Türkçe
mi Almanca mı?
Biz anne ve babalar,
eğitimciler çocuklarımızın yarınlarının çok iyi olmasını isteriz.
Bunu da konuşmalarımızda
dile getiririz.
Kalbimizde yaşatırız...
Başarılı olmak, iyi bir
meslek sahibi olmak tabii ki her insan için isteyeceğimiz bir dilektir.
Bu olgu ise yaşadığımız
ülkenin, toplumun genel durumu ile, toplumsal ve ekonomik durumu ile doğrudan
ilişkilidir.
Özelinde ise "o
ailenin içinde bulunduğu toplumun neresinde bulunduğuna" ve "kendi
gerçek ekonomik durumu", "eğitim durumuna" bağlıdır.
Çocuklarımızın okullarda
başarılı olabilmeleri ve okul yaşamına en iyi biçimde uyum sağlayabilmeleri
için burada Almanca'yı çok iyi öğrenmiş olmaları gerekir.
Yalnızca sokakta
öğrenilen, konuşulan dil yeterli değildir.
Öğrenim dili, okuma yazma
dili de çok gelişmiş olmalıdır.
Bizler için Almanca'nın
resmi dil özelliğinin ve okullardaki öğrenim dili olmasının yanı sıra bir de
anadili Türkçe çok önem kazanmaktadır.
Onu öğrenme ve öğretme
konusunda günümüzde bazı tartışmalar yapılmaktadır.
Genellikle gençlerde ve
çocuklarda görülen çok yanlış bir durum gözükmektedir.
Anadili Türkçe olan ve bu
dili gayet iyi konuşabilen bu kuşak sık sık kendi arasında Almanca
konuşmaktadır.
Ya da bir konuşmanın
içinde hem Almanca hem de Türkçe bölümler, sözcükler yer almaktadır.
Bu ve benzeri durumlar
oldukca sakıncalı ve sağlıksızdır. Bunu yapan yetişkinler de vardır.
Çok yakın geçmişde çok
önem verdiğim bir arkadaşım "artık tüm toplantılarda bundan sonra Almanca
kullanma kararı aldık" diyebilmiş idi.
Bu karar eğer o toplantıda
Türkçe dillilerin dışında kişiler de var ise doğrudur.
İletişim dili olarak
Almanca kullanılmalıdır ki ortak bir anlama gerçekleştirilebilsin.
Yok, öyle değil de
yalnızca Türkçe dilli katılımcılar var ise o zaman bu ne anlama gelmektedir?
Neyi kanıtlamak
istemektedirler?
O kişilerin Almanca
donanım düzeylerinin çok üstte olduğu, zaten, tartışılmamaktadır.
Bir sohbet içinde bulunan
ve çok üst düzeyde İngilizce bilen Almanların, Almanca'yı bırakıp
İngilizce ile konuşmalarının ne gibi bir anlamı olabilir?
Bunu doğal karşılayabilir
miyiz?
Hiç sanmıyorum !
Hangi kuşaktan ya da hangi
yaştan olursa olsun bir insanın kendi anadilini konuşması onun en doğal
hakkıdır.
Almanya'da Türkçe
konuşmaktan kaçınmak ve kendini küçük görmek durumunda kalan kişinin bunu
yenebilmesi gerekmektedir.
Bir toplulukta konuşma
sırasında Türkçe'yi anlamayanlar var ise ancak o zaman Almanca
konuşulmalıdır.
Ortak dil olarak
konuşulması gereken Türkçe'yi bırakıp da çocuklarıyla bile Almanca konuşmak
özentisinde bulunan anne ve babalara rastlanmaktadır.
Bunun böyle olmasını
öğütleyen sözde eğitimci Almanlar da vardır.
Bu durum için verilen
gerekçe çocukların Almanca'yı iyi öğrenmesi olarak ortaya çıkarılmaktadır.
Buna katılmamız kesinlikle
olası değildir.
Eğer, Alman olmayan bir
çocuğun Alman dili gelişmeli deniliyorsa, bu dili öğrenmenin, okuyup, yazmanın,
konuşmanın ...yolları aranmalıdır.
Bu durumda çok çocuk var
ise onların Almanca dilini geliştirmeleri için kendilerine özgü yeni önlemler,
uygulamalar bulunmalıdır.
Örneğin Alman çocukları
ile yapacakları oyun saatleri, işlik çalışmaları, müzik ve spor çalışmaları,
okuma, tiyatro çalışmaları gerçekleştirilmelidir.
Yani, öyle hemen çocuğun
kendi anne ve babası ile anadili Türkçe'yi bırakıp, ayak üstü, hesapsız,
plansız Almanca konuşmasını istemek iş değildir ve çok ucuz bir öneridir; buna
uyulmaması gerekir.
Yapılması gerekeni, ister
okuldan kaynaklansın, isterse sokaktan ya da bir dernek üzerinden
gerçekleştirilsin, bu toplumda yaşayan çocukların okul içi ve dışı çalışmalarda
bir arada olabilmelerini, birlikte üretime katılabilmelerini sağlamaktır.
İşte o zaman toplumun
ortak dili Almanca birlikte ve en hızlı biçimde öğrenilir.
Yine birçok sözde
eğitici öğretmenin düşündüğü ve velilere önerdiği gibi "burası Almanya,
burada Almanca konuşulur; öbür dillere hiç gerek yoktur. Sizin çocuğunuzun da
okulda başarılı olması için Türkçe'ye falan gereksinimi yoktur; önemli olan
yalnızca Almanca öğrenmesidir!"
Bu nedenle evde de çocukla
Almanca konuşun, onu Türkçe'ye falan gönderip, kafasını iyice
karıştırmayın!" gibi anlatımların insancıllıkla ve gerçek bir
bilimsellikle uzaktan yakından hiç bir ilişkisi yoktur.
Hem çok tehlikelidir, hem
de aşağılayıcı bir durumdur. İçinde bir de yabancı düşmanlığı, Avrupa merkeziyetci
yaklaşımlar gizlidir.
Bir ailenin kendine özgü
bir anadili vardır.
Bu dil o ailenin temel
iletişim aracıdır ve bunun üzerinde kurulan bir ilişkiler demeti vardır.
Bu sağlıklı ilişkiler
ağını bozabilecek dış bir etki de işte bir diğer dili anadili yerine
kullanmaktır.
Yok eğer bir ailede birden
çok "anadili - ev dili" var ise ve bunlar o ailenin temel dilleri ise
o zaman bir "çok dilli aile" söz konusudur.
Bu durumda her bir dil
kendine göre bir eşdeğerliliğe sahiptir ve kullanılmalıdır.
Örneğin değişik etnik
kökenlilerin evliliğinden ortaya çıkan ailelerde bu durum söz konusudur.
Örneğin, bir Alman ve
Türk'ün evliliğinden oluşan ailede her iki dil de o evin "dili"dir ve
eş değerde öğrenilmelidir, kullanılıp, geliştirilmelidir.
Her aile kendi içinde
kendi anadili ile konuşma hakkına ve özgürlüğüne sahiptir.
Ne kadar çok Almanca
bilinirse bilinsin, eğer anne ve babalar çocukları ile Türkçe konuşmaya özen
gösterir ve ısrarlı davranırlarsa hep birlikte gayet güzel kendi anadilleri
içinde konuşabilirler.
Bazı anne ve babaların
yaptığı en büyük yanlış bu çocuğun kendi çocukları olduğunu unutmalarıdır.
Çocuklar Alman okuluna
gideceklerdir, Almanca öğreneceklerdir; hatta bir Alman çocuktan bile çok daha
başarılı olacaklardır.
Ama tüm bu nedenlerden
dolayı bir insanın kendi çocuğu ile bir başka dilde konuşması doğal
değildir.
Doğal olan şudur: "Okula
giden çocuğunuz eve geldiğinde ev ödevlerini yapmalıdır."
Siz anne ve baba olarak
ona en uygun koşulları sağlayacaksınız ve onun çalışmasını özendireceksiniz.
Çocuğunuzun ev ödevine
yardım ederken de hem Almanca'dan hem de Türkçe'den yararlanacaksınız.
Nerede ve ne zaman hangi
dili kullandığınızı çocuk da böylece öğrenecektir.
Çok kesindir ki özellikle
çocuklar daha küçük iken onların ödevlerine yardım edilmelidir.
Burada bile açıklama dili
anne ve çocuk arasında kendi anadili Türkçe olmalıdır.
Ama çocuğun dersini
anlatması ise Almanca olmalıdır.
Böylelikle çocuğun kendi
öz kişiliği sağlıklı bir biçimde gelişir, kendi özgüvenini kazanır.
Okulda ve Alman toplumunda
gerekli olan Almanca dilini de çok geliştirir, onu kendi anadili düzeyinde
kullanabilir.
Kendi kişiliğini
geliştirememiş, özgüveni olmayan, anadil temeli olmayan bir insanın başarılı
olması çok zordur.
İkinci bir dili de
öğrenmede yavaştır ve eksikli kalır.
Bu nedenle yetişkinler
çocuklar ile konuşurken çok seçici ve dikkatli olmalıdırlar. bilindiği gibi
çocuklar çevrelerinden edindiği deneyimlerle ve örneklemlerle kendi yollarını
bulurlar.
Bizim aradığımız gelecek,
kuşaklar şöyle olmalıdır:
Hem Almanca hem de Türkçe
dillerinde çok güçlü olmalıdırlar.
Yaptıkları eğitim ve
öğrenimde her iki dil ve bunlara bağlı ekinsel özellikler yer alabilmelidir.
Çok iyi bir meslek
öğreniminden geçebilmelidirler.
Eğitimde şans eşitliği
olmalıdır.
Anadilini inkar etmeyen
bir eğitim politikası kazandırılmalıdır.
Anadilinin önemi ile ilgili
tartışmalar çok daha önceleri yapılmış ve belli sonuçlara varmıştır.
16. yüzyılın başlarında
İngiltere'de anadile önem verme ve yabancı, özellikle de Latince'den sözcük
alınmasına karşı olma konusunda tartışmalar vardı.
Onlar "İngilizce'de
de güzel yazılar yazılabileceğini" söylüyorlardı.
Bu tarihte kalmış
çözümlenmiş bir sorun değildir.
Örneğin Evans 1949 yılında
yazdığı "The Use of English" (İngiliz'ce'nin kullanılışı) adlı
yapıtında bu konuya değinir ve şöyle der: - "Çok az İngiliz dillerinde ne
kadar ince bir düzeneğe sahip olduklarının bilincindedir."
O sırada İngitere'de açık
ve uygun İngilizce'nin konuşulmasını desteklemek amacını güden resmi bir
akademi yoktur.
Oysa İngilizce'nin büyük
ustalarından Jonathan Swift,18. yüzyılın başlarında böyle bir kuruluşun
savunmasını yapıyordu.
İngilizce için bireysel
sesler yükseldiği halde dayanışmalı bir hareket ortaya çıkmadı.
Örneğin 17. yüzyılın
sonlarında John Lock doğru yolu görmüştü:
Yapıtında şöyle diyordu:
"bir kimsenin söyleyeceğine gerektiği biçimde dikkat etmesi ve özen
göstermesi gerekir:
Bir İngilizin konuştuğu
İngilizce değişmeyen bir kullanışa sahip olmalı ve dil özellikle geliştirilmelidir."
Yine 17. yüzyıl
bilimcileri bilim ve dil ilişkisinin önemini kavramışlardı.
Özellikle doğa bilimleri
üzerinde araştırma yapanlar hiç değilse kendi alanlarını ilgilendirdiği ölçüde
İngilizce'nin bir örneğe uydurulmasını istiyorlardı.
Bu bilimcilerin bir
yardımları da ilgiyi modern öğrenime yönelmeleri ve öğrenim aracı olarak da
İngilizce'yi seçmeleridir.
Saygılarımla...
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 01.06.2002,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: