15 Ağustos 2018 Çarşamba

ÇOCUKLUK ANILARIM - V

ÇOCUKLUK ANILARIM - V

 - TİRE ve TİRELİ OLMAK -

Tahtakale Meydanı'nın öbür yan kapısından çıktığınızda bir cadde önünüze çıkardı, yukarıya doğru hafiften bir yokuş..

Sağda az ileride bizim okul Cumhuriyet İlkokulu vardı, bahçe içinde.

Cumhuriyet okulundan aşağıya indiğinizde ise hanın hemen üstünde uncu dükkanı ile uncu Vehbi olurdu, iki de oğlu vardı benden büyük.

Karşı sırada ise bir fırın ve altında bakkal Mehmet Aktuğ vardı, önünde sabun yapmak için kullanılan maddeyi satardı bidon içinde, kostik. İş bankası da köşede yerini almıştı.

Karşı köşede Tuncer'lerin arkadaşı Hüseyin züccaciye dükkanı açmıştı.

Ara sokakta ise bir diğer dükkanda av tüfeklerini vitrinde görürdünüz.

O kısa sokak bittiğinde Arslan İncekara’nın babasının manifatura dükkanı ile karşılaşırdınız, sol köşede ise bir kunduracı dükkanı... 

İş Bankasının altındaki meydan da salı günleri ağzına kadar dolardı, giysiler, atletler, iç çamaşırları...

Karşı sırada ise, hal binasının bu cephesinde küçük bir tek tekçi, Attila’nın çıraklık yaptığı pastane ve Aslan’ın dayısının mobilyacı dükkanı yer alırdı.

Köşede o dönem bir banka mı vardı?

Altında da Hüseyin’lerin bakkal dükkanı, Ahmet Kaya ve oğulları.... 

Dün bir yerde kısa bir yazı içerisinde TRİLYE sözcüğü geçti.

Şimdiki adı Zeytinköy imiş.

Bizim bağımız, bahçemiz olmadığı için her şeyi dışarıdan satın alırdık.

Zeytini ise babam rahmetli bakkal Ahmet Kaya'dan alırdı: Trilye zeytini, biraz küçükçe olurdu, sele zeytini idi ve kahvaltılık olarak babacığım onu alırdı Ahmet Amca’dan...

O zeytin de sanırım TİRE'de bulunmazdı ve ancak tadını bilen alırdı.

Bu arada mahalle bakkalını da kurumsal olarak iyilikle analım. 

Bir alt köşe ise, hal girişi, zabıta memurlarının bürosu idi.

Halin bizden yana olan köşesinde de Sümerbank, ne kadar hizmet vermişti o zamanlar Tire’ye...

Hal girişinin karşısında bir zamanlar bir lokanta açıldı diye anımsıyorum.

Yanında da eczane, Ümit’in eczanesi, Ümit Güvensay’ın.

Annesinin eczanesi ise Yıldız Meydanı’ndaki köşedeydi, daha eskiden...

Onun sol köşesinde de babamın eski arkadaşlarından Hikmet Özkul'un TOTO dükkanı vardı.

Sanayi çarşısı o zamanlar yeni yapılmıştı.

Tamirciler, zanaatkârlar kendi dükkanlarını açsın ve bir arada olsun istenmişti.

Genelde hep iki katlı binalardı, üst katı ev olarak kullansınlar istenmişti.

Zamanla o çarşı da yetmez oldu zaten.

Ama esnafı, tüccarı nam saldı bütün Ege’ye, hem dürüstlükte, hem de ustalıkta ünlendiler.

Ben de Almanya’dan otomobil ile geldiğim yıllarda sanayi çarşısına uğrardım.

Çok sevdiğim ve saydığım, mert ve dürüst insan ‘’yağcı (şöför) Mustafa Hızlı’’ ağabeye uğrardım. Sohbet ederdik, çay söylerdi, arada bir Süleyman’a bağırırdı, sevdiğinden…

O ender bir kişilikti bana göre, çocuklarını da hep okuttu, siyasete de meraklıydı...

Yine o dönem çarşıda iş yeri olanlardan Nihat Özçelik aklıma geliyor.

Oğlunun birisi Fikri idi, sanırım Kuşadası’nda iş yerleri açmıştı. 

Süleyman Keresteci var bir de aklıma gelen isimlerden, marangoz Ali ağabey, boya ticarethanesi sahibi Mehmet Çetin ağabey, oğlunun da adı sanırım Gökhan idi.

Esnaflığın ne denli önemli olduğunu o çocuk yaşlarımda kavramışım.

Bugün dünyanın en beğendiği meslek öğrenme modeli olan Alman Çıraklık okulu modeli de aslında temel olarak buna benzer: hem usta, hem de okul:

Paralel devam eder... (Berufsschule)

Tire'nin zengini ne şımarık ne de görgüsüz idi, esnafı ve tüccarı ise kanaatkar ve halden anlar idi o zamanlar.

Hafiften bir dindarlık ve terbiye, saygı hissederdiniz insanlarında.

Bir kutuplaşma, bir bölünmüşlük yoktu.

Dışarıdan gelenler olurdu çeşitli nedenlerle Tire’ye, içlerinden birçoğu kalıp yerleşmiş ve Tire ahalisinden olmuştu zamanla.

Esnaf hem anlayışlı ve bilgiliydi, hem de saygılıydı o zamanlar.

Kimseyi kandırmak akıllarından bile geçmezdi.

Daha meslek odaları dernekler bile yoktu.

İlk "Berberler Derneğini" rahmetli babam kurmuştu, berber esnafına yararlı olsun diye.

Ustaların küçük yaşlarda teslim edilen çırakları olurdu.

Ustalar her şeyden önce çıraklarına güzel ahlakı ve insan olmayı öğretirlerdi, meslek öğretmeden önce gelirdi ahlak ve terbiye.

Kendi öz çocuklarından bile ileriydi yerleri, çok sakınırlardı ama hiç de şımartmazlardı.

Çıraklık ve ardından kalfalık gelirdi.

Ne zaman ki kalfa kendini yeterli görürse o zaman danışırdı ustasına ve izin isterdi ayrılmak için. Ustanın yeri bir ömür sürerdi, çıraklarının başında bir taç idiler.

İyi bir usta her şeyden önce bir ahlak yücesi idi, saygın ve dürüst olmalı, güvenilir olmalı idi, para ve kazanç değil, şükür önemli idi.

Allah verirdi, kollardı hep..

Tire’de baba oğul birlikte dükkan işletenler vardı eskiden:

Mesut’un ağabeyi ve babası bakkal İsmal Tokatlı, bakkal Ahmet Kaya ve oğlu Hüseyin... Gazzane karşısında peynirciler... Yanyalılar... Böyle çalışan kimler vardı?

İstasyon caddesinin köşesindeki Çavuş’un kahvesi daha merkezi yerde idi , günün belli saat dilimlerinde farklı gruplar yer alırdı masalarında. 

Kardeşim Güven’in arkadaş çevresi toplandığında bir de bakardınız 15 kişi falan olurdu yaz akşamlarında...

Çarşıyı, esnafları tanıdım, çocuk yaşımda hep alışverişler yaptım, kitaplar aldım Adnan Yıldırım'dan, kumaşlar aldım Ahmet ERGENLİden...

Tahtakale esnafının her birini tanıdım, alışverişler yaptım, hem kendimize, hem de komşularımıza...

Şambalici, poğaçacı dolaşırdı dükkanların önünden, belli saatlerde, esnaf beklerdi onları.

Bir de mevsimine göre sübye, rahmetli Demo hem üretken hem de sosyal bir kişilikti, Kuşadası’na ilk günü birlik otobüs turu düzenleyen de o idi, sporla iç içe idi...

Necip Paşa Kütüphanesi'nde geçti yaz günlerimin öğleden sonraları, sabahları ise babamın yanında çıraktım.

Hem pratikten, hem de teoriden öğrendim yaşamı... 

Necip Paşa Kütüphanesi’ni kimler bilir, şimdi ne haldedir bilmiyorum.

Sanırım bu kütüphane özel olup, Türkiye’de bulunan ender bir kuruluştur.

Bahçeden geçerek dikçe bir taş merdivenden girerdiniz içeriye.

Küçücük bir giriş, sağında ve solunda yerden yükseltilmiş birer okuma bölümü ve her bir bölümde da kalın tahta kocaman birer masa…

Girişin karşısında ise tek bir kapı, tahtadan ve arkasında yuvarlak bir loş kütüphane, sıra sıra raflarda eski ve yeni kitaplar…

Bir kitap isterdiniz, getirir verirdi o zamanki yaşlı amca ki o da içeride devamlı okurdu, çok kalın bir deftere de kendiniz kayıt ederdiniz o gün okuduğunuz kitabı ve adınızı...

Çok sonraları orada Mehmet ağabey görev üstlendi, benim bir sınıf arkadaşımın ağabeyi idi.

Daha ilkokul 2. sınıfta başladım tatillerimi böyle değerlendirmeye... 

Düzenli gittim ve okumalar yaptım.

Jules Verne’nin tüm kitaplarını okudum, Pardayanlar serisini tamamladım, Picasso’yu araştırdım, resim kitaplarına baktım...

Şu ana değin o günlerdeki okuma ve araştırma alışkanlığım hep devam etti, kitaplığım gurur kaynağım oldu.

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

07.06.2017, Çarşamba,

= DEVAMI VAR=

(XIl. Düzenleme)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapanın adı ve soyadı: