25 Ağustos 2023 Cuma

BİRİNCİ GÖREV

 -  BİRİNCİ GÖREV         .

·         Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yılına gelindiğinde artık çok “çağdaş, uygar bir refah toplumu” olacağını düşlemiştik.

·         Ne oldu ise son 40-50 yıldır ve özellikle de son dönemde bir sarsıntı, bir çöküş ve bir bunalıma doğru kayış gözlenmektedir.

·         Evet, temeldeki ana sorun demokratik, parlamenter bir hukuk devleti olmak isteğinden ve uygulamalarından vaz geçilmesinden kaynaklanmaktadır.

·         Türkiye çok uzun bir zamandır öz kaynaklarını kullanmada, değerlendirmede ve üretkenlikte çok sıkıntılı bir dönemin içerisindedir.

·         Kendi içinde bulunması gereken aydın, münevver, entelektüel düzeyi açısından çok sancılı bir dönemde bulunuyor.

·         Zeka düzeyi yüksek, yetenekleri üstün olan insanlarının önünü erken yaşlarda açıp gelişimlerini sağlayıp, ülkesi ve dolayısıyla da insanlık için çok üretken kişiler olmalarına olanak sağlamalıdır.

·         “Ulus devlet”in geliştirilmesi ve demokratik parlamenter yapıya hızla dönülmesi gerçekleştirilmesi sağlandığında düşünce ve bilim dalında özgür çalışmalar yapabilecek insanlar da çoğalacaktır.

·         Bu tür bir gelişim kazanılabildiğinde bir beyin göçü ülkesi olmaktan kurtulup, kalkınan, çağdaş yüksek teknolojiye sahip bir devlet, ülke olabilecektir.

·         Tüm bunlar için de “özelliği bulunan” kişilerin özgür ve çağdaş koşullar içinde kendilerini geliştirme olanakları sağlanmalıdır.

·         Sayısal çoğunluktan değil niteliklilikten söz edilir olmayı hedeflemeliyiz.

·         Temel örgün eğitimin çağdaş ve ulusal niteliklerle donatılması çok gerekli ve ivedilikli olmalıdır.

·         Asıl olan “evrensel” anlamda dünya ülkeleri arasında hak edilmesi gereken bir yere ve düzeye erişebilmektir.

·         Bunun nasıl ve hangi ilkeler çerçevesinde olabileceğinin de yol göstericisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun düşünceleri, başardıkları ve ilkeleri olacaktır.

·         Türkiye artık kendi gerçek yolunu ve kimliğini yeniden bulmalıdır.

·         Bu görev ve sorumluluk ayni zamanda hem ülkemiz halkına olduğu kadar, diğer mazlum halklar için de, Türk kökenli devletler için de üzerimize düşendir.

·         Bu bilinç ve bakış açısını her bir yurttaşımıza ulaştırıp onlara bunları yerleştirebildiğimizde bize gereken “doğru yol”a gireceğiz.

·         Atatürk TÜRK MİLLETİNİ şöyle tanımlamış: 

·         “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” 

·         Atatürk’ün bu tanımı, Türk milleti kimliğini, etnik kimliklerin ötesinde, tüm Türk yurttaşlarını kucaklayan ve BÜTÜNLEŞTİREN nitelikte bir kimlik olarak tanımlar.

·         “Çağdaş milliyetçilik” anlayışı, Atatürk’ün diğer açıklamalarında da ortaya koyduğu gibi, “ırkçı ve ayrımcı olmayıp”, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Türk milletini oluşturan bireylerin kökenleri ne olursa olsun, devlet yönünden tartışmasız “eşitliğini”, “birlikte yaşama arzusunu”, Türkiye’nin “üniter yapısına” ve “toprak bütünlüğüne” sahip çıkma bilincini içeren çağdaş bir olgudur.

·         Anayasanın 66. maddesindeki “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ifadesindeki “Türk” sıfatları, etnik bir vasıflandırmayı öngörmez ve temsili “üst milli” kimliği tanımlar.

·         Siyasi anlamdaki üst kimlik, farklı etnik gruplara ait kişilerin “yurttaşlık bilinciyle benimsedikleri, bütünleştirici ve kucaklayıcı” milli kimliktir. 

·         Anayasadaki Türklük/Türk milleti kavramlarının etnik açıdan bölücü, dışlayıcı ve antidemokratik bir niteliği yoktur. 

·         Bu sıfatlar, Türk yurttaşlarının üst kimliği olup, yurttaşların her birinin kendi etnik kimliklerini de benimsemelerini ve onu özgürce yaşamalarını engelleyen bir yönü yoktur. 

·         Bu söz Atatürk’ündür: 

·         “Memleket mütesait [gelişen, yükselen] bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”

·         Atatürk Cumhuriyet Halk Partisi’nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan İkinci Kurultayı’nda 36.5 saat süren ve altı günde okunan uzun konuşması tarihi bir hitabeye dayandığı için NUTUK adını almıştır.

·         Atatürk nutukun ikinci cildinin sonunu, “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” metni ile bitirmiştir.

·         Atatürk’ün öncelikle seslendiği hedef kitle, “Türk Gençliği”dir.

·         Bunun için söze “Ey Türk Gençliği!” diye başlamaktadır.

·         Yüklediği görev;

·         “Birinci vazifen, Türk İstiklâlini, Türk Cumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir” şeklindedir.

·         Bu iki kavrama verdiği önem şudur:

·         “Mevcudiyetinin ve istikbâlinin yegane temeli budur.” “Bu temel, senin en kıymetli hazinendir” biçiminde yapmıştır.

·         Türk Gençliğini, “İstikbâlde dahî seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhîli ve haricî bedhahların olacaktır” diye de uyarmıştır.

·         Tehlikelere karşı ikinci kez uyarmaktadır:

·         “Bir gün İstikbâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin.”

·         Birinci görevin ne olması gerektiğini ise;

·         “İşte bu ahvâl ve şerait içinde dahi, vazifen;” TÜRK İSTİKLÂL VE CUMHURİYETİNİ KURTARMAKTIR!“ diye belirtmiştir.

·         Atatürk “Türk İstiklâlini” ve “Türk Cumhuriyeti’ni” en temel hazine olarak kabul etmiş ve değerlendirmiştir.

·         Türk bağımsızlığının ve cumhuriyetinin korunmasını özellikle gençlikten istemiştir.

·         Gereksinim duyacağı gücün ne olduğunu metnin sonunda “asil kan” yani “Türklük” olarak söylemiştir.

·         Atatürk’ün burada asil kan sözü ile Türklüğü, Türklük ile de “biyolojik olarak ırkçılığı değil”, kültürel ve duygusal bir ulusalcılığı kastettiğini anlamamız doğru olacaktır.

·         “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünde açık açık belirtilmiştir; “Türk olana” dememiştir.

·         Zaten yaşamının hiçbir döneminde ırkçılığı “benimsemediği” ve “desteklemediğini” biliyoruz.

·         Doğru ve güçlü bir öngörüşle 1927 yılında gençliği uyarmıştır, kendi yaptığı işleri övmemiş, kendi adını bile anmamıştır.

·         Atatürk’ün görüşleri ve önerileri, yol göstericiliği yönünde davranmak gerektiğini kavramalıyız ki ortadaki sorunlara doğru çözüm yolları bulabilmek için düşünelim ve davranabilelim.

·         Gerek kurumsal anlamda gerekse de tek, tek bireyler olarak şunu çok iyi kavramalıyız:

·         Boş ve içeriksiz konuşmalarla, sahte ve yanlış gündemlerle, gereksiz kişilerle uğraşacak ne bir gücümüz ne de bir zamanımız yoktur.

·         Çünkü birinci görevimiz, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza dek korumak ve savunmak olmalıdır.

·         Varlığımızın ve geleceğimizin biricik temeli budur.

·         Bu temel, bizim en değerli hazinemizdir.

·         Bugün bizi, bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek, iç ve dış düşmanlar ve onların iş birlikçileri, yandaşları olabilecektir.

·         Tüm bunları görerek, bilerek şunları söyleyeceğiz:

·         Büyük Taarruz'un başladığı 26 AĞUSTOS 1922 gününün 101. yıl dönümünde birinci görevimizin ne olduğunun bilincinde olarak düşünüp, davranacağız ki ülkemizin geleceği çağdaş ve uygar olabilsin.

.     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 26.08.2023, G.