ÇOCUKLUK ANILARIM - III
- TİRE ve
TİRELİ OLMAK -
Tire’nin çingeneleri de vardır, koca bir mahalle içerisinde
birlikte yaşayan….
Biz ROMAN falan bilmezdik eskiden, çingeneye de ’’cingen’’ derdik,
TİRE ağzıyla...
Aklımda kalan İş Bankası'nın karşısında Ali Akoğlu’nun dükkanının
hemen solunda ayakkabı boyacıları vardı, iki kişi idiler ve akrabaydılar.
Onlar o zamanlar pek genç sayılmadı, babam ayakkabılarını onlara
boyatırdı.
Çingene olan bu boyacılar ağır başlı efendi kimselerdi.
Bir de Ali vardı, "Cingen Ali", uzun boylu, yakışıklı, ağır eşya hamalı idi,
buzdolaplarını falan çıkarabilirdi üst katlara.
Benim aklımda kalan saygın ve sakin bir kişilik idi...
Sonraları kullanılmış eşyalar sattı İş Bankası’nın altındaki
meydanda, bir de oğlu vardı yanında...
Orta okul caddesi ve Hükümet Konağı çevresi ise bazen çok renkli
gösterilere sahne olurdu.
Çingeneler kendi aralarında kavga ederlerdi ve her iki taraf
da karakola şikayete gelirdi, hem de yolda kavga ede ede...
Onun için bir deyim vardı "cingenin kavga ettiği zaman"
diye.
Kendi mahallelerinde el işleri yaparlardı, kalaycılık,
süpürge işi gibi...
Tabii bir de zurnacılar, kemancılar vardı mahalleden sanatçı…
Kapı önlerinde otururlardı, kilim üstünde akşam üzerileri ve
çekirdek çitlerdiler.
Kendi kahveleri vardı, önünde otururdu hep erkekleri...
Ada yolu da mahallenin içinden geçerdi…
Bir sürü araba her gün hiç durmamacısına....
Ama cingenler hiç de şikayetçi bile olmazlardı,
umursamazlardı.
Kına gecelerinde kadın kadına eğlenirlerken çalgıcılar da gelirdi
katılırdılar eğlenceye.
Bazı akşamlar sokaklarda fener alayları yapılırdı.
Karpuzları oyup içine mum koyduğumuzu anımsıyorum.
Bir de tüm halkı heyecanlandıran dilekler tutulan kırlara çıkılıp,
oralarda yemekler yenilen bir gün: Hıdırellez! Sultan Nevruz...
Güneş daha doğmadan kalkıp dileklerini kağıda yazman gerekirdi.
Bir de ne istiyorsan onun bir "maketini" falan
yapabilirdin.
Dilek kağıtlarını derelere atmak iyi olurdu.
Yukarı mahallelerde evden eve akarak açıkta gelen bir su vardı.
Hep temiz tutulurdu ve korunurdu.
Zaten Tire’nin içme suyu şebekesinin örgün olarak tüm
kente dağıtılması da öyle çok eski değildir.
"Kargazlı" mahallesinde tuvaletler bahçede olurdu ve altlarında
kuyuları vardı, içme suyunu meydandaki tulumbadan alırlardı komşular
evlerine....
Urgancı idi çoğu aile, rahmetli dedem Mustafa Çıbıkcı ve
amcam İbrahim Çıbıkcı da evde urgan işlerlerdi.
Bir de harım vardı şimdiki koca mezarlığa komşu, oraya gider çarklarını kurar
ve urgan eğirirlerdi.
’’Tire urganı’’ çok beğenilen ünlü bir ürün idi zamanında....
O mahallenin çocukları sanayide çalışmaya giderlerdi, işlerini
severlerdi, demircilik falan öğrendiler.
Dedemlerin sokağına doğru girecek iken önce sağda berber
Hüseyin amcaların evi vardı, oğlu Mehmet ağabey Balıkesir’de okudu
öğretmen oldu, kızları Mübeccel abla Nazım Kayalı ile evlendi.
Sola doğru dedemlere ilerlerken bir daire yapardı yol, ortasında
küçük bir cami, mahalle camisi...
Hatırlayan var mı?
Deve besleyen bir aileyi de anımsıyorum.
Kargazlı'nın uzun yolunun üzerinde İstiklal
İlkokulu’ndan gelip, dedemlerin sokağının girişine yaklaştığınızda
sağda idi o ev; koca kapılı bir deve odası vardı.
Sanırım tülü deve beslerlerdi, güreşlere gidecek, nam salacak...
Çocukken hep çarşıda idim, babamın, rahmetli Berber Gani Çıbıkcı'nın yanında idim boş
zamanlarımda.
Hal binası ve çevresinde, Tahtakale'de, çarşıda her bir yeri bilirdim.
Çok şeyler öğrendim, ilk kişiliğimi oralarda geliştirdim...
Esnaflığı usta-çırak ilişkisini gözlemledim öğrendim.
Bu deneyimler ve birikimler bana hep yol gösterdi, beni güçlü
tuttu.
Babacığımın müşterileri hep Tire’nin saygın ve tanınmış
kişileri olurdu, güzel ahlaklıydılar hepsi de...
Mehmet Uğurbil, Emin Derman, Ayhan Gülcüoğlu,
eczacı Bedri Kardeşler, Halil’in babası avukat Kemal Bey, Ahmet
Ergenli, Faik Yorgancı, Ahmet Görgülü, Ahmet Sezen, Fikret Namlı, daha önceleri
babası Sami Namlı, Fahri Bilgin, Ahmet Kaya, memurlar, hekimler, avukatlar,
manifaturacılar, tüccarlar, sanayiciler...
Çoğu rahmetli olup, ayrıldılar aramızdan, anıları bizlere armağan
kaldı.
Çok şey öğrenmişim onlardan, davranış ve tutumlarından,
konuşmalarından, terbiyeli ve olgun insanlardı hep...
Dükkanımızda ne bir küfür ne de bir dedikodu olurdu....
Ne güzel günlerdi...
Ben çıraklık yaptığımda müşteri tıraş olduktan sonra
elimdeki fırça ile sırtını omuzunu fırçalardım, saç kalmasın diye…
Onlar da bana bahşiş verirlerdi, genelde 25 kuruş.
Zaten saygın ve görgülü insanlardı müşterimizin hepsi de...
Tire çarşısı saymakla bitmeyecek esnafla, güzel insanlarla
dolu idi her zaman.
Dürüst, adil, kişilikli, güler yüzlü, dost insanlardı hep...
Tüm aileler çarşıdaki esnafı iyi tanırdı.
Ailenin bir parçası gibiydiler.
Sır saklardılar, halden anlardılar, güzel ahlaklı insanlardı.
Allah'ın rahmetine kavuşanlara dua edelim.
Yaşayanlara da güzel bir ömür dileyelim.
TİRE'yi yaşanılacak bir şehir yapanlar, mutlu insanlar, şehri
yapanlar hep onlardı...
Bıçakçılar, terziler, berberler, manifaturacılar, anahtarcılar,
saat tamircileri, ayakkabı tamircileri, tenekeciler, kendi dükkanlarında ekmek
paralarını çıkarırlar, aile geçindirirlerdi, çocuk okuturlardı, bir alın teri
bir mucize olur çıkardı.
Tire benim çocukluğumda yazları pek mi bir sıcaktı?
Benim burnum kanardı sıcakta, kılcal damarlarım hassasmış, sıcağa
dayanamıyormuş.
Rahmetli babacığım bana bir mantar şapka almıştı, onu takardım.
Şimdilerde o şapka bulunur mu bilmiyorum.
Çarşıda, özellikle de Tahtakale'de esnaf beni görünce ’’Ne o
Gönen, aslan avlamaya mı gidiyon? diye takılırdı.
Babacığımla benim başımda o şapka ile bir fotoğrafımız var
hükümetin önünde çekilmiş.
Tahtakale esnafının her birini tanıdım, alışverişler yaptım hem
kendimize, hem de komşularımıza...
Kumaş boyası, Ören bayan çorap, iğne iplik...
Çarşıyı, esnafları tanıdım, çocuk yaşımda hep alışverişler yaptım.
Kitaplar aldım Adnan Yıldırım'dan, kumaşlar aldım Ahmet ERGENLİ'den...
Tahtakale'de Atilla’ların manfaturacı dükkanları, iki
kardeş Çallılar...
Rıza’ların dükkanı, Murat’ların dükkanı, rahmetli dayımın oğlu
Fikret Sezgin’in dükkanı, Şişikoğlu’lar, Çapkınoğlu mağazası, Rıfkı
Kıvanç’ın dükkanı, bir de pastane vardı köşede, az ileride kuyu kebapcı
Babaoğlu, onun yanında lokumcu kardeşler, az üstlerinde İsmail Tokatlı bakkal
dükkanı, onların karşısında kasap ve altında bir kahvehane...
Ve yukarıya doğru bir kaç adım sonra, cami, Yeni cami...
Daha da yukarıya çıktığınızda Ali
Efe Hanı karşınıza çıkar. (1525 yılında, Kanuni'nin defterdarlarından
Abdüsselam Efendi tarafından vakfedilmiş.)
Yolun sağında ise Kuşçular kahvesi vardı o zamanlar.
Bir alt sokakta ise o küçük cami kaybolmuş gibi idi...
Gazazhane caddesi üzerinde yer alan cami, Hacı Sinanoğlu
Kemal tarafından 15. yüzyılda yaptırılmış.
Eski kazzazlar (ipekçiler) çarşısında yer alması nedeniyle
Gazazhane Cami olarak adlandırılmış.
Belli saatlerde şambalici, poğaçacı dolaşırdı dükkanların önünden,
, esnaf beklerdi onları.
Bir de mevsimine göre sübye, rahmetli Demo hem üretken hem
de sosyal bir kişilikti…
Kuşadası’na ilk günü birlik otobüs turu düzenleyen de o idi.
Sporla iç içe idi...
Ben TİRE’den Kuşadası’nı ilk keşfeden gençlerin başında
gelirim.
O zaman adı ÖMER KAMP olan Ömer tatil köyünde 3 yaz çadır kurdum.
Tire’den ilk Kuşadası’na gelişim ise ailemle birlikte yapılan bir
gezi, yıl 1951.
Babamla bir anı fotoğrafım var.
CUMHURİYET İlkokulu’muzun hemen altında
kırtasiyeci Adnan Yıldırım’ın müşterisi idim.
Daha sonraları İş Bankası’nın altındaki dükkanından da kitap
alırdım hep, Varlık yayınlarının küçük kitaplarını, Hayvanlar Alemi, Kaşifler Alemi, İnsanlar Alemi gibi kitaplar
bugün de aklımda (Faik Sabri Duran).
O meydana bakan kırtasiyeci Ali
Ulvi amcayı anımsarım hep, Ali Ulvi Selek...
Altında da küçük bir berber dükkanı vardı...
Tulum peynirlerimizi alırken çamur peynir de almak isterdim,
Gashane camiinin karşısında baba oğul bir ailenin dükkanları vardı,...
Gazetemizi de gider gazeteci baba-oğuldan alırdım babama.
Karşı komşumuz fırıncı Arif idi.
Yahudi eczacıyı ve eczanesini anımsıyorum, klasik dolaplarıyla...
Karşı sırasında eniştem Singer bayii Zihni Kıvanç ve loş
dükkanı aklımda hala.
Altında da bir terzi vardı, bayan dikişi de yapardı.
Ahmet Delikanlı’yı ve küçücük dükkanını anımsıyorum, pulcu
Adnan’ın hemen karşısında...
Pulcu Adnan’ın köşesinden sola döndüğünüzde baba oğul birlikte
çalışan Yanyalı’ların dükkanı vardı; Yanyalı futbol oynardı…
Pulcu Adnan’ın oğlu Kenzi ağabey idi; çarşıda bir zamanlar bir butik açmıştı.
Tuhafiyeci Hurşit İçelli, Çapkınoğlu,
saatci Filiz’ler, yorgancılar, berber Şahap Özen, eczacı Bedri
Kardeşler, terziler, lokumcular, ayakkabıcılar, keçeciler, köfteciler,
garajda İsmail Elibol, makineci Ahmet Baş, Aydın’ın babası
foto Cafer Sümer, oğlu Aydın ağabey, İş Bankasının karşısında
uncu Fehmi, daha sonraları Bülent Bebe, Bülent Üney, hep tatlı dillidir...
aklıma ilk anda gelenler...
Foto Salih Topuz sınıf arkadaşım Endercan’ın babası idi, dükkanları
Ticaret Odası’nın altında iki basamakla çıkılan bir yerde bulunmaktaydı.
Kışlık Şehir Sineması'ndan sağa dönüp aşağıya doğru
ilerlediğinizde sol köşedeki Ticaret Odası’nından sonraki binanın altında
bir "şapka" imalatçısı vardı.
Şapkaları tahta kalıplar üzerinde şekillendirir ve sıcak buhar
kullanırdı, küçük bir dükkandı, şimdilerde kaldı mı bilemiyorum…
Rahmetli babacığım da yaşamı boyunca hep fötr şapka kullandı,
son dönemlerde yazlık şapkalar da çıkmıştı, ondan da aldı kullandı.
O zamanlar çok sade ama şık giyindi babacığım; asil bir duruşuyla tertemiz
gömlekli ve hep kravatlı idi…
Tire halkı rahmetli babamı sever ve sayardı, o da herkese karşı
kibar ve saygılı idi…
Çok temiz bir ahlakı vardı, ilkeli ve dürüst, güvenilir bir insandı.
Benim en büyük övünç kaynağım ve örnek aldığım kişi oldu babam…
. Öğretmen Gönen
Çıbıkcı,
07.06.2017, Çarşamba,
= DEVAMI VAR==
(XlI. Düzenleme)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: