14 Eylül 2022 Çarşamba

NÜFUS VE SORUNLARI

 - NÜFUS VE SORUNLARI

.  Bir ülkede, bir bölgede, bir evde, bir hanede belirli olan bir zaman diliminde yaşayanların oluşturduğu toplam sayı için "NÜFUS" sözcüğü kullanılır. (Popülasyon)

.  Doğanın bir parçasını kendine yurt edinmiş ve bunu kuşaklar boyu sürdürmüş ve günümüze gelmiş olup bundan sonra da sürdürebilecek olan yaşayan insanlar topluluğunu açıklamak için NÜFUS kavramı kullanılır.

.  Bir ülkenin sahip olduğu çeşitli zenginlik kaynakları vardır ve bunların en önemli olanı ve en başta tutulması gerekeni de sahip olduğu insan sermayesidir. (Beşeri zenginlik=Nüfus)

.  Demografik sözcüğü bir ülke ya da bölgedeki "nüfusun tüm özellikleri" anlamına gelir.

.  Nüfus biliminde niceliksel ve niteliksel analizler yapılır.

.  Ülkenin nüfusu geçmiş zamanlarda ne denli önemli ise bugün çok daha bir önem ve değer taşımaktadır.

.  Nüfus, ülkenin "toplumsal gelişmesine ve ekonomik kalkınmasına" en büyük etkiyi yapan ve yön veren güçtür.

.  Ülkenin sahip olduğu nüfusun miktarı önemli görülüyor olsa bile asıl olan bu "nüfusun niteliği, özellikleri ve kalitesidir".

- Nüfusu çok değişik açılardan ele almak gerekir:

·       Okuma yazma ve okullaşma oranı

·       Mesleksel nitelikleri

·       İş gücü olarak var olan kalitesi

·       Girişimcilik oranı ve kalitesi

·       Yerleşim yerindeki yaşam kalitesi

·       Kültürel mirası taşıyabilme düzeyi

·       Tarihsel değerlere verdikleri önem

·       Çağdaşlık ve uygarlık düzeyi

·       Dünya ülkeleri arasındaki refah sıralaması

.  Bu nedenler göstermektedir ki bir ülke kendi nüfusuna ve "nüfusunu oluşturan insanlara" her zaman dikkat etmeli ve özen göstermelidir.

.  Mevcut nüfusun yaşam standardını, kültürel ve eğim düzeyini artırmak için yapılan "demografik yatırımlar "veya "harcamalar artan nüfus karşısında yetersiz kalmaktadır.

.  Ülkemizin nüfusunu oluşturan temel ve "asıl halk gruplarına" sahip çıkmak ve onların refah düzeyini artırmak gerekir.

.  Siyasi hatalar yapıldığını savunan görüşe göre "sığınmacıları kullanarak demografik yapıyı bozacaklar : Oy vermiyorsanız oy vereni buluruz!" arka planı uygulanmakta…

.  Ülke içine çeşitli yollarla gelen mülteciler ülke içerisinde gittikçe daha da artacak sorunlar yaratacaktır.

.  Türkiye, 4 milyona yakın mülteci ve sığınmacının yanında geçici koruma altındaki 3 milyon 700 bin Suriyeli ile 2014 yılından bu yana dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke durumundadır. (*5)

.  Bu nüfusun yalnızca %1,36’sı Geçici Barınma Merkezlerinde yaşarken kalan büyük çoğunluk 81 ilde kent içi, kent çevresi ve kırsal alanlarda ev sahibi toplumla birlikte yaşamaktadır. (*5)

.  Türkiye, altı senedir dünyanın en büyük geçici ve uluslararası koruma sağlanan nüfusuna ev sahipliği yapmaktadır. 2020 yılında, geçici koruma sağlanan Suriyelilerin sayısı 3,6 milyonu geçmiştir ve bu nüfusun neredeyse yarısı çocuk, yüzde 46'sı ise kadın ve kız çocuklarından oluşmaktadır. (*6)

.  Ayrıca, Türkiye diğer ülkelerden yaklaşık 320.000 uluslararası koruma başvuru sahibi ve statü sahibine ev sahipliği yapmaktadır. (*6)

.  Günümüzde popüler bir sorun haline gelen Suriyeli göçmenlerin ülkemizde neden, niçin, nasıl ve ne amaçla bulunduğu/bulundurulduğu konusu oldukça derin analiz edilmesi gereken bir konudur.

.  Türkiye’deki Suriyelilerin ve diğer sığınmacıların yerleşimine sınır getirmek ve ayrı mahalleler kurmalarının önlenmesi şarttır.

.  Yeni doğan her 4 bebekten 3’ünün suriyeli olduğunu söyleyen belediye başkanı Lütfü Savaş'ın “önlem alınmaması halinde 12 yıl sonra Hatay suriyeli bir başkana teslim edilecek” diyerek düzensiz suriyeli göçmenler nedeniyle Hatay'ın bozulan demografik yapısına ilişkin öne sürdüğü tespit bir huzursuzluğu yansıtmaktadır.

.  Bazı ilçelerde, bazı okullarda öğrencilerin çoğunluğu aslen Türk yurttaşı olmayanlardan oluşmuştur.

.  Suriyeli, Afgan ya da Afrika kökenliler bazı semtlerde çoğunluğu oluşturmuştur.

.  Mülteci, göçmen, yabancı… olarak tanımlanan düzensiz göçe bağlı gelenler iş dünyasında da karışıklıklar yaratmaktadır.

.  Kayıtsız işçi, ucuz işçi… olarak kabul gören bu genç nüfus zamanla kendileri için iş yerleri açmağa başlamıştır.

.   Basın ve akademik merkezlerinin bildirimlerine göre Türkiye’de kayıtlı çalışan Suriyeli sayısının 10-15 bin civarında olduğu bildirilmektedir.

.  Yine bu kaynakların tahminlerine göre 1,2 milyon ile 1,5 milyon arasında ise kayıtsız Suriyeli çalışan Türkiye’de çeşitli iş yerlerinde ekmek parası kazanmak amacıyla çalışmaya devam etmektedirler.

.  Eğitime katılanların dışında kalan 2.566.142 Suriyelinin bakıma, yardıma, işe, asgari geçim koşullarına muhtaç olduğu anlaşılmaktadır.

.  Eğitimdekilerle beraber, yeterli beslenme, sağlık, güvenlik, sosyal ve kültürel ihtiyaçlar yanında Türkiye’de bulunan Suriyelilerin Türk toplum hayatına ve değerlerine uyumunun sağlanması gerekmektedir.

.  Bu tür gelişmelerle toplum içinde entegrasyon oluşmamakta tam tersine gelenler "kendi içlerinde" birlikte yaşama ve iş yapma sistematiğini geliştirmektedir.

.  Geri gönderilmesi gereken "yabancı"ların bir an önce gitmesi için de daha iyi bir dış siyaset sağlanmalıdır.

.  Sınırlarımızın çok iyi korunması ve güvenli hale getirilmesi gerekir.

.  Göç idaresi kurumunun çok iyi çalışması ve kaçaklığa izin vermemesi şarttır.

.  Mülteci, göçmen, yabancı… görünümü ile genelde kaçak olarak ülkeye giren kişilerin içerisinde her türlü yasa dışı örgütlerin olduğu da kanıtlanmıştır.

.  Suriyeli kaçkınların ülkesel boyutta demografik, kültürel, güvenlik ve sosyo-ekonomik sorunlara yol açtığı ve önümüzdeki yıllarda da artan bir şekilde açmaya devam edecekleri yalın bir gerçeğimizdir. 

.  "Düzensiz ve yasa dışı olarak" Türkiye nüfusuna karışan insanlar her zaman bir "sorun ve tehlike" oluşturacaktır; bunların "önlenmesi" gerekir.

.  Çağdaş, demokrat ve yurt sever olmak, ülkenin birliğini ve korunmasını istemek asla bir "ırkçı" yaklaşım değildir.

 .  "İnsani yardım"ın uluslararası koşulları ve yöntemleri bellidir ve onlara çok büyük özen gösterilerek uyulmalıdır.

.  Ülkenin demografik sorunu ciddiyetle ele alınmalı ve sağlıklı çözüm yollarına gidilmelidir.

.  Asıl olan ülkemizin bir ulus devlet olarak, tarihsel ve doğal değerleriyle, kültürü ve insan kaynakları ile, bağımsız, çağdaş demokratik bir yapı içerisinde olabilmesini sağlamaktır.

.  Ancak böylelikle bir refah ve huzur toplumu olabileceğimize inan ve bu yolda çaba gösteren dürüst yurttaşlarımız üzerine düşeni yapacaktır.

.    Saygılarımla…

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 15.09.2022, MŞ.


12 Eylül 2022 Pazartesi

EĞİTİMDE VE ÖĞRETİMDE BİRLİK

.     EĞİTİMDE VE ÖĞRETİMDE BİRLİK

Sevgili anneler, sevgili babalar ve sevgili öğrenciler, çok değerli öğretmenler:

İlk ve orta öğretim okulları bugün yeni ders yılına başlıyor.

Sevinin çocuklar, övünün büyükler!

Bu eğitim öğretim yılının hepimiz için yararlı ve en iyi biçimde geçmesini, halkımıza ve ülkemize büyük katkılar sağlamasını dilerim.

19 milyon öğrenci ve 1,2 milyon öğretmen, 2022-2023 eğitim öğretim yılına başlıyor.

Okullarda 60 bin temizlik personeli görevlendirildi. Eğitim yılı hazırlığı kapsamında okullara 3,1 milyar liralık bütçe gönderildi.

Bu yıl ayrıca 1450 yeni anaokulu ve 10 bin 200 ana sınıfı açıldı. Bakanlık, bu yıl sonuna kadar 3 bin anaokulu hedefinin üzerine çıkmayı planlıyor.

2022-2023 eğitim öğretim yılı ilk ara tatili 14-18 Kasım 2022'de yapılacak. Öğrenciler için 23 Ocak-3 Şubat 2023'te yarıyıl tatili, 17-20 Nisan 2023'te ise ikinci ara tatil dönemi olacak. Eğitim öğretim dönemi, 16 Haziran 2023'te sona erecek.

Okullar ve okul çeşitliliği ile Türkiye şu an çok büyük bir kargaşa yaşıyor.

Herkes görüyor, izliyor, şahit oluyor bu durumu…

Görebildiğim kadarı ile de herkes kendi bulunduğu yerden bakarak çok da memnun…

Paralı okullara çocuğunu gönderebilecek olanakları olanlar özellikle çok sevinçli.

Öte yandan gelir düzeyi yeterli olmayanlar ise çocuklarını devlet okullarına göndermek zorundalar…

Ayrıca yine çocuğuna kendince bir din eğitimi öğretimi aldırmak isteyenler de seçtikleri bir kursa, yurda ek olarak çocuğunu gönderebiliyor.

İlk bakışta ne denli özgürlükçü ve çok seçenekli bir eğitim-öğretim modeli olarak görülüyor, değil mi?

Yurttaşlar kendi dünya görüşüne, içinde bulundukları sınıfa, ekonomik duruma göre eğitim ve öğretimden pay alabiliyor, yer alabiliyor.

Paralı okulların ülke çapında yaygınlığının ve gittikçe de artmasının nedenlerini ve bu durumu irdeleyen, açıklayan bir çalışma belki vardır, onu okuyan üzerinde düşünen var mıdır, bilemiyorum.

Devrim yasaları içerisinde önemli bir yeri olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu halen geçerlidir ve anayasa ile korunmaktadır: Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1961 anayasasının “Devrim Kanunlarının Korunması” başlıklı 153. Maddesi kapsamında hükümleri anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz olduğu bildirilen 8 kanundan birisi olmuştur.

1982 Anayasasında ise "İnkılap Kanunlarının Korunması" başlıklı 174. Madde ile anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz olarak ifade edilen 8 kanundan birisidir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin en temel sorunlarından birisi bir demokratik hukuk devletini tüm ilke ve kurumlarıyla birlikte oluşturamamış olması ise diğer temel sorun da eğitim ve öğretimdeki temel hedeflerin ve amaçların belirsizliği ve uygulamada, örgün eğitimde çok farklılıklar taşıyan karma bir modelin olmasıdır.

Türkiye devleti kendi yurttaşları için en iyisini ve en yararlısını seçmek ve istemek durumundadır.

Anayasal hak ve özgürlükler içerisinde bulunan bir demokratik yapıda "eşitlik" ilkesine de uyulması gerekir.

Çok farklı okul türlerinde, çok farklı program ve uygulamalarla yetiştirilen çocukların gelecekte nasıl birer yetişkin olarak ne tür bir dünya görüşüne ve de olanaklara erişeceğini daha ilk baştan düşünmek gerekmez mi?

Bir ülkenin kendine özgü, üzerinde çok iyi çalışılmış ve hazırlanılmış, bilimsel bakış açısını ve ulus devlet olarak tutumunu belirleyen, gelecek kuşakların nasıl birer yurttaş olması gerektiğini ön gören "milli eğitim amaç ve hedefleri, temel ilkeleri" olması gerekir.

Bu her ülke için de geçerlidir ve o ülkenin içinde bulunduğu siyasi, sosyo-kültürel, ekonomik durumunun da bir yansımasıdır.

Çocuklarına bir ulusal bilinç, güçlü bir yurttaşlık duygusu ve güvencesi veremeyen ülkeler nasıl olacak ki ulusal bağımsızlıklarını ve özgür seçme ve uygulama haklarını kullanabilsin…

Kendi anadiline tam egemen olamayan ve okullarında anadilinin temel öğretim dili olmayan çocuklar nasıl olacak da bilimde ve teknolojide bilgi üretebilecekler…

Ülkenin temel çıkarlarını korumada ve savunmada, ortak değerlere sahip çıkmak konusunda nasıl olacak da gelecek kuşaklar bir birlik ve dayanışma içerisinde bulunabilecek….

Ekonomik yapısı, gelir düzeyi yüksek bir ülke, hukuk devleti ile yönetilen olmak, bir refah toplumu olabilmek, kalkınmış bir ülke olmak, hak ve özgürlüklerin herkes için olacağı bir toplum istemek… için bunları anlayacak, kavrayabilecek, içselleştirecek, bilinçli birer yurttaş olabilecek genç kuşaklarımızın olması gerekir.

Yoksa, olmuyorsa o çocuklar okullara gider, gelirler, yabancı dille öğretim de görürler, beli yüksek tahsil de yaparlar…ama sonunda kendi ülkelerine sahip çıkmanın yollarını bilmedikleri için dış ülkelere gitmeyi ve oraların insanı olmayı isterler o yolu seçerler….

Peki ne olacak yıllarca yaptığınız harcamalar, gösterdiğiniz emekler, kurduğunuz hayaller…

Bilinçli ve gerçekten dürüst ve yurdunu seven, çağdaş bir insan olarak bu durum üzerine düşünmek, görmek, anlamak, incelemek bize düşen bir görevdir.

21. yüzyılda ileri teknoloji çağındaki ilerlemelerin ve küresel güçlerin tüm dünyadaki "egemen olma" çalışmalarının varlığına gözü kapalı ve anlamaz bir duruşla bakamayız.

Biliyorum, bu konu çok "geniş araştırmalar" ve bakış açıları gerektiren bir "temel" konudur ve günlük işler arasında buna yer ayırmak oldukça zordur.

Ama yine de bunun üzerine eğilmek zorunluluğunu taşımalıyız.

Bugün "EĞİTİMDE VE ÖĞRETİMDE BİRLİK" konusunu araştırıp, inceleyip, okuyup, düşünmeliyiz.

.   Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 12.09.2022, MŞ.


10 Eylül 2022 Cumartesi

TÜRKİYE'DEN DIŞ GÖÇ İLE

 .    TÜRKİYE'DEN DIŞ GÖÇ İLE

Türkiye'den başka ülkelere, Avrupa'ya, Amerika'ya göç edip, oraya yerleşmiş çok sayıda Türk var.

Özellikle de Avrupa'da, Almanya'da yaşayan, oraya yerleşmiş olan Türklerin genel "durumu" hem Türkiye içerisinde yaşayanlar için hem de Alman toplumu için her zaman "ön yargılı", "var sayılan" bir tanımlama ve kabul etme olmuştur.

Türkiye yurttaşı olan bu insanlarımız yine yıllardır ellerinden geldiğince Türkiye'ye gelir, giderler.

Aslında ABD, Avustralya, İngiltere, İsveç… dahil dünya'nın birçok ülkesinde yaşayan ve oraya yerleşmiş çok sayıda Türk vardır.

Hem de 1960 yılından bu yana…

Ne yazık ki her toplum kendi içerisinde ön yargılar taşımaktadır, …

Yurtdışında yaşayan bu grup Türk'lerinin sorumlulukları ve görevleri var mıdır, diye düşünecek olsak…

Almancılar diyerek adlandırılan Almanya Türkleri "kökenlerinin Türkiye'nin her bir yerinden olmasına rağmen", ülke içerisinde bir hor görme, bir takmama, beğenmeme ile karşılaşmıştır.

Bugün için sayıları 3 milyonu bulan ve şu an 4. kuşaklarla birlikte Alman toplumunda önemli bir yeri olan Türkler aslında her şeye rağmen ne yıkılmışlardır, ne de yok olma yoluna girmişlerdir.

İlk dönemlerde geldikleri iş yerlerinde "konuk işçi" olarak görülmeleri ve bir gün "geri dönecekleri" düşünülmüşse de bunun böyle olamayacağı çok da erken anlaşılmıştır.

Almanya nüfusunun %8 kadar yabancı kökenlilerden oluşmaktadır ve bunların ortak genel sorunları vardır.

Özellikle eğitim ve eğitimden pay alma konusunda Türkler ne yazık ki pek ön sıralarda olamamışlardır.

Anne ve babaların eğitim ve öğretim düzeylerinin düşük olması zamanla ardından gelen diğer kuşaklarda da çok büyük etken olmuştur.

Türklerin aslında en temeldeki sorunu böylesine bir endüstri ülkesinde, bir Avrupa toplumunda "nasıl yer almaları" ile ilgili bir kimlik belirleme tutumunda olmuştur.

Yerleşme ve "nasıl bir yerleşme" konusu hep öylesine geçiştirilmiştir.

Yerleşebildikleri iş yerleri ve çalışma koşulları çok da ortalamaya denk gelmemiştir.

Genelde yardımcı işçi olan ve alt meslek düzeylerinde bulunan işlerden elde edilen kazançlardan çok tutumlu olmak ve dikkatli harcamalar yapmakla geçen yıllar içerisinde geçen bir ömür…

Hem geldikleri ülkeden, hem de içerisinde yaşadıkları ülkeden kendilerine karşı zaman içerisinde oluşmuş olan "ön yargılara" karşı duracak, onlarla uğraşacak ne durumları oldu ne de böylesine bir "mücadele bilinçleri"…

Türkiye'de onlarla ilgili kulaktan kulağa oluşmuş olan ön yargılar bir yana bir de Alman toplumunda üretilen ön yargılarla çevrilmiş bir kitle olarak, kendi içlerinde, kendi sorunlarıyla baş başa yaşamaya devam ettiler.

İkinci ve üçüncü kuşakların dil öğrenme ve okulda daha iyi bir yer edinmeleri ile birlikte çocukların daha üst bir düzeye geçeceği düşünüldü.

Bununla birlikte Türk toplumunun içerisinden yüksek öğretimi bitirenlerin sayısı % 7'ye ancak yaklaşmaktadır.

Orta dereceli okullardan meslek okullarına devamla birlikte "meslek" edinme daha çok öne çıkmıştır.

Toplumda yer edinmede konusunda Türkler kendi aralarında ve kendi içlerinde bir örgütlenme, dernekleşme modeline gitmişlerdir.

İlk kuşağın kültürel öncelikleri olan "dinsel görevleri" yerine getirme dürtüsü ile birçok yerde küçük cami dernekleri kurulmuş ve onların aracılığı ile ibadethaneler açılmıştır.

Zamanla bu dernekler ülke genelindeki "ayrışımlar ve farklılıklara" paralel olarak da Almanya'da çeşitli cami derneklerini oluşmasına yol açmıştır.

Öte yandan ayrıca "Türkiye siyasal" dalgalanmalarına yakın türde dernekler açılmış ve birçok yere yayılmıştır.

Özellikle sağ görüşlü olarak düşünülüp açılan dernekler, ülkücü düşünce ile ya da dinci düşüncelere yakın olarak kurulmuştur.

Bunların yanı sıra sol ve sosyalist düşünceye yakın dernekler de birçok yerde açıldı ve sosyal, siyasi çalışmalar yapmak istediler.

Ayrıca yine dinsel düşünce yapılanması ile Alevi, Bektaşi dernekleri ve örgütlenmesi de Almanya'da ve tüm Avrupa'da yayıldı.

Diğer alanlarda birçok dernek zamanla kuruldu ve çalışmalar gösterdi.

Mesleklere dayanılarak kurulan birçok dernek de oldu.

Ayni tür dernekler kendi aralarında bir bütünlük sağlamak için federasyonlar kurdular.

Toplumsal sorunlara eğilmek ve çözüm yolları aramak için kurulan ve genelde partiler üstü tutum içerisinde bulunan derneklerin kurulduğu da gözlemlendi.

Örneğin "eğitim" konusunda katkılarda bulunmak ve aydınlanma çalışmaları yapmak amacını taşıyan "Türk Veliler Birliği" birçok yerde kuruldu ve federasyon olarak devam etti. (FÖTED)

Benim de kurucular arasında bulunduğum FÖTED özellikle çağdaş ve demokrat bir bakış açısı ile siyasal partilerin iz düşümünde olmadan Türk anne ve babalara okul, eğitim ve öğretim konularında yol göstermek, onları aydınlatmak istemiştir.

Bunların yanı sıra Almanya genelinde bulunan birçok dernek ve federasyonun ortak bir birliği olarak "Almanya Türk Toplumu" kuruldu ve çalışmaları ile önemli bir görev üstlenmiş oldu. (TGD)

Türk meslek gruplarının dernekleşmeleri ile kendi aralarında iletişim ve meslek içi eğitimler sıklaştı.

Göçün ilk yıllarında dernekleşme modeli içerisinde en sık görülenlerden biri de "spor" dernekleri oldu.

Yerel olarak kurulan bu tür dernekler genelde Türk gençlerinin boş zamanlarını sporla değerlendirmeleri amacını taşıyor.

Tüm bunların dışında Türkler Alman siyasi partilerine de üye oldular ve oralarda çalışmalar yaptılar, bir yerlerde görev de aldılar.

Almanların kurduğu derneklerde üye olan Türklerin sayısı ise sanırım çok azdır.

Bilindiği gibi her toplumun kendi içerisinde çok farklı katmanları, kitleleri vardır.

Ve her toplum kendi kültürel, ekonomik, toplumsal yapısına göre güç kazanır ve ya ilerler ya da geriler.

Ve yine her toplumun kendi içerisinde çok farklı sınıfları, toplulukları vardır.

Toplumu ileriye götürecek ve birlikteliği sağlayacak, kalkındıracak güç sadece para ve ekonomik birikimler değildir.

Bir toplumun bir öncü kitlesinin, bir aydın kesiminin, bir entelektüel kesiminin de var olması ve bunların da pek geride durmadan sorumluluk bilinci taşıması gerekmektedir.

Aydın ve entelektüel kesim ancak belli bir birikim ve buna bağlı olabilecek dünya görüşü ile, bilgi ve aydınlama çalışmaları, araştırmaları ile oluşur.

Evet, ilk bakışta hemen akla bir "yüksek" öğretim olması gerektiği gelse de bu yalnızca işe yarayabilecek bir etkendir.

Evet konumuzun içindeki halk kesiminin çocukları, "iyi okullara" gitmelidirler ve "iyi meslekler" elde etmelidirler, doğru!

Ama, bunun için var olabilecek temel alt yapı yeterli midir?

Hayır!

Bir insanın tüm bilgileri, deneyimleri, yaşanmışlıkları, duygu ve düşünceleri, fikirleri, becerileri… kesinlikle gereklidir ve yararlıdır.

Ama, tüm bunların "birleşerek", kendi içlerinde "karşılıklı etkileşmeler" sağlayarak bir BİLİNÇ" ortaya çıkarması gerekir.

İşte bize gerekli olan, esas olan da budur: BİLİNÇ…

Türk aydını, Türk okuryazarı, Türk meslek insanı… kendi elde ettiklerini, kazanımlarını, birikimlerini bir BİLİNÇ oluşumuna çevirebilmelidir.

"Ben yapacağımı yaptım, okudum, mesleğimi elde ettim, işim de var"…. diyebilir.

"Koca bir Türk toplumunun dertlerine ben mi çare bulacağım?"

"Ben mi uğraşacağım bu işlerle?" diyebilir.

Geride kalan kuşaklar, geride kalan çocuklar, gençler… kendi sorunlarıyla baş başa kalır.

Böyle olduğu sürece, her bir dernek kendi işine ve kendi çevresine baktığı ve diğerlerini görmediği sürece de göç olgusunu yaşamakta olan toplum "ana sorunlarını" çözmekte zorlanır.

Bizim bir "büyük toplum" olduğumuzun ve temel sorunların "hepimizi" ilgilendirdiğinin bilincine varmamız gerekir.

Parçalanmış, bölük pörçük olmuş bir Türk toplumu tam da bu durumdan dolayı hep karşı karşıya getirilmek istenir.

Peki, iyice düşünmek ve sakince, genişçe bakmak gerekmez mi?

Türk toplumunun "birlikte" ve "güçlü" olması, sömürüye, kandırılmaya açık "olmaması" kimlerin işine gelmez?

Almanya göç tarihi 60 yıldan bu yana birçok örnekleri de göstermiştir. ..

Türkiye siyasetinin dalgaları buralara kadar gelmiş ve buradaki örgütleri, insanları kendi çıkarları için kullanmak istemiştir.

Birçok paralar toplanmış ve o paralar bir yerlere aktarılmış…

İsteyen bu konularda araştırır, okur, öğrenir.

Buranın koşullarına ve sorunlarına yönelik bir "bakış açısı" ve "yaşam biçimi" geliştirmekte geç kalınmıştır.

Almanya toplumunun iyi yönleri ve yararlı davranış biçimleri zamanla örnek alınmışsa da yine bugün ana bakış açısı, toplumsal ve siyasi çekim merkezi Türkiye olmaktadır.

Evet, bunun temelde yatan ana nedeni Alman siyasetinin Türkleri yerleşik bir kitle olarak kabul etmedeki gösterdiği zorluktur.

Türkler her zaman "gidecek ve burada kalmayacak, küçük işleri yapacaklar, bizim istemediğimiz işleri yapacaklar" bakış açısı ile görülmüştür.

Ne onlara yerleşmeleri, kentleşmeleri için iyi örnekler, güzel "modeller" sunulmuş ne de "önderlik" yapılmıştır.

Alman devleti kendi "yabancılar politikası" gereği her zaman Türkleri en kıyıda ve üçüncü sınıf bir kitle olarak görmüştür.

Türklerin çocukları çok başarılı olsun, iyi meslekler kazansın, yüksek öğretime erişebilsin… diye bir destek ve geliştirme modeli uygulanmamıştır.

TÜRK TOPLUMU kendi parçalanmışlığı içerisinde kendi kendine ve bu genel tablonun farkında bile olmadan yaşamaya, çalışmaya devam etmiştir, etmektedir.

Benim için şu an asıl soru ve asıl sorun şudur:

TÜRK TOPLUMUnun entelektüelleri, okuryazarları ve aydınları, yüksek tahsil alabilmiş olanları "tüm bu bakış açısına" ne zaman gelebileceklerdir.

Neler yapılabilir?

Aslında 60 yıldır TÜRK TOPLUMUnun Almanya genelinde gösterdiği birçok bireysel başarı ve kültürel, sanatsal örnekler çoktur ve de önemlidir.

Bunları olduğunda, oluşmasında ne denli farklı etkenler rol oynamışsa çok önemlidir ve yararlı da olmuştur.

Birçok dalda kurulan işyerleri ile ticarette, endüstride ve bilimsel çalışmalarda Türk kuruluşları önemli yerler edinmiştir.

Sadece eksik olan tüm bu başarı öykülerinin, modellerinin içerisinde, sunumunda bir " TÜRK TOPLUMU " birlikteliği ve gücünün eksikliğidir.

Görüldüğü gibi tüm bu başarıların Türkiye içerisinde tanıtımı ve algı oluşmasına olumlu katkıları hep eksik kalmıştır.

Tek, tek başarı öykülerini duyan, bilen Türkiye halkı yine de Almanya Türk halkını bir türlü olumlu yere koyamamaktadır.

Bu yalnızca Almanya'da yaşayan Türk'lerin bir eksikliği midir?

Türkiye halkı da artık ön yargılardan, ayrımcılıktan uzaklaşmaya çalışmalıdır.

Bu örneklemelerden yola çıkarak şunu bir ilke olarak edinmeliyiz:

Türkler nerede olurlarsa olsunlar, hangi ülkede yaşarlarsa yaşasınlar, tümü ile "bizim" bir varlığımız ve gücümüzdür.

Almanya'da bulunan Türk halkının kendi içerisinde farklılıklar ve çeşitlilikler göstermesi çok doğaldır ve de demokrasiler için çoğulcul olmak da bir özelliktir.

Onları bir birlik ve tümlük içerisinde görmek, kabul etmek, olumlu modeller geliştirmek gerekir.

Emperyalizmi herkes bilmektedir.

Ve emperyalizmin ne istediğini, nasıl çalışmalar yaptığını da bilen çoktur.

Ayrıştırıcı, bölücü, çıkarcı, küçümseyici, alaycı, parçalayıcı… davranmak isteyen her türlü düşünce ve kişilere "yanlış" yaptıklarını anlatmak gerekir.

Türk toplumunun içinden çıkan ve  genelde herkesi ilgilendirecek konularda yayınlar, derlemeler, istatistiksel çalışmalar… yapılmalıdır.

Basın yayın kurumları ile çok daha sıkı ve işlevsel ilişkiler içinde olmak gerekecektir.

Eğer bugün Almanya Türk halkı bir büyük toplum olduğunu ve birlikte güçlü olduğunu, temel sorunların da ancak birlikte çözümleneceğini kavrar ise mutlu ve başarılı oluruz.

Yurt dışında yaşayan yurttaşlarımızla ilgili "olumlu algılara" ve içselleştirmelere gidilmesinin zamanı gelmiştir.

Bunun için de "önce kesim" olarak aydınlara, ve önder olabilecek kişilere gerçekten büyük sorumluluk ve yükümlülük düşmektedir.

Daha mutlu, daha güvenli, sağlıklı ve de huzurlu bir toplumda yaşayabilmek dileklerimle…

.       Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 11.09.2022

MŞ.

3 Eylül 2022 Cumartesi

DEMOKRASİ GEREKİR!

-  DEMOKRASİ GEREKİR!                             

Günümüz dünyasında, 21. yüzyılda artık ülkelerin yönetim biçimleri ile ilgili kabul edilen model demokrasidir.

Demokrasi dünyanın pek çok ülkesinde farklı denge – denetim mekanizmaları ile uygulanmaktadır.

"Halkın yönetimi" olarak anladığımız DEMOKRASİ artık günümüzde hemen, hemen herkesin bildiği bir yönetim biçimidir.

Bir ülkenin durumunu anlamak istediğimizde onun "yönetim biçimi"ni ve bu yöndeki "özelliklerini" incelemek gerekir.

Genel bir bilgi olarak ne denli biliyor olsak bile "DEMOKRASİNİN TEMEL İLKELERİ" üzerinde daha bilinçli durmamız yararlı olur:

Bu temel özelliklerin bazıları olmasa ya da eksik uygulanıyor olsa olur mu?

Ya da bu temel özellikler yasalarda yazılı olsa "ama" uygulamada bunlara hiç dikkat edilmese olur mu?

Baskı rejimleri, hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı zamanlar, çağ dışı uygulamalar… bir ülke için karanlık dönemlerdir.

Halkın, yurttaşların genel durumu, bilgi ve bilinç düzeyleri çok düşük de olabilir…

Yaşadığımız ülkelerin çağdaş, özgürlükçü, adil demokratik yönetimlere sahip olmasını hepimiz istemekteyiz.

Böylelikle "ileri teknoloji" çağında yer alıp bir "refah toplumuna" da kavuşabiliriz.

Çağımızın "uygar" bakış açısı ile demokratik rejimin "nasıl" olması gerektiğini düşünerek, kendi bilgilerimizi bir tazeleyelim:

Bunun için de bölüm, bölüm gözden geçirelim ve bir "bütün" olarak demokrasinin nasıl olması gerektiğini irdeleyelim:

1-EŞİTLİK:

Demokratik rejimde halkın arasında ırk, cinsiyet, dil, din ayrımı gözetilmez.

Herkes eşit olarak ve ayni düzeyde değerlidir, ayni haklara sahiptir.

2-YASALARA UYMA ZORUNLULUĞU:

Demokratik rejimde yasalar herkes içindir ve yasalara uymak zorunluluğu vardır.

Hiç kimse yasaların üzerinde değildir.

Yasaların herkes için eşit, tutarlı ve bağımsız olarak uygulanması zorunludur.

Hiçbir aile ya da kişi için özel yasa çıkarılmaz.

Demokraside "hukukun üstünlüğü" gereği herkese eşit uygulanır ve bunun için de "bağımsız" ve "özgür" mahkemeler kurulur.

3-SEÇİM:

Devlet yönetimi için halk belli aralıklarla, adil ve özgür "seçimlere" katılırlar.

Bu seçimlerde halk kendileri için temsilciler, yöneticiler seçerler.

Seçimlerin kendi içerisinde yasalarla belirtilmiş özellikleri, ilkeleri ve kuralları vardır.

Yurttaşların oy vermeleri fiziksel durum, cinsiyet, ırk, yetenek, ve toplumdaki statüleri… nedenlerle kısıtlanmaz.

O seçimde her yurttaş sadece "bir oy" kullanabilir.

Seçimin yapıldığı yerde "güvenlik" sağlanır ve verilen oy "gizli" olarak uygulanır.

Oy verme anında yurttaşların hiçbir baskı "görmemesi" ve "özgürce" oyunu kullanması sağlanır.

Oy verme yerinde, seçim sandığının başında görevliler ve gözlemciler bulundurulur.

4-AKTİF KATILIM:

Yurttaşların devletin yönetim sürecine aktif (etken) olarak katılması beklenir.

Bu bir yurttaşlık hakkı ve görevidir.

Yurttaşlar seçimler aracılığı ile ülkenin yönetime katılmak hakkına sahip oldukları kadar çeşitli "sivil toplum kuruluşları" aracılığı ile, etkinlikler gösterebilirler, düşüncelerini ve önerilerini sunarlar.

Toplumdaki yurttaş etkinlikleri çok önemlidir ve demokrasinin "gelişmesine" yarar.

Bu tür çalışmaların yapılması bir hak ve özgürlük olarak kabul edilir.

5-ÇOĞUNLUĞUN YÖNETİMİ:

Seçimler aracılığı ile belirlenen "çoğunluğun" yönetime gelmesi demokrasiler için bir temel ilkedir.

Seçim sonuçlarına göre "bazen" birden çok parti "yönetime" sahip çıkar ve görev alır.

Yönetime gelemeyen diğer partiler ise çalışmalarına devam eder, yöneticileri, yönetim biçimini inceler ve gerekli görüşlerde bulunurlar.

Yönetime katılamayan partilerin yapması gereken "muhalefetin" de özgürce ve hiçbir baskı altında olmaması gerekir.

6-ÇOK PARTİLİ SİSTEM:

Demokratik sistemde yurttaşlar "yönetimde" söz sahibi olmak isterler.

Bunun için seçimlerde "kendilerini temsil" etmesi için birilerini seçerler.

Siyasi partilerin kurulması ve özgürce çalışabilmesi sayesinde seçimlerde temsilciler seçilebilir.

Farklı siyasi görüşlere göre resmen kurulmuş olan "partiler" kendi görüşlerini, önerileri seçmenlere özgürce anlatabilir, yönetime geldiklerinde neleri, nasıl yapmak istediklerini açıklar.

"Çok partili" bir düzenin "uygulanabilir" olması gerekir.

7-HESAP VEREBİLİRLİK:

Seçilmiş ve atanmış, görev almış kişiler yaptıkları çalışmalarda "sorumluluk" taşır.

Yasaların kendilerine verdiği haklar ve görevlere göre taşıdıkları sorumluluklardan dolayı onlardan "hesap" sorulabilir.

Yaptıkları çalışmalar nedeni ile halka karşı "sorumludurlar" ve "hesap verirler.

"Siyasal" tutumları ile ilgili olarak da kendilerinden hesap sorulabilir, adil ve özgür seçimlerde seçmen bunu kendi oyları ile gösterir.

Ayrıca tüm seçilmiş ve atanmışlar "kendi" görevleri ile ilgili "yasal ve idari" hesap verirler.

Demokrasinin tabana yayılması, yönetimde "şeffaflık" ve hesap verebilirlik bağlamında BİLGİ EDİNME HAKKI yasal olarak tanınır.

Yurttaşın bilgi edinmesi ve bu bilgi üzerinden kamu yönetiminin diğer bir ifadeyle "bürokrasinin" işleyişine "müdahil" olmasıdır.

Demokrasinin temel ilkeleri doğrultusunda yurttaşa (dolayısıyla sivil topluma ve özel sektöre) devletin "hesap vermesi" ve kendisini "denetletmesi "konusunda gereken yöntemler bulunmalıdır.

8-ÇOĞULCULUK:

Demokratik yönetimlerde ülkedeki "azınlığın" haklarının korunması çoğunlukta bulunanlar tarafından sağlanır.

Ülkedeki azınlıkların hakları "korunur" ve onlara saygı duyulur; istek ve görüşlerini "özgürce" açıklayabilmeleri sağlanır.

Toplumda bulunan herkesin, her tür halk grubunun ülkenin yönetimi için "katılımda" bulunabilmesi sağlanır.

Çoğunlukta olan halk grubunun yalnızca kendileri için istem ve haklarda bulunması demokratik bir tutum değildir.

9-ŞEFFAFLIK:

Demokratik yönetimlerde yapılan tüm çalışmaların şeffaf olması gerekir.

Devletin, kamunun aldığı kararların ve uygulamaların, yapılan harcamaların…  "yurttaşlar" tarafından da bilinmesi istenir.

Alınan kararlar ve yapılan harcamalar halkın bilgi alabileceği gibi "açıkça" sergilenir.

Yasaların tanımadığı harcamalar yapılamaz.

Basın-yayın kurumları, gazeteciler de bu konuda üzerine düşeni yapar ve araştır, halkı aydınlatır.

10-GÜÇLER AYRILIĞI:

Demokratik rejimlerde yasama, yürütme ve yargılama erkleri, görevleri birbirine karşı "bağımsızca" yürütülür.

Güçler ayrılığına çok dikkat edilir ve özen gösterilir, bu ayrılıklar "devredilemez" ve "kaldırılamaz".

Bunun için birbirinden "bağımız" organlar olarak çalışırlar.

11-LAİKLİK:

Devlet ve kamu yönetiminde dinsel ilkeler olamaz.

Demokrasilerde "dinsel inanç ve vicdan özgürlüğü" sağlanır ama bunların devlet yönetiminde etkili "olmaması" gerekir.

Devlet ve kurumlar her türlü dine karşı "eşit" mesafede durmak zorundadır.

Her hangi bir dinin devlet yönetimini ele geçirmesine izin verilmez.

12-ANAYASAL GÜVENCE:

 Din ve vicdan özgürlüğü, düşünce kanaat ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, toplantı hak ve özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü v.b. özgürlükler devlet tarafından anayasal güvence altına alınmıştır

Demokrasilerde yasalar ve devlet kurumları yurttaşların haklarını "korumak" görevini taşır.

İnsan hakları ve özgürlükler korunur ve bu konuda garantiler verilir.

İnsan onurunu ve temel özgürlükleri devlet korumak zorundadır.

Bunun gibi evrensel olarak kabul edilen çocuk hakları, kadın hakları… devletin koruması altındadır.

13-SİVİL TOPLUM:

Sivil toplum, devletle aile arasındaki "özerk" ve "çoğulcu" yapıya dayanan "gönüllü" örgütlenme alanıdır. Demokrasilerde yurttaşlara "demokratik katılım" hakkı sağlanır.

Devleti, hükümeti "denetleme", "izleme" hakkı olarak sivil topluma "özgürlük" tanınmıştır.

Toplumun gereksinimlerini açıklama ve devlete bu konuda istemlerde bulunmak, yön göstermek, duyarlılıkta bulunmak sivil toplumun "görevleri" içindedir.

Toplumsal güçler ülkede "demokratik düzeyinin" yükselmesi konusunda duyarlılık taşır.

Pratikte "gerçek" anlamda bir sivil toplum sadece "demokrasilerde" var olabilir.

….. SONUÇ olarak görüyoruz ki DEMOKRASİ bir ilkeler ve kurallar "bütünlüğünü" gerektir ve ancak böylelikle o toplum için, o ülke için "en iyi" yönetim biçimi olarak düşünülebilir.

Bize düşen ise "bilinçli" ve "yurt sever" yurttaşlar olabilmek ve bu konuda "üzerimize" düşenleri yapabilmektir.

Çağdaş ve aydınlık yarınlara…

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 04.09.2022, MŞ.