13 Ağustos 2018 Pazartesi

Öğretmenlik, Adalet ve

Öğretmenlik, Adalet, Vicdan 
ve İyi Ahlak Üzerine
Bir “yatılı devlet okulu” hikayesinin düşündürdükleri üzerine:
Gep genç insanlar, genelde hepsi de yoksul ve mütavazi ailelerin çocukları... 
Devlet sınavını kazanmışlar, umutları olmuş, devlete ve yarınlara güvenip gelmişler. Hepsi de 18 yaş altı...
Daha çocuk sayılıyorlar yasalarda... Her biri birer emanet olarak gittiler o okullara, orada çalışan öğretmenlere...
Bu çocuklar güzel şeyler öğrenecekler, güzel ahlak sahibi olacaklar, ülkenin bir garip ve de yoksul köyüne gidip, oradaki insanlara ön ayak olacaklar, onlara umut olacaklar....
Okuldaki öğretmenler ise bu çocuklar için hem bir yuva, hem bir aile, hem de bir eğitim merkezi sunacaklar.
Çocuklar yatılı devlet okullarında devletin verdiği yemeği yiyecekler, verdiği giysileri giyecekler, devletin sunduğu olanaklardan yararlanacaklar.
Kendi anne ve babaları ise çok uzaklarda... 
Belki onları ancak tatillerde görecekler. 
Çocuklarının gelişimleri artık anne ve baların elinde olamayacak, onların çocukları birer “misafir” olup gidecekler yine okullarına..
Artık bu çocukların 3 yılı 6 yılı bu devlet yatılı okulu olacak. Her ne varsa yaşanılacak, öğrenilecek, her şeyi burada alacaklar.
Okulun öğretmenleri de tüm varlıkları ile bu çocuklar için bu yönde çalışacaklar gece gündüz demeden, aylarca ve yıllarca süren bir hizmet ve dürüstlük ile çalışacaklar. 
Bu çocukların hem anneleri, babaları olacaklar, hem de onların koruyucuları, örnek insanları olacaklar. Okulun öğretmenleri bunun için bu okullara gelmişler ve çalışmakta olacaklar.
Bu istek ve bilinç bu öğretmenlerde yoksa, zaten çok “yanlış” bir yapılaşma oluşacaktır. 
Yarar yerine “zararlar”la karşılaşılacaktır. 
Hem de telafisi bir daha mümkün olmayan zararlara neden olacaklardır.
Ve kişiliği tam oturmamış, “kişilik sorunları” olan bazı yetişkinler, öğretmenliğin verdiği güçle, kendini “savunamayacak” olan ama tüm varlıklarıyla kendilerini teslim etmiş o çocuklara ne bir sevgi gösterebiliyorlar, ne de adil davranabiliyorlar ise, ne olacak?
Ve de özellikle eğitimden, psikolojiden anladığını düşünen bu kişiler o çocukların küçücük bir deneyimlerini, bir yanlış davranışlarını fırsat bilip en “acımasız cezalar” verebiliyorlarsa... 
Hiç bir eğitsel önlem almadan ve de düşünmeden, acımadan, onların umutlarını yok edebiliyorlarsa, kişisel gelişimlerine zarar verebiliyorlarsa ne olacak?
Kendilerine devletin teslim ettiği bu emanetleri, bu çocukları sanki “kocaman” yetişkinlermiş gibi, ağır suçlar işlemişler gibi bambaşka yerlere damgalanmış olarak, hiç de gerek yok iken, başka önlemler alınabilecek iken gönderebiliyorlarsa, ne olacak?
Bu çocuklar o çocuksu “duygular”ını, “acı”larını bastırarak kendilerine adaletsiz davranılmış olmalarına rağmen, yeniden yaşama sarılıyorlar, diyelim.... 
Çalışıyorlar, didiniyorlar, ailelerinin yüzünü kara çıkarmamak için bir mücadele veriyorlar.
Okullar bitirip, mesleklerinde ilerliyorlar, aileler kuruyorlar, emekli oluyorlar. 
Yaşam devam ediyor. 
Ama aradan geçen nerede ise 50 yıl sonra bile bu haksızlığı, ölçüsüzlüğü ne içlerine sindirebiliyorlar, ne de kafalarından atabiliyorlar.
İşte size insan ruhu ve adalet duygusu... 
Vicdanı olmayanlara arka çıkan yine kendilerince kişiliksiz ve zayıf insanlar....
Ve biz o büyük insanlığa çok inanan, hukuk ve adalet, demokrasi kavramlarını, insan haklarını çok önemseyen bizler belki de çaresizlikten bugün o günü yaşamış olanlara teselliler veriyoruz.
Çok üzülsek de, çaresizlik ve yaşama devam gerekliliği adına herkes bir "af" etmeden yana.
Bence sizler, bizler herkes “af” edebilir, “teselliler” verebiliriz ama asıl sorun inan olan bizlerin "bilinç altı"... İnsanlar ona, bilinç altına söz geçiremezler. 
Ta ki bilinç altı kendi yargılamasında, kendi mahkemesinde "O" eski olayların birer "adil yargıya ve çözüme" ulaştığını gördüğü "an"a kadar.
İşte bu nedenle de "öğretmenlik" çok kutsaldır. 
Bir öğretmenin tüm yaşamı ancak “adalet” ve “vicdan” çerçevesinde aldığı sorumluluklar ve çalışmaları ile geçer.
Ancak "iyi ahlak" sahibi olabilen kişilerin “öğretmen” olması gerekir. 
Diploma ve gidilen okullar, kazanılan sınavlar değildir asıl olan.
Bir "insan"a en yakın olan, ona kişilik kazandıracak olan ve ahlaken yetiştirecek olan, onu yaşama hazırlayacak olan onun “annesi”dir, babasıdır. 
Gitti ise anaokulu görevlileridir.
Ama en önemlisi ise “ilkokul öğretmeni”dir.
İlkokul öğretmeni "güzel ahlaklı", "vicdanlı" ve "adil" bir insansa, onun öğrencisi olan o "çocuk" yaşamının en değerli varlığına kavuşmuş demektir.
Bir de bir öğretmeni düşünün ki tüm yaşamında insanlara, öğrencilerine “adil davranmış”, onlara “vicdanlı ve dürüst” davranmış, onlar için en iyi ve çağdaş dersleri hazırlayıp sunmuşsa ve de bunlara karşılık hiç bir şey beklemedi ise, onun ne kadar "huzur" içinde ve "mutlu" olabileceğini düşünün.
Böyle bir öğretmenin dünyasını anlamak çok güzel!
Bir de eğitimi ve okulu, öğretimi, öğretmenleri bu açılardan düşünün!
Ama, en çok da “çocuğu” düşünün, korunmasız, masum ve geleceğe “umut”la bakması gereken, toplumun, ailenin ve okulun, devletin koruması gereken “çocuğu” düşünün!
Her zaman ve her yerde siz de “çocuk”tan yana olabilirseniz, hem kendinizi, hem de toplumu kurtarabilme yolundasınız, demektir.
Evet, siz “mutlu” olacak birisiniz!
Siz huzuru bulacaksınız!

Saygılarımla....
Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 30 ocak 2018, 
Mainaschaff.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapanın adı ve soyadı: