Öğretmenlik,
Adalet, Vicdan
ve
İyi Ahlak Üzerine
Bir
“yatılı devlet okulu” hikayesinin düşündürdükleri üzerine:
Gep
genç insanlar, genelde hepsi de yoksul ve mütavazi ailelerin çocukları...
Devlet sınavını kazanmışlar, umutları olmuş, devlete ve yarınlara güvenip gelmişler. Hepsi de 18 yaş altı...
Devlet sınavını kazanmışlar, umutları olmuş, devlete ve yarınlara güvenip gelmişler. Hepsi de 18 yaş altı...
Daha
çocuk sayılıyorlar yasalarda... Her biri birer emanet olarak gittiler o okullara,
orada çalışan öğretmenlere...
Bu
çocuklar güzel şeyler öğrenecekler, güzel ahlak sahibi olacaklar, ülkenin bir
garip ve de yoksul köyüne gidip, oradaki insanlara ön ayak olacaklar, onlara
umut olacaklar....
Okuldaki
öğretmenler ise bu çocuklar için hem bir yuva, hem bir aile, hem de bir eğitim
merkezi sunacaklar.
Çocuklar
yatılı devlet okullarında devletin verdiği yemeği yiyecekler, verdiği giysileri
giyecekler, devletin sunduğu olanaklardan yararlanacaklar.
Kendi
anne ve babaları ise çok uzaklarda...
Belki onları ancak tatillerde görecekler.
Belki onları ancak tatillerde görecekler.
Çocuklarının gelişimleri artık anne ve baların elinde olamayacak, onların
çocukları birer “misafir” olup gidecekler yine okullarına..
Artık
bu çocukların 3 yılı 6 yılı bu devlet yatılı okulu olacak. Her ne varsa
yaşanılacak, öğrenilecek, her şeyi burada alacaklar.
Okulun
öğretmenleri de tüm varlıkları ile bu çocuklar için bu yönde çalışacaklar gece
gündüz demeden, aylarca ve yıllarca süren bir hizmet ve dürüstlük ile
çalışacaklar.
Bu çocukların hem anneleri, babaları olacaklar, hem de onların
koruyucuları, örnek insanları olacaklar. Okulun öğretmenleri bunun için bu
okullara gelmişler ve çalışmakta olacaklar.
Bu
istek ve bilinç bu öğretmenlerde yoksa, zaten çok “yanlış” bir yapılaşma
oluşacaktır.
Yarar yerine “zararlar”la karşılaşılacaktır.
Hem de telafisi bir daha mümkün olmayan zararlara neden olacaklardır.
Yarar yerine “zararlar”la karşılaşılacaktır.
Hem de telafisi bir daha mümkün olmayan zararlara neden olacaklardır.
Ve
kişiliği tam oturmamış, “kişilik sorunları” olan bazı yetişkinler,
öğretmenliğin verdiği güçle, kendini “savunamayacak” olan ama tüm varlıklarıyla
kendilerini teslim etmiş o çocuklara ne bir sevgi gösterebiliyorlar, ne de adil
davranabiliyorlar ise, ne olacak?
Ve
de özellikle eğitimden, psikolojiden anladığını düşünen bu kişiler o çocukların
küçücük bir deneyimlerini, bir yanlış davranışlarını fırsat bilip en “acımasız
cezalar” verebiliyorlarsa...
Hiç bir eğitsel önlem almadan ve de düşünmeden,
acımadan, onların umutlarını yok edebiliyorlarsa, kişisel gelişimlerine zarar
verebiliyorlarsa ne olacak?
Kendilerine
devletin teslim ettiği bu emanetleri, bu çocukları sanki “kocaman”
yetişkinlermiş gibi, ağır suçlar işlemişler gibi bambaşka yerlere damgalanmış
olarak, hiç de gerek yok iken, başka önlemler alınabilecek iken
gönderebiliyorlarsa, ne olacak?
Bu
çocuklar o çocuksu “duygular”ını, “acı”larını bastırarak kendilerine adaletsiz
davranılmış olmalarına rağmen, yeniden yaşama sarılıyorlar, diyelim....
Çalışıyorlar, didiniyorlar, ailelerinin yüzünü kara çıkarmamak için bir
mücadele veriyorlar.
Okullar
bitirip, mesleklerinde ilerliyorlar, aileler kuruyorlar, emekli oluyorlar.
Yaşam devam ediyor.
Ama aradan geçen nerede ise 50 yıl sonra bile bu
haksızlığı, ölçüsüzlüğü ne içlerine sindirebiliyorlar, ne de kafalarından
atabiliyorlar.
İşte
size insan ruhu ve adalet duygusu...
Vicdanı olmayanlara arka çıkan yine kendilerince kişiliksiz ve zayıf insanlar....
Vicdanı olmayanlara arka çıkan yine kendilerince kişiliksiz ve zayıf insanlar....
Ve
biz o büyük insanlığa çok inanan, hukuk ve adalet, demokrasi kavramlarını,
insan haklarını çok önemseyen bizler belki de çaresizlikten bugün o günü
yaşamış olanlara teselliler veriyoruz.
Çok
üzülsek de, çaresizlik ve yaşama devam gerekliliği adına herkes bir
"af" etmeden yana.
Bence
sizler, bizler herkes “af” edebilir, “teselliler” verebiliriz ama asıl sorun
inan olan bizlerin "bilinç altı"... İnsanlar ona, bilinç altına söz
geçiremezler.
Ta ki bilinç altı kendi yargılamasında, kendi mahkemesinde
"O" eski olayların birer "adil yargıya ve çözüme"
ulaştığını gördüğü "an"a kadar.
İşte
bu nedenle de "öğretmenlik" çok kutsaldır.
Bir öğretmenin tüm yaşamı ancak “adalet” ve “vicdan” çerçevesinde aldığı sorumluluklar ve çalışmaları ile geçer.
Bir öğretmenin tüm yaşamı ancak “adalet” ve “vicdan” çerçevesinde aldığı sorumluluklar ve çalışmaları ile geçer.
Ancak
"iyi ahlak" sahibi olabilen kişilerin “öğretmen” olması gerekir.
Diploma ve gidilen okullar, kazanılan sınavlar değildir asıl olan.
Diploma ve gidilen okullar, kazanılan sınavlar değildir asıl olan.
Bir
"insan"a en yakın olan, ona kişilik kazandıracak olan ve ahlaken
yetiştirecek olan, onu yaşama hazırlayacak olan onun “annesi”dir, babasıdır.
Gitti ise anaokulu görevlileridir.
Gitti ise anaokulu görevlileridir.
Ama
en önemlisi ise “ilkokul öğretmeni”dir.
İlkokul
öğretmeni "güzel ahlaklı", "vicdanlı" ve "adil"
bir insansa, onun öğrencisi olan o "çocuk" yaşamının en değerli
varlığına kavuşmuş demektir.
Bir
de bir öğretmeni düşünün ki tüm yaşamında insanlara, öğrencilerine “adil
davranmış”, onlara “vicdanlı ve dürüst” davranmış, onlar için en iyi ve çağdaş
dersleri hazırlayıp sunmuşsa ve de bunlara karşılık hiç bir şey beklemedi ise, onun
ne kadar "huzur" içinde ve "mutlu" olabileceğini düşünün.
Böyle
bir öğretmenin dünyasını anlamak çok güzel!
Bir
de eğitimi ve okulu, öğretimi, öğretmenleri bu açılardan düşünün!
Ama,
en çok da “çocuğu” düşünün, korunmasız, masum ve geleceğe “umut”la bakması
gereken, toplumun, ailenin ve okulun, devletin koruması gereken “çocuğu”
düşünün!
Her
zaman ve her yerde siz de “çocuk”tan yana olabilirseniz, hem kendinizi, hem de
toplumu kurtarabilme yolundasınız, demektir.
Evet,
siz “mutlu” olacak birisiniz!
Siz
huzuru bulacaksınız!
Saygılarımla....
Saygılarımla....
Öğretmen Gönen Çıbıkcı,
30 ocak 2018,
Mainaschaff.
Mainaschaff.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: