. TÜRKİYE'DEN DIŞ GÖÇ İLE
Türkiye'den başka ülkelere, Avrupa'ya, Amerika'ya
göç edip, oraya yerleşmiş çok sayıda Türk var.
Özellikle de Avrupa'da, Almanya'da yaşayan, oraya
yerleşmiş olan Türklerin genel "durumu" hem Türkiye içerisinde
yaşayanlar için hem de Alman toplumu için her zaman "ön yargılı", "var
sayılan" bir tanımlama ve kabul etme olmuştur.
Türkiye yurttaşı olan bu insanlarımız yine
yıllardır ellerinden geldiğince Türkiye'ye gelir, giderler.
Aslında ABD, Avustralya, İngiltere, İsveç… dahil
dünya'nın birçok ülkesinde yaşayan ve oraya yerleşmiş çok sayıda Türk vardır.
Hem de 1960 yılından bu yana…
Ne yazık ki her toplum kendi içerisinde ön yargılar
taşımaktadır, …
Yurtdışında yaşayan bu grup Türk'lerinin
sorumlulukları ve görevleri var mıdır, diye düşünecek olsak…
Almancılar diyerek adlandırılan Almanya Türkleri "kökenlerinin
Türkiye'nin her bir yerinden olmasına rağmen", ülke içerisinde bir hor
görme, bir takmama, beğenmeme ile karşılaşmıştır.
Bugün için sayıları 3 milyonu bulan ve şu an 4.
kuşaklarla birlikte Alman toplumunda önemli bir yeri olan Türkler aslında her
şeye rağmen ne yıkılmışlardır, ne de yok olma yoluna girmişlerdir.
İlk dönemlerde geldikleri iş yerlerinde "konuk
işçi" olarak görülmeleri ve bir gün "geri dönecekleri"
düşünülmüşse de bunun böyle olamayacağı çok da erken anlaşılmıştır.
Almanya nüfusunun %8 kadar yabancı kökenlilerden
oluşmaktadır ve bunların ortak genel sorunları vardır.
Özellikle eğitim ve eğitimden pay alma konusunda
Türkler ne yazık ki pek ön sıralarda olamamışlardır.
Anne ve babaların eğitim ve öğretim düzeylerinin
düşük olması zamanla ardından gelen diğer kuşaklarda da çok büyük etken
olmuştur.
Türklerin aslında en temeldeki sorunu böylesine bir
endüstri ülkesinde, bir Avrupa toplumunda "nasıl yer almaları" ile
ilgili bir kimlik belirleme tutumunda olmuştur.
Yerleşme ve "nasıl bir yerleşme" konusu
hep öylesine geçiştirilmiştir.
Yerleşebildikleri iş yerleri ve çalışma koşulları
çok da ortalamaya denk gelmemiştir.
Genelde yardımcı işçi olan ve alt meslek
düzeylerinde bulunan işlerden elde edilen kazançlardan çok tutumlu olmak ve
dikkatli harcamalar yapmakla geçen yıllar içerisinde geçen bir ömür…
Hem geldikleri ülkeden, hem de içerisinde
yaşadıkları ülkeden kendilerine karşı zaman içerisinde oluşmuş olan "ön
yargılara" karşı duracak, onlarla uğraşacak ne durumları oldu ne de
böylesine bir "mücadele bilinçleri"…
Türkiye'de onlarla ilgili kulaktan kulağa oluşmuş
olan ön yargılar bir yana bir de Alman toplumunda üretilen ön yargılarla
çevrilmiş bir kitle olarak, kendi içlerinde, kendi sorunlarıyla baş başa
yaşamaya devam ettiler.
İkinci ve üçüncü kuşakların dil öğrenme ve okulda
daha iyi bir yer edinmeleri ile birlikte çocukların daha üst bir düzeye geçeceği
düşünüldü.
Bununla birlikte Türk toplumunun içerisinden yüksek
öğretimi bitirenlerin sayısı % 7'ye ancak yaklaşmaktadır.
Orta dereceli okullardan meslek okullarına devamla
birlikte "meslek" edinme daha çok öne çıkmıştır.
Toplumda yer edinmede konusunda Türkler kendi
aralarında ve kendi içlerinde bir örgütlenme, dernekleşme modeline
gitmişlerdir.
İlk kuşağın kültürel öncelikleri olan "dinsel
görevleri" yerine getirme dürtüsü ile birçok yerde küçük cami dernekleri
kurulmuş ve onların aracılığı ile ibadethaneler açılmıştır.
Zamanla bu dernekler ülke genelindeki "ayrışımlar
ve farklılıklara" paralel olarak da Almanya'da çeşitli cami derneklerini
oluşmasına yol açmıştır.
Öte yandan ayrıca "Türkiye siyasal"
dalgalanmalarına yakın türde dernekler açılmış ve birçok yere yayılmıştır.
Özellikle sağ görüşlü olarak düşünülüp açılan
dernekler, ülkücü düşünce ile ya da dinci düşüncelere yakın olarak kurulmuştur.
Bunların yanı sıra sol ve sosyalist düşünceye yakın
dernekler de birçok yerde açıldı ve sosyal, siyasi çalışmalar yapmak istediler.
Ayrıca yine dinsel düşünce yapılanması ile Alevi,
Bektaşi dernekleri ve örgütlenmesi de Almanya'da ve tüm Avrupa'da yayıldı.
Diğer alanlarda birçok dernek zamanla kuruldu ve
çalışmalar gösterdi.
Mesleklere dayanılarak kurulan birçok dernek de oldu.
Ayni tür dernekler kendi aralarında bir bütünlük
sağlamak için federasyonlar kurdular.
Toplumsal sorunlara eğilmek ve çözüm yolları aramak
için kurulan ve genelde partiler üstü tutum içerisinde bulunan derneklerin
kurulduğu da gözlemlendi.
Örneğin "eğitim" konusunda katkılarda
bulunmak ve aydınlanma çalışmaları yapmak amacını taşıyan "Türk Veliler
Birliği" birçok yerde kuruldu ve federasyon olarak devam etti. (FÖTED)
Benim de kurucular arasında bulunduğum FÖTED
özellikle çağdaş ve demokrat bir bakış açısı ile siyasal partilerin iz
düşümünde olmadan Türk anne ve babalara okul, eğitim ve öğretim konularında yol
göstermek, onları aydınlatmak istemiştir.
Bunların yanı sıra Almanya genelinde bulunan birçok
dernek ve federasyonun ortak bir birliği olarak "Almanya Türk Toplumu"
kuruldu ve çalışmaları ile önemli bir görev üstlenmiş oldu. (TGD)
Türk meslek gruplarının dernekleşmeleri ile kendi
aralarında iletişim ve meslek içi eğitimler sıklaştı.
Göçün ilk yıllarında dernekleşme modeli içerisinde
en sık görülenlerden biri de "spor" dernekleri oldu.
Yerel olarak kurulan bu tür dernekler genelde Türk
gençlerinin boş zamanlarını sporla değerlendirmeleri amacını taşıyor.
Tüm bunların dışında Türkler Alman siyasi
partilerine de üye oldular ve oralarda çalışmalar yaptılar, bir yerlerde görev
de aldılar.
Almanların kurduğu derneklerde üye olan Türklerin
sayısı ise sanırım çok azdır.
Bilindiği gibi her toplumun kendi içerisinde çok
farklı katmanları, kitleleri vardır.
Ve her toplum kendi kültürel, ekonomik, toplumsal
yapısına göre güç kazanır ve ya ilerler ya da geriler.
Ve yine her toplumun kendi içerisinde çok farklı
sınıfları, toplulukları vardır.
Toplumu ileriye götürecek ve birlikteliği
sağlayacak, kalkındıracak güç sadece para ve ekonomik birikimler değildir.
Bir toplumun bir öncü kitlesinin, bir aydın
kesiminin, bir entelektüel kesiminin de var olması ve bunların da pek geride
durmadan sorumluluk bilinci taşıması gerekmektedir.
Aydın ve entelektüel kesim ancak belli bir birikim
ve buna bağlı olabilecek dünya görüşü ile, bilgi ve aydınlama çalışmaları,
araştırmaları ile oluşur.
Evet, ilk bakışta hemen akla bir "yüksek"
öğretim olması gerektiği gelse de bu yalnızca işe yarayabilecek bir etkendir.
Evet konumuzun içindeki halk kesiminin çocukları, "iyi
okullara" gitmelidirler ve "iyi meslekler" elde etmelidirler,
doğru!
Ama, bunun için var olabilecek temel alt yapı
yeterli midir?
Hayır!
Bir insanın tüm bilgileri, deneyimleri,
yaşanmışlıkları, duygu ve düşünceleri, fikirleri, becerileri… kesinlikle
gereklidir ve yararlıdır.
Ama, tüm bunların "birleşerek", kendi
içlerinde "karşılıklı etkileşmeler" sağlayarak bir BİLİNÇ"
ortaya çıkarması gerekir.
İşte bize gerekli olan, esas olan da budur: BİLİNÇ…
Türk aydını, Türk okuryazarı, Türk meslek insanı…
kendi elde ettiklerini, kazanımlarını, birikimlerini bir BİLİNÇ oluşumuna
çevirebilmelidir.
"Ben yapacağımı yaptım, okudum, mesleğimi elde
ettim, işim de var"…. diyebilir.
"Koca bir Türk toplumunun dertlerine ben mi
çare bulacağım?"
"Ben mi uğraşacağım bu işlerle?"
diyebilir.
Geride kalan kuşaklar, geride kalan çocuklar,
gençler… kendi sorunlarıyla baş başa kalır.
Böyle olduğu sürece, her bir dernek kendi işine ve
kendi çevresine baktığı ve diğerlerini görmediği sürece de göç olgusunu
yaşamakta olan toplum "ana sorunlarını" çözmekte zorlanır.
Bizim bir "büyük toplum" olduğumuzun ve
temel sorunların "hepimizi" ilgilendirdiğinin bilincine varmamız
gerekir.
Parçalanmış, bölük pörçük olmuş bir Türk toplumu
tam da bu durumdan dolayı hep karşı karşıya getirilmek istenir.
Peki, iyice düşünmek ve sakince, genişçe bakmak
gerekmez mi?
Türk toplumunun "birlikte" ve "güçlü"
olması, sömürüye, kandırılmaya açık "olmaması" kimlerin işine gelmez?
Almanya göç tarihi 60 yıldan bu yana birçok
örnekleri de göstermiştir. ..
Türkiye siyasetinin dalgaları buralara kadar gelmiş
ve buradaki örgütleri, insanları kendi çıkarları için kullanmak istemiştir.
Birçok paralar toplanmış ve o paralar bir yerlere
aktarılmış…
İsteyen bu konularda araştırır, okur, öğrenir.
Buranın koşullarına ve sorunlarına yönelik bir "bakış
açısı" ve "yaşam biçimi" geliştirmekte geç kalınmıştır.
Almanya toplumunun iyi yönleri ve yararlı davranış
biçimleri zamanla örnek alınmışsa da yine bugün ana bakış açısı, toplumsal ve
siyasi çekim merkezi Türkiye olmaktadır.
Evet, bunun temelde yatan ana nedeni Alman
siyasetinin Türkleri yerleşik bir kitle olarak kabul etmedeki gösterdiği
zorluktur.
Türkler her zaman "gidecek ve burada
kalmayacak, küçük işleri yapacaklar, bizim istemediğimiz işleri
yapacaklar" bakış açısı ile görülmüştür.
Ne onlara yerleşmeleri, kentleşmeleri için iyi
örnekler, güzel "modeller" sunulmuş ne de "önderlik"
yapılmıştır.
Alman devleti kendi "yabancılar politikası"
gereği her zaman Türkleri en kıyıda ve üçüncü sınıf bir kitle olarak görmüştür.
Türklerin çocukları çok başarılı olsun, iyi
meslekler kazansın, yüksek öğretime erişebilsin… diye bir destek ve geliştirme
modeli uygulanmamıştır.
TÜRK TOPLUMU kendi parçalanmışlığı içerisinde kendi
kendine ve bu genel tablonun farkında bile olmadan yaşamaya, çalışmaya devam
etmiştir, etmektedir.
Benim için şu an asıl soru ve asıl sorun şudur:
TÜRK TOPLUMUnun entelektüelleri, okuryazarları ve
aydınları, yüksek tahsil alabilmiş olanları "tüm bu bakış açısına" ne
zaman gelebileceklerdir.
Neler yapılabilir?
Aslında 60 yıldır TÜRK TOPLUMUnun Almanya genelinde
gösterdiği birçok bireysel başarı ve kültürel, sanatsal örnekler çoktur ve de
önemlidir.
Bunları olduğunda, oluşmasında ne denli farklı
etkenler rol oynamışsa çok önemlidir ve yararlı da olmuştur.
Birçok dalda kurulan işyerleri ile ticarette,
endüstride ve bilimsel çalışmalarda Türk kuruluşları önemli yerler edinmiştir.
Sadece eksik olan tüm bu başarı öykülerinin,
modellerinin içerisinde, sunumunda bir " TÜRK TOPLUMU " birlikteliği
ve gücünün eksikliğidir.
Görüldüğü gibi tüm bu başarıların Türkiye
içerisinde tanıtımı ve algı oluşmasına olumlu katkıları hep eksik kalmıştır.
Tek, tek başarı öykülerini duyan, bilen Türkiye
halkı yine de Almanya Türk halkını bir türlü olumlu yere koyamamaktadır.
Bu yalnızca Almanya'da yaşayan Türk'lerin bir eksikliği
midir?
Türkiye halkı da artık ön yargılardan,
ayrımcılıktan uzaklaşmaya çalışmalıdır.
Bu örneklemelerden yola çıkarak şunu bir ilke
olarak edinmeliyiz:
Türkler nerede olurlarsa olsunlar, hangi ülkede
yaşarlarsa yaşasınlar, tümü ile "bizim" bir varlığımız ve gücümüzdür.
Almanya'da bulunan Türk halkının kendi içerisinde
farklılıklar ve çeşitlilikler göstermesi çok doğaldır ve de demokrasiler için
çoğulcul olmak da bir özelliktir.
Onları bir birlik ve tümlük içerisinde görmek,
kabul etmek, olumlu modeller geliştirmek gerekir.
Emperyalizmi herkes bilmektedir.
Ve emperyalizmin ne istediğini, nasıl çalışmalar
yaptığını da bilen çoktur.
Ayrıştırıcı, bölücü, çıkarcı, küçümseyici, alaycı,
parçalayıcı… davranmak isteyen her türlü düşünce ve kişilere "yanlış"
yaptıklarını anlatmak gerekir.
Türk toplumunun içinden çıkan ve genelde herkesi ilgilendirecek konularda
yayınlar, derlemeler, istatistiksel çalışmalar… yapılmalıdır.
Basın yayın kurumları ile çok daha sıkı ve işlevsel
ilişkiler içinde olmak gerekecektir.
Eğer bugün Almanya Türk halkı bir büyük toplum
olduğunu ve birlikte güçlü olduğunu, temel sorunların da ancak birlikte
çözümleneceğini kavrar ise mutlu ve başarılı oluruz.
Yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızla ilgili
"olumlu algılara" ve içselleştirmelere gidilmesinin zamanı gelmiştir.
Bunun için de "önce kesim" olarak
aydınlara, ve önder olabilecek kişilere gerçekten büyük sorumluluk ve
yükümlülük düşmektedir.
Daha mutlu, daha güvenli, sağlıklı ve de huzurlu
bir toplumda yaşayabilmek dileklerimle…
. Öğretmen
Gönen Çıbıkcı, 11.09.2022
MŞ.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: