15 Ağustos 2018 Çarşamba

ÇOCUKLUK ANILARIM - VI

ÇOCUKLUK ANILARIM - VI

 - TİRE ve TİRELİ OLMAK -

Orta okul yıllarında zaman, zaman "Derekahve"leri tanıdım, dolaştım.

Sınıf arkadaşım Zekeriya’ların evinin önünden geçen yoldan hafif bir yokuşla çıkıp derelerin oralara, dar vadimsi ve bol ulu ağaçlı gizli zenginliklere gittiğimi, oraları keşfimi anımsıyorum. 

Salih’lerin evi de oralarda idi.

Küçük camiler vardı mahalle arasında, onları severdim, gezerdim içlerini, bahçelerini...

Eski-Yeni Hamamı Benim küçüklüğümde kapalı idi.

Kiraya verilmek istenmiş.

Sahibi kimdi bilemiyorum sanıyorum vakıflar müdürlüğünün olabilir...

Rahmetli babam Berber Gani Çıbıkcı bir arkadaşı tarafından ikna edilmiş ve ortak olarak o hamamı o haliyle kiralamışlar.

Ortağının adı Nazmi idi sanırım.

Yıllarca kapalı kalan hamamın mazgalları (hava kanalları) tıkalı imiş, onu açtırmaya çalışmışlar. İçi dışı elden geçirildi, temizlendi, tamir oldu ve açıldı.

Her yeri mermerdi.

Aslında hoş bir hamamdı diyebilirim.

Çok da para gitti o zamanlar.

Tam bir ısınma da olmadı sanırım.

Ben içini ve arkasını (külhan) çok iyi anımsıyorum bugün.

Babacığım bıraktı daha sonraları orayı.

Bizim için böyle bir anı kaldı.

Şu an ne durumdadır bilemiyorum.

Ve şehir sineması, önceleri yalnız kışlık, daha sonara da yazlığını açtılar.

Sınıf arkadaşım Beyza’ların Altunuç sineması...

‘’Bir Delinin Hatıra Defteri’’ni (Genco Erkal) orada izlediğimi anımsıyorum.

Daha sonraları Küçük sinema…

Cumartesi günleri öğleden sonra ŞEHİR sinemasına giderdik, tüm öğrenciler, kızlı erkekli.

Giriş öğrenci olduğumuz için 50 kuruştu.

Hep güzel filmler olurdu, çoğunlukla Amerikan filmleri.

Balkonu da vardı üst katta, duvarlarında oldukça büyük Amerikan film artistlerinin fotoğrafları asılıydı.

Bazı çocuklar gazoz alırlardı.

Hiç de kavga falan çıkmazdı, huzurlu idik...

Yaz akşamları bir sosyalleşme gözlenirdi yaşamında halkın, sinemaya gidilirdi, Şehir sineması, Altunuç, Küçük sinema...

Şehrin belli yerlerinde azıcık yükseklere film afişlerini asarlardı.

Sinemalar da kendilerine göre farklı bir seçim sunarlardı. 

Şehir sinemasında batı müziği çalınırdı ’’I find my Love in Portafino’’...

Ailece sinemaya gidilirdi, bazıları kendilerine ’’balkon’’ bileti alırdı.

Gençler de gruplar halinde sinemaya giderlerdi.

Hiç unutmam bizim Kemal bayılırdı ayçiçeğine, koca bir paket alır ve çıtlatırdı, kulakları çınlasın.

Yaz günleri akşam üzeri gençler, kızlı erkekli istasyon caddesi boyunca arşive doğru gider, gelir yürüyüş yapardık.

Günün modasını da hafiften üzerimizde görürdünüz.

Ben severdim temiz ve güzel giyinmeyi, kendi tarzımı kendim belirlerdim.

Diz altında uzun bir palto diktirmiştim Tire’de.

Bizim terzimiz değerli Reşit ağabey dikmişti, kruvaze idi ve çok güzel olmuştu… 

Daha sonra birçok yerde de giydim o paltoyu.

Daha belki de yeni yetme bile değilken Ahmet Ergenli’nin manifatura mağazasına giderdim, kumaş seçerdim kendime.

Hafız Ağabey izin verirdi, sabırla izlerdi beni.

Sorardım, "bu kumaş nasıl, kaç en", diye.

Pazeni, basmayı, döşemeliği, sateni, astarlığı bilirdim.

Rahmetli anneciğim dikerdi bana bazı istediklerimi.

Kendi kravatlarımı kendi seçtiğim kumaştan annem dikmişti bana, pazenden yeleklerimi de...

Gençlik dönemimde bir de askeri ARŞİV vardı, İzmir yolunda…

Kapılarını halka açmıştı, onun parkına gider oturdu aileler sıcak yaz akşamlarında.

Bir de bir dönem İstasyon Parkı gençliği çeker olmuştu.

Bu arada en çok tutulan ve gençleri çeken mekan olan Savaş’ların pastanesini de anmalıyım PETEK pastanesini…

Dedelerinden almışlardı mesleği, dondurmaları gerçekti, dövme dondurma...

İlk dönem sosyalleşmede gençler için PETEK pastanesi önemli bir rol oynamıştı..

Çekinmeden, güvenerek gelir, orada oturur, limonata, kurabiye alınırdı, sohbet edilirdi…

Belediye Salonu da pek bir işe yarardı, nişanlar ve düğünler yapılırdı.

Sahnesi de vardı.

Anımsıyorum, bir YOGİ gelmişti sunum yapmak için o sahnede; onu izlediğimi anımsıyorum.

Yazın da arkadaki küçük beton düzlükte nişanlar yapılırdı. 

Tire düğünleri o zaman küçük orkestralarla yapılırdı, pasta ve limonata dağıtılırdı gelenlere…

Takı törenleri falan da yoktu ulu orta, ayıp sayılırdı...

Güzel müzikler çalınırdı, aranjmanlar falan....

Halaylar yoktu o dönemde düğünlerde, doğu kültürü bize pek ulaşmamıştı daha.

Düğün denilince kız evinin hazırladığı çeyizler akla gelmeli önce.

Tepsiler içine sıralanırdı ve genelde de elde taşınarak, gelin evine götürülürdü.

Çeyizler açılır, saçılır ve koskoca bir sergi hazırlanırdı, her şeyi ile.

Günü geldiğinde konu, komşu hısım, akraba koşa, koşa çeyiz görmeye gelirdi.

Günün konusu oydu artık o günlerde mahallede.

Gelin alayı vardı bir de, arabalara doluşarak gidilir, gelin "evinden" alınırdı.

Arabaların aynalarına kumaşlar, havlular takılırdı hediye olarak.

Gelin alayı kornalar çalarak dolaşırdı şehrin içinde...

Düğünden sonra da "mübarekeler" başlardı, kutlamalar, gelin ziyaretleri...

Anneler de hep çok küçük yaştan kızlarına çeyiz hazırlamaya başlardı.

Hep içlerinde bir endişe olurdu:

- Aman bir eksik olmasın! Millet ne der sonra? 

Danteller, örgüler, tülbentler, iç çamaşırları, oyalar, yaşmaklar, gecelikler, masa örtüleri....

Her bir ev sanki bir depo gibi olurdu.

Bir de bu çeyizlerin saklanması, korunması işi vardı, sandıklarda.

Özel olarak tahtadan el işi sandıklar olurdu.

Anne olmak pek öyle kolay değildi...

"Aman kızlarımızın terbiyesi, giyimi, kuşamı, yürüyüşü, arkadaşları, huyu, suyu..."

Bir de okul işi....

Okusa, nereye kadar okutabileceklerdi?

Tire’de bir orta okul vardı, ya sonrası nasıl olacaktı, nereye giderdi, nerelerde kalırdı, kim bakardı ona?

Bir de paramız yeter miydi okutmaya....

Sancılı dönemlerdi anne baba olmak, kız çocuğu sahibi olmak.

Hep konu komşuya bakılırdı, örnekler gözlemlenirdi, fikir alış verişleri yapılırdı.

Okumasa ne olacaktı, evlensin mi, çalışsın mı?

Kızın kısmeti de, hayırlısı ile bir belli olsa...

Okuyan kızlar zamanla anne babalarından farklı düşünmeye başladı.

Adetler, görenekler değiştikçe, toplum dış etkilerin daha çok altında kaldıkça "yeni" düşünceler ve çözüm arayışları başladı...

Ama, Tire ilk bakışta tutucu gibi gözükse de, çocuklarını, kız çocuklarını hep okuttu, onların ekonomik bağımsızlık kazanmalarına özen gösterdi. 

Dindar, mutaassıp görülen ailelerde bile kız çocuğunu okutma oranı çok yüksektir.

Kızını İzmir’e yatılı okula göndermişti TİRELİ.

Ve o kız okumuş, tahsil görmüş kendini yetiştirmiş, emekli olmuştur.

Şimdilerde 70’li yaşlarını yaşamaktadır, ekonomik bağımsızlığı ile...

Zamanla da okul çeşitleri ve sayıları artınca da kolaylık oldu tabii ki...

. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI

 07.06.2017, Çarşamba 

= DEVAMI VAR==

  (XlI. Düzenleme)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapanın adı ve soyadı: