27 Ocak 2024 Cumartesi

TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI

 .  -  Türkİye Cumhurİyet Merkez Bankası (TCBM)

.  Son yıllarda gündeme sık, sık gelen ve bir "cumhurİyet" kurumu olan Merkez Bankası şimdi de başkanın bir açıklaması üzerine konuşulmakta…

.  Öte yandan, TCMB Başkanı Hafize Gaye Erkan ve ailesi hakkında geçen hafta medyada yer alan ve yalanlanan haberlerin olası etkileri piyasalarda takip ediliyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCBM) yılın ilk faiz kararını açıkladı.

.  Hazirandan bu yana art arda 7 toplantıda faiz artıran banka bu toplantıda da beklentilere paralel politika faizini 250 baz puan artırarak yüzde 45'e yükseltti. 

.  Bu tür haberler ve de ekonomi üzerindeki her türlü görüşler ve eleştirilerde her zaman konu Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na (TCBM) geliyor.

.  Asla yok sayılamayacak ve de çok iyi bilinmesi ve değerlendirilmesi gereken bir konu olan TCMB üzerine araştırma yaptım ve böylece kısa bir bakış ve bilgilendirme yapmak istedim.

. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının kuruluş süreci ise 1923 İzmir İktisat Kongresi ile başlamıştır.

.  TCMB, 1930 yılında kurulmuş ve 3 Ekim 1931 tarihinde anonim şirket olarak faaliyetlerine başlamıştır. 

.  Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası milli sermayeli bir bankadır, sermayesinde söz sahibi olan da Türklerdir. 

.  Türkiye Cumhuriyetine ait olduğu bir bakışta görülebilecek duruma gelmekle birlikte bankanın merkezi yönetimden bağımsız bir kurum olduğunu da vurgulamak amacıyla Türkiye Cumhuriyeti ibaresinin konulması yerine "Cumhurİyet" ibaresinin olduğu gibi bırakılarak başına Türkiye ibaresinin konulması kararlaştırılmıştır.

.  TÜRKİYE CUMHURİYET MERKEZ BANKASI  KANUNU  ile yönetilir. Kanun No: 1211 Kabul Tarihi: 14/1/1970

. Merkez Bankası anonim şirket olarak kurulmuş ve örgütlenmiş olmakla birlikte, kâr etmek gibi bir amacı bulunmamaktadır.

.  Bankanın Merkez Bankası Kanunu ile düzenlenen görev ve sorumlulukları, 5 temel alana ayrılmaktadır:

1. Fiyat İstikrarı

2. Finansal İstikrar

3. Döviz Kuru Rejimi

4. Banknot Basma ve İhraç İmtiyazı

5. Ödeme Sistemleri

.  Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır.

.  Banka, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisi belirler.

.  Banka, "fiyat istikrarını sağlama amacı ile çelişmemek" kaydıyla Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.

.  Merkez bankasının bağımsızlığı, para otoritelerinin kurumsal, yönetimsel, finansal ve para politikasına ilişkin kararlarını herhangi bir baskı unsurundan bağımsız bir şekilde alabilme kabiliyetini ifade etmektedir (TCMB, 2012:2)

.  Bankanın bağımsızlığı para politikasına ilişkin, ölçü, düzenleme, karar ve uygulamalarında siyasal otoriteler olarak hükümet ve parlamento  veya diğer baskı gruplarının etkisinden uzak kalmasıdır.

.  Alman Merkez Bankasının 19. Yüzyılın sonlarında altın standardına geçemeye karar vermesi ve diğer ülkelerin onu takip etmesiyle merkez bankaları sadece altın karşılığında para basmaya başlamışlardır (TCMB, 2012:4)

.  Merkez bankası bağımsızlığının gerekliliği fiyat istikrarının sağlanması ile doğru orantılı olduğu düşüncesinin temel nedeni siyasi gücün uyguladığı politikaların enflasyona meyilli olmasıdır.

.  "Amaç Bağımsızlığı"na sahip merkez bankası uygulayacağı para politikasını kendi belirleyebilmesidir. Amaç bağımsızlığı ile politik bağımsızlık arasında bir ilişki vardır ve buna göre merkez bankaları "siyasi müdahaleden uzak" kaldıkları takdirde düşük enflasyon hedefini sürdürme yeteneğine sahip olurlar.

.  "Fonksiyonel" bağımsızlık olarak da adlandırılan "Araç Bağımsızlığı" merkez bankalarının "nihai hedefine" ulaşmak için kullanacağı para politikası araçlarını "hükümetin veya bir başka otoritenin onayına gerek duymadan" serbestçe seçip kullanabilmesidir (TCMB, 2012:2) .

.  Bağımsızlığın bir diğer boyutu "kurumsal bağımsızlık"tır. "Kurumsal Bağımsızlık" merkez bankası "üst düzey yöneticilerinin" görev sürelerinin, atanma, çalışma ve görevden ayrılma kurallarının siyasi baskıdan uzak bir şekilde yasalarla belirlenmesidir.

.  Merkez bankası bağımsızlık ölçümlerinde de banka başkanlarının gerçek görev devir süreleri de bir değişken olarak kullanılmaktadır (TCMB, 2012:3) .

.  Merkez bankasının yönetim ve yürütme ilgili tüm organlarının siyasi otoriteden bağımsız olarak, serbestçe karar alabilmesi ve hareket edebilmesini sağlamak üzere bankanın yasal yönden düzenlenmesidir. Banka sahip olduğu yasal unsurlar sayesinde siyasi otoriteden gelebilecek herhangi bir baskıya karşı koyabilme gücüne sahip olacaktır.

.  Fiili bağımsızlık ise; yasal bağımsızlığın uygulama açısından ne ölçüde tamamlandığının göstergesidir. Yasal bağımsızlığı da içerir ve merkez bankası "başkanı" veya "üst düzey yöneticilerinin" kişilikleri ve gelenekleri gibi faktörler kısmen de olsa merkez bankasının fiili bağımsızlığını belirler.

.  Yasal bağımsızlık tek başına fiili bağımsızlığı sağlamada tek başına yeterli olamaz.

.  Fİnansal bağımsızlık ile birlikte merkez bankalarının doğrudan veya dolaylı olarak hükümet harcamalarını finanse etmek için verilen kredileri kontrol etme yeteneğine sahip olması anlamına gelebilir.

.  Hükümetlerin merkez bankalarının kredilerine doğrudan erişim olduğu takdirde para politikalarının maliye politikalarına tabi olduğu anlamına gelir ki bu durumun önüne geçebilmek için pek çok ülkede "kamuya kaynak aktarımının önüne geçebilmek için" yasal düzenlemeler yapılmış ve bu durum "fİnansal bağımsızlık" olarak nitelendirilmiştir.

.  Merkez bankasının ülke ekonomisine en önemli katkısının "fİyat İstİkrarını sağlaması ve sürdürebilmesi yoluyla olduğu" kabul görmüş bir konudur.

.  Yüksek enflasyon toplumsal refahı olumsuz etkiler, sürdürülebilir büyümenin ve istihdam artışının ön koşulu ise fiyat istikrarıdır.

.  Hükümetlerin ekonomiyi kapasitenin üzerinde çalıştırmak istemeleri ve yüksek kamu borçlarını "merkez bankası kaynakları ile finanse etmek" istemeleri merkez bankalarının fiyat istikrarı hedefini olumsuz etkiler.

.  Bu durum aynı zamanda merkez bankalarının topluma karşı sorumlu olduğunu da gösterir.

.  Merkez bankaları "hesap verebilir, denetlenebilir ve şeffaf" olmalıdır. Bu üç unsur ile birlikte merkez bankalarının para politikaları kamuoyu tarafından "anlaşılabilir ve desteklenir" (TCMB, 2012:8) .

.  TCMBnin yönetim yapısındaki en üst organı Genel Kuruldur. Pay sahibi hissedarlar genel kurulu oluşturur. 2007 yılı itibarıyla banka hisselerinin % 54,73ü Hazineye aittir. Merkez Bankası başkanı Bakanlar Kurulu onayı ile tekrar atanabilme imkanıyla beş yılda bir atanmaktadır.

.  Merkez bankalarının siyasetin önceliklerine göre hareket etmesi yerine ekonominin gerçeklerine göre hareket etmesi ve özerk kuruluş olmaları yönündeki anlayış bağımsızlık kavramını gündeme getirmiştir.

.  Günümüzün serbest piyasa ekonomisinin getirdiği uluslararası para sistemi, ülkeleri "bağımsız bİr merkez bankacılığına" zorlamakta ve para sistemlerinin birbirlerine yakınlaşması, döviz kurunun yerini "para politikasının" alması, ülkeler arasında ekonomik duvarların yıkılması bu politikaların yürütülmesinde "siyasi iktidarın otoritesi yerine" doğrudan "merkez bankasının görevlendirilmesi" ile "merkez bankalarının bağımsızlığının gerekliliğini" arttırmıştır.

.  Temel sorun şudur:

- Merkez Bankası "bağımsız ve özgür, kendi iradesi ve seçimleri ile yönetilebilen" bir kurum mudur?

. Merkez Bankası bu özelliklerde ve konumda olmadığı sürece yönetimde görevli kişiler ve yetenekleri çok bir anlam taşımaz.

. TCMB özgün, saygın ve de bağımsız çalışabilen en önemli bir devlet kuruluşu olarak yer almalıdır ve de ne dedikodulara, ne de magazin haberlerine konu olmamalıdır.

. Görevini tam ve eksiksiz yapabilen, çalışabilen, sorumluluklarını tam olarak yerine getirebilen, siyasi iktidarların ya da diğer güç odaklarının etkisi altında kalmayacak bir TCMB devletimiz ve halkımız için gereklidir ve çok önemlidir ve de öyle olması gerekir.

. Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 27.01.2024


13 Ocak 2024 Cumartesi

ÖLÜM

.  UZAK GİT ÖLÜM

Son günlerde hep "ölüm haberleri" ile karşılaşır olduk.

Zaten son dönemlerde hep kafamın içerisinde dolaşıyor…

. Ölüm… Uzak git ölüm… Bizden uzak ol!

Ölüm: "Bu dünyadan ayrılış, sonsuzluğa uğurlanış"…

Hep, birileri ile, bir gün "karşılaşacağız, oturup, sohbetler edeceğiz, görüşeceğiz"... duygusunu yaşıyor gibiyim.

Eski tanıdıklardan, çok eski arkadaşlardan bazıları ile bir gün olacak, "buluşacağız, konuşacağız"… duygusunu taşıyor zihinsel algılarım…

Bir "bilinçaltı" durumu, bir beklenti, bir planlama, bir umut… sanki.

Ne "güzel" insanlar, ne de "çok sevebileceğimiz", dost olacağımız, kardeş gibi "olabileceğimiz sanısını" taşıyabileceğimiz insanlar…

Çok uzun yıllar öncesinde karşılaştığımız insanlar, çocukluk arkadaşları, okul arkadaşları…

Bir yerlerde kısa-uzun dostluklar, tanışlıklar edindiğimiz insanlar…

Evet, içimde sanki bir inanç, bir ses var, bir gün karşılaşacağız… gibisine…

Ölümün çıkıp, gelip, birilerini, onları alıp, gideceğini ne dense "hiç var saymaz" bir durum içerisindeyim.

Belki de bu duygu ve düşünce yalnızca benim başımdaki bir durumdur, bilemiyorum…

Haklısınız, bir gün gelecek, "ben" de karşılaşacağım "kendi ölümüm" ile ve çekip, gideceğim bu dünyadan…

Arkamda ne kalır, neler kalır, kim tanır, kim bilir, kim anar… hiç bilemiyorum.

Pek de tanınmadığımı, çok "az insanın" aklına geldiğimi, gelebileceğimi, çok  az anımsanacağımı ise biliyorum…

Hiçbir şey de "beklemiyorum" zaten; ne bugün için, ne de benden sonrası için…

Zaten konu ben değilim…

Konu "ölüm" ise ne kadar çok yazılan, anlatılan vardır…

Ve hiç gerek yok iken, benim duygu ve beklentilerimin "tam tersine" ölümün "birilerini" kendince alıp götürmesi…

O giden insan ile bir daha hiç "karşılaşamamak", hiçbir zaman "görüşemeyecek" olmak… durumu ve düşüncesi…

Bu dünyanın gerçekleri karşısında şaşırmıyorum…

Ölümlerin bazıları ne denli erken, bazıları ise ne denli geç…

Ölüme karşı duramıyoruz ama yine de acı vermeyecek, süründürmeyecek, kısa bir ölüm…

Yine de "bilinçaltımın" bana, duygularıma yüklediği bu işe de hem şaşırıyorum, hem de etkileniyorum.

Giden insanlara o gittikleri yerlerde "en iyilerini" diliyorum…

Tanrıdan onlara rahmet, bağışlanma ve hoş görülerin en büyüklerini diliyorum.

"Geride kalanları"na ise iyi anımsamalar, sevgi dolu anmalar ve bir anlamda da "dayanma gücü" diliyorum.

Ben gidersem bir gün, duyarsanız, o "böyle" düşünüyordu dersiniz.

"İyi bir insan olmak", "iyi bir ahlaka erişmek" istiyordu, dersiniz…

Yazımı okuyanlara da sağlık, sevgi ve mutluluklar dolu uzun bir ömür diliyorum…

Yaşamınızda yalnızca iyiliklere ve sevgiye yer açın.

Hoşça kalın…

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 14 Ocak 2024, MŞ.


GENÇ KALABİLENLERE

 .  -  Gençlere ve GENÇ kalabİlenlere

Gençlere ve de "GENÇ kalabilenlere" seslenmek istedim bir an:

Dünyayı, ülkeleri, insanları, farklı toplulukları, çeşitli kültürleri çok küçük yaşlarda tanımak, araştırmak, görmek, okumak gerekir.

Benim çocukluğumda Faik Sabri Duran’ın kitapları vardı: "İnsanlar alemi, Kaşifler alemi, Hayvanlar alemi... "

Bir de "Jules Verne" kitapları, bilim-kurgu romanları…

İlk edindiğim kitapların içinde idiler:

İlkokul 3. sınıfta başladım kitap satın almaya ve onları okumaya, kitaplık edinmeye…

İnsanlar okumalılar ve de “kesinlikle” yazmalılar, isterim…

Çağdaş ve uygar olmak isteyen insanlar en az bir “yabancı dil” öğrenmek için çalışmalılar.

Her gün elindeki zamanını “dil”, okuma, araştırma için harcamaya hazır olmalılar.

Gençlerin kesinlikle çok iyi İngilizce konuşabilir olmaları gerekir.

Bunun için de ilk önce kendi anadilinde çok güçlü olabilmeliler.

Almanya'da yaşayanlar için de Almanca'yı kendi dili gibi bilmeleri ve bu dilde çok güçlü olmaları da beklenilmelidir.

Yaşamının yaşlılık ve emeklilik dönemine girenler de bir yabancı dil için “uğraş” vermeliler.

Her bir DİL beyni ve beynin çalışma sistemine etki yapacaktır.

Kültürel anlamda da bir çeşitlilik ve de zenginlik olacaktır.

Farklı anlama ve kavrama olanaklarını yaşayacaklardır.

Bir de “teknik” ile ilgileniyorlarsa "yazılım dilini" de öğrenmeliler.

Bizim insanımız, gencimiz bilimde daha çok bir “batılı” gibi yetişmeliler.

Ama kalpleri ve hisleri daha çok bir "doğulu" gibi olmalı.

Yaşamı her an da "öğrenmek" ile ilgili olmalı, öğrenme ve araştırma merakı taşıyabilmeli…

Gözlemleri ve deneyimleri çok geniş olabilmeli.

Çocuklar, gençler mümkün olduğu kadar kentleri, sokakları, özellikle de eski tür çarşıları, esnafları, el zenaatlarını gözlemlesinler, dolaşsınlar.

"Beyin, hafıza" bu gördüklerini algılayacak ve çok geniş bir hazinenin içerisine bunları depolayacaktır.

Hiç ummadığınız yerde ve konuda bu gözlemler çok işe yarayacaklardır.

Hele bir de bol, bol kitap okuyup, kitap toplayabiliyorsa çocuklar, gençler...

Kesinlikle ileride öz güveni yüksek, mutlu ve huzurlu insanlar olacaklar.

Lise üstünde ise ilk başta Avrupa ülkelerini, Amerikayı gezip görüp ve de orada biraz da çalışmayı araştırmalılar.

Gençler için birçok ülkede çok avantajlı olanaklar var.

Hiç bir yerlere gidemeyenler için ise, YOUTUBE'den gezi programlarını, belgeselleri önereceğim.

Örneğin her bir TV kanalının bu konuda var olan programlarını araştırsınlar...

Çok yönlü, çok renkli, çok hareketli, çok çeşitli bir GÜN yaşamak gerekir.

Biraz resim, boyama, çizgi desen... biraz dans... biraz okumak.... aklına gelen konuyu araştırmak... ille de topladığı verileri "arşivlemek"...

Bilgisayar kullanmak ve bilgisayarda iyi bir arşivleme çalışmaları yapabilmek hem çok yararlı, hem de sağlıklı bir çalışma olacaktır.

BOŞ laflara, dedikodulara, onun bunun dediklerine BAKMAYIN siz.

Asıl kendi emeklerinize, elinizdekilere, depolarınıza, arşivlerinize, yeteneklerinize, hislerinize ve de gözlemlerinize BAKIN!

Tüm bu saydıklarımı, önerdiklerimi "iyi bir insan olabilmek", "iyi bir bilinçli yurttaş olabilmek", "kandırılmamak" için düşündüğüm birer adım ve bakış açısı olarak kabul edin.

Sanki, kendimizi bu alt yapılarla, donanımlarla hazırlayıp, geliştirdiğimizi düşünün…

Ama SAKIN yaşama şevkini, heyecanlarınızı, hareketliliğinizi, atlayıp-zıplamalarınızı yitirmeyin, onlara “yasak” getirmeyin.

Hep kendinizi yetiştirin ve de kendinize güvenin.

Hepsi bu kadar değil tabii ki...

Daha neler, neler ekleyebiliriz kim bilir...

Yaşadığımız toplumu, ülkemizi de sevmemiz gerekir.

Ülkenin, toplumun, insanların sorunlarını görmek, tanımak, araştırmak, nedenleri üzerine düşünmek ve fikir geliştirmek de gerekir.

Son dönemlerde ortaya çıkan büyük kargaşalıklar, sıkıntı yaratan ekonomik çöküş, , geçim derdi, siyasal dalgalanmalar ve güvensizlikler, hukuk tanımazlıklar, çeteleşmeler… artık herkesin görüp, tanıdığı ve bildiği durum…

Bunları görür olmamız ile umutsuzluğa kapılıp, içimizi karartmamız ise hiç gerekmemeli.

Tam tersine "bu böyle gitmez", "bu durum kesinlikle değişmelidir" diyebilmeliyiz.

"Aklımızı" çok iyi kullanıp, sağ duyulu olarak ortalığı çok iyi analiz edip, eleştirip, gerçekleri algılamaya çalışmalıyız.

Bir de birilerinin bizleri "kandırmasına", yaptıkları "algı propagandalarına" kapılmamalıyız.

Her türlü medya, basın, yayın, reklamlar, "görünür-görünmez algı yönetimleri" ile çok hızlı çalışan bir sistemin olduğunu ve bunların bizim "özgür irademizi" hedef aldığını ise asla unutmamalıyız.

Ne kendimizi salmalıyız, ne de miskin ve umutsuz, çaresiz, yenilmiş… olup dünyaya sırtımızı çevirmeliyiz.

Bu günlerin hemen en yakınında çok daha hızlı gelişecek olan seçim propagandaları, tanıtım ve seçmen kazanma programları, siyasi parti çalışmaları ile karşılaşacağız.

"Yerel" seçimler yaklaşıyor ve de gerçekten Türkiye için, devlet ve cumhuriyet için, millet için çok büyük önem taşıyacak bu seçimlerde "bilinçli", "aklı başında" ve gerçekten "yurt sever" olabilecek insanlara çok ama çok gereksinim duyacağız.

Çağdaş hukuk sistemine, anayasal, demokratik, parlamenter bir devlete, sosyal devlete, adalete ve ileriye dönük bir refah toplumuna erişmek için bu yerel seçimlerde yurttaşların "ülke çıkarları" için çalışması ve bu yönde oyunu vermesi istenmelidir.

Evet, hepimizi ilgilendiren bu durum için çok sağlıklı, dinç, genç ve bilinçli olup, yaşama sarılıp, mutlu da olacağız.

Ve de hem çalışıp, çabalayıp, gözümüzü, kulağımızı da açacağız.

Aydınlık yarınlara doğru en iyi dileklerimle…

.  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 14 Ocak 2024, MŞ.

 

 

7 Ocak 2024 Pazar

HAKKIMIZ YOK-2024

 . -  HAKKIMIZ YOK - 2024            .

Sıradan durumlara, olaylara, nesnelere “baktığımızda” onları anlayabildiğimizi “sanırız”.

Bu “anlamak” kişinin o ana değin edindiği tüm bilgiler, deneyimler ve bakış açıları ile birlikte edindiklerinin, donanımlarının sonucu olarak “algılanır” ve yorumlanır, kabul görür.

Bu da her insanda çok farklı olabilir.

Olayları, durumları eleştirel ele alıp, sorgulayabilen, şüpheleri ile birlikte inceleyen kişiler ise herkesin görüp, anladığından çok başka yerlere değin inip, arkadaki gerçeklere erişebilir.

Bu da ayrı bir farkındalıktır ve gerçeklere çok daha yakındır.

Özellikle siyasi, toplumsal oyunlar, tuzaklar, “manipülasyonlar” için bunları düşünmeliyiz.

“Oraya attıkları ile” koskoca kitleleri, toplumları etkileyip “sürü psikolojisi” ile onları kendi istedikleri yöne çekerler.

Bunun da zaten çok daha önceden kurgulanmış, planlanmış bir alt yapısı ve geçmişi de vardır.

Biz bir yerlerde rahat ve mutlu, huzurlu yaşıyoruz, derken bambaşka yerlerde ise ülke üzerinde çalışan, araştıran ve sistematik plan ve operasyonlar düşünen “kurumlar” vardır ve biz onları ne görürüz ne de biliriz.

Dünyayı yöneten güçleri ve onların kuruluşlarını, örgütlerini yok saymak ise bir hayal dünyasında yaşamaktır.

Yalnızca “gördüklerimizi”, önümüze sunulanları “gerçek SANIP” algılamaya kalktığımızda ise birilerinin bizim üzerimizde güç ve yönlendirmelere sahip olmalarına “razı oluyoruz” demektir.

Türkiye "yeri" ve tarihsel "özellikleri" nedeni ile her zaman “göz önünde” olmuştur.

Birinci savaşta ele geçiremeyip kaçırdıkları bu ülke MUSTAFA KEMAL ATATÜRK önderliğinde ve onun yetenekleri, çabaları… sayesinde bağımsız ve çağdaş bir özgür ülke yoluna girmek istemiştir.

İşte tam da bu nedenle buna hep karşı çıkan ve ülkeyi bölüp, parçalamaya çalışan odaklar son yıllarda çok daha hızlı ve çok yönlü çalışmalar içerisindedirler.

Türk milleti uyanmalı ve gerek etnik, gerekse de dinsel görünümlü her türlü bölünmeci ve ayrıştırıcı kesimlerin oyunlarına karşı durabilmelidir.

Bunu yapmayan, yapamayan, uyanamayan ülkeleri ayrıştırmış ve bölmüşlerdir; örnek olarak SSCB, Yugoslavya, Avrupa, Afrika ve Arap devletleri incelenmelidir.

Bizim için ise tam da 100. yılda çok dikkatli olup Atatürkçü temel düşünce ve ilkelere yönelip, ulus devlete, demokratik, çağdaş hukuk devletine sahip çıkmamızın zamanıdır.

Öte yandan gerçekten de güçlü ve demokratik, anayasasına bağlı, parlamenter bir "HUKUK devleti"ni kurduğumuzda “bağımsız ve özgürce” çalışan, donanımlı bir MİT, Türk silahlı kuvvetleri, Türk polisi gibi devlet kurumlarına çok daha önem vermek gerektiğini göreceğiz.

Her "tatlı gelene" doğru koşmak, "duygularla davranmak", düşünmeyi ve eleştiriyi, aklı kullanmayı geriye atmak olmaz.

Şu an yüksek teknoloji, dijital çağ içerisinde olduğumuzu kabul ediyoruz ve internet, cep telefonları, TV ve diğer medya olanakları ile sarılmış ve onların içine düşmüş bir durumdayız; ne çıkabiliyoruz, ne kurtulabiliyoruz, ne de uzaklaşabiliyoruz.

Bu durumda çok AKILLI ve UYANIK olup tüm bunları çok “dikkatlice ve seçerek” kullanacağız; biraz da ARAŞTIRICI okumalar yapacağız…

Türk milleti olarak boş ve “yapay” gündemlerle, “kandırma” ve “yönlendirmelerle” ne zamanımızı ne de enerjimizi harcamaya hakkımız vardır.

Birilerinin ülkeyi yağmalamasına, hukuksuzluğa, boş vermişliğe, hainliklere… göz yummaya inanın, gerçekten "hakkımız yok".

"Elimizden hiçbir şey gelmiyor" gibi olsa bile açık bir zihin ile özgür irade ile uyanık olup, olanları doğru analizlerle anlamaya çalışmalıyız.

Belki de bunu böyle düşünen, duyumsayan milyonlarca yurttaş vardır.

Buna rağmen ülkenin geldiği bu durumu nasıl değiştirilebilirler, nasıl karşı koyabilirler, nasıl engelleyebilirler?

Siyasetin durumuna, siyasi partilere ve de muhalefete bakıldığında ise ne yazık ki hiç de umut verici bir çizgiye erişemiyoruz.

İnsanların "yurttaşlık bilinci" ve bunu geliştirebilmesi konusundaki atılımları yok gibi.

Belki de önemli bir sorun ise insanların her şeyden önce kendi "bireysel çıkarlarını" hep öne çıkarmasıdır.

Bir yerlere yaranmak, birilerinden bir şeyler elde etmek, idealler ve ideolojiler yerine "günlük güç" elde etme, "çıkar sağlama" peşinde koşmak… siyasete de bulaşmış olabilir mi?

Ülkeyi tümüyle bir varlık ve yüce bir değer olarak görmek ve onun uğruna dik durmak, "ulus devlete" sahip çıkmak yerine bölgeselcilik, gruplaşmalar ve de kişilerin çekim gücüne kapılmak… gittikçe artan bir durum olmaktadır.

Çağdaşlık, evrensel değerler, demokratik kültür, uygarlık ve değerleri… gibi erişilmek istenilmesi gereken hedefler yerine ülkenin genel toplumsal yapısı hızla gerilemekte ve çağın da gerisine düşmektedir.

İyi niyetli, dürüst ve güzel ahlaklı, bilinçli yurttaşlar tüm bu genel durum içerisinde gittikçe daha da bir umutsuzluğa mı düşmektedir, geriye mi çekilmektedirler?

Yine bir diğer azınlık olan "aydınlar" ve "entelektüeller" ise son seçimlerden ve de bugünlerin düzeysiz siyaset gösterilerinden sonra çok daha heyecanla ulusal davaya sarılıp, bir mücadele ve direnişe girebilecekleri yerde, ne yazık ki, "görünmez" olmaktadırlar.

Düşünen insan, fikir üreten insan, eleştirel, sorgulayıcı ve araştırıcı insan, okuryazar kesimi gün geçtikçe daha mı bir karamsar oluyor.

2024 geldi ve de önümüzdeki dönemde beklenilen işler, takvimler ortaya çıkmaya başladı.

En önemli görülen "YEREL seçimler" olsa gerek…

Ülkenin geleceğini, halkın yaşamını, yaşam kalitesini… belirleyebilecek olan bu seçimler üzerine görüşler, konuşmalar, tartışmalar ve "gündemler" ortaya çıkacak.

Belediye seçimleri yaklaşır iken genel olarak belediyecilik, muhalefetin yönetiminde olan belediyeler de dahil olmak üzere halka da bir güven ve umut verememektedir.

Belediyelerdeki kadrolaşmalar, belediye yatırımları ve işletmeleri, konserler, şenlikler, alt yapı sorunları, yolsuzluk dedikoduları, çöp sorunu, mahalle ve sokaklar arasındaki adaletsizlikler, sahil yağmalanması, denetimsizlikler… benzeri konular pek gündeme gelmiyor, gelemiyor.

Belki de belediyelerin yasal hak ve sorumlulukları ve uygulamalar en baştan ve çok dikkatlice incelenmeli ve sorgulanmalıdır.

"Aday adayları" ortaya çıkmaya başladı.

Her yerde tanım ve duyuru yapmak istiyorlar ve seçilmeyi bekliyorlar:

Kimdir ve "siyasi olarak üstlendiği ilkeler ve görüşler nedir" konusuna pek değinilmediğini görüyorum.

Genelde olduğu gibi "yerelde" de en önemli bakış şu olmalıdır:

Temiz bir toplum, adil ve eşitlikçi, özgürlükçü bir yönetim için doğru kişileri seçebilecek misiniz? Kara para aklamaya, ranta ve bunlara dayanan baskılara karşı durabilecek, hukuk devletinden yana çıkabilecek… olanları bulup, seçebilecek misiniz?

"Üzerimize düşenleri yapmak" yerine yalnızca boş şeylerle uğraştığımızda ise "güzel günler gelecek" diye beklemeye de "hakkımız yok"…

Türkiye devleti ve toplumuyla temel sorunlarını ele alıp, sorgulayamadığı ve bir hukuk devleti olarak çözüm yolları aramaya giremediği sürece, ne yazık ki çok daha bir karamsarlığa mı düşeceğiz?

Olumlu ve umut dolu olmak, yaşama daha iyi sarılabilmek, mutlu olabilmek istemez miyiz?

Çağdaş bir hukuk devletinde, tüm demokratik hak ve özgürlükler içerisinde refah düzeyi yüksek "kalkınan" bir toplum ve hakça bir yaşam, kaliteli bir yaşam istenilmez mi?

Bambaşka yapay konular ile, ortaya atılan kandırmacalarla uğraşmak ve onlara kanmak yerine "isteriz" diyebilmek ne güzel olurdu….

Tüm olumlu gelişmelerin olabilmesi için ise "aklını" kullanabilen, bilinçli ve uyanık yurttaşların olması ve sözünü geçirebilmeleri gerekmektedir.

Zor bir yıla girdiğimizin ayırtında olup, çok daha dikkatli olabilmeyi düşünebiliriz.

Hiçbir şeyin kendiliğinden değişmeyeceği gerçeğini de görüyorum; yine de umut etmek, iyi dileklerde bulunmak istiyorum…

.   Hoşça kalın…

.    Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 07.01.2024