13 Ağustos 2018 Pazartesi

Okulumuz Yıkıldı

Okulumuz Yıkıldı
diye üzüldük İMROZLULAR olarak.
Bu önemli bir darbe oldu bizler için tabii ki.. Bina yıkıldı diye kızdık, öfkelendik, üzüldük..
Bunu bir "bina" işi diye algılayanlar da mı oldu dışarıdan bakarak?
Bunu biraz açıklamak mı gerekecek şimdi?
Bakın, bu iş “bir bina” işi değildir.
Asıl olan "biz" olmaktır.
Biz hangi zaman diliminde orada oldu isek bir İMROZLU olduk sonunda ve yaşamımız boyunca.
Bizim kardeşlerimizin ana özelliği ise "güzel ahlaklı" ve "yurt sever" olmak idi.
O çocuklar bu ülkenin, bu halkın kalkınmasına, çağdaş uygarlık düzeyine erişmesine kendilerini adamış öğretmenler olmak istemişlerdi.
İşin “aslı” da budur zaten, yoksa bir yerlerde bir amir memur olmak, ya da prof olmak değildi, onların asıl ulaşmak istedikleri yer.
Doğru ve vicdanlı birer insan olabilmek ve de halkına hizmet etmek idi asıl olan.
Yani bir “İMROZLU” olmanın esas özelliği budur.
Ha, sonra bu çocuklar bir köyde, bir kenar mahallede öğretmen olmuş da olabilirler, bir bilim adamı da olabilirler yaşamlarında...
Bizim BİZ eden NE olduğumuz değil NASIL olduğumuzdur.
Vicdanını ve ahlakını, dürtülerini ve egolarını “iyilik” ve “güzellik” üzerine yönlendirebilmiş “güzel çocuklar” olmaktı esas olan.
"Yoksul ailelerin çocukları" olduklarını ve "devletin parasız yatılı okulu"nda, İMROZ'da yaşadıklarını hiç unutmadan, ne düştü ise görev yerlerinde üstesinden geldiler.
Huzur ve mutluluk içerisinde geçen bir yaşam oldu onlarınki...
Birilerinin adamı olmak, bir yerlere böylelikle gelmek hiç de bir İMROZLU için düşünülmedi bile.
Biz hep "kardeş" olduk.
Ülkemin her neresinde yaşadı isek, hangi bir ülkesinde dünyanın geçti ise yaşamımız BİZ yine de "sayıca küçük" "imanı ile yüce" bir kardeşliğin varlığını hep yaşadık içimizde.
Yani iş bir "bina meselesi" olmadı hiç bir zaman.
Bizim gözümüzde 3 odalı bir okulumuz ile 5 katlı bir okulumuz da hep ayni oldu.
Bize iyi ve ahlaklı davranan öğretmen de, vicdansız ve adaletsiz davranan öğretmen de okul yaşamında kabul gördü.
Onlarla olan davamız "mahşere kalmış" olsa da TÜRK milletinin eğitim tarihinde "kıyıda köşede" gözükmüş olsak da, adımız "ağızlarda anılmasa" da BİZ bildik, her zaman NASIL bir "ruh taşıdığımızı" ve de bu "bilinç" ile "her bir görevi" de hakkıyla yerine getirdik.
“Bir İMROZLU olmak” böyle bir şey olmalı işte...
Yani, bizler bunu kendi kendimize bile, dile getirmesek bile BİZ böyle olduk.
İsterseniz, toplayın bizi atın, yine bir adaya ve de ister bir bina yapın verin ya da bir kulübe...
Bir de en azından vicdanlı birkaç öğretmen verin başımıza...
Biz yine "bu ruhu taşıdığımız sürece" ne mız mızlanırız, ne de ağlayıp, sızlanırız.
"Devletimiz bunu vermiş bize" der ve "ailelerimizin yüzünü kara çıkarmadan", "üzerimize düşeni yapar" ve çalışırız...
Bu bazılarına bir “ütopya” gibi gelse de bu da kendince bir tariktir, Türkiye tarihinde...
"Onurumuz" ve "gururumuz" bize destek verir her zaman; "vicdanımızla" ve "adaletle" kendi "doğru" yolumuzda ilerlerken.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 04.02.2018. Mainaschaff


1 yorum:


  1. Yazdıklarım, anlatmak istediklerim sadece benim "özel" bir durumum değil.
    "Devlet yatılı okulu çocukları" kavramımı daha da genişleterek dünyanın tüm ezilen öğrencileri için de düşünmelisiniz.
    Onlara yapılan tacizler, adaletsizlikler, onlara sözlü ya da bedensel şiddet uygulayanlar birer "insanlık suçu" işlemişlerdir.
    İnsan olmanın en yüce duygusu ise "vicdan"!
    "Acıma" duygusu...
    Hiç bir şey duymamış olsam bile, adaletsiz ve de vicdansız insanlara yer vermek, onlara sabır göstermek ağır gelebiliyor.
    Hele çocuklar, küçük insanlar, gençler, kendini savunamayanlar için ise çok üzüldüm her zaman.
    Onlara acımasız davrananlar kim olursa olsunlar, en sonunda Allah'dan bulacaklardır yaptıklarının karşılığını. Bu kişilere bile bile gereğinden fazla yaklaşma duygusunu taşıyanları ise anlamak çok zor!

    YanıtlaSil

Yorum yapanın adı ve soyadı: