30 Haziran 2021 Çarşamba

Yeşil Parklar ve Kent Temizliği+

 Yeşil Parklar ve Kent Temizliği

Şimdi bir "PARK yapma atağı" gözüküyor.

Mahalle aralarındaki küçük alanlar derlenip, toplanıp yeşillendiriliyormuş.

Sevindirici...

Bakalım ne denli devam edecek ve de bakımlı tutulacak?

Kent içinde şöyle elle tutulacak, bakımlı, ferah ve güvenli, huzur dolu yeşillikleriniz var mı?

Kent içi ormancıklarınız var mı?

Şöyle göz hizasını dolduracak mesafede yeşillikleriniz, çimenlikleriniz var mı?

Kentinizin kıyısında bir yerlerde su parklarınız, botanik bahçeleriniz, gezi ormanlarınız, çiçek bahçeleriniz... var mı

Varsa çok iyi demektir.

Yeşil alanlar, ormanlar, yeşilliklerle kaplı parklar... bir kentin yaşanılabilir olması için bir ölçüttür.

Kentsel alanların her an için bakımlı, temiz ve güvenlikli olması gerekir.

Kentte bulunan yerli, yabancı, gezgin... herkes bu alanlardan yararlanabilmelidir.

İnsanlar buralarda gezebilmeliler, soluk alabilmeli, dinlenebilmeli ve huzur bulabilmelidir.

Hele bir de deniz kıyısında iseniz...

Kent dokusu deniz ile çevrili ise...

Kıyılar halka açık olmalıdır.

Deniz kıyısı boyunca yürünebilmelidir.

Engeller olmamalıdır.

Yerlerde yaptıkları kaplamalar sizin devamlı sekmenize, ayağınızın takılmasına neden olmamalıdır.

Önünüzde her bir adımda bir sokak satıcısı olmamalıdır.

Öte yandan bir büyük sorunda şudur:

   - Planlı bir "kent temizliği"ni gerçekleştirebilseler....

Yollar, kaldırımlar, parke taşlar... yapış yapış kurumuş bir pislik içerisinde...

Yürüme yolları, meydanlar... yapışmış sakız artıklarıyla kaplı.

Kent hijyeni, halk sağlığı ve kent estetiği çok kötü durumda.

Çöp için konulan koca kutuların etrafı, yanları, yerler dayanılmaz bir pislik içerisinde.

İnsanlar artık ya kanıksamışlar ya da söyleye söyleye bıkmışlar...

Neyi kime söyleyecekler...

Hem, söylemek mi gerek?

Birileri uyarı mı yapmak zorunda?

Çok yazık böyle bir kent, KUŞADASI... bu duruma düşmemeliydi!

Yazık!

BOL LAF ve "siyaset" değil bize gerekli olan!

YAŞANILABİLİR TEMİZ VE HUZURLU BİR KENT gerekli!

Kendi içinizdeki "parti" tartışmaları yurttaşlara gerekli değil!

AYDIN BŞB de Kuşadası'na kadar egemen ise, yollarıyla sokaklarıyla temiz ve sağlıklı kentler oluşumuna çalışsın!

Görevlilerin de işini en iyisiyle yapabilecek insanlardan seçilmesine ve bu kişilerin de adil bir denetleme sistemine bağlanmasına çalışınız.

Doğru insanları, vizyon sahibi insanları, dürüst ve becerikli yetenekli, donanımlı insanları seçin.

Başka bir şey istemez!

 

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,

25.07.2018, K.

 

Önce Temiz bir Dil

 Önce Temiz bir Dil

TÜRK TOPLUMU ne kadar büyük bir yozlaşma ve çöküş içindedir?

Bireyler, insanlar ne denli "düzeysiz" ve "içeriksiz" bir duruma düşürülmüşlerdir?

Sözlü ve yazılı anlatımlarında temiz ve doğru ahlaklı bir anlatımı beceremeyen kişilere lütfen yüz vermeyiniz.

Çok önemli yerlerde bulunan kişiler, politikacılar, yöneticiler ne kadar basit konuşabiliyorlar?

Ellerinde var olan bir görüşü başkalarına hakaret etmeden, ğaliz sözcükler kullanmadan, toplumu germeden anlatamıyorlar.

Bu insanları sizler de ciddiye alıp, örnek kişi ve önder olarak kabul edip dinleyebiliyor musunuz?

Onlardan bir şeyler bekleyebiliyorsunuz.

Bir konuda kendini açıklamak isterken düzgün ve temiz bir dil kullanamayan insandan hangi "ilkeli" ve "kurallara uyan" bir davranışı beklersiniz?

Bu tür kişiler mi toplumu "değişime" götürecekler? 

Ülkeyi kurtaracaklar?

Bir partiyi, bir örgütü, ülkeyi bu insanlara mı teslim etmek durumuna kalındı artık?

Davranışlar ve uyguladıkları taktikler, entrikalar, oyunlar... ise şu anki konumun dışındadır. 

O olan bitenleri zaten bizler göremiyoruz.

Onları eleştiriniz, ikaz ediniz.

Peşlerine takılıp, ayni dili ve üslubu kullanmayınız.

Hele hele siz "kendiniz" de önemli bir yerde iseniz, bir de aileniz varsa, sakın ha bu tür "kirli bir dil" kullanmayınız.

Temiz ve düzgün bir toplum istiyorsanız, önce kendinizden yola çıkınız.

"Yozlaşma"dan ve "bozunum"dan kendimizi uzak tutalım. (dejenerasyon. Fransızca dégénération)

Yazık!

Ne kadar kolayca bir “yozlaşma tuzağı”na düşebiliyoruz!

..

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,

2018.07.31- K.

 

Terbiyeli İnsan

 Terbiyeli İnsan

Biliyor musunuz, her türlü fikir, düşünce tahammül edilebilir ama saygısızca, ukalaca davranışlar tahammül edilemez.

 Bir insanın en belirgin özelliği onun düzeyi ve karakter özellikleridir.

Tahsil, diploma sadece birer araçtır.

İnsanlarla ilişkisinde "saygılı" davranması esastır.

Kabalık, burnu büyüklük, azarlama ve küstahça laf sokuşturmalar... ise "terbiyeli" bir insana yakışmaz.

  BİZE DE LAZIM OLAN TERBİYELİ İNSANDIR.

Yaşamın asıl gayesi kendimizi eğitebilmek değil midir?

Burada "sosyal medya" ortamında, yüzünü göremediğiniz kişilere nasıl davranmalısınız?

Bir de bunu düşünün.

Çok daha saygılı, çok daha "terbiyeli" davranmak gerekmez mi?     

Herkesin birbirinin ne yazdığını okuyabildiği internet ortamında çok daha dikkatli ve saygılı olmalıyız.

Ulu orta yazmak, düşünmeden, ölçüyü kaçırarak birilerine cevaplar vermek...

Hiç de uygun davranışlar değildir.

Yaşamın, insanca yaşamın temelinde bir de "ilkeler" vardır.

Kurallar, ilkeler, yönetmelikler, yasalar... yıllardır oluşa gelmiş deneyimlerin toplumdaki edindikleri yer ve değerden dolayıdır.

Bizden önce yaşamış olan insanların bizlere bıraktıkları bu "deneyimler" toplamı ayrı ayrı birer birer "değer"dir.

Yaşamı kolaylaştırmak için kurallar konulmuştur.

 Örneğin "görgü kuralları" da böyledir (adab-ı muaşeret).

Toplumsal ilişkilerde bu kurallara, ilkelere uymamız beklenir.

Bu kurallar "beni ilgilendirmez", diyemeyiz.

Yaşam biçimi, davranışlardaki özellikler insanlar arası ilişkileri kolaylaştırır ve de tat alınabilir hale sokar.

"Biz bunları biliyoruz!" diyenler de çok olabilir.

"Bilmek" değil esas olan "uygulamak"tır.

Yaşamı daha bir düzeyi yüksek olarak yaşayabilmek ne kadar güzel olur...

Çok önemli yerlere gelmiş kişiler, siyasetciler, gazeteciler, yazarlar, akademisyenler... ise topluma örnek olacak kişilerdir.

Dünyanın her yerinde ve her çağda topluma önder olması beklenilen kişiler ayni zamanda örnek de olacakları için davranışlarında, konuşmalarında ve de ilişkilerinde çok ilkeli olmak zorundadırlar.

Ne yazık ki günümüzde bu kişilerin pek de örnek olmayan davranışları gözlenmektedir.

Bu ise üzücü bir durumdur, bir yozlaşmadır.

Sadece bir dalda yetişmiş olmak, çok iyi mesleklere erişmiş olmak, güzel gelirlere sahip olmak yetmemelidir.

Biz asıl gerekli olan "bilimde, kültürde, sanatta ve düşünmede, ahlakta yüksek karaktere erişmiş" insanlardır.

Bu hedeflerimiz ise toplumun her bir kesimine, her bir görüşte olana ülkemizin yüksek uygarlık düzeyine erişmesine ille de gerekli olandır.

Bu sadece bir bilgi değil bir "bilinç" (şuur) oluşması gerektirir.      

  Kendi "özgür" irademiz de bunun için gereklidir.

Başkalarının bu temel ilkeleri alt üst etmesine ise izin vermemek, birilerinin peşine kapılıp gitmemek gerekir.

İnsanlığın yüz yıllardır elde ettiği "iyi ahlak" ve davranışlar bütünü de bu nedenle bize, yaşamımızın her alanında gereklidir.

Bir düşünelim:

İyi ahlak, güzel ahlak kuralları nelerdir?

·       

Saygılarımla...

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,

2018.08.03- K.


ALMANYA'da TÜRKLER

ALMANYA'da TÜRKLER

Almanya yıllardır pek üzerine gitmediği konuları gündeme getiriyor.

Gözler Alman olmayanların üzerinde...

Hesap sorma dönemi başlayacak gibi.

Yabancılar politikası, sığınmacılara yönelik uygulamalar Alman iç politikasının her zaman geçiştirip durduğu bir gerçek olarak hemen her türlü parti tarafından pek ciddiye alınmadı.

Sağlıklı ve her kesim için en çağdaş ve demokratik bir modeli bir türlü bulamadılar.

Zaten Almanya'da yıllardır yaşayan ''yabancılar'' da bu duruma alışmış oldular ve yeni politikalar oluşturabilecek kesimlerde yer alamadılar, kendi içlerinden böyle bir güçlü kadroyu oluşturamadılar.

Şu an gerek Türkiye iç politikasının buraya yansıması nedeni ile ve de Alman iç politikasının genel sıkıntılarının hedeflerini şaşırtmak için gündem Türkler üzerinde dönmeğe başladı.

Önümüzdeki dönem daha da bir kaotik olacak.

Zaten ''yeni dünya düzeni'' (evanjelizm) bunun böyle olacağını yıllar önceden planladığını ve uygulayacağını zaman zaman açıklamıştı.

AVRUPA ve EU yeniden bir yapılanmaya doğru götürülecek.

Aşırı sağcı, ırkçı ve İslam karşıtı siyasi partiler ve hareketler daha çok yerde görülecek ve kabul görecek.

Sosyal demokratlar ve merkez sağ her biri kendi içinde tekrar bir dalgalanma geçirecek.

Ülkelerdeki alışa gelmiş olan politik ahlak ve kalite, iletişim ‘’yara alacak’’ ve çok şaşırtıcı bir hızla bir ''kavga kültürüne'' yönelecek.

Halk daha huzursuz ve sorunlu olarak yaşayacak duruma getirilecek.

Yıllardır nerede idiniz?

Almanya'ya bu insanların gelişi kaç yıl oldu?

Çektikleri bir sıkıntı oldu ise, haksızlığa uğradılar ise, saldırıya uğradılar ise, bunca yıldır neden onların haklarını aramadınız, neden sahip çıkmadınız, neden bu insanları kendi başına bıraktınız?

Almanya ile Batı Avrupa ülkeleri ile bir hak arama hesaplanması olacak idi ise bunca yıldır neden yapmadınız?

Bu insanlara sahip çıkmak demek, bu ülkelerin, bu devletlerin hükümetlerine, politikacılarına, halkına her türlü ölçüsüz şeyleri söylemek, onlara hakaret etmek demek midir?

Burada yaşatan insanların huzur içinde ve yurttaşlık haklarına sahip olarak yaşamalarını istemek var iken neden bir savaş ortamı yaratmaya çalışıyorsunuz?

Bu yanlışların bedelini kim ödeyecek?

    Saygılarımla...

    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,

    2017.03.26- M.

 

Motosiklet Kullanımı

 Motosiklet Kullanımı

Motosikletlinin bir KASK takmasını önemsemeyen, küçük gören bir düşünce ve bunu da NORMAL olarak kabul eden bir toplumu anlayabilmek ne kadar zor!

Yazık değil mi "ölen" insanlara, "kask takmadığı için ölenlerin" sorumlusu bu toplum değil mi?

Emniyeti, motosikletliler derneği ve aklı başında sağ duyulu insanları da yanınıza alarak bu konuyu bir "düşünseniz" nasıl olur?

Çocuğunun daha küçük yaşta ve de ehliyetsiz, kask takmaksızın caddelerde, kurallara da uymadan motosiklet kullanmasını kabul eden ve belki de bu durumu önemsemeyen ANNE VE BABALAR nasıl bir ruh durumundasınız?

Çocuğunuzun hayatı söz konusu olan.

Çocuğunuza sahip çıkınız!

YAZIK DEĞİL Mİ?

Kötü örnek olmayınız!

Trafik yasası ve emniyet mensubu görevliler bu konuda neler söylüyor dersiniz?

Motosiklet kullanan arkadaşların da bu düşünceme destek vermelerini, yazmalarını bekliyorum.

Motosikletin nasıl kullanılması gerektiğini ve de çok hayati bir konu olduğunu "ne olur" bu toplumda anlatınız.

İYİ girişimlerde bulunmalısınız:

"Önce kask sonra motosiklet!"

"Kask takmadan kontağı çevirme!"

En iyi dileklerimle...

  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 

      2018.07.28- K.

Anadili Gerekli Ve Önemlidir!

 Anadili Gerekli Ve Önemlidir!

"Her dil kendi halkının, kendi ulusunun deneyim birikimlerini, duygularını genç kuşaklara aktaran bir araçtır, o bir anadilidir."

      Uluslar anadillerine sahiplendikleri, anadillerini işlettikleri oranda benlikli ve kalıcı olagelmişlerdir.

Dillerin çokluğu ve çeşitliliği ise insanlığın deneyim hazinelerini yansıtır.

       Anadili bir insanın kişiliğinin gelişmesine, bilgi ve becerilerinin artmasında ve içinde bulunduğu topluma uyum sağlamada çok önemli bir etkendir.

İnsanın anadili onun ekinin (kültürünün) bir parçasıdır. 

       Başlangıçta anadili "anne ve baba"dan, en yakın akrabalardan kazanılır.

       Daha sonra da çevresinde iletişim içinde olduğu diğer kişilerden, komşulardan öğrenir.

       Değişen bir varlık olarak insan böylece de ilk ekinsel birikimini elde etmeğe başlar.

       Anadilin gelişiminin durumu o insanın ekinsel gelişim düzeyinin bir yansımasıdır.

       Bir ya da çok dilde olabildiğince kapsamlı bir eğitim ve öğretim toplumsal ilişkilerin ve süreçlerin eleştirisel yansıması ve analizi için bir koşuldur.

      Bu kapsamda da anadili en başta gelen dil olarak düşünülmelidir.

       Anadili insan ruhunun, benliğinin , zihninin arı, en varsıl ve adeta sihirli ürünlerinden biridir.

      Türkçe de bizim bu yaratıcı gücümüzü kendimize özgü çizgileriyle, belirlenmesi ve somutlaştırılması çok güç yollardan da olsa, dile getirmektedir.

      Çünkü, uygarlığın içinde bulunduğu gelişim süreci ve insan yaşamı dilde ister istemez yansıyacaktır.

       Dil ile düşüncenin ayrılmazlığı, düşüncenin dili ve dilin düşünceyi geliştirdiği bilimsel bir gerçektir.

       Doğada insanlaşma süreci düşünce-dil eytişimiyle başlamıştır.

       Düşüncesi olmayanın dili, dili olamayanın düşüncesi olamaz.    

       Bunun en belli örneği de hayvanlardır.

       Hayvanların düşünceleri yoktur, çünkü dilleri yoktur.

       Demek ki düşüncemizi geliştirmemiz için dilimizi geliştirmemiz gerekir.

       Dilin gelişmesi demek, türetilmesi demektir.

      Türetilmeyen dil gelişemez.

       Dil gelişmeyince düşünce de gelişemez.

       Dilimizi ve bununla bağımlı olan düşüncemizi geliştirmek için    Türkçe sözcükleri, özellikle de Türkçe kökleri bilmemiz gerekir.

       Dilimizi geliştirmeyi düşüncemizi geliştirmek ve çağımızın bilimsel verileriyle düşünebilmek için istiyoruz.

       Türk diline dört elle sarılmamızın tek nedeni budur.

       Çocuk anadili aracılığıyla ilk toplumsal kuralları kavrar.

       Çevresi ile ilişki kurar.

       Gelecekteki olanaklarının gerçekleştirilmesi için hem gerçek, hem de yapısal olarak kafasının içi gelişmeye başlar.

       Burada da anadiline görev düşer.

       İkinci dile ise yalnızca daha sınırlı bir görev düşer.

       Çocuğun tüm gelişimi, dil gelişimi ile doğrudan bağlantılıdır.

       Okul öncesinde edindiği 5 bin etken, 20 bin kadar da edilgen sözcüklü dağarcık çok büyük bir öneme sahiptir.

       Buna karşın asıl olan çocuğun ruhsal gelişimi, aldıklarını değerlendirip yine geriye, dışarıya verebilmesi olacaktır.    

       Sözcüklerin kullanılması çocuğun kafasındaki kavramları dışarıya yansıtabilmesi demektir.

       Dil ile kavramların genelleştirilmesi arasında, dil ile "düşünebilme" arasında, dil ile "bilgi edinme" arasında doğrudan bağlantılar vardır.

        Bu bağlantılar içinde ise en kesin rolü "anadili" oynar.

        Çağımızın bir iletişim çağı olarak kabul edildiğini düşündüğümüzde anadilinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

       "İlk dil" kazanımı çocuğun doğumundan başlamak üzere, uyanık iken geçen 20-25 bin saat içinde elde edilir.

        Çeşitli değişik ayrımlılıklar göstermekle birlikte, tüm dilbilgisi, binlerce sözcükten oluşan bir sözcük dağarcığı, seslerin vurgulanması, tümcelerin hazır kullanılış biçimleri vb...kazanılır.

       12. aydan başlayarak, üretken biçimde ve kalıpsal olarak, konuşarak, taklit ederek, anlayarak ve dinleyerek okula gideceği zamana değin altı yıl boyunca anadilini temel olarak öğrenir.

       Çocuk, kendisine sevgi ve sabır gösteren aile çevresi içinde  ve onların gözetiminde kendi anadili içinde büyür.

       Aileleri çocuklarına hemen hemen tam denebilecek düzeyde bir dil deneyimi ve uygulaması vermiş olurlar.

      Göçmen çocukların ilk altı yılında da genellikle kullandıkları dil anadilidir.

      Örneğin Türkçe'dir.

       Okul öncesi dil öğrenimi her saat, her gün, yorularak, oynayarak, ilerleyerek, birçok yan etkilerle birlikte, günlük yaşamın yanı sıra, bilinçsiz olarak ve de belli bir gelişim içinde olur.

       Uzun süreç içinde, örneğin üçüncü kuşakta, aile içi toplumsallaşmada Almanca kendini daha çok gösterse de birinci ve ikinci dilin sınırları birbirlerine karışmaktadır.

       Anadilin desteklenmesi ve yoğun bir biçimde geliştirilmesi, ileriye doğru bakıldığında, vazgeçilemez bir anlam taşır.

       Göçmen çocuklarının anadilinin önemi, doğal olarak, dilin kazanılmasında yatmaktadır.

       Ama esas önemi ise çocuğun ruhsal, toplumsal, duygusal ve genel gelişimine, onun sağlamlaştırılmasına olan katkısındadır.

Bir insanın gelişiminin temelleri yaşamının ilk yıllarında atılır.

       Bunda en çok anadilinin katkısı ve etkisi vardır.

       Anaokuluna devam eden çocuk bir ikinci dile başlar. 

       Egemen dil olan anadili kendi anayurdundakinden değişik ayrımlılıklar gösterebilir.

       Söz gelimi Almanca sözcükler de araya serpiştirilir.

       İkinci kuşaktan anne ve babaların ya da Almanla evlilerin oluşturduğu ailelerde Almanca da bir iletişim dili ya da ikinci  anadil olarak kullanılmaktadır.

       Ruhsal, toplumsal ve duyusal ilişkilerdeki güvensizlikleri derleyip toparlayan ve onlara güvenilirlik kazandıran anadili adlı araç, okula giriş ile birlikte göçmen çocuğu için yoktur artık.

       Çeşitli biçimlerde kendini gösteren karşı çıkışlarla karşılaşmaya başlar.

       Çocuk kendi anadilini kullanmaya başladığında hiç anlaşılmadığını görmeye başlayacaktır.

       Çocuk bir şüphe içinde kalır ve genellikle de bunu olumsuz bir durum olarak karşılar.

       Okul çocuğun kişiliğinin oluşmasında, geleceğinin belirlenmesinde uyumlu bir katkıda bulunmalıdır.

        Anadilinin okul yaşamında yer almaması göçmen çocuğunda tüm  yaşamı boyunca taşıyacağı zararlara yol açar.

        Böylece de "iç huzuru" bulamayacağı, var olabilmek için aslında diğer çocuklardan çok daha fazla bir güce gereksinim  duyacağı bir dünyaya doğru itilirler.

       Çocukların sağlam bir kişiliğe sahip olmaları,onların anadillerini çok iyi bir biçimde kavramalarına bağlıdır.

       Çok ekinli bir toplumda yalnızca bir tek ekin "tek ulusal ekin" olarak kesinlik kazanmamalıdır.

       Tek tek ekinler karşılıklı olarak, diğer ekinleri etkiler ve böylece de dinamik bir ilişki ortaya çıkar.

       Dil ile ekin arasında doğrudan bir ilişki vardır. (kültür)

       Dilin içinde onun ekinsel yetenekleri, değer yargıları, yaşam biçimleri ve oluşumları da kendini gösterir.

       Anadili doğru dürüst, tam olarak anlaşılırsa, öğrenmede kişi çok daha başarılı olur.

       Dil ve özellikle de yazı dili uygarlığın ve ekinin en güçlü bir taşıyıcısıdır.

       Dil aynı zamanda, yeni atılımların ve buluşların bir anlatım aracıdır.

       Anadiline böyle bir görevi yeterince veremeyen, dilini bu bakımdan gereği gibi değerlendiremeyen bir ulus, uygarlıkta ve toplumlararası uygarlık yarışmasında geride kalmayı peşinen kabullenmiş demektir.

Buna da ancak "çok yazık"  demek gerekir.

       Ulusal duygu ile anadili arasındaki bağ çok güçlüdür.

Türk dili ise dillerin en varsıllarındandır!

Yeter ki bu dil bilinçle işlenebilsin.

Ona sahip çıkılsın.

      Türkçe'ye Avrupa'da da yaşama alanları yaratılmalıdır.

      Bunu bir anadili hakkı olarak, "bir insan hakkı" olarak yorumlamak doğal bir istem olmalıdır.

       Anadili, kendi ulusunun özelliklerinin sadık bir aynasıdır.

       Ulusal bilinç, ulusal özelliklerini bilinçle kavrayabilecek bir düzeye erişmedikçe, hiç bir ulus politik ya da tinsel yönden kendisinden üstün olan yabancı ulusların ekinsel etkisine  ve o ekinin taşıyıcısı olan yabancı sözcüklerin kendi anadiline girmesine engel olmak gerektiğini tam olarak kavrayamaz.

       Avrupa'daki Türkçe dilli halk grubu kendi anadillerinin tüm eğitim ve öğretim kurumlarında, yaşamın her alanında uygulanır bir dil olabilmesi için bilinçli bir uğraşı vermelidirler.

      Ancak, o zaman gelecek kuşaklarda kendi öz değerleriyle, öz varlıklarıyla toplumda hak ettikleri yerleri alacaklardır.

       Anadili ile ilgili verilebilecek çok örnek vardır.

       İşte bir tanesi:

        [[1]"1978 Nobel yazın ödülünü kazanan İsaac Bashevis Singer 1992 yılında 24 temmuzda Amerika'da ölmüştür.

      Onun yapıtlarını yazdığı dilin ne olduğunu biliyor musunuz?

Doğduğu ve otuz bir yaşına değin yurttaşı olduğu ülkenin dili Lehçe değil, ya da göç ettiği, ölümüne değin elli altı yıl yaşadığı  ve kırk sekiz yıl uyruğunu taşıdığı ikinci ülkenin dili Amerikan İngilizcesi de değil; Yidişce!  

        Orta Avrupa'da, Nazizim'den sonra sayıları iyice azalan Polonya Yahudilerinin konuştuğu dildir bu.

        Singer bu azınlığın arasından çıkıyor, yapıtlarını inatla, "annemin mutfağında konuşulan dil" diye nitelediği Yidişce ile yazıyor, sonunda dünyanın en popüler, en büyük edebiyatını alıyor.

        Singer Lehçe ya da İngilizce yazsaydı, -toplumsal, toplumbilimsel, ruhbilimsel vb. gerçeklikler yüzünden yazdıkları belki de o ölçüde, o kıvamda ancak Yidişceyle yazılabilecek şeyler olduklarından- aynı başarıyı elde edemeyecek, anadiliyle yazdığı romanların, öykülerin, masalların düzeyine ulaşamayacaktı.....

       Yazdıkları başta İngilizce olmak üzere dünyanın öteki dillerine çevrilmeseydi, kaç kişi onu tanıyacak, onları okuyacaktı? ]

       Anadilinde güçlü bir eğitim ve öğretim alan çocuklar bunun en doğal sonucu olarak da Almanca'yı ya da bir diğer dili öğrenmede çok daha başarılı olacaklardır.

       Daha iyi bir meslek öğrenimi ve gelecek onları bekleyecektir.    

       Almanya toplumu da böylece çok yönlü ekinsel değerleriyle birlikte kalkınan, çağdaş bir toplum olma yönüne girecektir.

Bunu istemek de hepimizin hakkıdır.  

       Bu hakkın alınması yolunda uğraş vermeyi de bir görev bilmek gerekir.

       "Türk dili dünyada en güzel, en varsıl ve en kolay olabilecek bir dildir.

       Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır.

       Bir de Türk dili ulusu için bir hazinedir.

       Çünkü Türk ulusu geçirdiği sonsuz yıkımlar içinde ahlâkını, geleneklerini, anılarını, çıkarlarını, kısacası, bugün kendi ulusunu yapan her şeyi dili sayesinde korumuş olduğunu görüyor.

 Türk dili Türk ulusunun yüreğidir, zihnidir."

 Ne olursa olsun, hiçbir zaman gözden kaçırmamalıyız:

- Anadili çok gerekli ve çok önemlidir!

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI ,

2000.02.25- Cuma, Aschaffenburg,

10.07.2018 K.

 

Anadilimizi Unutmayalım!

 Anadilimizi Unutmayalım!

Çok Değerli Anneler ve Babalar / 2000.02.25

·  Hepimizin bildiği gibi bir dil ve en önemlisi anadili ancak ve ancak okullarda çağdaş yöntemlerle sözlü ve yazılı olarak öğretildiğinde kalıcı olur.

·   Bir insanın kendi anadilini öğrenmesi onun hem en doğal hakkı, hem de görevidir.

  İnsan kendi anadilinde ne kadar güçlü ise diğer dilleri öğrenmede de o denli güçlü olur.

·   Türkçe'si iyi olanın Almanca'sı da iyi olur.

·   Bizler çocuklarımızın derslerde başarılı olmasını istiyoruz.

·   Kendi anadillerinde çok güçlü olabilmelerini sağlamalıyız.

·   Kişiliklerinin gelişmesini ve bu sağlam zemin üzerinde onların tüm derslerde başarıya ulaşabilmelerine giden yolu açabilmeliyiz. Böylelikle çocukların okullardaki başarıları artar.

·   Bugün bilimsel olarak kabul edilen ve kanıtlanan bir gerçek de şudur: 

    - Bir çocuk kendi anadilinde ne kadar güçlü olabilirse bir diğer dili de o ölçüde iyi ve sağlam olarak öğrenebilir.

·    Bizim çocuklarımızın Almanca'larının çok iyi olabilmesinin ve de Alman okulundaki tüm derslerinde başarılı olabilmesinin tek ve en önemli etkeni onun anadilinde Türkçe'de çok iyi okur ve yazar, anlar ve anlatabilir olmasına bağlıdır.

·    Bu gerçeği de göz ardı etmek çocukların başarısının düşmesine yol açar.

·    Bu nedenle de Almanca öğrenmeye Türkçe bir engel değil tam tersine bir "olmazsa olmaz" önkoşuldur.

·    Bu gerçeğe karşı çıkmanın ise hiç bir bilimsel değeri yoktur. 

       Türkçe dersi bir yük değil çocuğun bir donanımı, bir zenginliğidir. 

       Okuldaki genel başarısını arttıracak en önemli etkendir.

·    Kendi anne ve babalarıyla, kardeşleriyle Türkçe anlaşabilen çocuklarla o aile daha mutlu olur ve sorunlar çok daha kolay çözülür.

  Evlerde, yalnızca konuşmaya dayanan, arada bir kullanılan Türkçe ise çok yetersiz kalacaktır.

·    Türkçe'nin okulda çağdaş yöntemlerle öğretilmesi gerekmektedir.

·     Çocuğun kendi kültürüne ve ailesine bağlılığı Türkçe öğrenmekle daha da artar.

·    Bu toplumda bir başına köksüz kalmışlıktan kurtulur.

·    Çok kültürlü bir yaşamın gerekli olan tabanını kazanır.

  Türkçe çocuğunuzun görüş ufkunu genişletir, dünyaya daha geniş bir açıdan bakabilmesini sağlar.

·   Türkçe öğrenmekle de Türkçe’nin o çok geniş ve zengin dünyasını, yazılı edebiyatını ve sanatını, tarihini tanıma olanağı bulur.

·   Böylelikle de hem kendine güvenir, hem de çok güçlü bir dilin bir üyesi olmanın huzurunu ve gücünü kendisinde duyar.

·   Bu zenginliğini de Almanya toplumuna yansıtabilir ve çok kültürlülüğe katkıda bulunur.

·   Son yıllarda doktor, avukat, eczacı... gibi işverenler özellikle Türk gençlerini de işe alıyorlar ve onlardan Türklerle Türkçe konuşup kendi işlerini daha kolay yürütebilmelerini bekliyorlar.

·   Bu da ancak Türkçe’si iyi olan, onu sözlü ve yazılı çok iyi kullanabilen gençler için daha bir öncelik olmaktadır.

·    Türklerin açtığı işletmelerde artış gözlenmektedir. Buralarda çalışacak hem Türkçe'si, hem de Almanca’sı çok güçlü gençler aranmaktadır.

·    Buna bir de Avrupa Topluluğu  çerçevesinde Almanya ve Türkiye arasında yapılacak olan ticaret, turizm, taşımacılık... dallarında gelişecek işleri eklemeliyiz.

·    Bu işleri de neden bizim çocuklarımız yapmasın?

·    Bunun için de tabii Türkçe ve Almanca belki de iyi bir İngilizce... gerekli olacak.

·    Çocuklarımız ileride Türkiye’ ye döndüklerinde ya da Türkiye’ de iş yapmak istediklerinde ise Türkçe yine en önemli konu olacaktır. 

   Tatillerde bir yabancı gezgin havasında Almanca ya da kırık-dökük Türkçe yerine düzgün Türkçe‘si olan kuşaklar ancak bugünkü anne ve babaların bilinçli davranışlarıyla olacaktır.

·     Bizim çocuklarımız için Bavyera okullarında Türkçe anadili dersleri  verilmektedir.

·    Çocuklarımızın katılacağı Türkçe dersi, kural olarak, çocuğun kendi devam ettiği okuldadır.

·    Son yıllarda Türkçe derslerine katılımda ne yazık ki büyük bir azalma gözlenmektedir.

  Bunun nedenleri araştırıldığında anne ve babaların bu konu üzerinde pek düşünmediği ve Türkçe dersine gereken önemi veremediği ortaya çıkmaktadır.

·   Bu da çok şaşırtıcı ve üzücü bir durum yaratmaktadır.

·   Son yılların istatistikleri çok karamsar bir tablo sergilemektedir. 

  Çocuklarımızın genel başarısının diğer halkların çocuklarına göre çok daha düşük olduğu görülmektedir.

·   Türkçe dersleri konusunu çok daha  ciddi biçimde düşünmeli ve bu dersi gelecek kuşaklar için de istemeliyiz.

·   Çocuklarımızın gelişmelerinde ve Alman okulundaki başarılarına anadilin oynadığı rolü ve önemini göz ardı edebilmek ise olanaksızdır.

·   Şu anki durum içler acısı bir tablo sergileme yolundadır.

  Bu böyle giderse önümüzdeki yıllarda okullarımızda Türkçe dersleri hemen hemen kalmayacaktır.

·   Çocuğumuza anadilimizi öğretebilmek ancak bir hayal olacaktır! Bu ise hiç de iyi bir gelişme değildir.

  Sonuçta asimilasyona doğru bir gidiş gözlenmektedir.

·   Bavyera eyaleti Türk çocuklarına kendi anadillerini öğrenmeleri konusunda bir hak tanımıştır ve bu da yasalarla garanti altına alınmıştır.

·    Neden bu haktan yararlanmayalım?

   Bunu yitirdiğimizde yeniden kazanmak ise hemen hemen olanaksız olacaktır.

·    Türkçe‘nin geleceğine yön verecek olanlar yalnızca biz anne ve babalarız.  

   Alman’ların bu durumda yapabildikleri ise yalnızca bizlerin başvurularına göre Türkçe dersini sağlamaktır.

·   Esas görev bizlere, Türklere düşmektedir.

  Bu görevimizi de hem kendi adımıza, hem de çocuklarımızın gelecekleri adına yerine getirmeliyiz.

·    Çocuğunuzun Türkçe dersine katılmasını sağlayınız.   

   Başvurularınızı geciktirmeyiniz.

  Okul müdürlüklerine gerekli başvuruları yaptığınızda çocuğunuzun Türkçe dersine katılması sağlanacaktır.

·    Bu konuda gereken duyarlılığı gösteriniz.

·    Tüm okul müdürleri ve sınıf öğretmenleri ve diğer öğretmenler tüm anlayışı ve kolaylığı göstermek zorundadırlar.

·     Almanya gibi gelişmiş bir ülkede çocuklarımızın anadilleri Türkçe’ yi en iyi biçimde öğrenmeleri ancak bizlerin isteği ile gerçekleşecek çok büyük bir şanstır.

·    Bu şansı çok iyi kullanmalıyız.

·    Çocuklarımızın Türkçe dersine katılmalarını sağlayalım, ortaya çıkacak sorunlarla birlikte mücadele edelim . 

·     Saygılarımla.....

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 

2000.02.25- Cuma,

GOLDBACH

38.

 

BAYRAM GÜNLERİ

     BAYRAM GÜNLERİ

Dinsel bayram kutlamaları birer SINAV günüdür.

·       İnsanların toplumda kendi yerlerini, duygularını, ilişkilerini, istemlerini, kırgınlıklarını, öfkelerini, kin ve de kıskançlıklarını, diğer kendinde var olan ahlaki değerleri de uyararak oluşturduğu bir YOĞUN yaşanmışlık günleridir.

·       O kadar çok duygu ve düşünce hızla ve kesişerek dolaşır ki insanın içinde kendisi ile bilinçaltı ile yaptığı yine yoğun itişip-didişme çok yüksek enerjilerin de harcanmasına neden olur.

·       Öğrenilmiş davranış biçimleri, duygular ve görevler, istemler... v. b. saniyelerle bile olsa didişir dururlar.

·       Son yıllarda ise teknolojik gelişmeler ve kolaylıklar bu kargaşaları daha da artırmıştır.

·       Eskiden basit bir çerçeve içerisinde geçen, yöntemleri sade ve belirlenmiş BAYRAMLAŞMA gelenekleri insanlarda çok büyük iç kargaşalara neden olmazdı.

·       Birçok uygulama kolaydı ve de insanı mutlu ederdi.

·       Şimdi ise yaşanılan kargaşalar ve belirsizlikler insanı mutlu etmekten çok huzursuz ve tatminsiz etmektedir.

·       Bayramların geleneksel yöntemlerinden kaçışlar da aslında bir de bu nedenledir.

·       YASAK SAVMA adına, bir görevi YERİNE getirmek adına bile olsa ARTIK o eski kutlamalar, aramalar, saygı ve sevgi aktarımları YOK olmaktadır.

·       En çok beklenenler ise eğer seni aramadı ise çok daha da bir başka duygu ile geçer günleriniz.

·       Ne kadar çok özellik bir ağ gibi iç içe geçerek etkiliyorsa insanı, bunun asıl nedeni de belki de biz insanların toplumsal ilişkilerden çok etkilenmemizden, kendi ruh sağlığımızı çok da arınmış ve korunmuş bir duruma getiremediğimizdendir.

·       Hem özgür ve bağımsız olmak istiyorsunuz, hem de BANA diye büyük beklentiler içinde tüm antenleri açarak bakıyorsunuz dış dünyaya...

·       Yalnızlığın çok BÜYÜK bir zenginlik ve GÜÇ olduğunu anlayabilmek, bunu yaşayarak sevinip, MUTLU olabilmek de aslında çok ileri bir gelişkenlik ve olgunluk noktasıdır.

   ÖĞRETMEN Gönen ÇIBIKCI

   Kurban Bayramının ikinci günü:   2017.02.02- KUŞADASI

 

"Bilgi" Olmalıdır

  "Bilgi" Olmalıdır

    Çağdaş, demokrat, sosyal demokrat, solcu... ve benzeri kimlikleri, kültürleri taşıdığını düşünenlerin sadece Türkiye'de değil tüm dünyada en çok göz ardı ettikleri ve kaçındıkları konu, aslında bilindiği gibi, DİN ve dinsel yaşam ve inançlardır.

    İlk bakışta çok doğru ve de belki de iyi gibi gözüken bu tutumun ise getirdiği en büyük açık şudur:
   Bir yurttaşın dindar olması, dini konularda bir eğitim alması ve de bir cemaate bağlanması değildir konu olan.

·  Ekonomik, toplumsal ve siyasi konularda tüm dünyada ve yüz yıllardır DİN ve dine bağlı tarikatlar, cemaatler ve bunların tüm kuruluşları asıl GÖRÜNENİN DIŞINDA bir yayılma ve güç oluşturmuşlardır.

- Bazı dönemlerde ise bu dinsel gruplar kendilerini saklamışlar ve başka dinlerin örgütlenmeleri içinde saklanmışlardır.
- Bir ülkede devlet ''çağdaş hukuk devleti'' olmalıdır ve de buna bağlı olarak üzerine düşeni yapmalıdır.

- Eğitimde ve vicdan özgürlüğünde tabii ki çağdaş kurallar ve ilkeler uygulanmalıdır.
- Özellikle ’’eğitim’’ konusunda devlet kendisi okullar ve kurumlar açmalıdır.

- Özel okullar ve paralı eğitim olmamalıdır.
- Devlet okulları ’’güvenilir, çağdaş ve donanımlı’’ olmalıdır ki millet ÖZEL arayışlar içerisine girmemelidir ve çocuklarını devlet kurumlarına, okullarına göndermelidir.

- Yoksul kesim de böylelikle çaresiz kalmamalı ve birileri tarafından sömürüye açık olmamalıdır.
- Temel eğitim bir anayasal hak olarak kabul edilmelidir ve bu hak da devlet tarafından tüm yurttaşlara ücretsiz sağlanmalıdır.

- Bu temel eğitim ve öğretimin yanı sıra isteyen özel dil ve yetenek kurslarına çocuklarını gönderebilir.
- Ülkemizde de çift yapılanma oluşturulmuştur.

- Bir yanda devletin örgütleri ve yapılanması, kurumlaşması var iken; çok büyük bir açık olarak, ’’göz yumma’’ olarak da, bazen de ’’modernlik’’ zannedilerek birçok ÖZEL kurumlaşmalara, yayılmacılıklara izin verilmiştir.

- Bu kuruluşlar ''vakıf, dernek, şirket'' gibi görünüşlerle okullar, yurtlar, dershaneler açmışlardır.

- Bunun en yaygın örneği dinsel merkeziyetli olan ve tüm dünyaya yayılma durumuna girmiş olan cemaattir.

- Türkiye’de 40 kadar cemaatin bu tür yurtlar ve kurslar, dershaneler açtığını gazete ve TV’lerden öğreniyoruz.
- Laik, seküler, çağdaş, modern, aydınlanmacı... olarak kendi kültürlerinden dünyaya bakan ve ülke yönetiminde de kendilerine yakın ilkelerin uygulanmasını isteyen yurttaşlar ise bu DİN ve DİNSEL tarikatlar, cemaatler vb. konularında çok daha fazla hassas olmalılar ve bu konularda incelemeler, bilgilenmeler yapmalıdırlar.
- ’’Dindarlık olsun’’ diyerek yüzyıllarca yıldır uygulanan bir gelenek vardır.

- Birçok rivayet ve adet, uygulama dinin ’’asıl gerçekleri’’nin arasına sokuşturulmuştur.

- Bu konuda birçok bilim adamı yeteri kadar açıklama yapmakta ve yazmaktadır.
- Tabii ki isteyen, istediği dinsel yönde yaşamını yaşar.

- Benim dikkat çekmek istediğim ise ’’kamu alanında ve devlet gözetiminde’’ olması gereken eğitim ve öğretim alanındaki devlet güvencesi ve denetimidir.
- Batı ve doğu kültürleri, emperyalizm, Vatikan, dinler ve mezhepler, tarikatlar, gizli örgütler... konusunda oldukça bol araştırma ve yayın vardır.

    VİDEO olarak da youtube’de de birçok kaynak vardır.
- ''Sorun'', en iyi donanıma sahip olduklarını düşünebileceğimiz büyük bir kesimin DİN konusunda kendilerini sorumlu tutmamaları ve bu alanda ne yazık ki çok az araştırma yapmalarıdır.

- Bu kesimin kişisel inancı ve dinsel dünyası değildir söz konusu olan.
- Bilgi olmalıdır ki "toplumda, ülkede, siyasette"... yer aldıklarında bu tür ’’çift yapılanmalara izin verilmesin’’ diye etki yapabilmelidirler.

 Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2016.12.01- M.