- EVET, TÜRKİYE ÇOK ÖNEMLİDİR!
Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti hem bizler için, hem de küresel güçler
için çok önemlidir.
100 yıldır bu önem ve ilgi çok daha artmakta ve Türkiye çok daha da
değer kazanmaktadır.
Ne yazık ki ülkeyi ve toplumu her zaman olduğu gibi gerçek konuların ve
asıl hedeflerin dışına iterek yapay gündemlerle meşgul etmektedirler.
Son günlerde hiç de gerek yok iken yine devlet ve din konularının ortaya
atıldığı ve tartışılmakta olduğu gözlenmektedir..
Hiç bitmezmiş gibi hep “bunlar üzerinde” konuşulsun istenilmektedir.
Devlet ve yönetimi ile ilgili düşünüldüğünde “dinin siyasete” olan
etkisi de konuya eklenmekte...
Din toplumda önemli bir yer edinmiştir ve de siyasete de etkisi her
zaman olmuştur.
Tarih boyunca da hep din-siyaset-devlet ilişkisi hep tartışılan
konulardan olmuştur.
Gelişmekte olan toplumlarda siyaseti etkileyen en önemli unsur “din”
olmuştur.
Siyasette rol alan kişiler de kendi çıkarları için dinsel konuları
kullanmak istemişlerdir.
Çağdaş, modern toplumların anayasaları “devletin dinden”, “dinin de
devletten” bağımsız olmasını sağlayacak hükümler taşımaktadır.
Anayasalarında din ve vicdan özgürlüğünü “garanti” altına almakla
kişisel hak ve özgürlükleri değerlendirmişlerdir.
Devlet yönetiminde o ülkenin seçilmiş vekillerinin koyduğu yasalar
vardır.
Din ise bir inanç sistemidir ve temeldeki esasları, ibadet biçimi
“kendine” göredir.
Devletin kurumsal olarak dinin etkisinden kurtulması, dinsel otorite ve
esasların, inançların devlet işlerine “karışmaması” büyük önem taşırken öte
yandan “dinin devletin etkisinden” kurtulması için devletin tüm dinler
karşısında “tarafsız” kalması ve dinler arasında bir “ayrım yapmaması”
gerekmektedir.
Birey dinin koyduğu ilkeleri kabul etme konusunda özgürdür; isterse
kabul eder, istemezse kabul etmez.
Öte yandan ise yurttaşlar devletin koyduğu kurallara, yasalara uymak
“zorundadır”.
Türkiye Cumhuriyeti de devlet olarak anayasanın temel prensiplerinde
“laik” ilkesini kabul etmiş ve çeşitli hükümler koyarak güvence sağlamıştır.
Kamuda bu konuda bir “tarafsızlık” bir “nötr-neutral olma” durumu
olmalıdır. (Neutralität, Latince: ne-utrum)
Devlet adına çalışanların, devletin memurlarının “her yönüyle” yalnızca
yasalara uyması ve etnik, dinsel simgeler “taşımaması” gerekir.
Kamu görevlileri “tarafsız” olmalıdır; hiç bir etnik ya da dinsel kişi
ya da gruptan yana olduğunu gösteren bir görünüşte bulunmamalıdır.
Küresel bağlamda ise emperyalizm ve onun uyguladığı yöntemler dünyanın
birçok yerinde dinsel konuları, eğilimleri kullanarak siyasete “yön vermek” ve
kendi çıkarları için siyasetler üretmeye çalışmıştır.
Müslümanları etkilemek, onları çeşitli adlarla tanımlamak ve
gruplaştırma çabaları hep var olmuştur.
Ülke yönetiminde bulunan siyasal iktidarların dinsel gruplara yakın ve
bazılarına taraftan olmaları devlet işleyişinde hep “sıkıntılar” oluşturur.
Demokratik ülkelerde eşitlik ve özgürlüklerin laikle çok sıkı
bağıntısının olduğunu görürüz.
Genel anlamda din ve devlet işlerinin birbirine “karıştırılmaması”
laikliktir.
Devlet var olan tüm inançlara “eşit” uzaklıktadır.
Dinsel inançlar ve değerler, uygulamalar “devlet işlerinden” uzak
tutulmalıdır ki tüm dinlere eşit saygı “tanınmış” olsun.
Siyaset, devlet kurumu ve din birbirlerine “müdahale etmemelidir” veya
üstünlük sağlamaya çalışmamalıdır.
Dinin muhatabı insandır, devlet değildir.
Devlet bireysel hak ve özgürlüklerin, ortak yaşama kuralların
“koruyucusudur”.
Ülke içerisinde çeşitli kimlikler, inanç ve gelenekler bir çeşitlilik,
zenginlik olarak kabul edilip, eşit yurttaşlık, eşit, hak ve özgürlükler
içerisinde kabul görmelidir.
Hiç bir etnik kimliğe, hiç bir dinsel kimliğe, hiç bir aileye ve kişiye
yasalar önünde bir ayrıcalık ve üstünlük tanınmaz.
Anayasal güvence ve hükümler çerçevesinde tüm yasalar “hukukun
üstünlüğü” ilkesine göre düzenlenir.
Bunun dışında oluşturulmak istenilen tartışmalar “kargaşa yaratır” ve ne
ülkeye ne de topluma bir yarar “sağlamaz”.
Küresel olaylara dikkatle bakanlar görmektedir ki emperyalizm, Türkiye'nin
siyasetine, ekonomisine, dinsel değerlerine ve her şeyine “müdahale” etmek
istemektedir.
Gündemin temel konusunun ülkenin “ana sorunlarını çözmek” ve bir “hukuk
devleti” olabilmenin yollarını açmak olması gerekir iken, her an bir yerlerden,
birilerinden ortaya yepyeni sözler atılmakta ve ülke bunlar ile “meşgul”
edilmekte, “yapay” gündemler yaratılmakta...
Bunların asla bir tesadüf olmadığı ve kendilerince bir çıkar için
sistemlice yapıldığı anlaşılmaktadır.
Gelişmiş demokratik devletlerde din adamlarının “devlete zarar” verecek
eylemlerden, hareketlerden ve yapılanmalardan, örgütlenmelerden “kaçınması”
istemiş ve kamu düzeni buna göre biçimlenmiştir.
Çağdaş devlet hiç bir zaman kendisinin bir din kurumu tarafından yok
edilmesine izin “veremez”.
Çağdaş ve gelişmiş bir ülkede dini yapılanmalar kendi içlerinde özerk
yapıya kavuşturularak ve kendi öz kaynakları ile çalışmaları sağlanır.
Dinsel yapılanmaların tümünün ülkenin anayasasına, yasalarına ve
evrensel anlaşmalara, çağdaş değerlere “uygun olması” gerekir.
Bununla şunu anlamalıyız inanç ve ibadet, din adı altında ortaya çıkan,
çıkabilecek olan ve insan onuruna, sağlığına uygun olmayan, her türlü sömürüye
açık yapılanmalara devlet büyük bir “duyarlılıkla” bakıp, denetlemeli onların
topluma zarar vermesi “önlenmelidir”.
Genellikle 20. yüzyılda ortaya çıkan “yeni dini” hareketlerin, dini
akımların büyük çoğunluğu Hıristiyan Batı'da, özellikle ABD'de ortaya
çıkmaktadır.
ABD günümüzde adeta bir "dinler meşheri" (panayırı/marketi)
haline dönüşmüştür.
Ayrıca dünyanın diğer çeşitli bölgelerinde de “yeni dini” akımlar ortaya
çıkmaktadır ve çoğunun hedef kitlesinin gençler olduğu görülmektedir.
Batı toplumlarında zaman zaman ortaya çıkan bu tür “yeni dinler” ve
yaptıkları çalışmalar, verdikleri zararlar ortadadır. (Sekten, Kıyamet
Tarikatları, Yeni Dini Hareketler..)
Devletin kabul ettiği ve toplumda yer edinmiş ilahi dinler kendi iç
yapılanmalarında da ayrıca bu tür “sapkın gruplanmalara” karşı önlemler
almalıdır.
Şu an Türkiye için böyle yeni akımların gelmesi ve toplumu etkilemesi
beklenmese bile bunun üzerinde durulması yararlı olacaktır.
Türkiye, şimdiye değin laik bir sisteme sahip olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti modernleşme, laikleşme, dinin devlet işlerinden
ayrılması ve denetlenmesi, dinin kamusal ve siyasi yaşamdan “ayrı” tutulması,
bilime ve fenne, bağımsızlığa ve özgürlüğe, barışa önem vermesi... gibi
özellikleri nedeniyle “örnek” alabileceği bir “model” ülkedir.
Islam dünyasındaki devletlerin içerisinde modernleşme ve batıya
yakınlığı, “çağdaşlaşmada” aldığı hız olarak da yönetim biçimiyle Türkiye örnek
olmuştur.
Geldiğimiz bu noktada Türk Kurtuluş Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti ve Gazi
Mustafa Kemal Atatürk tüm hedefleri, yenilikleri, devrimleri ve yapılan
yatırımları ile geçmiş 100 yıl içerisinde kendisini tüm dünyaya kanıtlamıştır.
Evet, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti çok önemlidir.
Sadece Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için değil tüm “küresel güçler”
için de çok önemlidir.
Bulunduğu coğrafi ve stratejik konum, ilahi dinlerle olan bağlantısı,
yer altı ve yer üstü zenginlikleri, denizleri ve tarihsel geçmişi... ile her
zaman olduğu gibi “bugün de” her alanda etkilenmek ve “yönlendirilmek”
istenilen bir ülkedir Türkiye.
Ne yazık ki siyaset ve kamu tüm toplumu her an etkilemekte ve tüm
medyayı da kullanarak sağlıklı düşünme ve hareket etmeyi “engellemektedir”.
Bunu çok iyi ve dikkatlice anladığımızda ise boş ve saçma, yanıltıcı,
yapay gündemlerle değil tam tersine ülkenin sorunlarını “temelden çözecek”
düşünce ve çözüm yolları üzerinde yoğunlaşmamız gerektiğini de iyi kavramalıyız.
Evet, bu “zor günlerden” geçerken akıllı, eleştirel ve sağlıklı
düşünebilen bireyler olmak ve kime, kimlere ne değerleri vermemiz gerektiğini
çok daha dikkatlice, bilinçle kavramamız gerekmektedir.
Bu bakış açısına ve davranış biçimine sahip olabildiğimizde olayları,
kişileri ve ortaya atılan “yapay” gündemleri çok daha iyi görebileceğiz.
Aydınlık, sağlıklı ve huzurlu günlere erişebilmek dileklerimle hoşça
kalınız.
. Gönen ÇIBIKCI, 09.10.2022
......
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: