AKLIMIZI KULLANMALIYIZ!
. Kendiniz için, halkınız için, yurdunuz için
okuyun, araştırın, sorgulayın!
. Çözümlemeden, düşünmeden davranmayın!
. Sürüye kapılıp, başkalarının
yaptıklarını yapmayın!
Kulaktan duyma
bilgilerle, algı operasyonlarına kapılıp, modaya uyarak yaşamayın.
Özgür iradenizi, aklınızı, bilinç
düzeyinizi düşünün, bunları geliştirin.
Birilerinin...
egemen güçlerin, emperyalizmin istediği tuzaklara düşmeyin.
. Özgür, bağımsız, iradesi ve bilinç
düzeyi yüksek, sağlıklı bireyler olun; bunu çok iyi kavrayıp, yaşamınızı ve
davranışlarınızı, zihninizi doğru yönetin.
Başkalarının
taklitçisi olmayın.
Birilerinin
sizi sevmesini ve beğenmesini beklemeyin!
Eleştirel düşünmeyi, bireyselliği ve “öz
güveni” öneren güçlü bir mesaj vermenin kimlere yararı olur?
“Bağımsız düşünceyi” benimseyin! Kişinin
kendisi, topluluğu ve ülkesi için okumayı, araştırmayı ve sorgulamayı güçlü bir
şekilde savunmalıdır.
“Analiz ve düşünce olmadan” hareket
etmeye karşı birbirimizi “uyarmalıyız”
“Körü körüne” kalabalığın peşinden
gitmemeliyiz.
“Trend,
Moda”... diye önümüze sunulanlara kapılmamalıyız.
Başkalarından
gelen yanlış bilgilere, ezberlere yenik düşmemeliyiz.
”İçsel benliğinizi” geliştirin.
Kişinin kendi özgür iradesini, zekasını
ve bilincini geliştirmeye yönelik çok açık bir vurgu yapmak isterim:
Egemen güçler ve emperyalizm tarafından
kurulan tuzaklara düşmemeliyiz.
Çok etkili,
tanınmış bir kişi olmasam bile “yurttaşlarımı uyarmak” isterim:
Hemen, kibirli bir tutumdan kaçının:
"Ben en iyisini bilirim".
“Benim
başkalarının düşüncelerine hiiiç ihtiyacım yok, kendi aklım bana yeter!”
demeyin!
Akıl ve ruh sağlığımızı, zihnimizi,
bilincimizi kendi öz varlıklarımız olarak “korumak”, “elimizde tutmak”
zorundayız.
Kişisel gelişim için, kendimizi
geliştirmek ve yetiştirmek için de en sağlıklı, akılcı ve özgürlükçü yolu ve
yöntemleri seçmeli ve bu uğurda da emek ve zaman harcamalıyız.
Asla “hazırcılığa” kapılmamalı ve
başkalarından gelenleri hemen üstlenmemeliyiz.
Amacımız yüksek düzeyde irade ve bilince
sahip, bağımsız, özgür ve sağlıklı bir birey olmaktır .
Bu ise başkalarını “taklit etmek”,
“dışarıdan onay aramak” yerine, kişinin yaşamını, tutum ve davranışlarını,
zihnini en etkili bir biçimde kendisinin yönetmesini içerir.
Özellikle “tüketim toplumu çağı” ve
“yüksek teknoloji çağı”, “dijital çağ” döneminde “onların” yüksek olanaklarını
kullananlar tarafından tüm insanlığa uygulanan “etkile, zihnini ele geçir,
yönlendir ve yönet” operasyonlarına, programlarına karşı bireyin kendisini
korumasıdır.
Hiç gecikmeden uyanıp daha “bilinçli,
bilgili ve özgün” bağımsız bir yaşama yönelik bir çağrı yapmak isterim.
“Trendleri” körü körüne “takip” etmenin
ve yeni "ölçülere” uymanın tehlikelerinin arttığı çok önemli bir dönemi
yaşıyoruz.
"Herkesin"
yaptığını “benimsemenin” neden bu kadar “zararlı” olabileceğini açık bir akılla
inceleyelim.
Ortaya yeni çıkan ve hızla yayılan ve
artık “herkesin” yaptığını yapmak, giyindiğini giymek, onların
alışkanlıklarını, dilini edinmek, onlar gibi düşünmek, onların zevklerini
kendine zevk edinmek, onların müziklerinden etkilenmek, çeşitli sürülerin
peşinden giden biri olmak neden zararlıdır?
Bunu düşünmek ve çözümsel araştırmalara
girmek gerekir.
Çok basit ve hoş görülebilecek
“şey”lerin hızla yayılması birden bir tehlike yaratmayabilir.
Ama, çok çok sayıda ortaya dökülen o
küçük “şeyler” arttıkça bireyin her bir alanını ve yönünü saracaktır ve ele
geçireceklerdir.
İşte, tüm bu görülen ve görülemeyen o
küçük “etki” yaratıcılardan kendimizi, akıl ve bilincimizi, zihnimizi
korumalıyız.
Tek tek ele alındığında sizi etkileyen
ve saran, yönlendiren bu “özentiler”, yeni olanlar tümüyle ayni amaca hizmet
ettikleri için toplu bir güç oluşturduklarında birey olarak artık bizi ellerine
geçirmiş olurlar.
“Taklitçiliğin, özentilerin” yerleşmiş
örnekleri o kadar çok ki...
Bakın:
Herkes “sigara” içiyor, ben de içerim.
(İçmeliyim)
Herkes “dağınık görünüşlü” olarak
geziniyor, ben de öyle gezinirim.
Herkes sakal bırakıyor, ben de...
Herkes açık giyiniyor, ben de...
Herkes elinde kadehlerle fotoğraf
çektiriyor, ben de...
Herkes çocukların fotoğrafını internete
koyuyor, ben de...
Herkes “kanka” diyor, ben de...
Herkes “aynen” diyor, ben de...
Herkes bir sevgili ediniyor, ben de...
Herkes yabancı ülkelere tatile gidiyor,
ben de...
Herkes yırtık pantolon giyiyor, ben
de...
Herkes dövme yaptırıyor, ben de...
Herkes vücuduna çeşitli halkalar,
küpeler taktırıyor, ben de...
Herkes göbeğini açarak dolaşıyor, ben
de...
Herkes konçsuz çorap giyiyor, ben de...
Herkes takım tutuyor, futbol fanatiği oluyor, ben de futbol fanatiği olmalıyım...
. Bireyselliğin ve özgünlüğün yitirilmesi ile
“toplumsal direnç” ve “kendini koruma gücü” yok olmaktadır.
Ortaya sürülen ve “yeni” moda
sayılanlara sürekli “uyum sağlamaya” çalıştığınızda, “gerçek benliğinizle”
bağlantınızı “yitirme tehlikesi” ile karşı karşıya kalırız.
Benzersiz düşünceleriniz, kendi
tercihleriniz ve yetenekleriniz bir “uyumluluk” katmanının altına girer ve
gömülür, sizin yapacağınız bir şey kalmaz.
Sonunda kim olduğunuzu unutabilirsiniz.
“Yukarıdan istenilen” neler varsa, onları yapar ve onların gösterdiklerini
seçer, tercihi “onların istediği” yönde yaparsınız.
Çok kısa süreli ve derinlemesine bir
mutluluk duygusu sarsa bile zamanla artık “başkalarının beklentileri” ve
“popüler eğilimler” tarafından “dikte” edilen bir “yaşamı” yaşamak derin bir
“doyumsuzluğa” yol açabilir.
Gerçek mutluluk ve tatmin genellikle
“kendini keşfetmekten”, “kendi tutkularını” izlemekten ve “kendi değerlerinle”
uyumlu yaşamaktan gelir, başkasının değerleriyle “değil”!
Yöneltilen, kullanılan bireylerden
oluşmuş bir toplumu ele geçiren güçler istedikleri planları rahatça uygular,
“bölgeyi, yöreyi, ülkeyi, ekonomiyi, doğal kaynakları”... ele geçirirler.
Ve biz, çok değerli halkımız öyle bakar
kalır... anlamadan, kavramadan üzülürüz.
“Karşı koyma”
gücümüz ve gerekli olan “savunma mekanizmalarımız” yok edilmiş olur...
“Ölçme, biçme, sonuca varma,
değerlendirme, yorumlama” yeteneklerimiz, çok zayıfladığı için de gerçek
durumu, neden ve sonuçlarını tam algılayamayız; doğru çözüm yollarını bulup,
mücadele edemeyiz.
“Yaşam” ise gayet güzel, kendi yolunda
ve o içine girdiğimiz toplumun beğeni ve yargılarına uygun akar gider...
Neler değişse,
ne denli kötü bir durum bile olsa o insan artık “kendine verilen”
yönlendirmelerle “mutlu ve doyumlu” bir ruh yapısı ile oraya buraya koşturur
durur.
Ne “eleştirel,
sorgulayıcı” düşünür, ne de “mücadeleci çabalara” girer, o artık her gün “bir
şeyler yapar” hep bir “dinamiklik içinde” gözükür ve bunlar onu tatmin eder.
Mutsuz
değildir, öz güveni kendine göre yüksektir.
Ülke ve bölge
üzerinde hedefleri olan egemen güçler rahatça her istediklerini yaptırır duruma
gelir.
Siz yine en
başa dönün ve düşünün Gazi Mustafa Kemal Atatürk neler yapmak istemişti, hangi
güçler ile savaşmış ve onları yenmiş uygar bir ülke olmak yolunu açmıştı?
Ülkenin halkı
neden böyle bir duruma getirildi, neden bugün birlik ve bütünlüğe karşı,
bölücü, ayrımcı düşünceleri savunanların neler yapmak istediklerine karşı güçlü
bir yapılanmaya gidemiyorlar?
Durum çok açık:
Atatürk’e ve onun fikirlerine, ulusal bağımsızlık ve özgürlük hedeflerine karşı
, “ulus devlete” karşı çıkanlar kimden yanadır?
Biz yine de her
şeye erişebildiğimiz bu dijital çağda kendimizi, ülkemizi ve özelliklerimizi,
geleneksel değerlerimize sahip çıkmalı ve onları korumalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: