ÇOCUKLUK anılarım II.
- ÇOCUKLUK ANILARIM - II.
-
TİRE ve
TİRELİ OLMAK -
Yıllar ötesinden bu yana aklıma gelenleri bir saysam...
Hepsi gelse aklıma çok daha mı zengin olurum gibi geliyor bana...
Az az da olsa toplamalıyım dağarcığımdakileri yavaş yavaş...
Anımsadıkça yenilerini bu yazıma eklemelerini yapacağım.
Anılarımın paylaşılmasını istiyorum, ortak duyguları, ortak anıları yeniden
yeşertmek, diriltmek istiyorum.
Biliyorum iyi niyetle ve sıcak duygularla yazdıklarımda birçok TİRELİ
kendinden de iyi bir şeyler bulacak.
Çocukluğumdaki evimiz o zamanlar CUMHURİYET ilkokulunun arkasındaki sokağın
ilerisinde idi, mektep caddesi....
Yola bakan yüksek bir duvarı vardı geniş kapısı ile bir avluya inilirdi
önce.
Solda mutfak vardı.
Ev tek katlı idi, avlunun sağında.
Sanırım iki oda bir holdü.
Altında ise karanlık ve alçak tavanlı bir bodrum...
Ev sahibimiz Tahtakale'de bakkaldı, köşe dükkanda…
Yanında çalışanları vardı.
Evden dükkana o kır eşeği ile gider, gelirdi diye anımsıyorum.
"İmamişi" idi adı, hacı ya da hafız diye de anılırdı.
Biraz sert mi görünürdü?
Evleri tam köşe idi, miralayın evi ile karşılıklıydı...
Komşularımız çok iyi insanlardı.
Veteriner rahmetli Hurşit ağabeyler tam karşımızda idiler.
Annesi benim ’’komşu teyzem’’ idi, Huriye Teyze…
Evleri gözümün önünde, alt kattaki giriş odasında ninemiz kalırdı, beyaz
yaşmaklı ve kalın gözlüklü...
Kızları Serpil
ablam Savran'lara gelin
gitti...
Çocukluğum ablası Serpil ablam idi.
Onu bir ablam gibi sevdiğimi hissettim hep.
Çok erken mi evlendi, gitti, bir daha hiç göremedim.
Eşi çok erken vefat etmişti.
Ama hep aklımda oldu, Serpil Abla’m, onu kimselere de soramadım.
Onunla tekrar görüşmeyi ise öyle çok isterdim ki....
Bu mayısın bir gününde duydum öldüğünü, içim burkuldu.
Allah rahmet eylesin.
Rahmetli Hurşit ağabey ile de Çanakkale'de askeriyede birlikte idik.
Veteriner olmuştu… Bana bir ağabey idi.
Daha sonra Tire Belediyesi Veterineri olduğunda kendisini ziyaret etmiştim.
Alt komşumuz Refik
Afyonlu ailesi idi,
evlerine iki basamakla çıkılırdı.
Büyük kızları Mürüvvet ablanın adı kulağıma çok yakın.
Sanki onun bir nişan, çeyiz töreni mi vardı aklıma gelen...
Salonlarında bir kocaman sarkaçlı saat vardı.
Arka bahçeleri gözümün önüne geldi şimdi.
Ortanca oğlanları şu an Almanya’da diş hekimi Saim ağabey ile bir yolculukta uçakta
karşılaşmıştık; güzel bir sohbet oldu diye o tadı unutmadım hala...
Bu yazdıklarımı okumasını çok isterdim.
Kardeşi Faik ile bir yaz çok sohbetler edip, dolaştığımı anımsıyor.
Onun aklına gelir mi bilemiyorum....
Görüşmeyeli koca bir ömür oldu....
Bir alt evde de şimdilerin doktoru sevgili Tuncer Yılmaz’ların evi vardı.
Babaları rahmetli İsmet öğretmen, anneleri de rahmetli Hacer Hanım teyze, bir de ablası Gülay ve Kemal ağabey,
(veteriner profesör oldu)...
Bir alt evde ise Fazilet’ler otururlardı.
Bir gün avcılar kahvesinin oradan koşa koşa eve gelen Fazilet yolda düşünce
elindeki gazoz şişesi yaralamıştı onu...
Fazilet öğretmen olmuş diye duydum, sarışın güzel bir kızdı...
Onların evlerinin karşısında yavru konak gibi olan ev TOPRAK ailesine aitti.
Ramiz Toprak, Semra Toprak...
Onları tekrar bulmak da bir ayrı zenginlik benim için.
Evimizin karşı köşesinde ise ’’Miralayın
evi’’ vardı bir köşk
gibi idi; kalın bahçe duvarları vardı ama evde kimse yaşamıyor gibi idi.
Şimdiler o konak onarılıp başka bir ad almış.
Bir bakıcıları vardı, sonradan evlendi çoluk çocuğa kavuştu, adı Emsal idi.
Eşi Tire’ye ilk ayçiçeğini tanıtandır.
Orta okul önünde falan çekirdek satardı arabasında ve de bağırırdı:
-’’Almaa! Bak! Biyo bak, almaaaa! diye...
Lakabı ’’Gazcı’’ idi.
Miralayın evlerinin öte sokağında karşı evde semerci bir amca vardı.
Yine bizim sokağın devamında yukarıda terzi Hulusi Ayaksız…
Oğlu Haluk sınıf arkadaşımdı, ağabeyi de bir dönem Adnan Yıldırım’ın yanında çalıştı.
Onların yanlarındaki evde Kalfaoğlu Terziler hamamının sahipleri vardı, oğlanları Erkal ağabey okudu ve veteriner oldu.
Daha alt sokaklarda ise Atilla Çallıoğlu’ların evi vardı.
Tahtakale Meydanı’nda manifaturacı dükkanları vardı babasının.
Kız kardeşi Benal söz yazarı olmuş şimdilerde, yeni duydum.
Onların karşı köşesindeki evde ise ‘’yeni zenginler’’ denilen bir aile
olduğunu duyardım ama kendilerini anımsamıyorum.
Cumhuriyet okulunun arka sokağında küçük çocuğunun peşinde ona mama
yedirmeye çalışan Yahudi Ester Hanım vardı…
Bizim alt sokağımıza o zamanlar Nihat
Koç’lar taşınmıştı,
babasının kahvesi vardı, Yıldız meydanında.
Nihat okumuş ve başarılı bir iş adamı olmuş.
Beni hatırlar mı bilmiyorum.
Arka sokağımızda ise bir fırın mahalleye hizmet ederdi.
Ayva zamanında pişmiş ayva satılırdı.
Oradan garaja doğru inen yola devam ettiğinizde sağda öğretmen Çuhadaroğlu’nun evi vardı, kızı bizim sınıfta idi.
Bir üstlerinde kapısında tokmaklı demir döküm el olan bir "Yahudi"
ailesinin evi vardı.
Sahibi Tahtakale
meydanında tezgahında, pazarda iğne iplik satardı …
Hain çocukların akşamları ip bağlayıp kapı tokmağını çaldırdıklarını
anımsıyorum.
Daha aşağıya inerseniz solda Emin’lerin evi vardı, babası sonra belediye başkanı olmuştu.
Emin Kurtoğlu avukat olmuş.
Onların üst ara sokağında İsa diye bir arkadaşı anımsıyorum.
Daha da aşağıya indiğinizde ise Yanık Konağa giden sokağı geçtiğinizde koca bir kapısı olan bir bahçe duvarı sizi
karşılardı.
Orası bir Yahudi Havrası idi.
Şu günlerde orada bir küçük camii var sanırım.
Tire’de bir Yahudi Mezarlığı olduğunu duydum ama nerededir, ne durumdadır bilmiyorum.
Eğer varsa, Tire Belediyesi’nin koruması altına alınmasında çok büyük bir
yarar vardır.
Çünkü bir anlamda dünya kültür mirasıdır, sahip çıkılmalı itina ile tanıtımı yapılmalıdır.
Evet o zamanlar çok Yahudi ailesi vardı Tire’de taa İspanya’lardan göç edip Tire’ye yerleşmiş.
Bundan 500 yıl öncesinde
İspanya’daki soy kırımından kaçıp gelmişler, Osmanlı Devleti onlara kapılarını
açmış.
Onlar da Türk halkıyla hem kaynaşmışlar, hem de kendi kültürlerini ve
dinlerini yaşatmışlardır. Çoğu ticarete atılmıştır.
Benim tanıdığım eczacı Sami olarak bilinen Sami
Beja (Günel) onlardan
biridir.
Onun da öldüğünü okudum, Allah rahmet eylesin.
Tire çok kültürlülüğü hiç de bir çatışma-sürtüşme olmadan yaşatmış bir huzur kentidir.
Bu övünülecek bir özelliktir.
İçinde BEKTAŞİLER de vardı, sünniler de, aleviler de, yahudiler de...
Zaman zaman Balkanlardan gelen göçmenler de yerleşmişlerdir.
Karadeniz'den, doğu Anadolu’dan gelen ve kendilerine yeni yurt edinenler de
hep huzur ve refah kenti olan Tire’ye sahiplenmişlerdir.
İş yerleri açmışlar ve hayatın içinde olmuşlardır.
Bence ilk "çekirdek çitlemeyi" de Yahudiler adet ettiler.
Çekirdek denilince aklınıza o eski yerli karpuzların çekirdeği gelsin iri ve
sert...
Önce çekirdekler güzelce yıkanırdı, sonra da hafifçe tuzlanır ve
kavrulurdu.
Ara sokaklarda, mahalle içinde kadınlar akşam üzeri kapı önünde oturur
sohbet ederken çekirdekleri de önlerinde olurdu.
Sonraları bir de kavun çekirdeği girdi araya.
Kabak çekirdeği ise biraz pahalıya gelirdi ve her zaman bulunmazdı.
Ama ne zaman ki ayçiçeği yayıldı Trakya’dan memlekete artık o dönemler
bitti, leblebiciler kabak ve ayçiçeği çekirdeklerini kavurup satmaya
başladılar.
Bizim dükkan komşusu leblebici Hasan ağabeyin çekirdekleri çok güzeldi.
Küçük büfeler başladı sağa sola yayılmaya fındık, fıstık, çerez satılmaya
başlandı her yerde. Postanenin üstünde Tekel’e doğru giderken o büfenin çerezlerini
beğenirdi rahmetli babacığım.
Zaman ilerledi ve bir de tostçuluk çıktı ara sokakta, aman bir tutuldu
tostları...
Turşu dilimli, salçalı, sucuklu tostlar....
Ve dünya nasıl yaratıldı ise Tire’liler de tostçular sokağını yarattı sanki, sağlı, sollu
büfeler...
Üst taraftaki havuzun öyküsü ise çok daha eskiye dayanır.
Top sahasının yanındaki o bahçelik yere havuz, yüzme havuzu yapmak fikri kime aittir bilmiyorum.
İlk yapılışını anımsıyorum.
Avrupa kentleri gibi olsun diye düşünülmüş belli ki.
Karşılıklı demir merdivenler konuldu suyun içine.
Su ise insan boyundan yüksek…
Halk, geçler pek meraklandılar sevdiler önceleri pek çok.
Ama gel gelelim yüzme bilen kaç kişi var o zamanlar, deniz yok, denize
giden yok.
Güzelim çocuklar suda pek sevinçli idiler, çok sevdiler havuzu...
Ne üzücüdür ki boğulanlar olmuş.
Yüzme havuzu yerinde kaldı ama yüzme olayı bitirildi.
Yerine park geldi, yeşillikler arasında, yanında bir de binası vardı, çay
ocağıyla...
Akşam üzeri başlardı aileler akın, akın gelmeye, masalar dolardı.
Fiskiyeler sularını göklere fışkırtırdı o sıcak yaz akşamlarında, hava serinlerdi,
sohbetler koyulaşırdı.
Kahvenin üzerindeki kat bir "kulüp" gibiydi sanki, maçları
izlerlerdi meraklıları orada.
Adı şimdilerde Atatürk parkı olmuş.
Bir ara havuzlu park olarak da adlandırılmış.
Tire için bir güzellik olmuş.
. Öğretmen Gönen Çıbıkcı
07.06.2017, Çarşamba,
= DEVAMI VAR==
(XlI. Düzenleme)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: