30 Eylül 2025 Salı
BİR SINAVIN
. BİR SINAVIN VARDIR, KENDİNCE…
29 Eylül 2025 Pazartesi
TÜRKÇE ÖZELLİKLİ DİLDİR
. TÜRKÇE YÜKSEK
ÖZELLİKLİ BİR DİLDİR.
Anadilimiz
olan Türkçe'nin dünyanın özellikleri yüksek bir dil olduğunu çok iyi biliyoruz.
Türkçe'nin
dünyanın önde gelen dillerinden biri olduğu gerçeği, dilimizin zengin yapısı ve
tarihi derinliği göz önüne alındığında şaşırtıcı değil.
A)Türkçe'nin yüksek özellikli bir dil olmasının altında yatan
başlıca etkenlerden bazıları şunlardır:
a-Tarihi Derinlik ve Geniş
Coğrafya: En
az 1300 yıllık yazılı bir geçmişe sahip olması ve bir zamanlar üç kıtada
konuşulan büyük imparatorlukların resmi dili olması, dilin gelişimini ve söz
varlığını zenginleştirmiştir.
b-Sondandan Eklemeli (Aglutinatif) Yapı:
Sözcük köklerine eklenen yapım ve çekim ekleriyle yeni sözcükler türetme ve
karmaşık anlamları tek bir sözcükde ifade etme gücü, Türkçe'yi inanılmaz
derecede esnek ve üretken kılar.
Örneğin, "gel" kökünden
"gelemediklerimizdenmişsiniz" gibi uzun ve anlam dolu bir sözcük
türetilebilir.
c-Ses Uyumu (Vokal ve Konsonant
Harmonisi): Büyük ve küçük ünlü uyumu gibi ses kuralları, dilin telaffuzunu
kulağa hoş gelen, akıcı ve ritmik bir hale getirir.
Bu, Türkçe'ye benzersiz bir müzikalite
ve ahenk katar.
ç-Mantıksal ve Düzenli Gramer:
Türkçe'nin gramer yapısı oldukça düzenli ve istisnaları azdır.
Bu durum, öğrenilmesini ve bilgisayar
bilimleri gibi alanlarda işlenmesini nispeten kolaylaştırır.
d-Zengin Söz Varlığı: Farklı kültürlerle
olan etkileşimleri sayesinde, Türkçe hem kökeni öz Türkçeye dayanan hem de
Arapça, Farsça, Fransızca gibi dillerden alınmış geniş bir sözcük dağarcığına
sahiptir.
B)Dilimizi başka dillerin etkisinden kurtarmalıyız.
Bu,
Türkiye'de hem dil bilimciler hem de kamuoyu arasında sıkça tartışılan, son
derece önemli ve hassas bir konudur.
Dilin
saflığını koruma ve yabancı etkilerden arındırma (özleştirme) çabaları,
özellikle Cumhuriyet'in kuruluşundan itibaren devlet politikalarıyla
desteklenmiştir.
Dilimizi
koruma çabası, kültürel kimliğimizi ayakta tutmak için hayati öneme sahiptir.
Bu,
sadece yabancı kelimeleri yasaklamakla değil, ana dil eğitiminin
güçlendirilmesi, güzel ve doğru Türkçe kullanımının özendirilmesi ve yeni
kavramlara akıcı Türkçe karşılıkların üretilip yaygınlaştırılmasıyla olası
olabilir.
Bu
konuda en büyük sorumluluk, dilin doğru ve bilinçli kullanımına özen gösteren
herkese aittir.
Bu
konudaki duyarlılığımız aslında dilin kimliğinin ve kültürel bağımsızlığın
korunması arayışını yansıtır.
İşte
bu çabalar ve konunun karmaşıklığı hakkında bazı temel noktalar:
1. Tarihsel Arındırma Çabaları (Özleştirme)
Türkçeyi
yabancı dillerin etkisinden kurtarma hareketi, özellikle Türk Dil Kurumu'nun
(TDK) 1932'de kurulmasıyla hız kazanmıştır. Bu hareketin temel amaçları
şunlardı:
a-Sadeleştirme: Osmanlıcadan (Arapça ve
Farsça ağırlıklı) ve son dönemde Batı dillerinden (özellikle Fransızca) gelen
kelimelerin yerine, kökeni Türkçe olan veya yeni türetilen karşılıklar bulmak.
b-Terminoloji Geliştirme: Bilim, sanat
ve teknik alanlardaki kavramlara Türkçe karşılıklar üretmek (örneğin,
matematikte "müselles" yerine "üçgen", "zatürre"
yerine "akciğer iltihabı" gibi).
TDK,
günümüzde de bu misyonunu sürdürerek, özellikle teknoloji ve güncel yaşamda
hızla dilimize giren yabancı sözcüklere Türkçe karşılıklar bulma ve önerme
çalışmalarına devam etmektedir.
2. Yabancı Sözcük Etkisinin Kaynağı
Günümüzde
Türkçe'ye en büyük “yabancı sözcük akışı” genellikle İngilizce üzerinden
gelmektedir.
Bunun
ana nedenleri şunlardır:
a-Teknoloji ve İnternet: Bilişim,
yazılım ve internet terminolojisinin uluslararası standartlarda İngilizce
olması.
b-Popüler Kültür ve Medya: Sinema,
müzik, moda ve spor gibi alanlarda küresel İngilizce terimlerin yaygınlığı.
c-Akademik ve Ticari Dil: Uluslararası
ticaret ve akademik yayınlarda İngilizcenin baskın dil olması.
3. Dilin Doğası ve Zorluklar
Bu
arındırma çabaları ne kadar takdire şayan olsa da, dil bilimsel açıdan tamamen
arınmış bir dil yaratmak “zor” bir süreçtir:
a-Dil Canlı Bir Organizmadır: Diller,
kültürel etkileşimler ve zamanla doğal olarak değişime uğrar ve yeni sözcükler
alır. Tarih boyunca her dil, komşu dillerden sözcük alıp vermiştir.
b-İletişim Hızı: Gündelik konuşma ve
özellikle gençlerin kullandığı dildeki sözcük alışverişini durdurmak pratik
olarak pek kolay olmayabilir.
c-Karşılık Bulma Sorunu: Yeni bir kavram
için önerilen Türkçe karşılığın, yabancı sözcük kadar hızlı benimsenmesi ve
yaygınlaşması her zaman gerçekleşmeyebilir.
Eğer önerilen sözcük günlük dilde akıcı
değilse, kullanıcılar kolay olan yabancı sözcüğü benimseyebilir..
C)Çok okumak ve de yazmak dilimizin düzeyini artırır.
Çok
okumak ve de yazmak, bir dilin düzeyini artırmanın ve kişisel dil becerilerini
geliştirmenin en temel, en güçlü iki yoludur.
Bu
iki eylem, dilin zenginliğini ve inceliklerini öğrenme konusunda birbirini
destekleyen bir döngü oluşturur:
Okumak,
dile dair bilgiyi ve güzelliği almak (input); yazmak ise bu bilgiyi kullanarak üretmek
(output) demektir.
İkisi
bir araya geldiğinde dil, en üst düzeyine ulaşır.
1. Okumanın Dili
Nasıl Güçlendirdiği Görebiliriz:
Okuma,
dilin adeta laboratuvarıdır.
Sürekli
okumak bize şu yararları sağlar:
a-Söz Varlığını Zenginleştirir: Yeni ve
nadir kelimeleri, deyimleri ve atasözlerini bağlam içinde öğrenirsiniz. Bu,
kelime dağarcığınızı pasif öğrenme yoluyla zahmetsizce büyütür.
b-Doğru Yapıyı Öğretir: Usta yazarların
cümle kuruluşlarını, paragraf akışlarını ve dilin mantıksal yapısını farkında
olmadan içselleştirirsiniz. Bu, kendi yazı ve konuşma dilinizin gramer ve
sentaks (söz dizimi) açısından düzelmesini sağlar.
c-Farklı Üsluplar Kazandırır: Edebiyat,
makale, köşe yazısı gibi farklı türleri okuyarak, resmi dilden mizahi dile
kadar geniş bir üslup yelpazesine hâkim oluruz.
2. Yazmanın Dili
Nasıl Yükselttiği Görebiliriz:
Yazmak
okumayla edindiğiniz bilgileri etken olarak kullanma ve pekiştirme pratiğidir.
a-Düşünceyi Netleştirir: Yazma eylemi,
düşüncelerinizi en uygun sözcüklerle, mantıksal bir sıra içinde kağıda dökmeyi
gerektirir.
Bu süreç, yalnızca dilimizi değil, aynı
zamanda düşünme disiplinimizi de geliştirir.
b-Akıcılığı Artırır: Ne kadar çok
yazarsanız, sözcükleri ve tümce yapılarını o kadar hızlı ve doğru bir şekilde
bir araya getirirsiniz.
Bu, konuşma dilimize de yansır ve ifade
yeteneğimizin akıcılığını artırır.
c-Kural Bilgisini Pekiştirir: Noktalama,
imla ve gramer kurallarını teoriden pratiğe dökerken hatalarımızı fark eder ve
bu kuralları kalıcı olarak öğreniriz.
Ç)Konuşurken ve yazarken dilimizin içine başka dilden sözcükler
eklememeliyiz.
Bu
konuda dile getirdiğiniz görüş, Türkçe'nin özgünlüğünü ve gücünü koruma
isteğinin çok doğal bir yansımasıdır.
Konuşma
ve yazmada yabancı sözcük kullanmaktan kaçınmak, dil bilincini yüksek tutmanın
ve dilin kendine has ifade zenginliğini öne çıkarmanın en pratik yollarından
biridir.
Bu
yaklaşımın önemini ve pratik adımlarını şu şekilde inceleyebiliriz:
1. Dilin Akıcılığı ve Anlaşılırlığı:
Yabancı
sözcükler, özellikle her dinleyici ya da okuyucu tarafından bilinmediğinde, iletişimin
akıcılığını ve anlaşılırlığını bozar.
Türkçe'de
zaten var olan bir sözcük yerine yabancı bir karşılığını kullanmak, hem
gereksiz bir gösteriş algısı yaratabilir hem de tümcenin doğallığını
zedeleyebilir.
-Örnek:
"Bu konuda bir feedback vermeniz gerekiyor." yerine, "geribildirim"
veya "dönüt" demek, mesajın Türkçenin mantığı içinde “daha güçlü” bir
şekilde iletilmesini sağlar.
2. Düşünceyi
Güçlendirme
Kendi
ana dilimizin sözcüklerini kullanmak, düşünce sistemimizi de doğrudan etkiler.
Ana
dilimizde düşünmek ve ifade etmek, kavramları daha derinlemesine anlamamızı ve
daha incelikli anlatımlar geliştirmemizi sağlar.
Yabancı
sözcüklere başvurmak yerine, o kavramın Türkçe karşılığını bulmaya çalışmak,
aslında dilimizi etken olarak kullandığımızı ve geliştirdiğimizi gösterir.
3. Pratik Çözüm
Yolları ve Seçenekler
Konuşma
ve yazma sırasında yabancı sözcüklerden kaçınmak için kendimizi duyarlı tutmamız
gerekir.
Türk
Dil Kurumu'nun (TDK) güncel olarak teknoloji ve günlük hayattan dilimize giren
yabancı sözcüklere bulduğu Türkçe karşılıkları izlemek ve kullanmak, bu bilinci
günlük hayatımıza taşımanın en etkili yoludur.
Günlük
dilde yabancı sözcüklerin Türkçe karşılıklarının kullanılması, dilimizin
kalitesini çok artıracaktır.
.
Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.29, İS.
. YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.
(YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)
BAĞIMSIZLIK VE ÖZGÜRLÜK
. BAĞIMSIZLIK VE
ÖZGÜRLÜKTEN YANA OLMAK:
Türkiye
devlet ve kurumlarıyla, siyasi partileriyle “bağımsızlıktan ve özgürlükten”
yana politikalara dönmelidir.
Bu
isteğin altında bağımsızlık ve özgürlük odaklı politikaların önemi ve
gerekliliği yatmaktadır.
Bu
tür bir dönüşüm; Türkiye'nin devlet kurumları, yasama, yürütme ve yargı
organları ile siyasi partilerinin, bireysel hak ve özgürlükleri güvence altına
alan, demokratik süreçleri güçlendiren, hukukun üstünlüğünü tesis eden ve ulusal
çıkarları bağımsız bir zeminde koruyan politikalara ağırlık vermesi anlamına
gelir.
Böyle
bir yaklaşım, toplumun farklı kesimlerinin siyasi hayata katılımını
artırabilir, ülkenin iç ve dış politikada daha güçlü ve öngörülebilir bir
konuma gelmesine katkıda bulunabilir.
Bu
konuda önemli olan spesifik bağımsızlık veya özgürlük alanları nelerdir, diye
düşünmeliyiz.
Ekonomik
bağımsızlık, düşünce özgürlüğü, yargı bağımsızlığı gibi konular da öne çıkar
mı?
A)ABD ve Batı’dan
medet uman politikaların terk edilmesi acil olarak gereklidir.
ABD
ve Batı'dan medet uman politikaların terk edilmesi gerektiği yönündeki
argümanlar genellikle, bu tür bir dış politika yöneliminin potansiyel ulusal
riskleri ve uzun vadeli maliyetleri üzerine odaklanır.
Bu
politikaların terk edilmesi gerektiğini savunanlar, temel olarak Türkiye'nin tam
bağımsızlık, egemenlik ve siyasal-ekonomik esneklik elde etmesinin ancak çok
kutuplu bir dünyada “kendi ayakları üzerinde” duran, “dengeli ve proaktif” bir
dış politika ile mümkün olabileceğini öne sürer.
Bu
politikaların eleştirilme ve terk edilme gerekliliği şu temel nedenlere
dayanır:
1.
Ulusal Çıkarların Korunması
Sürekli
olarak tek bir bloktan (ABD ve Batı) destek ve onay beklemek, Türkiye'nin ulusal
çıkarlarını ikinci plana atma riskini doğurabilir. Bu durum, Türkiye'nin kendi
coğrafyasında (Ortadoğu, Karadeniz, Akdeniz) bağımsız ve esnek kararlar
almasını zorlaştırabilir. Eleştirenler, bağımsız bir politikanın, gerektiğinde
o blokla bile çıkar çatışmasına girmekten çekinmemeyi gerektirdiğini savunur.
2.
Dış Politika Bağımsızlığı ve Çok Yönlülük
'Medet
umma' olarak nitelendirilen bir yaklaşım, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerde çok
yönlü (multilateral) bir politika izlemesini engeller. Bağımsız bir politika,
farklı küresel ve bölgesel güçlerle (Asya, Afrika, diğer Avrasya ülkeleri)
karşılıklı saygı ve çıkar temelinde ilişkiler kurarak denge politikası gütmeyi
mümkün kılar. Bu da ülkenin dış baskılara karşı direncini artırır.
3.
İç Siyasete Etki ve Siyasal Özgürlük
Bazı
eleştirmenlere göre, Batı'dan sürekli beklenti içinde olmak, ülkenin iç
siyasetine ve kurumlarına (demokrasi, yargı, ekonomi) yönelik dış müdahalelere
ve yönlendirmelere açık kapı bırakabilir. Bağımsız bir duruş, iç siyasal ve
toplumsal sorunların dış baskı olmadan, ulusal egemenlik çerçevesinde
çözülmesini teşvik eder.
4.
Ekonomik Bağımlılık Riski
Tek
bir ekonomik ve siyasi bloka aşırı bağımlılık, bu bloktan gelebilecek ekonomik
yaptırımlara ve baskılara karşı ülkeyi kırılgan hale getirebilir. Bağımsız
politikalar, ekonomik ortaklıkları çeşitlendirerek bu riskleri dağıtmayı ve
ülkenin ekonomik dayanıklılığını artırmayı amaçlar.
B)Antiemperyalist Çizginin Temel Gereklilikleri
Türkiye'nin
antiemperyalist çizgiye sahip çıkması, kuruluş felsefesindeki tam bağımsızlık
ilkesine dönüş ve uluslararası sistemde edilgen değil, proaktif ve özne bir rol
üstlenmesi anlamına gelir.
Türkiye
Devleti'nin antiemperyalist çizgiye sahip çıkmasının gerektiği aslında modern
Türk siyasi tarihindeki köklü bir damara işaret eder.
Antiemperyalizm,
en genel anlamıyla, uluslararası sistemdeki güç dengesizliklerine, sömürüye ve
siyasi-ekonomik tahakküme karşı duruş demektir.
Bu
çerçevede Türkiye'nin antiemperyalist duruşu ilk olarak hangi alanda (ekonomi,
askeri/savunma, dış politika) somut adımlarla güçlendirilmelidir, diye
düşünmeliyiz.
Türkiye
bağlamında bu çizgiye sahip çıkmak genellikle şu temel politikaları ve
hedefleri içerir:
1.
Tam “Ulusal Egemenlik”
-Dış Müdahaleye Direnç: Devletin, özellikle
kritik konularda (savunma, enerji, dış politika), hiçbir büyük gücün baskısı
veya yönlendirmesi altında kalmadan tam bağımsız kararlar alabilmesi.
-Hukuk ve Yargı Bağımsızlığı: Ulusal yargı
sisteminin ve yasama organının, dış odakların siyasi veya ekonomik çıkarlarına
hizmet eden kararlar almaktan kaçınması.
2.
Ekonomik Bağımsızlık
-Stratejik Sektörlerin Korunması: Enerji,
tarım, savunma sanayii ve kritik teknolojiler gibi alanlarda dışa bağımlılığın
azaltılması ve ulusal kontrolün güçlendirilmesi.
-Adil Ticaret ve Borç Politikaları:
Uluslararası finans ve ticaret sistemlerinin, ülkenin aleyhine işleyen sömürücü
mekanizmalarına “karşı” mücadele etmek.
3.
Çok Kutuplu Dış Politika
-Denge Siyaseti: Tek bir küresel gücün (Batı,
Doğu, vb.) yörüngesine girmek yerine, farklı bölgesel ve küresel güç
merkezleriyle (Asya, Afrika, Latin Amerika) karşılıklı çıkar ve saygı temelinde
ilişkileri çeşitlendirme ve dengeleme.
-Bölgesel Liderlik: Kendi coğrafyasındaki
sorunları, “dış müdahale olmaksızın”, bölge ülkeleriyle birlikte çözme iradesi
göstermek.
4.
Kültürel ve Siyasal Özgünlük
-Ulusal Kimliğin Korunması: Küresel kültürün ve
siyasal ideolojilerin dayatmalarına karşı ulusal kültürü ve değerleri koruyarak
“toplumsal direnci” artırmak.
C)Türkiye kişiler üzerinden değil, ilkeler ve değerler üzerinden
politikalar geliştirmelidir.
Bu
da sağlıklı ve sürdürülebilir bir siyasal yapının en kritik gerekliliklerinden
birini vurgulamaktadır:
Kişilere
bağlı geçici politikalardan, evrensel ve kalıcı ilkelere bağlı politikalara
geçiş sağlanmalıdır.
Kişiler
üzerinden politika geliştirmenin riskleri ve bunun yerine ilkeler ve değerler
üzerinden hareket etmenin faydaları şunlardır:
Kişisel
Politikaların Riskleri
1-Sürdürülebilirlik
Eksikliği: Bir lider veya güçlü bir figür değiştiğinde, tüm politikalar ve
yönelimler hızla altüst olabilir. Bu, devlet politikalarında tutarsızlık ve
öngörülemezlik yaratır.
2-Kurumsal
Zayıflık: Kararlar, kurumların (meclis, bakanlıklar, yargı) bağımsız analiz ve
değerlendirmelerinden ziyade, bireyin tercihlerine göre alınır.
Bu
durum, devlet kurumlarının işlevini aşındırır.
3-Güven
Krizi: Toplum, siyasetteki sürekliliği kurallarda değil, bireyin gücünde
gördüğü için, kişiye olan inanç sarsıldığında, sisteme olan güven de sarsılır.
İlke
ve Değer Odaklı Politikaların Önemi
İlke
ve değerler üzerinden politika geliştirmek, siyasal sistemi şu açılardan
güçlendirir:
Türkiye'nin
bu dönüşümü gerçekleştirmesi, güçlü ve bağımsız kurumları merkeze alan, “Anayasal”
ilkeleri ödün vermeden uygulayan ve politikanın özünü kişilere tapınmaktan
arındıran bir yaklaşımı zorunlu kılar.
1-Şeffaflık
ve Hesap Verebilirlik
Politikalar,
kimin söylediğine bakılmaksızın, hukukun üstünlüğü, adalet ve eşitlik gibi
somut ve ölçülebilir ilkelere dayandığında, hem vatandaş hem de denetleyici
kurumlar için hesap sorma süreci kolaylaşır.
Kararların
mantığı kişisel değil, “evrensel bir değere” dayandırılarak meşrulaşır.
2-Kurumsal
Süreklilik ve İstikrar
Siyaset,
"doğru olanın yapılması" ilkesine odaklanır.
Liderler
değişse bile, devletin temel yönetim ilkeleri (örneğin, yargı bağımsızlığı,
liyakat, ifade özgürlüğü) kalıcı kalır.
Bu
hem iç yatırımcı hem de dış dünya için “güven ve öngörülebilirlik” sağlar.
3-Toplumsal
Anlaşmanın Güçlenmesi
Kişisel
kararlar kutuplaştırıcı olabilirken; demokrasi, ulusal egemenlik, liyakat ve adil
bölüşüm gibi ortak değerler etrafında geliştirilen politikalar, toplumun farklı
kesimleri arasında daha geniş bir uzlaşı zemini yaratır.
Ç)Ürkek ve dışarıdan medet uman politikalar Türkiye'ye her zaman
zarar getirir.
Bağımsızlık,
cesaret ve kendi gücüne güven temelinde şekillenen bir dış politika,
Türkiye'nin uzun vadeli çıkarlarını korumanın ve uluslararası sistemde saygın
bir konuma gelmesinin anahtarı olarak görülür.
Türkiye'nin
dış politikadaki “otonom” ve “kendine güvenen” bir duruşa sahip olması her
zaman önemlidir.
Bağımsız
duruşun bir sonraki aşaması, askeri caydırıcılık mı olmalı, yoksa ekonomik
özerklik mi, diye de iyi düşünülmelidir.
Tarihsel
ve güncel olarak bakıldığında "ürkek" veya "dışarıdan medet
uman" politikaların Türkiye'ye zarar verme potansiyeli taşımasının temel
nedenleri şunlardır:
1.
Ulusal Çıkarların İhmali
a-Taviz Verme Baskısı: Dış güçlerden sürekli
onay veya yardım beklemek, Türkiye'yi kritik konularda taviz vermeye mecbur
bırakabilir.
Örneğin, jeopolitik çıkarların çatıştığı
anlarda, destek alınan gücün politikalarına uyum sağlamak adına ulusal
hedeflerden geri adım atılabilir.
b-İkincil Konuma Düşme: Bu tür bir bağımlılık,
Türkiye'yi uluslararası arenada bir özne olmaktan çıkarıp, daha büyük bir gücün
uydu devleti veya destekçisi konumuna itebilir.
Bu da uzun vadede stratejik derinliği ve etki
alanını daraltır.
2.
Öngörülemezlik ve İstikrarsızlık
a-Değişen Rüzgarlara Bağlılık: Politikalar, iç
dinamikler yerine dışarıdaki liderlerin veya blokların değişen önceliklerine
göre şekillenmek zorunda kalır.
Bu durum, özellikle dış yatırımcılar ve
müttefikler nezdinde Türkiye'nin politikalarını öngörülemez ve güvenilmez hale
getirir.
b-Dış Baskılara Açıklık: Medet umulan gücün
herhangi bir kriz anında desteği çekmesi veya yaptırım uygulaması durumunda,
ülke kırılgan hale gelir.
3.
Toplumsal Güven ve Siyasal Meşruiyet Erozyonu
a-Egemenlik Algısı: Dışarıdan gelen
yönlendirmelere aşırı duyarlı bir yönetim sergilemek, halkın gözünde ulusal
egemenliği zedeler.
Bu durum, iktidarın siyasal meşruiyetini
zayıflatır ve toplumsal mutabakatı bozar.
b-İç Kutuplaşma: Dış destek arayışı, iç
siyasette muhaliflerin o dış güce düşman olarak yaftalanmasına yol açabilir; bu
da demokratik tartışma ortamını zehirler.
.
Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.29,
İS.
. YAZININ
TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.
(YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)
28 Eylül 2025 Pazar
SOL PARTİLERİN
. SOL
PARTİLERİN ÜLKEYE ETKİLERİ
. Türkiye'de bulunan “sol görüşlü siyasi
partiler ve sol görüşlü dernekler” Türkiye Cumhuriyeti devletinin
bağımsızlığına ve özgür, üniter yapısına karşı olabilirler mi?
. Türkiye'deki siyasi partiler ve dernekler,
faaliyetlerini ülkenin anayasal çerçevesi içinde yürütmek zorundadırlar.
. “Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası”nın ilk dört maddesi, devletin temel
niteliklerini güvence altına alır ve bu maddeler değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez. (bağımsızlık, üniter yapı, cumhuriyetin
nitelikleri)
A)Yasal Çerçeve ve Siyasi
Partiler
Türkiye'deki
siyasi partilerin kuruluşu ve faaliyetleri, Siyasi Partiler Kanunu ile de
düzenlenmiştir.
Bu kanuna göre:
1.
Partilerin
tüzük ve programları, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğüne, insan haklarına ve laiklik ilkesine aykırı olamaz.
2.
Bir
siyasi partinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne (üniter
yapısına) veya anayasal düzene aykırı eylemlerde bulunması, Anayasa Mahkemesi
tarafından kapatılmasına veya devlet yardımından yoksun bırakılmasına neden
olabilir.
Bu nedenle,
yasal olarak tanınan ve faaliyet gösteren hiçbir siyasi partinin veya derneğin,
resmî programında veya tüzüğünde açıkça “devletin bağımsızlığına veya üniter
yapısına karşı” bir amaç ilan etmesi veya bu doğrultuda eylemlerde
bulunması yasal değildir.
B)Farklı
Görüşler ve İdeolojiler
Bununla
birlikte, sol siyaset yelpazesi çok geniştir ve farklı görüşlere sahip
partiler/dernekler mevcuttur:
a-Bazı sol
partiler, tam bağımsızlık ve üniter devlet yapısının korunması konusunda çok
hassas bir duruş sergileyebilir.
b-Bazı diğer
sol ideolojilere sahip gruplar ise, mevcut anayasal tanım ve yönetim biçimleri
yerine, daha radikal sosyalist veya komünist bir düzeni savunabilirler.
Bu tür gruplar,
uluslararası dayanışmaya daha fazla vurgu yapabilir veya mevcut üniter
yapının içinde yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması gibi konularda
farklı yaklaşımlara sahip olabilirler.
c-Bazıları ise
tarihi süreçte “yasa dışı” kabul edilmiş veya “terör örgütü” olarak
nitelendirilmiş eylemleri veya amaçları destekleyebilir.
C)Türkiye’de
Laik Cumhuriyet karşıtı bazı Marksistler, sola bile ihanetlerini gizlemek için
gündem oluşturmak istediklerinde neler söyleyebilirler?
. Türkiye'de laik cumhuriyet karşıtı olan ve bu
karşıtlıklarını gizlemek isteyen bazı Marksist veya aşırı sol grupların, kendi
ideolojik hedeflerini perdelemek ve gündem oluşturmak için kullanabileceği
söylem ve taktikler, genellikle mevcut siyasi ve toplumsal fay hatlarını “istismar
etmeye” dayanır.
. Bu tür gruplar, "sola ihaneti"
gizlemek için, “asıl amaçları” olan “laik cumhuriyetin yıkılması” veya “radikal
bir dönüşümü”, daha popüler ve geniş kitlelere hitap eden başlıklar altında
sunabilirler.
1. Toplumsal
Adalet ve Eşitsizlik Söylemleri
. Laiklik karşıtlığını ve radikal değişim
isteğini örtmek için en sık kullanılan yöntem, “solun temel değerleri” olan toplumsal
adalet ve sınıf mücadelesi kavramlarını “aşırı uçlara” çekmektir:
a-"Gerçek
Sol, Ezen Devlet Yapısıyla Uzlaşmaz": Cumhuriyetin kurucu değerlerini ve
laikliği savunmayı, "burjuva solculuğu", "statükoculuk"
veya "Kemalist vesayet" olarak nitelendirirler.
Bu yolla,
laikliği savunan sol partileri ve aydınları, halkın gerçek sorunlarını
(ekonomik eşitsizlik, yoksulluk) görmezden gelmekle ve iktidarla iş birliği
yapmakla itham ederler.
b-"Laiklik,
İşçi Sınıfının Değil, Üst Sınıfların Sorunudur": Laikliğin, Marksist bir
devrim hedefi için öncelikli bir sorun olmadığını, sadece seküler üst ve orta
sınıfların hassasiyeti olduğunu iddia ederek, laiklik tartışmasını sınıf
mücadelesinin önüne geçiren her yaklaşımı hedef gösterirler.
Bu, laiklik
karşıtı dini gruplarla ortak bir zemin oluşturmalarını kolaylaştırır.
c-"Eşitlikçi
Federalizm" veya "Radikal Yerinden Yönetim": Üniter ve
merkeziyetçi yapının ekonomik “eşitsizliğin kaynağı” olduğunu savunarak,
ülkenin yönetim biçiminde "halkların kendi kaderini tayin hakkı" gibi
Marksist kavramlarla örtüşen radikal değişiklikler önerirler.
2. Popülist
Mağduriyet ve Kimlik Siyaseti
Hedefleri
genellikle Marksizmin katı sınıf teorisinden çok uzak olan, popülist ve kimlik
siyasetine odaklı söylemlerle gündem oluştururlar:
a-"Cumhuriyetin
Kurucu Felsefesi Aslında Bir İhanettir": Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçişi,
"emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi" yerine, "yerli
işbirlikçilerin" (burjuvazinin) "halkın devrimini çaldığı" bir
süreç olarak gösterirler.
Bu, hem
cumhuriyete karşı olan İslamcı hem de etnik milliyetçi gruplarla ortak bir
"kurucu rejime karşıtlık" cephesi oluşturma amacı taşır.
b-"Sömürge
Tipi Yönetim Eleştirisi": Mevcut devlet yapısını ve laikliği, "Batı'nın
dayatması", "yerli halklara yabancı" veya "sömürgeciliğin
bir uzantısı" olarak tanımlayarak, anti-emperyalist duyguları “kendi
amaçları” için kullanırlar.
c-"Özgürlük"
Kavramını Manipüle Etmek: Laiklik, ifade özgürlüğünü kısıtlayan baskıcı bir
araçmış gibi sunulurken, dini veya kültürel grupların radikal talepleri "özgürlük
mücadelesi" ve "ötekileştirilmişlerin sesi" olarak
meşrulaştırılmaya çalışılır.
3.
Uluslararası Gündeme Atıf ve Yenilik İddiası
Bu tür
söylemlerin temel amacı, Marksist radikalizmi ve “laik cumhuriyete karşıtlığı”,
toplumsal adalet, özgürlük ve eşitsizlikle mücadele gibi “halkın meşru
talepleri arasına” sızdırmaktır.
Kendilerini “yenilikçi
ve evrensel” bir solun parçası göstermek için uluslararası Marksist/sol
akımlardan örnekler kullanabilirler:
a-"Klasik
Sol Çözümlemeler Miadını Doldurdu": Kendilerini, değişen dünya koşullarına
ayak uydurmuş, "post-Marksist" veya "yeni sol" olarak
pazarlarlar.
Buna göre,
"eski tip" Kemalist veya laikliği savunan solun eleştirileri artık "anakronik"
(çağ dışı) ve "durağan" kalmıştır.
b-"Radikal
Demokrasi ve Kurucu Meclis Çağrısı": Ülkenin tüm sorunlarının kaynağının
mevcut anayasa ve kurumlar olduğunu ileri sürerek, "tüm ezilenlerin"
katılımıyla kurulacak bir Kurucu Meclis çağrısı yaparlar.
Bu çağrı, “anayasal
düzeni toptan reddetme” ve kendi radikal vizyonlarını dayatma çabasını gizler.
Ç)ÖZETLE:
Türkiye
Cumhuriyeti'nde yasal olarak faaliyet gösteren “siyasi partiler ve dernekler”,
anayasal zorunluluk gereği devleti yıkmaya, bağımsızlığını zedelemeye veya
üniter yapıyı parçalamaya yönelik bir amaç güdemezler.
Ancak, anayasanın
sınırları içinde kalmak koşuluyla, devletin yapısı ve yönetimi hakkında farklı
ideolojik “yorumlar ve politik öneriler” sunabilirler.
. Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.28,
İS.
. YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
. .
(YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)
ÖZ İRADESİNE SAHİP
. TÜRK MİLLETİ KENDİ
ÖZ İRADESİNE SAHİP ÇIKACAKTIR.
Bu güçlü ve
anlamlı bir ifade için tüm yurtseverleri bilinçli olarak çalışması ve mücadele
etmesi gerekir.
Türk
Milleti'nin kendi öz iradesine sahip çıkması, egemenliğin millete ait olduğunu,
kararlarını bağımsızca alacağını ve geleceğini kendi tayin edeceğini vurgulayan
temel bir ilkedir.
Bu ifade, demokrasi,
ulusal bağımsızlık ve millî birlik gibi kavramların önemini hatırlatır.
Özgürlüğe ve
bağımsızlığa sahip çıkmak; sadece cephede savaşmak değil, aynı zamanda iyi bir yurttaş,
eleştirel bir birey, üretken bir ekonomist ve birleştirici bir komşu olmaktır.
Bu sürekli bir
nöbettir, herkes buna katılmalıdır.
A)Türk milleti
ülkenin özgürlüğüne ve bağımsızlığına nasıl sahip çıkabilir, neler yapmalıdır?
Türk Milleti'nin
özgürlüğüne ve bağımsızlığına sahip çıkması için hem bireysel hem de toplumsal
düzeyde atılması gereken birçok adım bulunmaktadır.
Bu süreci
destekleyecek temel eylemler ve prensipler şunlar olacaktır:
1. Demokrasiye ve Hukukun
Üstünlüğüne Sahip Çıkmak
Özgürlüğün en
güçlü güvencesi demokratik sistemin ve hukuk devletinin korunmasıdır.
-Aktif
Yurttaşlık: Seçimlerde oy kullanmanın ötesinde, yerel ve ulusal kararlara
katılarak, sivil toplum kuruluşları (STK'lar) aracılığıyla sesi duyurmak.
-Temel
Hak ve Özgürlükleri Savunmak: İfade, basın ve toplanma özgürlüğü gibi temel
hakların kısıtlanmasına karşı durmak, hukukun herkes için eşit ve tarafsız
işlemesi için talepte bulunmak.
-Şeffaflık
ve Hesap Verebilirlik: Devlet kurumlarının şeffaflığını ve kamu kaynaklarının
doğru kullanımını talep etmek ve bu konularda denetleyici olmak.
2. Eğitim ve Eleştirel
Düşünceyi Güçlendirmek
Bağımsızlığın
en büyük düşmanı “cehalet ve manipülasyon”dur.
-Tarih
Bilinci: Ulusal bağımsızlık mücadelesini ve tarihsel süreçleri doğru öğrenerek,
bu değerlerin önemini yeni nesillere aktarmak.
-Nitelikli
Eğitim: Bilimi, felsefeyi, sanatı ve eleştirel düşünme becerilerini esas alan,
sorgulayıcı bir eğitim sistemini desteklemek ve çocukların bu şekilde
yetişmesini sağlamak.
-Doğru
Bilgiye Ulaşım: Medya okuryazarlığını geliştirmek, sosyal medyada ve geleneksel
medyada yayılan “dezenformasyona” (yalan haber) karşı “uyanık” olmak ve bilgiyi
farklı kaynaklardan teyit etmek.
3. Ekonomik Bağımsızlığı
Desteklemek
Bir ülkenin
siyasi bağımsızlığı, genellikle ekonomik bağımsızlığına dayanır.
-Yerli
Üretimi Desteklemek: Kaliteli ve katma değeri yüksek yerli üretimi tercih etmek
ve bu alandaki girişimcileri cesaretlendirmek.
-İsraftan
Kaçınmak: Hem bireysel hem de kamusal alanda kaynakları verimli kullanmak ve
israfı önlemek.
-Yüksek
Teknolojiye Yatırım: İthalata bağımlılığı azaltacak, stratejik öneme sahip savunma
sanayi, yazılım, enerji gibi alanlarda ulusal kapasiteyi artırmaya yönelik
politikaları desteklemek.
4. Millî Birlik ve
Toplumsal Huzuru Korumak
İçeriden
bölünmüş bir milletin dış baskılara direnmesi zorlaşır.
-Ortak
Değerlerde Birleşmek: Türkiye Cumhuriyeti'nin temel değerleri etrafında
birleşerek, ülkenin bütünlüğünü ve huzurunu tehdit eden her türlü iç ve dış
provokasyona karşı durmak.
-Farklılıklara
Saygı: Toplumdaki siyasi, kültürel, etnik ve inançsal farklılıkları zenginlik
olarak görmek, ayrımcılıktan kaçınmak ve hoşgörüyü artırmak.
B)Türk Milleti'ni mücadelesinde engelleyenler olacaktır.
Tarih boyunca
olduğu gibi, Türk Milleti'nin bağımsızlık, özgürlük ve kalkınma mücadelesinde
içeriden veya dışarıdan “engeller, zorluklar ve karşıt fikirler” her zaman
olacaktır.
Bu engeller,
farklı şekillerde ortaya çıkabilir:
-Dış
Baskılar: Ulusal çıkarlara aykırı politikalar, ekonomik yaptırımlar veya
uluslararası manipülasyonlar.
-İç
Ayrılıklar: Toplumu kutuplaştırmaya yönelik çabalar, ayrılıkçı söylemler veya
demokrasiyi hedef alan girişimler.
-Cehalet
ve Yozlaşma: Eğitimdeki yetersizlik, eleştirel düşüncenin engellenmesi,
yolsuzluk ve kaynak israfı.
Bu güçlü
ifade, aynı zamanda bir kararlılık mesajıdır:
Türk Milleti,
bu engellerin varlığını bilerek, öz iradesine ve ortak hedeflerine odaklanarak
bu zorlukların üstesinden gelme gücüne ve azmine sahiptir.
Bu inanç, Milli
Mücadele ruhunun ve Türk Milletinin tarihsel karakterinin temelini oluşturuyor.
Engellerin ve
zorlukların varlığını kabul etmek, ancak onlara teslim olmamak, tam olarak öz
iradeye sahip çıkma dediğimiz şeyin göstergesidir.
Bu azim ve gücü
besleyen temel faktörler şunlardır:
-Hukuka
ve Demokrasiye Bağlılık: Özgürlüklerin korunmasının en büyük güç kaynağı
olduğunu bilmek.
-Ortak
Hedef Birliği: Bağımsızlık, toprak bütünlüğü, adalet ve refah gibi millî
hedeflerin her şeyin üstünde tutulması.
-Tarihsel
Tecrübe: Geçmişteki zorlu mücadelelerden (Kurtuluş Savaşı gibi) kazanılan direnç
ve yeniden ayağa kalkma yeteneği.
-İçerideki
Güç: Türk Milleti'nin farklılıklarına rağmen sahip olduğu birlik ve beraberlik
potansiyeli.
Bu kararlılık,
"öz iradeye sahip çıkma" eylemini bir temenniden çıkarıp “somut bir
mücadeleye” dönüştürür.
C)Türk milleti en
çok hangi alanda dikkat etmeli ve mücadele göstermelidir?
Özgürlük ve
bağımsızlık mücadelesinin birbirini destekleyen üç ana cephesi vardır.
Türk
Milleti'nin mücadelesinde “Eğitim ve Ekonomik Bağımsızlık”, kendiliğinden gelen
bir “Demokratik Birlik” getireceği için en stratejik odak noktalarıdır.
Şu anki küresel
dinamikler göz önüne alındığında, Türk Milleti'nin bu üç alana aynı anda ve
özel olarak dikkat etmesi kritik önem taşır:
1.Eğitim ve Eleştirel
Düşünce Cephesi (İç Güç)
Türk
Milleti'nin en temel dikkat etmesi gereken alan budur.
Eğitimin
bilimsel, felsefi ve sanatsal temeller üzerine inşa edilmesi için mücadele
etmek gereklidir.
Bağımsızlığın
en büyük garantisi, “bilinçli ve sorgulayan” bireylerdir.
-Neden
Önemli: Çağımızda bilgi kirliliği (dezenformasyon), algı operasyonları ve yalan
haberler, toplumsal iradeyi bölmek ve milleti yanlış kararlara yönlendirmek
için en etkili silahlardır.
Cehalet
ve yozlaşma, dış baskılardan çok daha hızlı bir şekilde “içten çöküşe” yol
açabilir.
-Mücadele
Alanı: Her bireyin medya okuryazarlığını geliştirmesi, bilgiyi kaynağından
teyit etmesi ve “eleştirel düşünme” yeteneğini kaybetmemesidir.
2. Ekonomik Bağımsızlık
Cephesi (Kalkınma Gücü)
Ekonomik olarak
dışa bağımlı bir ülkenin siyasi manevra alanı kısıtlanır.
-Neden
Önemli: Küresel ve jeopolitik baskılar, genellikle ekonomik kanallar üzerinden
gelir (yaptırımlar, kur manipülasyonları, ticaret kısıtlamaları).
Güçlü
bir ekonomi, ülkenin kendi politikalarını özgürce belirleyebilmesi için hayati
önem taşır.
-Mücadele
Alanı: Yüksek katma değerli ve teknoloji yoğun yerli üretimi (özellikle savunma
sanayi, yazılım, enerji) desteklemek, cari açığı azaltmak, israfı önlemek ve kaynakların
doğru ve şeffaf kullanımını talep etmek.
3. Toplumsal Birlik ve
Demokrasi Cephesi (Milli İrade)
Dışarıdan
gelebilecek her türlü baskıya karşı en büyük kalkan, içerideki birliktir.
-Neden
Önemli: Demokrasi ve hukukun üstünlüğü, özgürlüğün temel güvencesidir.
Toplumsal
fay hatları (siyasi, etnik, inançsal) üzerinden yaratılan “kutuplaşma”,
milletin enerjisini tüketir ve “dış müdahaleye açık” hale getirir.
-Mücadele
Alanı: Farklılıklara saygı göstererek “ortak değerler” etrafında kenetlenmek, “demokratik
haklara ve kurumlara” sahip çıkmak ve toplumsal huzuru bozmaya çalışan her
türlü “ayrıştırıcı dile karşı” durmaktır.
. Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.28, İS.
. YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.
(YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)
27 Eylül 2025 Cumartesi
CUMHURİYETİ KORUYACAKLAR
Cumhurİyetİ ve devrİmlerİ koruyacak
olanlar hangİ mesleklerdİr?
Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün görüşlerine göre, Cumhuriyeti
ve devrimleri koruma görevi belirli bir meslek grubuna değil, öncelikle Türk
Gençliği'ne emanet edilmiştir.
Bu, onun en
bilinen sözlerinden ve “gençliğe hitabı”ndan anlaşılmaktadır.
Ancak, bu
koruma görevinin yerine getirilmesinde kritik rol oynayan ve Atatürk'ün sıkça
vurguladığı bazı meslek ve alanlar şunlardır:
A)Cumhuriyetin
Korunmasında Kritik Rol Oynayan Alanlar
1. Eğitim ve
Öğretim Meslekleri
Atatürk, yeni
nesillerin yetiştirilmesini, Cumhuriyetin değerlerini öğrenmelerini ve bu
değerleri koruyacak karakterde olmalarını öğretmenlere ve eğitimcilere emanet
etmiştir.
"Yeni
nesil sizin eseriniz olacaktır," sözü bu mesleğin önemini açıkça
göstermektedir.
Öğretmenler,
Akademisyenler ve Eğitimciler:
Cumhuriyeti
fikren, ilmen ve fennen güçlü koruyucular yetiştirme görevini öğretmenler,
eğitimciler üstlenirler.
2. Adalet ve
Hukuk Meslekleri
Cumhuriyet,
hukukun üstünlüğü ve temel hak ve özgürlükler üzerine kuruludur.
Bu değerlerin
korunması, hukuk sisteminin doğru ve tarafsız işlemesine bağlıdır.
Hukukçular
(Hâkim, Savcı, Avukat):
Cumhuriyet
savcıları birinci derecede görevlidirler.
Cumhuriyetin
temelini oluşturan hukuk devletini ve devrimlerle getirilen çağdaş kanunları
korumakla yükümlüdürler.
3. Güvenlik ve
Savunma Meslekleri
Ülkenin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, dolayısıyla Cumhuriyeti ve devrimleri dış
tehditlere karşı korumak, bu meslek gruplarının temel görevidir.
Askerler ve
Emniyet Mensupları:
“Türk ordusu”,
askeri ve subayı ile “güvenlik güçleri” polis ve bekçisi, jandarması ile “yurdumuzun
bağımsızlığını, güvenliğini ve anayasal düzeni” korumakla görevlidirler.
4. Bilim, Fen
ve Sanat Meslekleri
Atatürk, yalnızca
askeri zaferlerle değil, aynı zamanda “kültür, bilim, fen ve ekonomi”
alanlarında da zaferler kazanmanın önemini vurgulamıştır.
Çağdaş, uygar
ve ileriye gitmiş, kalkınan bir toplum olmanın yolu bu alanlardan geçer.
Bilim
İnsanları, mühendisler, hekimler, sanatçılar:
a-Ülkeyi kalkınmış
uygarlıklar düzeyine çıkarma,
b-Bilimsel
düşünceyi yayma ve kültürel gelişimi sağlama görevlerini üstlenirler.
B)Asıl Koruyucu:
Nitelikli
Toplum:
Atatürk'ün
genel bakış açısına göre, ayrı ayrı sınıflardan değil, iş bölümü içerisinde
çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum esastır.
Yani, “her
meslek” erbabının kendi alanında “en iyi şekilde” çalışması, “ulusal görev ve
sorumluluğunu bilmesi”, Cumhuriyetin ve devrimlerin korunmasına katkıda
bulunması beklenir.
C)Cumhuriyeti
ve devrimleri koruyacak olanlar:
Atatürk'ün
işaret ettiği gibi “fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek
karakterli” koruyucular yetiştiren “eğitimciler başta olmak üzere, hukuk,
güvenlik, bilim ve sanat” alanlarında görev yapan, ulusal değerlere sahip çıkan
tüm sorumlu ve bilinçli vatandaşlardır.
Her bir yurttaş
ülkesinin bağımsızlığını, özgürlüğünü, birlik ve bütünlüğünü korumak ve
savunmak isteyecek bilgi ve bilince sahip olmalıdır.
. Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.27, İS.
. YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.
(YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)
26 Eylül 2025 Cuma
TOPLUMSAL YOZLAŞMA
. TOPLUMSAL YOZLAŞMA .
. Bir toplum her bir şeye “özentili”, ortaya
atılan (sözde) her yeniliğe koşan, “temel hak ve özgürlüklerin” farkında bile
olmayan toplum durumuna neden düşer?
Bu durumun
nedenleri oldukça karmaşık ve çok katmanlıdır.
Bu durum eğitim,
medya ve siyasi kültürün kesişim noktasında ortaya çıkan, bireyin özgürlüğünü
ve toplumsal gelişimi yavaşlatan çok boyutlu bir sorundur, bir dejenerasyon
belirtisidir.
Bu özelliklere
sahip bir toplumun oluşmasında etkili olabilecek bazı temel etkenleri ve
bunların yol açabileceği sonuçları inceleyelim:
A)Toplumsal
Özelliklerin Nedenleri
1. Eleştirel Düşünme ve
Eğitim Eksikliği
a-Özenme
ve Yenilik Koşma: Eleştirel düşünme becerilerinin tam olarak gelişmediği bir
eğitim sistemi, bireyleri sorgulamaktan çok taklit etmeye yönlendirebilir.
Bu
durum, bireylerin kendi değerlerini oluşturmak yerine, sürekli dışarıdan gelen yeni
trendlere, moda akımlarına veya yüzeysel bilgilere özenerek koşmasına neden
olur.
Bir
"filtre" mekanizması olmadığından, her yenilik "doğru ve
gerekli" olarak algılanır.
b-Temel
Hak ve Özgürlük Bilinci: Temel haklar, ancak eğitim ve sorgulama yoluyla tam
olarak kavranabilir. Eğer bireyler, hak ve özgürlüklerin tarihsel, felsefi ve
hukuki temellerini öğrenemezlerse, bu kavramlar soyut ve önemsiz kalır.
Bu
da haklarının ihlal edilmesine karşı duyarsız veya farkında olmayan bir toplum
yaratır.
2. Medya ve Tüketim
Kültürünün Etkisi
a-Görünür
Olma Baskısı: Sosyal medya ve popüler kültür, sürekli olarak "mükemmel"
ve "mutlu" bir yaşam tarzını dayatır.
Bu
durum, bireylerin özgün benliklerini bırakıp, toplumsal onayı kazanmak için
sürekli olarak başkalarının sahip olduğu şeylere özenmesine ve görünürdeki
yenilikleri taklit etmesine yol açar.
b-Hızlı
Tüketim: Sürekli "daha yeni" ve "daha iyi" reklamları,
bireyleri düşünmeden tüketmeye iter.
Ortaya
atılan her sözde yenilik (ürün, fikir, akım) bir ihtiyaçtan çok, statü sembolü
olarak görülür ve bu koşuşturmaca, daha derin konuları (haklar, sorumluluklar)
düşünmekten alıkoyar.
3. Siyasal ve
Sosyal Yapı
a-Pasifleşme:
Temel hak ve özgürlüklerin kullanıldığı, tartışıldığı ve korunduğu
mekanizmaların zayıf olması, toplumu pasifliğe yönlendirebilir.
Birey,
hak aramanın ve sorgulamanın zahmetli, tehlikeli veya sonuçsuz olduğunu
düşündüğünde, daha kolay ve yüzeysel olan özenme ve taklide kayar.
b-Otoriter
Eğilimler: Temel hak ve özgürlüklerin konuşulmadığı veya önemsenmediği
toplumlarda, otoriter eğilimler daha kolay kök salabilir.
“Hak”
bilinci zayıf olan bir toplum, gündelik hayatın konforu uğruna haklarından
vazgeçmeyi daha kolay kabul edebilir.
B)Olası
Toplumsal Sonuçları
Bu faktörlerin
birleşimi, uzun vadede şu sonuçlara yol açabilir:
1-Sığlık
ve Yüzeysellik: Toplumun enerji ve odağı, gerçek sorunlardan ve derin
tartışmalardan uzaklaşarak, geçici ve yüzeysel konulara kayar.
2-Kolektif
Bilinç Eksikliği: Bireyler, kişisel tatmin ve özenme peşinde koşarken, ortak
iyi, toplumsal dayanışma ve kamu yararı gibi kavramları gözden kaçırabilir.
3-Manipülasyona
Açıklık: Eleştirel düşünme ve hak bilincinin zayıf olması, toplumu siyasal,
ekonomik veya sosyal manipülasyonlara karşı savunmasız hale getirir. Kolayca
yönlendirilebilir ve ikna edilebilir bir kitle oluşur.
4-Demokrasi
Kalitesinin Düşmesi: Temel haklarını bilmeyen ve bu haklara sahip çıkmayan bir
toplumda, demokrasi biçimsel bir ritüele dönüşebilir; içeriği ve koruyucu gücü
zayıflar.
C)“Toplumsal
yozlaşma” bireyleri nasıl etkiler, ne duruma dönüştürür?
. Bu süreç, bireyler üzerinde derin ve yıkıcı
etkiler bırakır, onların tutumlarını, davranışlarını ve hatta ruh hallerini
kökten değiştirir.
Toplumsal
yozlaşma, bir toplumun ahlaki, etik, hukuki ve kültürel değerlerinin aşınması
ve bozulması sürecidir.
Sağlıklı
düşünmesini engeller.
Toplumsal
yozlaşma, bireyin özgür, adil ve güvenli bir yaşam sürme potansiyelini elinden
alır.
Onu, ya sisteme
teslim olan bir menfaat avcısına ya da yaşamdan vazgeçen umutsuz bir bireye
dönüştürür.
Ç)Birey
Üzerindeki Temel Etkiler
Toplumsal
yozlaşma, bireyi temelde güvensizlik, çaresizlik ve yabancılaşma sarmalına
sokar.
1. Güven Kaybı
ve Paranoya
Yozlaşmış bir
ortamda birey, kurumlara, otoriteye ve hatta diğer insanlara olan güvenini
kaybeder.
a-Devlete ve Hukuka Güven Eksikliği: Hukukun
üstünlüğünün zayıfladığı, rüşvetin ve adam kayırmanın yaygınlaştığı yerde,
birey adaletin kendisi için çalışmayacağını düşünür.
Bu
durum, hak arama motivasyonunu sıfırlar ve adaleti kendi yöntemleriyle sağlama
eğilimini artırır.
b-Toplumsal Güvensizlik: Herkesin kendi çıkarını
maksimize etmeye çalıştığı inancı yayılır.
Bu
da sosyal mesafe ve şüphecilik yaratır.
Birey,
çevresindeki herkesi potansiyel bir tehdit veya rakip olarak görmeye başlar.
2.
Değerlerin Esnekleşmesi ve Pragmatizme Kayış
Yozlaşma,
bireyin ahlaki pusulasını bozar ve onu hayatta kalma odaklı bir pragmatiste
dönüştürür.
a-"Kural Bu" Anlayışı: Yozlaşmış davranışlar (rüşvet vermek, torpil kullanmak)
norm haline geldiğinde, birey başlangıçta karşı çıksa bile, "sistem böyle
işliyor" veya "hayatta kalmak için mecbursun" diyerek bu
davranışları kabullenir ve uygulamaya başlar.
b-Empati Kaybı: Başkalarının
hakkının yendiğini görmek kanıksanır hale gelir.
Birey,
“kendi menfaatleri uğruna” başkalarının zarar görmesine karşı duyarsızlaşır.
3.
Psikolojik Yıpranma ve Çaresizlik
Sürekli
mücadele etme ve adaletsizliğe tanık olma durumu, bireyin psikolojisini
derinden etkiler.
a-Umursamazlık (Apatikleşme): Sürekli adaletsizliğe karşı gelmek yorucudur. Birey, bir
noktadan sonra durumu değiştiremeyeceğine inanır ve pasif dirence geçer.
Gündeme,
siyasete veya toplumsal olaylara karşı ilgisizleşir.
b-Depresyon ve Anksiyete:
Kontrolün kendinde olmadığını ve geleceğin belirsiz olduğunu hissetmek, kaygı
ve ruhsal yorgunluk yaratır. "Çabalasam bile bir şey değişmeyecek"
inancı yaygındır.
D)Bireyin Dönüştüğü
Durumlar
Toplumsal
yozlaşmanın sonunda birey genellikle şu “üç ana
tipleme”den birine dönüşür:
1.
Sistemin Bir Parçası (Kayıtsız
Adaptör)
Birey,
yozlaşmış kuralları benimser. "Yenemiyorsan, onlara katıl"
felsefesiyle hareket eder.
Rüşveti,
torpili ve usulsüzlüğü hızlı çözüm yolu olarak görür.
Eskiden
eleştirdiği davranışları sergileyerek hayatta kalmaya çalışır.
Ahlaki
ilkelerini yitirmiştir.
2.
Kendini Kapatan (Apatik
Kaçışçı)
Birey, sistemi
değiştiremeyeceğine inanır ve toplumsal hayattan soyutlanır.
Kendini ve
ailesini korumaya odaklanır.
Kamusal alanla,
siyasetle ve genel sorunlarla ilgilenmeyi bırakır.
"Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın" mantığıyla, sessiz ve görünmez olmayı tercih
eder.
3.
Sürekli Öfkeli (Tükenmiş
Aktivist)
Birey,
adaletsizliğe karşı savaşmaktan vazgeçmez ancak bu sürekli mücadele onu tüketir.
Sürekli öfke,
alaycılık ve hayal kırıklığı içindedir.
Bu durum,
zamanla sosyal ilişkilerini zedeleyebilir ve onu yalnızlaştırabilir; çünkü
dürüstlüğü ve eleştirileri, yozlaşmış ortamda sevilmeyen özellikler haline
gelmiştir.
Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.09.26, İS.
. YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
.
(YZ destekli araştırma ve incelemeye dayanan yazım.)
Kaydol:
Yorumlar (Atom)