7 Ağustos 2025 Perşembe

SAHTEKARLIK HAKKINDA

 .  Sahtekarlık hakkında “Kuran” neler söyler?

Kuran-ı Kerim, sahtekarlık, hile ve aldatma gibi davranışları kesin bir dille reddeder ve müminleri dürüst, adil ve güvenilir olmaya teşvik eder.

Bu konuda birçok ayet ve hadis bulunur.

İşte Kuran'ın bu konudaki temel yaklaşımları:

Ölçü ve Tartıda Hile Yapanlar

Kuran, özellikle ticari hayattaki sahtekarlığa karşı çok sert uyarılarda bulunur.

Mutaffifîn Suresi bu konunun en net örneklerinden biridir.

Bu surede, ölçü ve tartıda hile yapanların, yani kendileri bir şey alırken tam ölçüp tartıp, başkalarına verirken eksik yapanların büyük bir azaba uğrayacakları belirtilir:

"Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline!

Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçerler.

Kendileri onlara ölçüp tarttıklarında ise eksik verirler." (Mutaffifîn Suresi, 83:1-3)

Bu ayetler, yalnızca ticarette değil, aynı zamanda her türlü ilişkide “adil ve dürüst” olmanın önemini vurgular.

Hile ve sahtekarlık, kul hakkına girdiği için İslam'da “büyük günahlardan” biri olarak kabul edilir.

Aldatan Bizden Değildir

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de ticari hayattaki sahtekarlığa karşı net bir tutum sergilemiştir.

Bir hadisinde, pazarda satılan bir buğdayın ıslak kısmını fark ettiğinde satıcıya

-"Bizi aldatan bizden değildir!" buyurarak, aldatmanın bir mümin ahlakıyla bağdaşmadığını açıkça ifade etmiştir.

Bu hadis, İslam ahlakında “dürüstlüğün” ne kadar merkezi bir konumda olduğunu gösterir.

Dürüstlük ve Güvenilirlik

Kuran, insanları dürüstlüğe, “emanete sahip çıkmaya” ve sözlerinde durmaya çağırır.

Müslümanlar, yalan söylemekten, hile yapmaktan, başkasının “malına haksız yere” el uzatmaktan kaçınmalıdır.

Bu, sadece bir ahlak kuralı değil, aynı zamanda “sağlam bir toplum” inşa etmenin de temelidir.

Özetle, Kuran ve İslam, sahtekarlığı ve hileyi kesinlikle yasaklar.

Ticari hayattan günlük ilişkilere kadar yaşamın her alanında “dürüstlüğü ve adaleti” emreder.

Çünkü bir toplumda “güven duygusu” sarsıldığında, “sosyal bağlar zayıflar” ve toplumsal düzen bozulur, çöküş başlar.

 “dinci” geçinenler neden sahtekarlık yapar?

İnsanların dini inançlarını kendi çıkarları için kullanması veya dinin değerleriyle çelişen davranışlar sergilemesi karmaşık bir konudur ve tek bir nedene bağlanamaz.

Bu tür davranışların arkasında genellikle hem bireysel hem de toplumsal birçok faktör bulunur.

1. Güç ve Maddi Çıkar

Din, geniş kitleleri etkileme potansiyeline sahip bir güç aracıdır.

Bu gücü elde etmek isteyen bazı kişiler, dini söylemleri kullanarak kendilerine bir takipçi kitlesi oluşturur.

Bu takipçi kitlesi, genellikle maddi çıkar (bağışlar, yardımlar, ticari ilişkiler) veya sosyal statü (itibar, nüfuz) gibi hedeflere ulaşmak için bir araç olarak görülür.

Bu kişiler, dini bir maskenin arkasına sığınarak yasal olmayan yollarla zenginleşebilir veya nüfuz kazanabilir.

2. İdeolojik ve Siyasi Manipülasyon

Din, aynı zamanda “siyasi ve ideolojik” hedeflere ulaşmak için de kullanılabilir.

Bazı gruplar, kendi siyasi gündemlerini meşrulaştırmak ve geniş kitleleri etkilemek amacıyla dini söylemleri kullanır.

Bu durum, seçmenleri “manipüle” etmekten, toplumsal gruplar arasında “ayrımcılık” yaratmaya kadar çeşitli şekillerde kendini gösterebilir.

Bu tür bir yaklaşım, dinin özündeki “barış, adalet ve dürüstlük” gibi değerlerle çelişir.

3. Psikolojik ve Bireysel Faktörler

Bazı insanlar, kendi kişisel zaaflarını veya kötü niyetlerini gizlemek için dini bir kimliğin arkasına sığınabilir.

Bu, bir tür savunma mekanizması veya kendini “haklı çıkarma” çabası olabilir.

Bu kişiler, dini kuralları kendi “işlerine geldiği” gibi yorumlayabilir, kendi “hatalarını örtbas” etmek için dini söylemleri kullanabilirler.

Bu durum, psikolojik olarak karmaşık bir sorunu işaret eder ve dini inancın “samimiyetinden uzaklaşmış” bir davranış biçimidir.

4. Bilgi ve Eğitim Eksikliği

Toplumun bazı kesimlerinde, dini bilgiye ve eleştirel düşünceye erişim sınırlı olabilir.

Bu durum, sahtekarların “dini kavramları yanlış” yorumlamasını ve takipçilerini kolayca “manipüle” etmesini sağlar.

Kitleler, sorgulamadan ve araştırmadan, “dini otorite” olarak gördükleri kişilerin söylediklerini kabul edebilirler.

Bu durum, “istismara” açık bir zemin oluşturur.

Sonuç olarak

Dinci geçinen kişilerin sahtekarlık yapmasının nedeni dinin kendisi değil, dinin kişisel çıkar, güç, siyasi manipülasyon ve diğer dünyevi hedefler için bir araç olarak kullanılmasıdır.

Gerçek “dini inanç ve ahlak”, dürüstlüğü, adaleti ve başkalarına saygıyı emreder.

Bu nedenle, bir kişinin dini inançlarını “kendi çıkarları” için kullanması, aslında o inancın “temel ilkelerine” aykırıdır.

Gerçek bir hukuk devletinde ise her türlü yasa dışı uygulama, istismar ve sahtecilik zamanında saptanır ve adil mahkemelerde yargılanır ve suçlular cezalandırılır.
.  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.07, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

Sahtekarlık ve HUKUK DEVLETİ

.   Sahtekarlık ve HUKUK DEVLETİ   .

Hukuk devletinin kurallarının işlememesi nedeni ile toplumda sahtekarlık yaygınlaşır.

Hukuk devletinin zayıflamasıyla sahtekarlığın yaygınlaşması arasında güçlü bir ilişki vardır.

Hukuk devleti, toplumun düzenini ve güvenliğini sağlayan temel bir yapıdır.

Eğer bu yapı düzgün işlemezse, bir dizi olumsuz sonuç ortaya çıkar ve sahtekarlık gibi etik dışı davranışlar için uygun bir zemin oluşur.

Sahtekarlığın yaygınlaşmasının hukukun üstünlüğünün işlememesiyle doğrudan ilişkili olduğu bir gerçektir.

Hukuk devleti ilkeleri sağlam bir şekilde işlemediğinde, bireyler yasaların kendilerini koruyacağına veya suçluların cezalandırılacağına olan inançlarını kaybedebilirler.

Bu durum, toplumda bir güvensizlik ortamı yaratır ve maalesef, sahtekarlık gibi etik dışı davranışların artmasına zemin hazırlar.

Hukuk Devletinin Fonksiyonları ve Sahtekarlık

Hukuk devleti, toplumda sahtekarlığı ve benzeri suçları önlemede kritik roller üstlenir:

1-Caydırıcılık:

Hukuk kurallarının etkin bir şekilde uygulanmaması, suç işleyenlerin cezasız kalacağı algısını güçlendirir.

Cezalandırılma korkusu ortadan kalktığında, bazı kişiler daha kolay sahtekarlık yapmaya yönelebilir.

Etkili bir hukuk sistemi, suç işleyenlerin yakalanacağını, adil bir şekilde yargılanacağını ve cezalandırılacağını garanti eder.

Bu caydırıcılık mekanizması, potansiyel suçluların sahtekarlık yapmaktan vazgeçmesine neden olur. Ancak, hukukun işlemediği bir ortamda bu mekanizma zayıflar.

Yaptırımsız kalan suçlar, başkalarını da benzer yollara teşvik edebilir.

2-Güven ve İstikrar:

Hukuk devleti, bireyler ve kurumlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar koyar.

Bu kurallar, ticaretten kişisel ilişkilere kadar her alanda güvenin oluşmasını sağlar.

Hukuk kurallarının işlemediği bir toplumda, sözleşmelerin garantisi olmaz, mülkiyet hakları güvence altında değildir ve insanlar haklarını arama konusunda kendilerini çaresiz hissederler.

Bir toplumda hukuka güven sarsıldığında, insanlar birbirlerine ve devlet kurumlarına şüpheyle yaklaşmaya başlar.

Bu güvensizlik, ticari ilişkilerden günlük etkileşimlere kadar her alanda sahtekarlık girişimlerini daha olası hale getirebilir.

Bu güvensizlik ortamı, dolandırıcılık ve sahtekarlık için ideal bir ortam yaratır.

3-Adalet Duygusu:

Hukukun herkese eşit uygulanmadığına dair yaygın bir kanaat oluştuğunda, "neden ben dürüst olayım ki?" düşüncesi ortaya çıkabilir.

Bu durum, toplumun ahlaki ve etik değerlerinde bir aşınmaya yol açar.

Adaletin tecelli etmediği, haklının hakkını alamadığı bir toplumda, bireylerde bir adaletsizlik duygusu oluşur.

Bu duygu, "herkes zaten kural dışına çıkıyorsa ben neden dürüst olayım?" gibi bir düşünceye yol açabilir.

Dürüstlük ve ahlaki değerler, adaletin eksikliğinde zayıflar ve yerini fırsatçılığa bırakabilir.

Sahtekarlığın Toplumsal Maliyeti

Hukukun işlemediği bir ortamda yaygınlaşan sahtekarlığın “topluma maliyeti” oldukça ağırdır:

1-Ekonomik Çöküş:

Güvenin olmadığı bir ekonomide yatırımcılar çekinir, ticaret yavaşlar ve kayıt dışı ekonomi büyür. Sözleşme ihlalleri, yolsuzluk ve dolandırıcılık, ekonomik büyümenin önündeki en büyük engellerden biridir.

2-Sosyal Ayrışma:

Sahtekarlığın yaygınlaşması, toplumda dayanışma ve birlik duygusunu zedeler.

İnsanlar birbirine şüpheyle yaklaşır, güvenilir ilişkiler kurmak zorlaşır ve toplum giderek daha parçalı bir hale gelir.

3-Kurumlara Güvensizlik:

Hukuk sistemine, polise, yargıya ve diğer kamu kurumlarına olan güvensizlik artar.

Bu durum, devletin meşruiyetini sorgulamaya kadar gidebilir ve toplumsal düzenin tamamen bozulmasına yol açabilir.

Sonuç olarak, hukukun üstünlüğü ve işleyişi, sahtekarlığın yaygınlaşmasını önlemede bir kalkandır. Hukuk devletinin zayıflaması, bu kalkanı ortadan kaldırarak etik dışı davranışların ve dolandırıcılığın toplumun her katmanına yayılmasına neden olur.

Sonuç:

Hukukun üstünlüğünün zayıflaması, sahtekarlığın toplumda bir salgın gibi yayılmasına neden olabilen ciddi bir toplumsal sorundur.

Güçlü ve adil işleyen bir hukuk sistemi, sadece suçluları cezalandırmakla kalmaz, aynı zamanda toplumda güveni, düzeni ve dürüstlüğü de tesis eder.

Devlet ve toplum büyük çöküşler yaşar.

Sahtekarlıkların, yolsuzlukların düzelmesi için devletin yönetim biçiminin değişmesi, demokratik, parlamenter, güçler ayrımına dayalı bir sosyal, laik hukuk devleti olması gerekir.
  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.07, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

 

4 Ağustos 2025 Pazartesi

DEVLET ve YURTSEVERLİK

 .   DEVLET ve YURTSEVERLİK   .

Bu yurdun tüm değerlerine, yer altı ve yer üstü varlıklarına, insanına, özgürlüğün ve bağımsızlığına katkısı olan yurtseverler gerekiyor.

Yurtseverlik kavramı, bir toprak parçasından çok daha fazlasını ifade eder.

Bir yurtsever, sadece ülkesini sevmekle kalmaz; aynı zamanda o yurdun tüm değerlerine, kültürel mirasına ve doğal varlıklarına sahip çıkar.

Bu, somut adımlar atmayı gerektiren, etken bir sorumluluktur.

Bahsettiğimiz gibi, bir yurtseverin en önemli görevlerinden biri, ülkesinin yeraltı ve yerüstü varlıklarına katkıda bulunmaktır.

Bu, madenlerin, su kaynaklarının ve ormanların bilinçli ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasını savunmak anlamına gelir.

Gelecek kuşakların da bu kaynaklardan yararlanabilmesi için koruma ve geliştirme politikalarını desteklemek, yurtseverliğin en temel göstergelerindendir.

Bunun yanında, bir yurtseverin en değerli yatırımı, ülkesinin insanına yaptığı yatırımdır.

Eğitimden sağlığa, sanattan spora kadar her alanda insan yetiştirmek, onlara fırsatlar sunmak ve potansiyellerini açığa çıkarmak, bir ülkenin en büyük zenginliğidir.

İyi eğitim almış, aydın ve eleştirel düşünebilen bireyler, ülkenin geleceğini inşa eder.

Son olarak, özgürlük ve bağımsızlık, bir yurtsever için kutsal değerlerdir.

Bu değerleri korumak ve geliştirmek, sadece askeri bir mesele değildir.

Düşünce özgürlüğünü savunmak, hukukun üstünlüğünü güçlendirmek ve bireysel hakları korumak da bağımsızlığın vazgeçilmez unsurlarıdır.

Bir yurtsever, bu değerleri koruyarak ülkesinin demokratik ve güçlü bir yapıya sahip olmasını sağlar.

Bu nedenle, yurtseverlik, sadece bayrak sevgisinden ibaret değil; ülkenin tüm unsurlarını kucaklayan, sorumluluk bilinciyle hareket eden ve yapıcı katkılarda bulunan bir duruştur.

Devlet tüm kurumlarıyla eğitim temel yasası ile okulları ve kurduğu sağlık sistemi ile "nasıl bir yurttaş" yetiştirmek istediğini “iyi bilmelidir”.

Devletin eğitim ve sağlık sistemleri aracılığıyla "nasıl bir yurttaş" yetiştirmek istediğini net bir şekilde belirlemesi, geleceğe yönelik en kritik kararlardan biridir.

Bu, sadece müfredat veya hastane politikalarıyla sınırlı kalmayıp, toplumun temel değerlerini ve hedeflerini yansıtan stratejik bir vizyon gerektirir.

Eğitim Sistemi ve Yurttaş Yetiştirme Misyonu

Bir devletin eğitim temel yasası, adeta bir anayasa gibi işlev görür.

Bu yasa, yetiştirilmek istenen yurttaşın temel özelliklerini tanımlamalıdır.

Bu özellikler şunları içerebilir:

-Eleştirel Düşünme Becerisi:

Sadece bilgiyi ezberleyen değil, sorgulayan, analiz eden ve kendi kararlarını verebilen bireyler yetiştirmek.

-Toplumsal Sorumluluk:

Yurttaşlık görevlerinin bilincinde, çevresine duyarlı ve toplumun sorunlarına çözüm üretebilen yurttaşlar.

-Demokratik Değerlere Bağlılık:

Hukukun üstünlüğüne, özgürlüklere ve insan haklarına saygı duyan, bu değerleri korumayı ilke edinen bireyler.

-Yaratıcılık ve Yenilikçilik:

Değişen dünyaya ayak uydurabilen, yeni fikirler üretebilen ve ülkesine katma değer sağlayan bireyler.

Eğitim sistemi, bu misyonu gerçekleştirmek için sadece ders içeriklerini değil, aynı zamanda öğretmen eğitimini, okulların fiziksel ve sosyal ortamını da bu vizyona uygun şekilde şekillendirmelidir.

Sağlık Sistemi ve Yurttaş Yetiştirme Misyonu

Sağlık sistemi de benzer bir misyon (görev) taşır.

İyi işleyen bir sağlık sistemi, bireyleri sadece bedensel olarak sağlıklı tutmakla kalmaz, aynı zamanda onların toplumda aktif rol alabilmelerini sağlar.

-Fiziksel ve Zihinsel Sağlık:

Sağlıklı bir toplum, güçlü bir toplumdur.

Bireylerin hastalıklara karşı dirençli olması, çalışma hayatına ve sosyal yaşama katılımları için esastır. Bu, sadece tedavi odaklı değil, koruyucu sağlık hizmetlerini de önceleyen bir sistemle mümkündür.

-Erişilebilirlik ve Eşitlik:

Sağlık hizmetlerine erişimin sosyal statüye, gelire veya coğrafi konuma bağlı olmaması gerekir. Herkesin eşit ve adil bir şekilde sağlık hizmeti alabilmesi, devletin yurttaşlarına verdiği değerin bir göstergesidir.

-Bilgilendirilmiş ve Sorumluluk Sahibi Bireyler:

Sağlık sistemi, bireyleri kendi sağlıkları konusunda bilinçlendirmeli ve onlara sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazandırmalıdır.

Böylelikle hem toplumun genel sağlığı iyileşir hem de bireyler kendi refahlarından sorumlu olurlar.

Sonuç olarak, eğitim ve sağlık sistemlerinin ortak bir vizyonla hareket etmesi, bilinçli, sağlıklı ve toplumsal sorumluluk sahibi yurttaşlar yetiştirmek için hayati önem taşır.

Bu iki sistemin uyum içinde çalışması, bir ülkenin sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel olarak da gelişmesini sağlar.

Sizce
Bu iki sistemin hangi özelliklerinin ön planda tutulması, bu vizyonu gerçeğe dönüştürmede en etkili yol olur?
Sizin için bu değerlere katkıda bulunmanın en önemli yolları nelerdir?
.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.05. G.
.      (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.            YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

NASIL BİR TOPLUM

 .  NASIL BİR TOPLUM?

Her bir yurttaş kendisine sormalı:

Ben nasıl bir toplum istiyorum, nasıl bir devlet istiyorum?

Bu soruların yanıtları kişiden kişiye değişebilir.

Ancak, bu soruları kendine sormak ve üzerine düşünmek, hem bireysel farkındalığı artırır hem de ortak bir gelecek inşa etme yolunda atılacak adımların temelini oluşturur.

Bu sorular, bireyin sadece bir yurttaş olarak değil, aynı zamanda toplumun etken bir üyesi olarak rolünü ve “sorumluluklarını” derinlemesine düşünmesi için bir başlangıç noktası sunuyor.

Bu sorulara verilecek yanıtlar, bir bireyin kendi değerlerini, önceliklerini ve idealize ettiği yaşam biçimini yansıtırken, aynı zamanda bu ideallerin bir arada yaşama kültürünü nasıl şekillendirebileceği üzerine bir düşünce egzersizi de sunar.

Nasıl Bir Toplum İstiyorum?

-Adalet ve Eşitlik:

Herkesin yasalar önünde eşit olduğu, fırsat eşitliğinin sağlandığı ve kimsenin kökeni, cinsiyeti, dini veya inancı nedeniyle “ayrımcılığa uğramadığı” bir toplum.

-Dayanışma ve Empati:

Bireylerin birbirine karşı duyarlı olduğu, zor zamanlarda destek olduğu ve farklılıklara saygı duyduğu bir toplum.

-Bilgi ve Eleştirel Düşünce:

Bilimin ve eğitimin ön planda olduğu, bireylerin sorgulamaktan korkmadığı ve dogmalara hapsolmadığı bir toplum.

Yurttaşlar temel bilgileri ve temel kültürü edinebilmeli ve kendilerini bu alanda geliştirebilmelidir.

-Sürdürülebilirlik:

Çevreye duyarlı, gelecek kuşakların haklarına saygı duyan ve “doğal kaynakları” koruyan bir toplum.

Nasıl Bir Devlet İstiyorum?

-Hukukun Üstünlüğü:

Keyfi kararların değil, hukukun kurallarının geçerli olduğu, bağımsız bir yargı sistemine sahip bir devlet. Gerçek bir çağdaş hukuk devleti…

-Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik:

Devletin tüm uygulamalarının şeffaf olduğu, yurttaşların kamu kaynaklarının nasıl kullanıldığını sorgulayabildiği ve yetkililerin “hesap verebildiği” bir devlet.

Yolsuzluğa, rüşvete, adam kayırmaya, çıkarcılığa asla izin verilmez.

-Demokratik Katılım:

Yurttaşların sadece oy kullanarak değil, aynı zamanda sivil toplum kuruluşları ve diğer platformlar aracılığıyla “yönetim süreçlerine” aktif olarak katılabildiği bir devlet.

-Sosyal Refah:

Yurttaşlarının temel ihtiyaçlarının (sağlık, eğitim, barınma) güvence altına alındığı, sosyal adaleti hedefleyen bir devlet.

İşsizliğin her yönüyle azaltılması için çalışan bir devlet.

Ekonomik kalkınmanın sağlanması ve yurttaşların çağdaş bir yaşam hakkının, geçinebilirliğin sağlanması

   İyi bir devletin özellikleri nelerdir?

İyi bir devletin özelliklerini tanımlamak, farklı felsefi ve siyasi akımlara göre değişse de, genel kabul görmüş bazı temel prensipler vardır.

Bu ilkeler, hem vatandaşların refahını hem de devletin “meşruiyetini” ve işlevselliğini güvence altına almayı hedefler.

-Hukukun Üstünlüğü ve Adalet

İyi bir devletin en temel özelliklerinden biri, hukukun üstünlüğünü sağlamasıdır.

Bu, hem yöneticilerin hem de vatandaşların yasalara uyması gerektiği anlamına gelir.

Yasalar, keyfi kararların önüne geçer ve herkesin eşit haklara sahip olduğu bir adalet sistemiyle korunur.

“Bağımsız” bir yargı sistemi, bu yapının temel direğidir.

-Demokratik Yönetim ve Katılım

İyi bir devlet, vatandaşların yönetim süreçlerine katılımını teşvik eder.

Seçimler “şeffaf ve adil” olmalı, temel hak ve özgürlükler (ifade, basın ve toplanma özgürlüğü gibi) güvence altına alınmalıdır.

Bu, bireylerin sadece oy kullanmakla kalmayıp, sivil toplum kuruluşları ve diğer platformlar aracılığıyla da yönetime “etki edebilmesini” sağlar.

-Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik

Devletin tüm uygulamaları şeffaf olmalı ve kamuoyu tarafından ve de “yüce mahkemeler” tarafından “denetlenebilir” olmalıdır.

Yöneticiler, aldıkları kararlardan ve kullandıkları kamu kaynaklarından hesap vermekle yükümlüdür. Bu özellik, yolsuzluğun ve suiistimalin önlenmesinde yaşamsal bir rol oynar.

-Sosyal Refah ve Eşitlik

İyi bir devlet, yurttaşlarının temel gereksinimlerini (sağlık, eğitim, barınma ve gıda) güvence altına alır. Fırsat eşitliğini sağlamak ve dezavantajlı grupları desteklemek, sosyal adaleti tesis etme amacının bir parçasıdır.

Bu, toplumun tüm kesimlerinin “potansiyellerini gerçekleştirebilmelerine” olanak tanır.

-Ekonomik İstikrar ve Gelişme

Devlet, piyasa ekonomisinin düzgün işlemesini sağlayacak kuralları koyar ve uygular.

-Ekonomik istikrar, enflasyonun kontrol altında tutulması, işsizliğin azaltılması ve sürdürülebilir bir büyümenin özendirilmesi sağlanır.

Bu sayede hem bireylerin refahı artar, hem de ülkenin uluslararası alandaki konumu güçlenir.

-Güvenlik ve Dış İlişkiler

Devlet, yurttaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.

Bu, iç güvenlik birimleri ve adil bir ceza adaleti sistemiyle mümkün olur.

Aynı zamanda, iyi bir devlet, uluslararası ilişkilerde barışçıl ve diplomatik çözümleri tercih eder, ancak ulusal çıkarlarını korumakta kararlı bir duruş sergiler.

Devlet mafyalaşmaya, çeteleşmeye, kaçakçılığa karşı önlem alır, izin vermez

-Adil Vergi Sistemi:

Devlet her yönüyle adil vergi sistemi kurar ve uygular.

Kara paraya, kaçakçılığa, kayıt dışı çalışmalara göz yummaz, mücadele eder

SİZCE:
Sizin için bu soruların yanıtları nelerdir?
Nasıl bir toplumda yaşamak ve nasıl bir devlet tarafından yönetilmek istersiniz?

  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.04, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:
 

3 Ağustos 2025 Pazar

TÜRKÜM DİYENE

. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Bu sözden neler anlamalıyız?

"Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'e ait, derin anlamlar taşıyan bir ifadedir.

Bu sözü anlamak için hem tarihsel bağlamına hem de içerdiği “temel fikirlere” bakmak gerekir.

Sözün Anlamı ve İçerdiği Fikirler

Bu söz, genellikle ırkçı bir söylem olarak yanlış yorumlanabilse de, aslında ulusal birliği ve vatandaşlık bilincini vurgulayan kapsayıcı bir ifadedir.

Sözün temel anlamı şunlardır:

-Yurttaşlık Bilinci:

Atatürk, bu sözle etnik kökeni ne olursa olsun, kendini Türk milletinin bir ferdi olarak hisseden, bu devlete ve millete bağlılık duyan herkesi kasteder.

Burada "Türk olmak," bir ırkın mensubu olmaktan ziyade, ortak bir kültürü, tarihi ve vatan sevgisini paylaşan bir topluluğun parçası olmak anlamına gelir.

Dolayısıyla, farklı etnik kökenlerden gelen yurttaşları kapsayan, birleştirici bir milliyetçilik anlayışını yansıtır.

-Onur ve Mutluluk Duygusu:

"Ne mutlu" ifadesi, Türk milletinin bir parçası olmanın getirdiği onur, gurur ve mutluluğu ifade eder.

Bu, ülkenin geçmişteki başarılarından ve gelecekteki hedeflerinden duyulan ortak bir gururu simgeler.

-Birlik ve Beraberlik:

Söz, Türkiye'de yaşayan tüm insanların ortak bir kimlik etrafında birleşerek güçlü bir millet oluşturması fikrini pekiştirir.

Bu, farklılıkları bir kenara bırakıp ortak hedeflere odaklanma çağrısıdır.

Bu Sözden Neler Anlamalıyız?

Bu ifadeden çıkarmamız gereken en önemli dersler şunlardır:

-Kapsayıcı Bir Ulus Anlayışı:

"Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, dar ve dışlayıcı bir milliyetçilik anlayışını değil, vatandaşlık temeline dayanan, kapsayıcı ve birleştirici bir ulus anlayışını ifade eder.

Bu, kendisini bu milletin bir parçası olarak gören herkese açık bir çağrıdır.

-Sorumluluk ve Sadakat:

Bu söz, sadece bir aidiyet beyanı değil, aynı zamanda bu millete ve devlete karşı duyulan sorumluluk ve sadakati de içerir.

Yurttaş olmanın getirdiği hakların yanı sıra, ülkesine karşı görevlerini yerine getirme bilincini de vurgular.

-Modern Bir Ulus İnşası:

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu'nun çok uluslu yapısından modern bir ulus devlete geçiş sürecinde, tüm vatandaşları ortak bir çatı altında toplamayı hedeflemiştir.

Bu söz, bu “modern ulus” inşasının temel taşlarından biridir.

Özetle, "Ne mutlu Türk'üm diyene!" sözü, etnik kökene bakılmaksızın, ortak bir vatan ve gelecek idealine bağlılık duyan tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak kimliğini vurgulayan, onur verici ve birleştirici bir ifadedir.

Millet, aynı ulusal kültüre bağlı insanların meydana getirdiği sosyal topluluk, dil, kültür ve ülkü birliği ile birlikte bağlı olan insanların oluşturduğu sosyal varlıktır.

“Türklerin övünülecek tarihleri vardır. Ancak tarih bilirseniz o zaman “Ne Mutlu Türküm Diyene” sloganının mânâsı olur.” (Halil İnalcık)

’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ sözleri, çok zor koşullarda “Millî Mücadele”yi veren ve Kurtuluş Savaşını yapan cumhuriyet kuşağını kutlamak amacıyla ve geleceğe daha da güvenle bakılması için söylenmiş sözlerdir.

Millî birlik ve beraberliğin simgesidir.

Ayrışma ve kutuplaşmanın ise tam bir panzehiridir.

Bu sözlerden bir ırkın bir başka ırkı ezmesi veya tahakkümü altına alması anlamı “asla çıkarılamaz”, çıkarılmamalıdır. 

Böyle bir anlam çıkarılmasına da izin verilmemelidir; bunu ırkçılık olarak anlamak isteyenler kendileri bölücülük yapmaktadır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ‘’Türk’’ kavramını, “ırk” anlamından çok sosyolojik bir gelişme olarak tanımlamıştır.

Bununla birlikte ’’Ne Mutlu Türküm Diyene’’ sözünün asıl amacı, milletleşme yani “uluslaşma gereğini” hatırlatmak ve ortaya koymaktır.

Bu sözler, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğunun küllerinden doğan “yeni bir Türk Devletini” tüm dünyaya haykıran ve müjdeleyen sözlerdir.

Bu sözlerle  millet, yurt ve  yurttaşlık kavramlarının birleştirilmesi ve  bütünleştirilmesi hedeflenmiştir. Yüce Atatürk’ün Nutuk’ta da belirttiği gibi ”Asıl olan iç cephedir. İç cephe  bütün bir milletin oluşturduğu  cephedir.  Bir milleti temelinden sarsan, yok eden, yıkan ve tarih sahnesinden silen, iç cephenin çökmesidir.”

Bu nedenle  Türklerin bir millet olarak  tarih sahnesinde yer almasının temeli, ’’Ne Mutlu Türküm Diyene’’   sözleriyle atılmıştır.

Bu sözleri, esasında yeni kurulan T.C. Devletinin devamlılığı ve sonsuzluğa değin korunması için söylenmiş sözler olarak da anlamak ve değerlendirmek olasıdır.

’Türk Milleti’’ kavramı, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut, Çeçen, Arap, Zaza, Süryani gibi bütün etnik topluluklar ile, Rum, Ermeni, Yahudi gibi “gayrı müslüm” azınlıkları kucaklayan bir kavramdır.

Bu çeşitli etnik topluluk ve azınlıkları birleştiren ortak bağ olan yurttaşlıktır. 

‘‘Ne Mutlu Türküm Diyene’’ sözleri bu bağlamda da değerlendirilmelidir. 

Burada düşünülmesi gereken şey, hiçbir ayırım yapmadan Türkiye’de ki tüm “etnik toplulukları” kucaklayan ‘’Yurttaşlık Bilincinin’’ geliştirilmesi ve bu bilincin yerleştirilmesi olmalıdır.

Bunun karşısında durmak isteyecek olanların ideolojik yapıları üzerinde dikkatlice durmak gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ulusal sınırları içerisinde bir “ulus devlet”, “bir üniter devlettir” ve asla bölünmelere ve ayrıştırıcılığa izin verilmemelidir.

Bugün çok iyi anlaşılmalıdır ki “global güç odakları”, emperyalizm Türkiye üzerinde her zamankinden çok daha yoğun planlar ve tuzaklar uygulamaktadır ve tüm yurtseverlerin, milletimizin buna karşı uyanık olması ve mücadele etmesi gerekir.

.  Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.03, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ:

Atatürkçü Yurtsever

 .    Atatürkçü yurtsever  .

“Çağdaş, uygar, yurtsever, Atatürkçü, ilerici” bireyler nasıl bir yaşama ve çalışma biçimi içinde olmalıdır, neler ile ilgilenmelidir?

Çağdaş, uygar, yurtsever ve Atatürkçü bireylerin yaşam ve çalışma biçimleri, Atatürk'ün ilke ve devrimleri (inkılapları), fikirleri doğrultusunda biçimlenir.

Bu yaşam biçimi; akıl ve bilimi rehber almayı, sürekli öğrenmeyi, topluma katkı sağlamayı ve yurt sevgisini temel alır.

Ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çıkarlarını, birlik ve bütünlüğünü korur.

Her türlü teröre ve terörden yana olana karşıdır.

Kendi özgür iradesine sahip, çıkar ve korur.

Global çıkar odaklarının girişimlerine ve onların tuzaklarına karşı uyanık olur.

Yaşam Biçimi ve Kişisel Gelişim

-Bilime ve Akla Öncelik Vermek:

Her türlü kararı ve inancı “bilimsel” veriler ve “mantık” süzgecinden geçirerek almak, dogmatik düşüncelerden uzak durmak gerekir.

Sürekli okumak, araştırmak ve “sorgulamak” bu yaşam biçiminin ayrılmaz bir parçasıdır.

-Sanata ve Kültüre Değer Vermek:

Sanat, bir toplumun ilerlemesinde ve bireylerin ruhsal gelişiminde önemli bir rol oynar.

Müzik, resim, tiyatro, yazın.. gibi alanlarla ilgilenmek ve kültürel etkinliklere katılmak, fikir dünyasını zenginleştirir ve yaratıcılığı artırır.

-Evrensel Değerleri Benimsemek:

İnsan haklarına, demokrasiye, hukukun üstünlüğüne ve barışa saygı duymak, çağdaş bir bireyin olmazsa olmazıdır.

Kendi kültürünü, öz değerlerini koruyup, geliştirmelidir.

Evrensel değerleri ve çağdaş hukuku savunmak önemlidir.

-Spor Yapmak ve Sağlıklı Kalmak:

Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur ilkesi, sağlıklı bir yaşamın önemini vurgular.

Düzenli spor yapmak, bedensel ve zihinsel olarak zinde kalmaya yardımcı olur.

Çalışma Biçimi ve Toplumsal Katkı

-Eleştirel Düşünme ve Fikrini Beyan Etme:

Toplumsal sorunlara duyarlı olmak ve bu sorunlara çözüm önerileri getirmek için inceleme ve araştırmalarda bulunur, fikir edinir, kendisini ve halkını geliştirmek, aydınlatmak için emek ve çaba harcar.

Yapıcı eleştirilerle ve fikirlerle tartışmalara katılmak ister, toplumun daha iyiye gitmesi için bir sorumluluk taşır.

-Mesleki Yetkinlik ve Disiplin:

Seçilen meslekte en iyi olmaya çalışır “sürekli” eğitim alarak kendini geliştirmek ve işini severek, disiplinli bir şekilde yapmak ister.

Üretkenlik ve verimlilik, bireyin kendi gelişimine olduğu kadar, ülkenin kalkınmasına da katkı sağlar, diye düşünerek davranır.

-Topluma Hizmet Etmek:

Yalnızca kendi çıkarını düşünmek yerine, toplumun yararına olacak projelere dahil olmak, sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmak ve çevresine faydalı olmak ister; gayret gösterir; bunların yurtsever bir bireyin görevi olduğu bilincindedir.

-Adaletli ve Etik Olmak:

İş yaşamında ve toplumsal ilişkilerde dürüstlükten ve adaletten ayrılmamak, etik değerlere bağlı kalmak esastır, diye düşünür ve öyle davranır.

Haksızlıklara karşı durmak ve doğru olanı savunmak, çağdaş bir duruşun göstergesidir.

Özetle

Çağdaş ve Atatürkçü bir birey, yalnızca kendini geliştirmekle kalmayıp, aynı zamanda bu birikimi “toplumun iyiliği” için kullanan, sorgulayan, üreten ve yurduna yararlı olmaya çalışan kişidir.

Türkiye’nin her koşulu ve ilkesi ile, kurumu ile tam bir hukuk devleti olması gerektiğine inanır.

Bu bireylerin yaşam tarzı, Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözünün somut bir yansımasıdır.

Özellikle zamanını ve kişisel değerlerini topluma ve ülkesine yararlı olabilecek biçimde kullanır.

.   Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 2025.08.02, G.
.  (Araştırma, inceleme ve değerlendirme yazısı)
.       YAZININ TÜMÜNÜ OKUYUNUZ: