10 Mart 2022 Perşembe

Zaman Akıp Gidiyor

   Zaman Akıp Gidiyor

İnsanın tarih içerisinde geçirdiği gelişim evreleri ve ulaştığı düzey daima birileri için belli bir çizgiyi göstermiştir.

İnsanın toplumsallaşması, toplum içindeki yeri, elde ettiği hakları, ekonomik düzeyi, kültürel çeşitliliği, kişisel gelişimi... her zaman için bulunduğu topluma ve onun yaşadığı zaman dönemine bağlı olarak kendini göstermiştir.

Ayni zaman diliminde yaşayan farklı coğrafya bölgeleri, ülkeler ve onların insan kitleleri çok farklılıklar gösterebilir.

Bunun ana nedeni bilimsel çizgideki, teknolojik ilerlemedeki, uygarlık düzeyinde elde ettiği yer ile bağlantısıdır.

Ülkeler ve içindeki toplumlar ve halk katmanları her zaman "toplumsal, kültürel ve ekonomik" durumlarına göre dünyaya bakarlar, tavır alırlar, etkilenirler ve etkileşimlerde bulunurlar.

Bir ülkedeki insanların düzeyi denildiğinde anlamamız gereken genel bir kavram olsa bile asıl olan o insanları eğitimden, ulusal gelirden ve toplumsal kazanımlardan, kültürel varlıklardan ne denli, ne kadar pay aldığı ile ilgilidir.

Eğitim-öğretim düzeyi, gelir düzeyi, kültürel-toplumsal etkinliklere katılım düzeyi, okur-yazarlık düzeyi, kişisel gelişimi... tümsel olarak birleştirilip, bir "yapı" elde edildiğinde o bireyin bulunduğu yeri-durumunu anlamış, ölçmüş oluruz.

Son yıllarda dünyanın en gelişmiş ülkelerinde iş başvurularında şöyle bir noktaya gelinmiştir:

- Özellikle gençlerin yüksek öğretimden edindikleri belgeler, diplomalar artık yetmemektedir.

- Onların olayları yorumlama güçleri, onların sorunları çözümleme ve sonuca varabilme becerileri çok daha önem kazanmaktadır.

Evet, doğal olarak herkes ülkedeki çocukların okullara gidip, bir yüksek okul, üniversite bitirmesini istemektedir.

Bunu halka böyle öğretmişler ve sanki tek hedef olarak göstermişler.

Çok boyutlu ve derinlemesine bir "kişisel gelişim", olaylara "analitik bakabilmek", "eleştirilerde bulunabilmek", sorunlara "çözümsel yollar" arayabilmek... gibi yaşamın içinde esas gerekenler pek öne çıkarılmamıştır.

Ailenin çocuğun eğitiminde ve gelişiminde bunları bilerek, öne çıkarması ve çocuğunu buna göre yetiştirmesi hiç verilmemiştir.

Öz güvenli, özgür iradeli, çeşitli kaynaklardan bilgi edinmeyi gerçekleştirebilen, "öğrenme merakı" olan, hem kendisinin gelişimine önem veren, hem de toplumun kalkınmasını isteyebilecek bir insan olmalıdır, diye "düşünmeyi" hiç bir zaman öne çıkarmamışız.

Yalnızca "paralı" bir eğitim, özel kurslar, destekleme dersleri, tüketim toplumundan bolca yararlanma... öne çıkarılıp yararlanılan bir yeni modelin "iyi" olduğu sanılmış.

Daha da açıkçası böylesine bir "zihniyet geliştirilip", yerleştirilmiş.

El becerilerinin geliştirilmesi, sorgulama ve eleştirel düşünme, iyi bir ahlak edinimi, dayanışma, iş birliği, ortak çalışma ve birlikte üretebilmek... öğretim sisteminde ne yazık ki hiç öne çıkarılmamış.

Daha çok sayısal, ezbere dayanan, seçmeli sorulara yanıt verebilen, test yolu ile sınanan genç kuşaklar yetiştirilmiş.

Türkiye için çok başarılı olan, kalkınmamıza büyük yararı olacak olan kendi eğitim modelimiz "Köy Enstitüleri" ne yazık ki yok edilmiş.

(Halkın eğitim ve bilinç düzeyinin yükselmesinden korkan "egemen" çevreler başarılı olmuş.)

Yaşamın içinden uzaklaşılan, gerçeklere yabancı topluluklar olarak hızla artan genç nüfus zamanla umut ettiği, istediği, beklediği yaşam koşullarına erişememiş.

Onların ortaya çıkardığı aileler ve artık orta yaşı bulan kuşaklar ise dünyayı ve sorunlarını anlamakta, kavramakta ve çözümler sunabilmekte çok zorlanmaktadır.

Sadece "okula devam" yetmez.

Özel yaşamında, kişisel ilgi alanlarında araştırmaya ve çeşitli öğrenmelere yer vermeyen, okumayı bir yaşam biçimi yapamayan çocuklar, gençler ne yazık ki yetişkin olduklarında çok daha sıkıntı çekerler.

Daha çok boş konularla ilgilenmeye, kendilerini sevindirecek "hep mutlu" edecek işlerle, uğraşılarla zaman geçirmeye başlarlar.

Günümüz yetişkin kitlelerinin ana sorunu budur aslında, her gün bir yerlerden haberlere bakmak, belli gazete haberlerini okumak, TV programlarında kendilerine yakın gelenleri izlemek, her bir şeye kızmak, öfkelenmek....

Ne doğru dürüst bir inceleme, araştırma, okuma disiplinleri vardır ne de böylesine bir alışkanlıkları...

Yaşam ve yaşam biçimleri işte böylesine hep "yüzeysel" bir duruma gelmiştir.

Önlerine bir ciddi yazı, bir uzunca inceleme, bilimsel bir bakış, entelektüel kişilik, çıktığında ise "hemen" uzaklaşırlar, ilgilenmezler.

Çok sıkılırlar öyle bir şeylerle pek ilgilenmezler, uğraşamazlar...

Onlar, geniş kitleler hep "çabuk, kolay ve hızlı" işler peşindedir.

Dijital çağın getirdiği verilerden çok yararlanır gibi "gözükürler" ve zamanları hep bu tür sosyal medyada geçer.

Çoğunun günlük yaşamında ne bir bilgisayar kullanımı, ne de internette yapacakları incelemeler, araştırmalar, kaynak bulmak, değerlendirmek, yazmak, arşivlemek, yayınlamak... gibi alışkanlıkları vardır.

Gerek de duymalar, istemezler de...

Önemli olan "hemen" bir yerlerden bul, al, ortaya koy, geç, diğerini bul, al...

Bu tür bir zaman akışı "belki" de geniş kitleler için istenilmiş, programlanmış olabilir mi?

İnsanların, kitlelerin böylesine edilgen bir duruma gelmesinden, özgür iradelerini kullanmaları yerine sürü etkisi ile bir "akış" içine itiliyor olmalarından acaba "kimlerin" yararı olabilir.

Biz kendi halkımıza, insanımıza, çocuklarımıza nasıl bir insan modeli bulmalıyız?

İstememiz gereken, olmasını düşündüğümüz insan, yurttaş "ne gibi özellikler" taşıyor olmalı?

"Düşünebileceğimiz insan modeli"ne göre o insanın yaşamı nasıl geçmeli, günlük zamanının akışı nasıl olmalı?

O insan kişisel olarak hangi donanımlara, özelliklere, gelişmişliklere sahip olabilmeli?

Doğru, o kadar çok bilgi bombardımanı var ki, benim bu tür söylediklerimin öne çıkması, anlaşılması bile çok zor...

Yine de her birimiz her ne kadar günlük akışımızın tutsakları olmuş olsak bile yeniden bir eleştirel bakabilmeliyiz kendimize ve çevremize....

Daha iyi bir ülke ve bir refah toplumu, kalkınmışlık, iyi bir yaşam...isteniliyorsa, ilk yapmamız gereken düşünebilmek ve fikir üretmektir.

Yok, "ben bunlarla uğraşmam, bunlar benim işim değil, görevim hiç değil" dersek o zaman birileri kendi istedikleri gibi, "kendi amaçları yönünde" her türlü işi yönetirler, işlerin başına geçerler.

Evet, yaşam çok uzun değil, ömür kısa...

Buna rağmen yine de aklımızı iyi kullanmak kendi yararımıza olacaktır.

Zaman akıp gidiyor, ne dur diyebiliyoruz, ne de geriye alabiliriz...

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 10.03.2022, MŞ.

 .


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum yapanın adı ve soyadı: