tüm kişisel donanımları sonucunda bir
BİREYSEL DÜZEY oluşturur.
Beyinsel, zihinsel yetilerini kullanmayı öğrenirken onları da geliştirmiş olur.
Bu nedenle de kendini iyi yetiştirmiş bir insanın edindikleri, yaşama ve
olaylara, sorunlara bakışı FARKLI olur; düşünmek işlevini nasıl yaptığına göre
de ortaya çıkarabileceği düşünceler ona bağlı olarak kendisini gösterir.
Peki, tüm bunlar, bu gerçekler, bu oluşumlar NEDEN ÖNEMLİDİR, kimin için
önemlidir, ne işe yarar?
-Her şeyden önce iyi bir insan olmaya yarar.
-Ardı sıra bilinçli ve duyarlı bir yurttaş olabilmesinde çok önemli bir görev
üstlenir.
-Eleştirel, sorgulayıcı, çözümsel düşünebilen bir yurttaş, bir seçmen kendi
üzerine oynanılacak oyunlara kanmaz, tuzaklara düşmez, kendini çok daha iyi
koruyabilir.
-Gelişmiş bir beyin, yani işlenmiş bir zihin ve sistematik bir düşünme yöntemi
kazanabilmiş bir insan siyasette dönen dolapları, yalanları, kandırmaları,
algı-zihin programlarını çok daha iyi görüp, uzaklaşır ve kendini koruyabilir.
İşte tüm bunlardan dolayıdır ki geri kalmış ülkelerin, toplumların “kaderi,
geldikleri durum” hep temelde düşünmeyi öğrenemeyecek bireylerinden dolayıdır.
Onların alacağı temel öğreti çok kısıtlı ve sınırlıdır.
Sosyo-ekonomik-kültürel olarak gelebilecekleri düzey son derece düşüktür.
Gelir düzeyleri de bunlara bağlı olarak çok düşüktür ve yaşamsal sorunlarla
boğuşmak zorundadırlar.
Özellikle de hep “sıradan, kulaktan duyma ve boş konularla” uğraşırlar ve her
zaman SÜRÜ etkisinde yaşarlar ve büyük yalanlara, reklam ve propagandaya çok
çabuk kapılırlar.
Onların ülkenin temel sorunlarını görmeleri, algılamaları, üzerinde düşünüp,
sağlıklı düşünceler üretebilmeleri nerede ise olanak dışıdır.
Böyle olunca da demeyeceğim, BÖYLE OLSUN DİYE, halkın en büyük kesimi “bu
durumda kalsın diye” egemen güçler her şeyi ellerinde tutmak isterler ki o
ülkeyi istedikleri gibi ele geçirip, sömürebilsinler.
Kitlelerin okul-öğretim yapıları, ülkenin ekonomi, finans, hukuk, iş gücü, tarım
ve doğal kaynakları... hep kendilerince planlanıp, yönetilebilsin diye uzun
yıllar planlar yapıp, uygularlar.
Günlük sorunlar, ortaya düşen gündemler, moda, müzik, sanat ve de basın-yayın,
medya hepsi onların elindedir ve büyük kitleleri bunların aracılığı ile
yönlendirirler.
Kendi işlerine yaratacak siyasi partileri, vakıf ve dernekleri kurdururlar,
desteklerler ve öne çıkarırlar.
Her türlü büyük “propaganda” yöntemlerini uygulatıp, halkı her zaman
“sıradanlaştırmaya ve de basitleştirmeye”, “yalanlara inanan ve düşünmeyen”
bireyler haline getirmeye çalışırlar.
Peki, okuma ve donanım düzeyleri, öğrenimleri yüksek olan bireylerin, gelir
düzeyleri çok yüksek olanların durumu nedir; onlar kötü düzene, geri kalmışlığa
karşı ne yapabilirler, ya da neden hiç bir şey yapamazlar?
Çok becerikli, zeki ve donanımlı olanların büyük bir kesimini ise elde
edebilmek için kullanacakları planları ve sundukları “hayır denilemeyecek”
olanakları vardır.
Onlara iyi mevkiler ve iyi işler sunulur, oralarda her türlü çalışmaları yapmalarına
olanak sağlanır, yeter ki sonuçta “kendi hedeflerine yönelik davranan” bireyler
olabilsinler.
Aydınlar ise bu durumları görüp, anlayıp, bilgi donanımları yüksek bireyler
olmalarına, hem de cesur ve atak olabileceklerine rağmen hep sıkıntı içindedirler
ve dışa vurumsal, eylemsel bir şey yapmak isteseler bile ya sayıları çok çok
azdır ve de genelde hep de bir “korku çekincesi” içindedirler.
Burjuva olabileceklerin sayıları ise tarihsel geçmişten dolayı çok azdır ve ne
bir sanayi devrimi yaşanmıştır ne de köklü geniş burjuva ailelerine
sahiptirler.
Onların elde edebildikleri “yatırımlar ve işletmelerin” temelinde “yabancı
sermaye”den yararlanmak olduğu gibi iktidar sahiplerinin desteklemesi ve
“kayırmalarıyla” güçlenmişlerdir.
Öte yandan özel yöntemler ve kuruluşlarla oluşturulan okullar aracılığı ile
oradan seçilmiş yetenekli öğrencilere “dışarıda” olanaklar ve yetişmeler
sağlanır ki bir gün yine çok başarılı bireyler olarak geri dönsünler ve iyi
yerlere gelebilsinler.
Açık ya da gizli olarak “kendi ana hedeflerine” hizmet edebilir olsunlar.
Tam bağımsız ve özgür bir ulusal-kamusal eğitim ve bunun ana hedefleri ve
amaçları, eğitimde birlik ve eğitimde herkes için eşitlik ve adalet ilkeleri
çok önemlidir.
Bunların ucundan kıyısından dolaşılıp, ufak tefek adımları yücelterek ve çok
önemli aksaklıkları görmemezlikten gelerek hiç bir yere varılmaz.
En temeldeki “okul öncesi öğretimi, temel zorunlu öğretim, çağcıl ve uygar,
demokratik koşul ve ilkelerle, donanımlarla en başından yenilenip
sağlanabiliyor mu?
Devlet “parasız yatılı okulları”, öğretmen okulları, meslek okulları, köy
okulları en yararlı ve çağcıl koşullar içerinde yeniden kurulup, işlerlik
kazandırılabiliyor mu?
Demokratik bir parlamenter, anayasal hukuk devletine, ATATÜRK devrimlerine ve
ilkelerine koyduğu çağdaş, uygarlık hedeflerine uygun düşünebilen, bilimden ve
güzel ahlaktan yana, öz güvenli bir öğretmen yetiştirme ve yerleştirme
uygulamalarına dönebiliyor muyuz?
Her şeyden önce ülkedeki her bir yurttaşın “ortak bir düşünce ve bilinç” içerisine
girip, “geri kalmışlıktan nasıl kurtulabiliriz”, diye düşünebilmesinin
yollarını açabiliyor muyuz?
Hayallerle, masallarla, boş öğünmelerle ve yalanlarla donatılmış kafa
yapılarından, boşa harcanan zihinsel güçlerden kurtulabiliyor muyuz?
Evet, tüm bunların ne denli zor ve olanak dışı gibi göründüğünü çok iyi
anlıyorum.
Başka bir yol, başka bir sihirli çözüm ise yok!
Ya, okuyup araştırıp, inceleyip, eleştirel, sorgulayıcı ve çözümsel düşünmeyi,
kendimizi geliştirmeyi öğreneceğiz ve çözüm yollarını, ana temel sorunları,
ülkenin üzerine çökmüş ağırlıkları ve güçleri görmeye, gerçek durumu kavramaya
yöneleceğiz, ya da böyle devam edip, sallana, sallana, güle oynaya devam
edeceğiz.
Hiç olmazsa bugünün medyasının haberlerinin içinden sızan mafyalaşmaya, çeteleşmeye
ve bunların nedenlerini, ardındaki evrensel güçleri görmeye çalışabilseler...
-Görseler ve anlasalar ne olacak?
-Ne yapabilirler ki, ne güçleri var ki...
Şu an kime, kimlere inanacaklarını bile yitirmiş, güvenini yitirmiş, umutlarını
yitirmek üzere olan on milyonlarca çaresiz bir halk...
Yine de “sağlıklı durmaya, yıkılmamaya, ayakta kalmaya” çalışan, “kendini
avutan, sessiz ve birbirine dayanmaya” çalışan çok geniş bir çaresiz halk
kitlesi...
. Mutlu azınlıklar yok mu?
Çook, bakın her yerde görebilirsiniz, sosyal medyada, çevrenizde, haberlerde,
dizilerde, her yerde sorunsuz ve mutlu, neşeli huzurlu bir azınlık...
görebilirsiniz.
Ben ne demeliyim şimdi?
“Allah hepimize akıl, fikir versin”... desem olur, değil mi?
İşte, “tam da bu” istek ve duaya bağlı her şey; o aklı kullanabilmek ve
işleyebilmek, insana özgü geliştirebilmek....
. İstenilirse oluyor...
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 26.11.2023, Mff. .