......Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin DEVLET DİLİ TÜRKÇE’dir......
v
Bir
dili kullanan toplumsal katmanlar, meslek grupları, sosyal sınıflar kendi
aldıkları alt kültür, geldikleri sosyo-ekonomik yapılarda ve de belki de sonuç
olarak aldıkları örgün eğitime göre oldukca farklılıklarla kullanırlar.
v
Bilindiği
gibi aslında dil (özellikle de burada anadili anlaşılmalıdır) bir toplumu bir
ulusu kültürel olarak oluşturan en önemli etkendir.
v
Kültürü
oluşturan daha birçok etken ve anadallar her zaman “dil”den beslenir ve dil ile
gelişir.
v
Ne
yazık ki herkesin ayırdına vardığı gibi, özellikle çok üst düzeydeki önemli
kullananlar tarafından oldukca olumsuz bir yöne doğru gidiyor.
v
Bir
dilimiz var, o da bize yeter demek, yetmemektedir.
v
Belki
de bu yalnızca dil ile ilgili bir konu değil de diyor olabilirsiniz.
v
Ama
dil ister sözlü, isterse yazılı olsun, kullanıldıkca “kullanılışının
yoğunluğuna” ve “düzeyine” göre bir akış izler.
v
Hangi
konuda ve hangi anlamda sözcükler seçilmelidir?
v
Herkesin
duyacağı ve bilgileneceği bir durumda “hakaret”, “küfür” içerikli, anlamlı
sözcükler, “argo ve jargon” gruplanmasına girecek özel sözcük dağarcıkları
topluma çok kötü örnek olabileceği gibi, duyulan, görülen, okunulan dil olarak
da o “dilin düzeyinin düşmesine” neden olacaktır.
v
Bozuk
bir dil, bozulmuş bir dil, temizliğini yitirmiş bir dil olsun diye kim ister
ki...
v
Bu
eğimler ve eğimdeki yoğunluklarda izlenilen dil kullanım kalitesi çok büyük
etki yapar.
v
Bu
etki de o dilin “nasıl” kullanıldığına bağlı olarak kendisini gösterir.
v
Özellikle
de anadili konusundaki özenti ve onun düzeyi kullanılımındaki akış ve
yönlendirmeler hem o kullananların düzeyini ve niteliğini de gösteriyor olsa
bile, istenilen bir dünya dili, bir kültür dili olmasının önünde oldukca önemli
bir engel oluşturmaktadır.
v
Sadece
bir şeyler söyleyip geçmek ya da bazı ard çıkarlar uğruna dili çok olumsuz
kullanmak, dilin yapısının sertleşmesine ve düzeyinin en altlara kadar inmesine
ise genelde büyük halk kitleleri bir şey dememektedir, belki de diyememektedir.
v
Kendi
aralarındaki sohbetlerde oluşan ufak, tefek eleştiriler ise durumu kurtarmağa
yetmez.
v
Peki,
bir dile kimler sahip çıkmalıdır?
v
Kimler
kendi öz diline, anadiline sahip çıkıp, onu koruyabilmelidir?
v
Belki
de ana soru bu olacaktır.
v
Diline
sahip çıkma bir sorumluluk mudur ya da bir görev midir, bir duyarlılık mıdır,
ya da bir bilinç işi midir?
v
Bu
konuda kendimize ve de meslek grupları içerisinde olabilecek gündemlerde
arkadaşlarımıza sorular yönetmeli miyiz?
v
Zaman
kendi görevini yapmaktadır ve hiç durmaksızın da ilerlemektedir.
v
Böyle
olunca da yine her bir günün işleyişi içerisinde bizlere, çoğumuza olmasa da
yine de içimizden bazılarına bir duyarlılık, bir sorumluluk yüklenmekte midir?
v
Ya
da “millet ekmek peşinde sen nelerle uğraşıyorsun” mu denilecektir en
kısasından?
v
Bir
de toplumda olması gereken bilim insanları, münevverler, aydınlar,
entelektüeller, yazarlar... da olmalı değil midir?
v
Onların
sesi ise ne yazık ki hiç duyulamamaktadır.
v
Zaman
geçtikce ardında kalan dilimlerdeki hasarları düzeltebilmek, onları
yenileyebilmek, sağıltabilmek nerede ise olanak dışıdır.
v
Peki
nedir asıl yapılması gereken?
v
Sorunun
temeli nerede yatmaktadır?
v
Dil
ile zihin arasında çok önemli ve kesin bir bağ vardır.
v
Dili
yönlendiren ve kullanabilen “zihindir.
v
Hangi
etkenler ile böylesine bir olumsuz kullanıma yönelinmektedir?
v
Bu
kullanım biçimi ne gibi yararlar sağlamaktadır?
v
Bu
tür kullanımları çok beğenen kitlelerin varlığı konusundan emin miyiz?
v
Her
hangi bir etkileme ya da önlem düşünenler var mıdır?
v
Yarınlar
konusunda “dil”e ve onun sorunlarına nasıl bakabiliriz?
...........................
Saygılarımla................
Öğretmen
Gönen ÇIBIKCI,
2020.03.07,
M.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum yapanın adı ve soyadı: