Okulumuz
Yıkıldı
diye üzüldük İMROZLULAR
olarak.
Bu önemli bir darbe oldu
bizler için tabii ki.. Bina yıkıldı diye kızdık, öfkelendik, üzüldük..
Bunu bir "bina"
işi diye algılayanlar da mı oldu dışarıdan bakarak?
Bunu biraz açıklamak mı
gerekecek şimdi?
Bakın, bu iş “bir bina”
işi değildir.
Asıl olan "biz"
olmaktır.
Biz hangi zaman diliminde
orada oldu isek bir İMROZLU olduk sonunda ve yaşamımız boyunca.
Bizim kardeşlerimizin ana
özelliği ise "güzel ahlaklı" ve "yurt sever" olmak idi.
O çocuklar bu ülkenin, bu
halkın kalkınmasına, çağdaş uygarlık düzeyine erişmesine kendilerini adamış
öğretmenler olmak istemişlerdi.
İşin “aslı” da budur
zaten, yoksa bir yerlerde bir amir memur olmak, ya da prof olmak değildi,
onların asıl ulaşmak istedikleri yer.
Doğru ve vicdanlı birer
insan olabilmek ve de halkına hizmet
etmek idi asıl olan.
Yani bir “İMROZLU” olmanın
esas özelliği budur.
Ha, sonra bu çocuklar bir
köyde, bir kenar mahallede öğretmen olmuş da olabilirler, bir bilim adamı da
olabilirler yaşamlarında...
Bizim BİZ eden NE
olduğumuz değil NASIL olduğumuzdur.
Vicdanını ve ahlakını,
dürtülerini ve egolarını “iyilik” ve “güzellik” üzerine yönlendirebilmiş “güzel
çocuklar” olmaktı esas olan.
"Yoksul ailelerin
çocukları" olduklarını ve "devletin parasız yatılı okulu"nda,
İMROZ'da yaşadıklarını hiç unutmadan, ne düştü ise görev yerlerinde üstesinden
geldiler.
Huzur ve mutluluk
içerisinde geçen bir yaşam oldu onlarınki...
Birilerinin adamı olmak,
bir yerlere böylelikle gelmek hiç de bir İMROZLU için düşünülmedi bile.
Biz hep "kardeş"
olduk.
Ülkemin her neresinde
yaşadı isek, hangi bir ülkesinde dünyanın geçti ise yaşamımız BİZ yine de
"sayıca küçük" "imanı ile yüce" bir kardeşliğin varlığını
hep yaşadık içimizde.
Yani iş bir "bina
meselesi" olmadı hiç bir zaman.
Bizim gözümüzde 3 odalı
bir okulumuz ile 5 katlı bir okulumuz da hep ayni oldu.
Bize iyi ve ahlaklı
davranan öğretmen de, vicdansız ve adaletsiz davranan öğretmen de okul
yaşamında kabul gördü.
Onlarla olan davamız
"mahşere kalmış" olsa da TÜRK milletinin eğitim tarihinde
"kıyıda köşede" gözükmüş olsak da, adımız "ağızlarda
anılmasa" da BİZ bildik, her zaman NASIL bir "ruh taşıdığımızı"
ve de bu "bilinç" ile "her bir görevi" de hakkıyla yerine
getirdik.
“Bir İMROZLU olmak” böyle
bir şey olmalı işte...
Yani, bizler bunu kendi
kendimize bile, dile getirmesek bile BİZ böyle olduk.
İsterseniz, toplayın bizi
atın, yine bir adaya ve de ister bir bina yapın verin ya da bir kulübe...
Bir de en azından vicdanlı
birkaç öğretmen verin başımıza...
Biz yine "bu ruhu
taşıdığımız sürece" ne mız mızlanırız, ne de ağlayıp, sızlanırız.
"Devletimiz bunu
vermiş bize" der ve "ailelerimizin yüzünü kara çıkarmadan",
"üzerimize düşeni yapar" ve çalışırız...
Bu bazılarına bir “ütopya”
gibi gelse de bu da kendince bir tariktir, Türkiye tarihinde...
"Onurumuz" ve
"gururumuz" bize destek verir her zaman; "vicdanımızla" ve
"adaletle" kendi "doğru" yolumuzda ilerlerken.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 04.02.2018.
Mainaschaff
YanıtlaSilYazdıklarım, anlatmak istediklerim sadece benim "özel" bir durumum değil.
"Devlet yatılı okulu çocukları" kavramımı daha da genişleterek dünyanın tüm ezilen öğrencileri için de düşünmelisiniz.
Onlara yapılan tacizler, adaletsizlikler, onlara sözlü ya da bedensel şiddet uygulayanlar birer "insanlık suçu" işlemişlerdir.
İnsan olmanın en yüce duygusu ise "vicdan"!
"Acıma" duygusu...
Hiç bir şey duymamış olsam bile, adaletsiz ve de vicdansız insanlara yer vermek, onlara sabır göstermek ağır gelebiliyor.
Hele çocuklar, küçük insanlar, gençler, kendini savunamayanlar için ise çok üzüldüm her zaman.
Onlara acımasız davrananlar kim olursa olsunlar, en sonunda Allah'dan bulacaklardır yaptıklarının karşılığını. Bu kişilere bile bile gereğinden fazla yaklaşma duygusunu taşıyanları ise anlamak çok zor!