27 Haziran 2019 Perşembe

Çarşı, Pazar

                        Çarşı, Pazar
·       Mahallemizdeki bakkal, çarşıdaki esnaf bu toplumun temel taşlarından biridir.
·       Küçük esnaf ve zenaatkarlar "geçim derdine" düşmüş durumdadır. Dükkanlar kapanıyor.
·       Onlara yardımcı olmak, sorunlarına çözüm yolları bulmak çağdaş belediyelerin de görevidir.
·       Berber, kunduracı, terzi, fırıncı, tenekeci, sobacı, manav, kitapcı, kırtasiyeci, tuhafiyeci, yüncü, aşcı, kasap, kunduracı, keçeci, urgancı, tahmis, peynirci, elektrikci, manifaturacı, turşucu, züccaciyeci...
·       Bu insanlar toplumdaki insancıl ilişkilerde çok önemli yer tutar.
·       Onlar dostdurlar, onlar ailemizden birileri gibidir.
·       Onların desteklenmesi gerekir.
·       Her sokakda birer şubesi bulunan günlük tüketim ürünlerini satan zincir mağazalar da yine halkın ilk adım attığı yerlerdir. Adlarını zaten siz biliyorsunuz.
·       Gelişmiş ülkelerde, endüstri toplumlarında "super market"ler yayıldıkca küçük esnaf dayanamayıp dükkanlarını kapatmağa başlamışlardır.
·       Hemen hemen her ülkede artık kaçınılma olan "internetden" satış siteleri. AMAZON, sahibinden vb...
·       Bu da çağın getirdiği teknik ve elektronik kolaylıkları içinde barındıran daha "ekonomik" bir sistem olarak karşımızda durmaktadır.
·       Seçim yine, duruma göre, bizdedir.
·       Çarşıda görülen dükkanların içinde bir de ucuz Çin mallarını alıp satan "yeni tip" dükkanlar yaygınlaşmıştır. Bunlar da yine yerel küçük esnafları zor duruma düşüren bir etken olmuşlardır.
·       Hazır giyim, konfeksiyon ürünleri satan yaygın mağazalar da yine oldukca ucuz ürünleriyle herkesin uğrak yeridir. Bu da yine küçük esnafa, terzilere, gömlekcilere zor günler yaşatmaktadır.
·       Haftalık pazarlar, halk pazar denilen yerler ise genelde gerçek üreticiden tüketiciye doğru bir ürün akışını sağlayacaktır. Buralarda taze ve uygun fiyatla sebze, meyva, süt ürünleri vb. satılmaktadır. Genelde çok sıkıntılı bir alış-veriş ortamı sunan bu yerler dar gelirliler için bir kolaylıktır. Buraların sorunlarını ve düzenini ise belediyeler geliştirmeli ve daha insancıl bir duruma getirmektedir. Bu pazarların sonucu olarak da küçük esnaf olan manavlar, peynirciler sayı olarak azalmaktadır. Ya da var olanların ürünlerinin satış fiyatları oldukca yüksektir.
·       Bir de tüm bunların yanında ödeme gücü yüksek olan kesimin müsterisi olduğu yeni bir dükkan modeli ortaya çıkmıştır: BİO dükkanları: Doğal, biyolojik ürünlerin satıldığı yerler.
·       İyi bir ürün, kalitesi yüksek ürünler isteyenler için ise yine usta eller, küçük esnaf aranacaktır. Bu tür talepler de yine gelir düzeyi yüksek kesimce desteklenmektedir.
·       Evet çok haklısınız! Ana sorun tüm bunların belki de herkesce biliniyor olmasıdır.
·       Ödeme gücü gittikce daralan, "sıkıntılı" bir dönemi yaşayan dar gelirli aileler tabii ki "en ucuz" olana yönelmektedir. Bunda kızacak darılacak bir durum yoktur.
·       Asıl olan ise bildiğiniz gibi, gelir düzeyini, özellikle, dar gelirliler için yükseltmektir. Gelir düzeyi çok yüksek olanların zaten sorunları ve günlük yaşamları bam başkadır. Onlar için alış veriş yaptıkları yerler seçili ve üst düzeyde ürün sunanlardır.
·       Gayri safi milli hasıladan toplumun alt kesimine daha çok pay verebilmektir ana çözüm.
·       Bunun için de yine bilindiği gibi, çok üretim yapabilmek, dış satımı artırıp, dıştan alımı en aza indirgemektir.
·       Başka bir çözüm modeli yok gibidir.
·       Huzur ve refah toplumu olmanın yolları bellidir.
·       Güzel ve huzur dolu günlere erişmek dileğimle...
    Saygılarımla...
  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 17.03.2019, K.
 

Taraftarlık ve Partizan Olma Durumu

        Taraftarlık ve Partizan Olma Durumu
·        İsteyenler yurttaşlar kendi ülkesindeki beğendiği bir siyasi partiye üye olabilir.
·        Bir siyasal partiyi, bir düşünce biçimini, bir dünya görüşünü benimsemek, onun için çabalar göstermek iyi ve de sağlıklı bir durum sayılabilir.
·        Bu da demokrasinin gereği olan bir hakdır.
·        Sadece o partiyi ve ilkelerini, amaçlarını benimsemiş, o partiye üyelik bağı ile kaydolmuş yurttaşlar hem bir sorumluluk hem de bir yurttaşlık görevi üstlenmiş olurlar.
·        Doğal olarak da herkesin bir partiye üye olması da beklenemez...
·        Bir de "partizanlık" diye bir durum vardır.
·        Aslında sözcük olarak anlamına baktığımızda bir "parti"ye sıkı sıkı sarılan ve o parti için çalışan, mücadele vermek isteyen anlamına gelir.
·        Partizanlık yoğun bir taraftarlık ve irrasyonal düşünce tavrını da beraberinde getirir.
·        Yani "ne olursa olsun" diye davranabilir ve de genel kurallara ve tutumlara tam da uymayabilir. Ana amacı ise bağlı olduğu PARTİ'nin çıkarlarıdır, o partinin gücünün artmasıdır. Bir partizan için bu "ruh durumu içine girmiş" insandır da diyebiliriz.
·        "Partizan" sözcüğü siyaset konu olduğunda çok kullanılan ve de tarihsel kökleri de olan bir kimlik ve tanımlamadır.
·        İkinci Dünya Savaşında müttefik oluşturulan ve gerilla savaşı veren silahlı halk güçlerinin genel adı idi. ("partizan savaşı" da denir)
·        Yabancı bir güç ya da bir işgal ordusunun kontrolü altındaki bir bölgeyi kurtarmak için mücadele veren her türlü gayri nizami silahlı birlik için de bu adlandırma kullanılmıştır.
·        "Partizan" terimi ilk kez John von Ewald tarafından "Partizan Savaşı Üzerine İnceleme" (1789) kitabında kullanıldı.
·        Von Ewald Amerikan Devrimci Savaşı'nda yer alan Hesse Birliklerinde savaşmış ve 19 ve 20. yüzyılın "gayri nizami" savaşı denilebilecek olayla bizzat karşılaşmış bir askerdi.
·        Başlangıçta partizan savaşı düşmanı cepheden çekilmeye zorlayacak gayri nizami birlikler olarak görülüyordu.
·        Bu düşünce daha sonraki Amerikan İç Savaşı'nda görülen "partizan devriyeleri"ne temel teşkil etti.
·        Temel olarak 19 yüzyıl partizanları günümüzün Komando ya da Devriye güçlerine benzemekteydi. Partizan terimi -işgalci ordulara saldıran gayri-nizami birlikler biçimindeki- günümüzde hakim olan anlamını ancak İkinci Dünya Savaşındaki Nazi işgaline karşı yaygın direnişle birlikte kazanmıştır. (https://www.turkcebilgi.com/partizan)
·        Bir siyasi partinin üyesi olan her kişi tabii ki bir "partizan" değildir.
·        "Partizanlık ruhunu" taşıyan birey için ise o partinin taraftarlığı artık bir yaşam biçimi ve yaşamının bir amacı gibi olmuştur.
·        Her türlü yol ve yöntemi kendisi için bir hak ve gerekli görebilir.
·        Tam da bu durum bir "normal üstü"lük taşıyan ruh halidir ve de gittikce de ölçüsünün artması ile daha da büyük "tehlikeler doğurabilecek" olaylara neden olabilir.
·        Bir partiyi desteklemek ve onun için çabalarda bulunmak ile partizanlık arasındaki ana belirgin ölçü ise bu iki durumdaki "aşırıya kaçmanın ölçüsü" ve "normal dışı ölçülere"  kaymasıdır.
·        Günümüzde ise partizanlık kavramı ve portesi bir aşırılık, bir normlar üstülük gösterir ve çekinilmesi gereken bir durumdur. Böylesine bir yapılanmanın içine düşen birey "günlük kuralları"nı, sevgi ve saygıyı, "ölçüleri" artık pek göz önüne almaz.
·        Çok iğneleyici, kırıcı ve de kural tanımaz olabilir. Hiç bir kimse onun için kendi istemlerinden ve hedeflerinden üstün olamaz.
·        Kendi yaşamını tam bir "partizanlık" olarak şekillendiren bireyin "suça itilmesi" ve suç işleme "olasılığı" çok artmıştır. Beyninin programlanması sadece bu yöndedir.
·        İnsanlığın genel değerleri onun için hiç bir şey ifade etmeyebilir. Davranışlarıyla, eylemleriyle "insanlık suçuna" bile karışabilir.
·        Bazen günlük yaşamdaki hırslar, istemler, yarışlar, beğenilme duyguları, öfkeler vb. insanı öylesine bir sarar ki "öz denetim"lerini yitirebilirler. Bu durum ilerledikce de salgıladığı adranalinden dolayı da belki de daha "doyumlu" ve "zevk alır" hale gelirler.
·        Zapt edilemez bir duruma gelindiğinde ise çok sağlıksız bir yapılanma oluşmağa başlamıştır.
·        Tüm bu değerlendirmeler ışığında düşündüğümüzde sağlıklı bir toplum ve sağlıklı bireyler isteğimiz çok daha önem kazanmalıdır.
·        Toplumun genel kabul ettiği değerlere sahip, ilkeli, çağdaş ve uygar yurttaşlar olsun diye çok özen göstermeliyiz. Bunu istemeliyiz.
·        Çevremizdeki tanıdıklarımızın, arkadaşlarımızın bu çerçevenin dışına çıktığında ise onları uyarmalı ve onları barışcıl ve insancıl çizigiye çekebilmeliyiz.
·        Bu bizim için hem bir insanlık hem de bir yurttaşlık görevi gibidir.
·        Sağlıklı ve huzurlu bir toplum isteğimizi hiç yitirmemek dileğim ile....
·        Saygılarımı sunarım.
 
      Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 17.03.2019, K.
 
 

Çocuklarınızı Türkçe'ye kayıt ettirin!

                  Çocuklarınızı Türkçe'ye kayıt ettirin!
"Türkçe'siz bir gelecek olmasın, dilimiz yaşasın!"
Türkçe öğretimine sahip çıkmalıyız!
20.03.2001
Çok değerli anneler ve babalar,
 
Çocuklarımızın sağlam bir kişilikle gelişmelerini ve tüm derslerde başarıya ulaşarak iyi bir meslek öğrenmelerini istiyoruz. Bir insanın kendi dilini öğrenmesi onun en doğal hakkı, hem de görevidir. Çocuklarımız anadillerinde güçlü olabilmelidir. Insan ancak, anadilinde güçlü olduğu ölçüde, öbür dilleri öğrenmede güçlüdür. Bu durum çocukların okuldaki tüm başarısını etkiler.
Şu günlerde Bavyera'daki okullarda gelecek yılın planlanması yapılmaktadır.
Çocuklara gelecek yıl Türkçe derslerine katılıp katılmayacakları sorulmaktadır. Çocuklarımızın her birinin "Anadili Destekleme Öğretimine" katılmaya hakkı vardır. Bu derslere Almanca "Muttersprachlicher Ergänzungsunterricht" adı verilmektedir. Okuldan size gönderilen soru kağıtlarına (X) evet, çocuğumun Türkçe dersine katılmasını istiyorum diye bir işaret yapmanız yetmektedir.
Okul müdürleri okulun ders dağıtım çizelgesini Türkçe dersine katılacak olan çocukların kendi diğer derslerinden bir zarara uğramayacağı bir biçimde yapıyorlar. Böylelikle çocuğun bir zarara uğraması da söz konusu değil. Tam aksine kendi anadilini de geliştirme hakkını elde etmiş oluyor. Bu hakdan ve kazanımdan tüm çocuklarımız yararlanmalıdır.
Yapılan başvurulara göre gelecek öğretim yılında Türkçe derslerine katılacak olan öğrencilerin listesi, gruplar ve bunların ders saatleri ve zamanları belirlenmektedir. Böylece o öğretim yılında o öğrencinin Türkçe dersine katılmaları sağlanacaktır.
Bazı anne ve babaların , ne yazık ki, yanlış bilgilendirildiklerini görmekteyiz. "Okula giden çocuğum eğer Türkçe öğrenirse Almanca öğrenemez, Almanca derslerinde geri kalır. Bu da çocuğumuzun geleceğini çok kötü etkiler" diye düşünenler bulunmaktadır. Bu düşünce temelden yanlıştır ve bilimsel gerçeklerle uyuşmamaktadır. Almanca öğrenmeye Türkçe bir engel değil tam tersine bir "olmazsa olmaz" önkoşuldur.
Bu gerçeğe karşı çıkmanın ise hiç bir bilimsel değeri yoktur.
Türkçe dersi bir yük değil, çocuğun bir donanımı, bir zenginliğidir. Okuldaki genel başarısını arttıracak en önemli etkendir. "Bir çocuk kendi anadilinde ne kadar güçlü ise bir diğer dili de o ölçüde iyi ve sağlam olarak öğrenir." Türkçe'si iyi olanın Almanca'sı da iyi olur. Bize bunların her ikisi de gerekli!
Arkadaşlarımızın da Türkçe'ye özen göstermelerini ve çocukların Türkçe derslerine katılmalarını sağlamalıyız.
Artık Almanya'ya yerleşik olmuş olmak ise olaya yeni bir önemlilik getirmiştir. Kendi anadiline egemen olamayan, Türkçe'yi okullarda bir ders olarak göremeyen çocuklarımız Almanca öğreniminde çok yüzeysel ve yetersiz kalıyorlar.
Almanya gelişmiş bir ülkedir. Çocuklarımıza anadillerini öğrenmeleri bir hak olarak sağlanmıştır. Bu hakkımızı kullanmamız gerekmektedir. Bu da ancak bizlerin istemiyle gerçekleşecek çok büyük bir şanstır. Bu şansı kaçırmayalım. Çocuklarımızı Türkçe dersine gönderelim, sorunlarla birlikte mücadele edelim .
Bir dil bir insan, iki dil iki insan !
Anadili Türkçe, okul dili Almanca! Bu bir zenginliktir. Çocuklarımız bizlerin birer çiçeği ise, Türkçe de onların özsuyudur.
Saygılarımla.....
 
(Lütfen bu yazıyı elinizdeki adreslere iletiniz.)
Gönen Çıbıkcı
  TÜRKEL
Dernek başkanı
 
 

Öz Deyişlerim

                    Öz Deyişlerim

 
Yaşam her gün
öğrenilecek
yeni derslerle yüklüdür.
Kim ise, sana
değer veren,
kalbini ona vermelisin.
 
Hakikatleri öğrenmek için
her bir an kapılarını,
aklını ve bilincini
açık tutmalısın.
Doğal
ve yüreği temiz
olduğun kadar,
değer görürsün.
 
Gurur duyman
gereken yerde
düşmanı olma.
Yüreğinin
en derinlerinde
taşıyabiliyorsan sevgini
Bunu onun da
bilmesi gerekmez mi?
 
Küçük hedeflerine
ulaşamazsan,
Daha ilerideki hedeflerine
nasıl ulaşabilirsin?
Çözüm yollarını araman
çok doğru. Ama önce
“sorun”un ne olduğunu
saptaman gerekmez mi?
 
Geçmişde yapılmış
hatalardan ancak ders çıkarıp,
daha iyi koşullar yaratmak demek
“yaşamının” çok daha iyi olacağı
anlamına gelmez mi?
Seni dinlemeğe “hazır” değilse,
önce onun hazır olmasını
beklemek gerekir mi,
yoksa, yola devam mı?
 
Kendi yolunu
bulmasını istemen
çok doğru olabilir.
Ama, önce
doğru bir yolu bulması
gerektiğine nasıl inandıracaksın?
“Hesabı” başkalarına
vermen gerekmiyor.
Asıl iş önce “kendine”
hesap verebilmendir.
 
Başkalarının anlamak
“istemediği” şeyleri
sen ne yaparsan yap,
kavratamazsın.
Kendini sakın suçlama
başkaları için.
Haksızlık yapma
kendine de başkalarına da.
Önce “akıl” ile ölç
ve değerlendir tarafsızca...
 
“Olumlu” ve “iyi”
düşünmen gerekir.
Nasıl düşünürsen,
sonuçda “O” sensin.
“Hayal” kuracaksan, “kurgu” yapacaksan,
Sadece “olumlu” şeyler geçir kafandan.
Bakarsın onlar bir gün “gerçek” okur.
 
Saçlarını iyi taraman
ve onlara güzel
bakman yeter mi?
Kafanın içerisini de
iyi ve bakımlı
tutman gerekmez mi?
En büyük “varlığın”
“SEN” olduğuna göre,
en çok da ona özen
göstermen gerekmez m?
 
Bazı özelliklerimiz
“tehlikeli” olabilir mi?
Öfke, hırs, yalan, iftira,
kavga, şiddet, hakaret,
tehdit... gibi şeyler... 
Kendimize da zarar vermez mi?
Seni
hangi konu
çok rahatsız ediyorsa,
Onu “hemen” paylaş.
Bekletme!
 

                                    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 05.04.2019


İnançlar ve Bireyler

 İnançlar ve Bireyler
·        İnsanlık tarihi kaç yıldır dersiniz?
·        Bin, on bin, yüz bin mi, yoksa milyonlarca yıl mı?
·        Bizim atamız sayılan homo erectus 1.3-1.8 milyon yıl önce Afrika’dan çıkıp Anadolu üzerinden Avrupa’ya geçti.
·        Ama onun beyni bizden çok küçüktü. Bizim kadar beyni olan insan türü homo sapiens olduğu için modern insan 60 bin yıl önce ortaya çıktı diyoruz. 
·        Homo erectus ve ondan öncekilere ‘insansı’ ya da ‘hominid’ denilir. 
·        Hominidlerin tarihi 3.8 milyon yıl önceye uzanır. 
·        “Bizim gibi insanlar” ne zaman ortaya çıktı deniliyorsa, o durumda da farklı tanımlar yapılabiliyor.
·        “İnsanlık tarihi denilince iki farklı tanım yapılabilir. Bazıları tarih deyince, yazılı olması gerektiğini kabul ediyor. “Tarih boyunca” demek yazının bulunduğu 5000 yıl öncesi demek de oluyor.
·        Ama yazıdan önceki arkeolojik kalıntıların yapılış tarihini biliyoruz. 
·        Bizim gibi insanlar ne zaman ortaya çıktı dediğimizde, farklı tanımlar yapılabiliyor. 
·        Bizim türümüzün adı homo sapiens. Homo sapiens yani “modern insan” 60 bin yıl önce günümüzdekine evrilmiş haldeydi. 
·        Şayet yeni iskeletler bulunursa, 100 bin yıl önceye de uzanabilir.
·        İnsanlık denildiğinde de o insanların yaşayışları, gelenekleri, ekonomik, sosyal yapıları, inançları vb. akla gelmelidir.
·        İlkel insandan günümüze değin “insanlar” çok değişik inançlara bağlanmışlar, kendilerine “din” adını vereceğimiz yapılar kurmuşlardır.
·        Tek tanrı inancını taşıyan “Semavi” dinler ise insanlık tarihi içinde çok eskidir, 5 bin yıldan bu yana gündemdedir.
·        Ya da insanın var oluşundan bu yana baktığımızda tarih içerisinde semavi dinler çok çok yenidir.
·        Musevilik 5000 yıldır vardır. Hristiyanlık ise 2000 yıldır vardır.
·        Hz Muhammed’e gelen ilk vahiy ‘oku yaradan Rabbinin adıyla oku’ idi ve kendisine inen bu vahiyle peygamber olmuştur.
·        610 yılı ile (Muhammedilik) İslam dini başlamış sayılır.
·        1409 yıldan bu yana Allah'ın gönderdiği din, Kur'an-ı Kerim dini hep ve her yönden ele geçirilmek istenmiştir.
·        Ya da ortaya konulan yeni etkiler ve ağırlıklarla asıl var olanın tam da dışında yeni bir dünya yaratılmağa çalışılmıştır.
·        Peygamberimizin nasıl ve hangi davalar uğrunda yaşadığını bile anlatmaktan kaçınıp sadece bir masal dünyası kurmak istemişlerdir.
·        Sultanların hakimiyeti ve şaşaalı yaşamları ve de ortaya çıkarılan birçok tarik ile ve bölünmeler ile koskoca bir ağ kurulmuştur.
·        Bugüne değin gitgide geliştirilen bu ağlar ise yoğunlukla da toplumların siyasi ve ekonomik alanlarını ele geçirmişlerdir.
·        Dünyanın her yerinde ve de hemen hemen her ülkesinde bu tür “yeni” yapılanlar çok güçlü ve derinlemesine olarak yayılmıştır.
·        “Din” adına yapılan birçok iş ve işlem ise kendi özünden çok uzak yerlere düşmüştür sonuçda.
·        Bu tür yapılanmalar ve yayılmalar sadece İslam dünyasında değil, diğer diğer semavi dinlerde de çok güçlüdür.
·        Din adına yapılan sert ve insanlık dışı uygulamalar, dinin insanı ve toplumu esir alması, kiliseler arası kavgalar, halk ayaklanmaları ve savaşlara neden olmuştur.
·        Rönesans dönemi yeniden bir akıllanma ve yapılanma getirmiş olsa bile Avrupa’da, dünyada var olan yayılmalar ve örgütlenmeler kendi yollarında devam etmiştir.
·        Hristiyanlık kendi içinde birçok kesin bölünmelere ve tarikatlara göre örgütlenmiş ve yayılmıştır.
·        Yahudilik de kendi içinde farklı gruplar göstermiştir.
·        Günümüzde batı toplumlarında yer alan gerçek bir demokrasi uygulamalarına imkan veren ise “din” adına yapılan güç savaşlarının kısmen de durdurulmuş olmasından ve “din” ile ilgili birçok uygulamanın ise inanç özgürlüğü kapsamına alınmasından ve de en önemlisi “devlet”in işlerine “din adına” karışılmaması ilkesinin kabul görmesi ve uygulanmasıdır.
·        Batı toplumunda bugün tarikatların yapısı ve işleyişi şeffafca görülmekte ve de yine çağdaş hukuk devletinin gözetimi ve denetimi altında olmaktadır.
·        Bu iyi bir gelişmedir.
·        Çok geniş yurttaşlar da tarikatların etki alanında ve onların hizmetindedir günümüzde.
·        Bu insanlar doğru buldukları ve inandıkları için oralarda memnuniyetle yer alırlar.
·        Çok geniş bir sorgulama ve eleştirme hakları da yoktur aslında...
·        Başka bir dünyaları, başka bir kültürleri de yoktur.
·        İnandığı dine, girdiği tarikata her yönleri ile bağlıdırlar.
·        Her şeyin üzerinde görürler içinde bulundukları “değerleri”...
·        Bazen öyle bir çizgiye gelirler ki her şeylerini bu uğurda harcayabilirler.
·        Bu radikal tavır günümüzde bile birçok örneklerini vermiştir.
·        Semavi dinlerin dışında kurulan gruplaşmalarda, tarikatlarda (Sekten) bu olgu ne yazık ki hep yaşanmıştır.
·        Bir de şunu görmemiz gerekir:
       - Son yüzyılın “yeni emperyalizm”i de o kadar başarılı olmuştur ki ülkelerin okur-yazarlarını, aydınlarını, münevverlerini, entellektüellerini çeşitli yönlerden etkileyerek onların "din" "İslam" adına düşünmelerini, incelemelerini sanki "engellemek" istemişlerdir.
·        Özellikle de sol ve sosyal demokrat kesimde yaratılan bir etkileme, bir algı yönetimi ile “Din-İslam” konuları, temel kitapları ve dinler tarihi, sosyal ve ekonomik etkileri nerede ise tamamen dışlanmış ve “devre dışı” bırakılmıştır.
·        Asıl olması gereken ise şu olmalı değil miydi?
·        Bu kesimlerin bu konuları çok iyi incelemeleri, yapılan manipülasyonları ve emperyalist etkileri görmeleri, tuzakları ve oyunları kavramaları ve anlamaları gerekmez miydi?
·        Tabii ki bunun olması için de doğru bir anlayışa ve araştırma yoluna girmek, çok emek harcamak gerekmez miydi?
·        İşin kolayına ve ucuzuna kaçmadan ama...
·        Evet doğrudur, mezhepler ve tarikatlar, din adına yapılan ekonomik ve politik suistimaller, yapılanmalar, İslam’ın temel kitabının dışındaki uygulamalar ve inançlar hem İslam’a hem de Kur’an dinine aykırılıklar göstermektedir.
·        Temel olana da zarar vermekte ve bambaşka yollara sapmaktadırlar.
·        Bu son saptamayı belki de hemen hemen her bir “demokrat”, “solcu” ve münevver kendince kabul etmektedir.
·        Çok az sayıda kişi ise konunun temel bilgilerine iyice sahip olarak ayırtlarda bulunabilme bilgisine ve gücüne sahiptir.
·        Bunların içinde ise yine çok az kişi yazısı ile sözü ile düşüncelerini açıklayabilmektedir.
·        Çok güçlü ve egemen olan, kabul gören geniş bir ağ kurulmuştur mezhepler ve tarikatlar tarafından.
·        Bu yapılara ancak çağdaş bir hukuk devletinin denetimi ve göstereceği sınırlarla yaklaşılabilir.
·        Peki, çağdaş hukuk devletinin işlemesi için gereken enstrümanların başında hukuksal güvence altında düşünce özgürlüğü ve siyasal partiler gelmez mi?
·        Siyasal partileri oluşturacak olan yurttaşların bilinci ve donanımı, kalitesi ve de ahlaki durumu... değil midir önemli olan?
·        Sadece günlük sohbetlerle, karşılıklı konuşmalarla, boş laflarla... olacak bir gidişat ise hem toplu genel anlamı ile, hem de bireylerini ancak yozlaştırır.
·        İleri ve çağdaş bir toplum olma yolunda engelleri aşmamıza hiç bir katkısı olmaz.
·        İnsan aklının geliştirilmesi ve beşeri akıl diyeceğimiz bir yönde işlenmesi gerekir. Böylelikle okuyan, yazan, araştıran ve de sorgulayan bireylerin oluşması sağlanabilir.
    Yoksa, koca koca kütleler oluşur ve kuru kalabalıklar ise bir yarar sağlamaz.
·        Bence, günümüzde her bir birey kendi durumunu “her şeyden önce” gözden geçirmelidir.
·        Günü nasıl geçmektedir, neleri nasıl algılamaktadır, hangi konularda araştırmalar yapmaktadır, kimlerle görüşmektedir, kendini nasıl geliştirmektedir, global zihin yönetimlerine karışın kendi iradesini ve özgürlüğünü ne denli koruyabilmektedir, akıl ve ruh sağlığını koruyabilmekte midir?
·        Güç kazanmak, güçlü ve sağlıklı olabilmek de bir birey için okumak ve araştırmaktan, sorgulamaktan geçer değil mi?
·        Pek çok alanda, binlerce, on binlerce ya da milyonlarca yıl öncesinin gerisinde kalıyorsak, bunun nedenlerini anlamak için, bilim tarihine bakmaktan başka çıkış yolumuz yok...
·        Özetin özeti ise şu olabilir mi:
       - Her şeyden önce, adam gibi adam yani insan olmamız gerekiyor ve bunun yolu da insanlık ve bilim tarihini doğru öğrenmekten ve doğru uygulamaktan geçiyor.. 
·        Bir ütopya ülkesine kavuşamayacağımızı bilsek bile yine de yaşanılabilir, huzur ve güven dolu bir ülke, bir dünya istemek de bizim bir insan olarak hem hakkımız hem de görevimizdir.
             
     Saygılarımla... 
     Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 05.04.2019, M.