28 Ekim 2022 Cuma

DOKSANDOKUZ YIL KUTLU OLSUN!

DOKSANDOKUZ YIL KUTLU OLSUN!

- TÜRKİYE CUMHURİYETİ Devleti'nin Kuruluşunun 99. Yıldönümündeyiz.

- TÜRK KURTULUŞ SAVAŞI'nın yapıldığı,EMPERYALİST VE SALDIRGAN GÜÇLERE KARŞI bir "BAĞIMSIZLIK SAVAŞI"nın kazanıldığı,GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA"nın kurduğu, 29.10.1923 tarihinde "CUMHURİYET yönetimi"nin tüm dünyaya duyurulduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ bugün 99 yaşını doldurdu.

- Parlamenter, laik, sosyal hukuk devleti olarak kabul ettiğimiz TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ bu büyük günbu 29 EKİM, bu büyük bayramın hepimize kutlu olsun!

Dünya tarihinde kuruluşu ile, verdiği savunma ve kuruluş mücadelesi ile en önemli bir örnek olmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin devletiyle, milletiyle ve her türlü değerleriyle, varlıklarıyla var olması, çok daha ileri düzeylere gelmesi hepimizin isteği olmalıdır.

Varlığımızdan dolayı, yapılanlardan, kazanılanlardan dolayı çok büyük gurur ve sevinç duymalıyız.

Ülkenin, toplumun ve devlet yönetiminin sorunları ile karşı karşıya kalındığında ise bugün çok daha dikkatli ve eleştirel davranmamız gerektiğini de kabul etmeliyiz.

Türkiye, "ülkesi ve devleti" ile tüm insanları ile bugün her yönden saldırılar ve tehditler altında olabilir mi?

YENDİK diye sevinip, coştuğumuz "O" güçler hiç durmadan bir gizli savaş ve propaganda çalışmaları ile TÜRKİYE CUMHURİYETİ'ni ele geçirmek üzere hızla yol almakta olabilirler mi?

Arkadaki global güçleri görmesek de günlük olaylardan ortaya çıkan yeni gelişimleri ve bunların etkilerini görebiliyor muyuz?

Toplumsal dengeleri, devletin kuruluş ilkelerini, yurttaşların özgür iradelerini, evrensel iyi ahlak değerlerini, TÜRK aile düzenini, ulus devleti... ve buna benzer diğer özellikleri kökten yok edebilmek ve yerine "kendi" değerlerini ve ölçülerini koymak isteyen bir "DEĞİŞİM" bir "SALDIRI" görebiliyor muyuz?

Toplumsal yozlaşma ve umursamazlık, özentiler, hep beğenilme duygusu, kültürel düzeydeki düşüş; edep, görgü ve kendini bilme, saygı duyma konularında bir boş vermişlik…

Toplum neden böylesine büyük bir hızla değiştirilmeye çalışılıyor?

Niteliksiz ve kalitesiz, sorumsuz, özgür iradesi olmayan, sürü etkisi altına çok rahat girebilen kitlelerin kimlere, hangi güçlere yararı vardır?

Ülkenin, devletin ve toplumun içinde bulunduğu sorunlardan çıkabilmesi için düşünebilecek, fikir ve çözüm yolları üretebilecek, akıllı ve sağ duyulu, donanımlı, güvenilir yurttaşlarımız nasıl ortaya çıkabilecek; bu özellikleri olan insanlarımız nasıl yetişebilecek?

Şu an toplumda kabul edilmiş ve uygulanır hale getirilmiş "NELER" vardır diye hiç "düşündüğümüz" oldu mu?

Çok büyük bir yozlaştırılma, büyük ve etken bir zihinsel algılama programlamaları ve çalışmaları gözlemlenebiliyor mu?

Tek, tek kişiler olarak kimseyi suçluyor olmasak bile "geniş kitlelerin" içine düştüğü durumu ve nedenlerini düşünmenin ülkenin geleceği için çok yararlı olduğunu düşünüyorum.

Topluma, kitlelere baktığınızda bunları sizler de görebiliyor musunuz:

- Bakımsız görünüşlü insanları

- Elinden asla düşmeyen ve en değerli saydıkları dijital telefonlarla kendi dünyalarında yaşayanları

- Hızla yayılmış olan "sakal bırakma" modasını

- Yırtık pantolon ve yırtık giysileri

- Bir omuzu ve bel kısmını açık tutan giysileri

- Nargile kahvelerini

- Yabancı markalı kahve dükkanlarını

- Hazır yiyecek dükkanlarının her yanı sardığını (Mc , pizza, Chicken vb...)

- Sigara tüketiminin yaygınlaştığını ve kullanan yaşının düştüğünü

- Çok hızla yayılan bir deri üstüne dövme akımını

- "Düşünme"ye yönelik olmayan kitap yazdırma özentilerini, kitap fuarlarındaki artışı, bilimsel kitap sayısının nerede ise yok olmak üzere olduğunu

- Gazete ve dergi, mecmua yazım ve basımında bir sorun olduğunu

- TV dizleri ve sinema filmlerinde işlenilen konuları

- Hemen, hemen tüm dizilerde hem giysilerde, hem dış genel görünüşte, hem de işlenilen konularda bir çeşit özendirici ama öte yandan da yozlaştırıcı akımların olduğunu

- Şiddeti özendiren haberleri, dizileri

- Antibiyotik kullanımını

- Sezeryan doğumlarındaki artışı

- Anti depresan kullanımındaki aşırı yükselmeyi

- Sağlık sektöründeki "özel" kurumlaşmayı, şirketleşmeleri, özel hastanelerin öne çıkarılışını

- Tarımda genetiği oynanmış tohumları, ürünleri

- Yerli hayvancılık ve tarımın yok edilmek üzere olmasını

- İşlenmiş, paketlenmiş ürünlerin "gıda" olarak tüketilmesini

- Ev ekonomisi olarak tanımlanan "evde gıda üretimi", yemek yapımının gerilemesini

- Paralı eğitimin, özel okulların çok artmış olmasını, eğitimde birlik yasasının artık uygulanmadığını

- Paralı sporların boyutlarının, rakamların durdurulamayan düzeyini ve yayılışını

- Toplumda kurulan STK kategorisindeki kuruluşların halkın ve bireylerin sorunlarını çözmede katkısı sağlamaktan çok uzakta olmasını

- Kayıtlı siyasi partilerdeki sayıların artışını ve bu siyasi partilerin demokratik hakların kullanılabilir olmasındaki yetersizlikleri, iş göremez durumda olmalarını

- Devlet kurumlarına, mahalli yönetimlere olan saygınlığın ve de güvenilirliğin gittikçe azaldığını

- İnsanların çok daha sağlıksız bir kişilik yapısına doğru gittiklerini

- Bu toplumda yaşayan insanların kendi aralarında kurdukları iletişimin gittikçe sorunlu bir gelişme gösterdiğini, yapaylığın arttığını

Boşanma sayılarının çok büyük bir hızla ilerlediğini

- Kredi kartlarının son derece artırıldığını ve kredi borçları borçlarının gittikçe artar olduğunu

- Banka masraflarının, faiz oranlarının dünya genelinin çok, çok üzerinde olduğunu

- Ülkenin sınırları içerisine dışarıdan kabul edilen yabancıların sayısının aşırı artmış olduğunu

- Tarikat, cemaat örgütlenmesinin ülkenin her yerinde ve her alanında yaygınlaşmış olduğunu

- Çağdaş bir eğitimin yapılabildiği devlet okullarının artık görülmemeye başladığını, bu okulların sorunlarının gittikçe arttığını

- DİN ve DİNLER TARİHİ ile ilgili olarak seküler kesimde bir uzaklaşma ve kabul görmeme, araştırıp, incelememe, karşı çıkış durumunun yaygınlaştığını

- Dinin siyaseteticarete, eğitime karıştırılarak kullanılmasının çok yaygınlaştırılmış olduğunu

- Genel çağdaş kültürden, bilimsel araştırma ve düşünme düzeyinden çok uzaklaştırılmış, evrensel değerlerden gittikçe yoksunlaştırılmış bir okur yazar kesimindeki artışı

- Resmi kayıtlı siyasi parti sayısının gittikçe arttığını ve çalışmalarındaki yöntem ve ilke düzeyinin gittikçe çok yetersiz kaldığını

- Devletin kendi adına aldığı dış borçların çok yükselmiş olduğunu

- Ülkenin her yerinde yeni inşaatlar yapılarak, binaların artışta olduğunu, bunların çoğunun satılamadan beklediğini

- Endüstriyel yatırımlarda bir durma, gerileme olduğunu

- Kapanan iş yerlerindeki sayının gittikçe artmakta olduğunu

- Dış satımın çok gerilediğini ama dıştan alımın gittikçe artmakta olduğunu

- Ulusal paramızın büyük bir hızla değer yitirdiğini

- Toplumda genel bir korku ve güvensizlik ortamının gittikçe yaygınlaştığını

- İnsanların genel olarak eleştirel düşünceden, politik tavır almaktan ve öz değerlerine sahip çıkmaktan gittikçe uzaklaşıpduyarsızlaştırılmaya çalışıldığını

.   Bunları, buna benzer durumları GÖRÜYOR muyuz, gözlemliyor muyuz?

.   Bu durumlar, etkiler, ve nedenleri üzerine DÜŞÜNEBİLİYOR muyuz?

.   Bu durumu günlük yaşamda, toplumda, insanlarda, davranışlarda, ilişkilerde görüyor muyuz?

Bu tür durumlar ve hızlı gelişmeler sağlıklı bir çağdaş toplumda hiç de olağan değildir.

.   Analitik bakış açısı ile ele alınıp gözlemlenilecek birçok konu, birçok alan vardır ve sağlıklı bir ülke, gelişen bir toplum için de bunları incelemek, fikir yürütmek yararlıdır.

.  Cumhuriyetin ilan edilmesinden bu yana tam 99 yıl geçmiş ve ne yazık ki cumhuriyetin kazanımları ve getirdikleri üzerine kat be kat daha eklemeler yapmamız, çağdaş ve uygar bir toplum olmuş olmamız gerekirken, ne yazık ki hiç görülmemiş denli sorunlarla boğuşan bir toplum olmuşuz.

.  Hangi çalışmalar, hangi çağdaş ve bilimsel hazırlıklar, evrensel düzeyde ne gibi etkinlikler yapılacak önümüzdeki 100. yıl kutlamalarında dersiniz?

.  Türk halkı 99 yıl boyunca bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak nereden nereye geldiğini ve de ana hedeflerin, ulaşılması gereken yerlerin nereler olduğunu ne denli anlamakta, kavramaktadır, dersiniz?

.  Bence ortadaki genel durum çok umut verici gözükmemektedir.

.  Nüfus gittikçe artmakta ise de duyarlı, eleştirel düşünebilen, bilinçli ve ilkeli bir yurttaşlık düzeyine erişemedik.

.  Çok olumsuz olan bu gidişe rağmen neler yapılabilir, neler yapılmalıdır?

.  Tüm bu gözlemlenilen duruma ve yapılanmalara rağmen çözüm yolu ve bakış açısı yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği hedefleri ve başarılarını, uygulamalarını, fikirlerini günümüz koşullarına göre hızla uyarlayabilmektir, uygulayabilmektir.

.  Bu genel durum ve gidişe bakıldığında ise ülke içinde yeniden bir ulusal birlik ve güç toplama, yeniden bir ortak değerler ve kazanımlarda "partiler üstü" yaklaşımlar ve girişimler gerekli olacaktır.

.  Sizlere mutlu ve huzur dolu günler, sağlık dilerim.

.  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 29 Ekim 2022, MŞ.

 

 


 


21 Ekim 2022 Cuma

TOPLUMSAL KORKULAR VE BİREY

toplumsal korkular ve bİrey

Son yılların genel gidişine bakıldığında toplum ve bireylerin gittikçe çok endişeli ve korkulu bir ruh durumuna girdiği görülüyor.

Hiç de kolay olmayan, sıkıntılı, çözüm yolları karışık ve bazı noktaları da karanlıkta kalan bir yapılanmaya gidildikçe insanlar çok daha endişeli olmaktadır.

.   Hep böyle korkacak ne var?

Bunu artık her yerde birçok kişinin ağzından duymak olası…

Bugünün sorunları ile, güncel sorunlarla baş edemeyen yurttaş bunları yaşadıkça yarınlardan, gelecekten çok daha korkar bir ruh durumuna girmektedir.

Yönetimlerin baskıları gibi "olağan dışı" koşulların oluşması sonucunda toplumlarda genellikle bir "suskunluk sarmalı" ile birlikte korkular oluşur ve "tercih çarpıtması" yaşanır,

Bu ilerledikçe de sonuçta bir "toplumsal felç" durumu oluşur.

Sıradan birey "içinde yaşadığı" toplumdan dışlanmayı istemez ve onunla "uyum" içinde yaşamaya yönelir.

Eğer, fikirleri içinde bulunduğu gruptan ya da toplumdan onay görmüyorsa, fikirleri açıkladığı taktirde dışlanacağını, baskı göreceğini düşünüyorsa "korkuları" başlar ve bir çeşit kişisel "önlem" olarak susar.

Bu ise o kişiyi zamanla ortadaki genel kabul görüşe "uyum" göstermeye, "teslimiyetçiliğe" kadar götürebilir.

Elinde yapabileceği bir şeylerin olmadığını, gücünün "kalmadığını", sorunlarla baş edemediğini gören insan ruh sağlığının "olumsuz" etkilendiğini görmekte ve artık iç huzurunu yitirmektedir.

Sağlığı bozulmuş ve de çözüm yollarına uzak kaldığını düşünen kitleler daha önceden edindikleri bilgi ve deneyimlerinden şüphe eder duruma düştükçe de "umutlarını" yitirmiş olmaktadır.

Aslında ortada gözle görülen ve çok açıkça belli olan somut bir düşman da yoktur.

Yani bilinen türde bir savaş durumunda olunmadığı için ruhsal anlamda, savunma açısından bir açıklık yoktur.

Ortada birçok söylentiler, haberler, yorumlar, bilgiler dolaşıyor olsa bile sıradan yurttaş her geçen gün çok daha derin bir bunalıma düşmektedir.

Korkunun etki alanı gittikçe genişliyor, var sayımlar büyüyerek dogmalar haline geliyor...

Korkuları giderecek önlemler, güven getirecek çözümler aranıyor…

Beyindeki korku merkezi ile daha tutucu eğilimler ve tercihler arasında ilişki güçlenmeleri artıyor…

Toplumsal olarak bir güven hissinin oluşturulması "gerekirken" ekonomik çöküş, adalete olan güvensizlik, günlük gereksinimlerin karşılanmasında çekilen zorluklar, zamlar, pahalılık… artmakta oluyor ise yurttaş gittikçe bir "algı bozukluğu", korkular içinde yaşam çekmeye başlıyor.

Böylesine korkuları artan bir toplumu baskılamak ise çok daha kolaylaşıyor.

İnsanın uzun zamandır zihinsel olarak geliştirmiş olduğu "baş etme mekanizmaları" bastırılmaya başlanılıyor.

Akılcıl fikir yürütme ve bunu destekleyen tüm beceri birikimleri korkunun gölgesinde kayboluyor.

Bir süre sonra insan korkusunu anlamak ve keşfetmek isteğini de yitirir duruma füşüyor.

Korku neredeyse bir dokunulmazlık kazanmış, kendi başına "başıboş" bir duruma bürünürüyor.

Bu durumda ise korku bir baş etme işlevinden çok, bir tür çaresizlik ve hareketsizlik işlevi görülmeye başlıyor.

Artık insan davranışsal düzeyde tedirginlikler yaşar ve birçok da "kaçınma" tepkilerine bürünüyor.

Yaşama bağlılığı ve umutları yitirildikçe de süreğen olarak kendi sınırlarının içine kapanır duruma düşüyor.

Zihinsel olarak oluşturulabilecek daha "işlevsel" çözümleri bir yana bırakılıp, kapsam olarak artmış olan korkuları "teskin etmeye" yönelik eylemlerin öne çıkması başlıyor.

Tüm bunların oluştuğu durumda imaj oluşturucular, zihin yönlendiriciler ve stratejistler, siyasetçiler başta olmak üzere farklı taraflar "duygu" dağarcıklarımızın biçimlenmesinde çok etken ve belirleyici rol oynamak istiyorlar ve de başarıyorlar.

Nerde ise tüm medya ile, basın yayın kurumları ve TV'ler ile, reklamlar ve sinema ile tüm toplumu çok başarılı bir biçimde etkileyebiliyorlar.

Son yıllarda yaşanılan zihinsel zorlanmaların ve yorgunlukların temelini tüm bunlar oluşturuyor.

Yaşanılan günlük gerçekler, duygular ve istekler, özlemler, hayaller yaşamımızda karşılıklarını bulamayınca insanlar büyük bir boşluk duygusu yaşıyorlar.

Yaşadığımız ülkede şu anda "en baskın korkuları" sıralayacak olsak ne deriz?

Geçim sıkıntısı, hukuk devleti arayışı, gelecek endişesi, yabancı düşmanlığı, toplumsal ayrışma, işsiz kalmak, evsiz kalmak, aç kalmak, sigortasız çalışmak, çocukların iyi bir eğitim alamaması, paranın değerinin düşmesi, savaş çıkması… en önde gelen korkular olarak yer alıyor.

Özellikle "gelecek korkusu" kişi, sınıf ve siyasi taraf gözetmeksizin toplumun her kesiminde yaşamı yönetiyor.

Güvenlik kaybı ve hep zarar görmek duygusu, kişiler arası ilişkilerde şüphe ve güvensizlik duygusu yaşamı yoğun bir biçimde etkiliyor.

İnsanlar kendilerini kapatıyorlar, kolay açmıyor, fikirlerini kolayca açıklayamıyorlar, kendi içlerinde bir endişe-korku dünyasında yaşıyorlar.

Olaylara bakış artık hep "dar kalıplar" ve ön yargılar üzerinde kurulmaya başlanılıyor; eleştirel düşünce, çözüm yolları aramak artık bırakılmış gibi oluyor.

Yaşama pratiklerinin tümü bu korkular üzerine kurulduğu için toplumsal üretimler ve kitleler arasındaki dayanışma, güç arayışları ve birliktelikler ise gittikçe kısıtlanıyor.

Korku toplumsal bir özellik, bir nitelik kazandığında ise bunun ekonomik, siyasi ve tıbbi açılardan toplumsal maliyeti artık hesaplanamaz bir düzeye çıkıyor.

Gündelik stres ve yaşam kalitesinin düşmesi ile ruh sağlığında bozulmalar görülecektir ve de sağlığı bozulanın iyileşmesi daha da zorlaşacaktır.

"Korku"nun toplumsal nitelik kazanması görünmez birçok dinamikleri de aksatacaktır.

Depremler, büyük kazalar, doğal afetler, enflasyondaki artış hızı, toplu işten çıkarmalar, beklenilen adaletin sağlanamaması, yolsuzluklar, karanlık işler, yanlış politik kararlar… artıkça ve sıkça karşılaşıldıkça toplumsal olarak güven duygusu oluşturulamayacaktır.

Korku manipüle edilip belli bir siyasi yarar için kullanılmakta ve istismar edilebilmektedir.

Toplumların, halkların zor zamanlarda kendilerini nasıl koruyacakları yönünde çok geniş bellek dağarcıkları vardır.

Korkuları ehlileştirebilecek en temel kaynağımız ise çok daha öncelerden oluşturduğumuz birikimler ve tarihsel deneylerdir.

Daha önce zor zamanlarda yaşadıklarımızdan neler öğrendiğimizi, savunma gücünü nasıl topladığımızı ve başarıya nasıl ulaştığımızı yeniden anımsamamız gerekecektir.

Bugün yüz yıllık devlet kuruluşuna baktığımızda o günlerin sıkıntıları, savaşlar, yeni devlet kurmanın gücü ve heyecanları, atılan adımlar, devrimler, halkın dayanışması, yokluklar içinden kalkınma hedefleri, çağdaşlaşmak ve uygarlaşmak için ön görüler, emperyalizme karşı bağımsızlık ve özgürlük direnişleri ile birlikte düşünüldüğünde çok derin deneyimlere sahibiz

Çok uzun bir zamandır bu öğrendiklerimizden elde ettiğimiz çıkarımlarımızı bugün toplumsal politikalarımıza katmaya gayret edebilmeliyiz.

Neyi "nasıl" yapabileceğimiz, nerede nasıl davranabileceğimiz, olaylara ve durumlara karşı nasıl bir duruş takınmamız gerektiğini öğrenebileceğimiz çok değerli yazılı, belgesel kayıtlarımız vardır ve onları yine bugün belki yeniden okumak ve öğrenmek durumundayız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk çok yönleri ile bir önder, bir kahraman, bir devlet adamı, bir düşünür ve yol göstericidir; onun yeri ve değeri tüm bu anlamda bizim için çok önemli ve değerli olmaktadır.

Atatürk'ün gösterdiği yoldan ve hedeflerden uzaklaştırılmadan bugünün temel sorunlarına çözümler aramak, kendimizi geliştirmek, çok çalışmak ve akılcıl düşünceler üretmek, sağ duyulu olmak yolu ile umudumuzu yükseltmeliyiz.

Korku toplumu olmaktan ancak bilinçli ve çağdaş bir uygar toplum olarak kurtulabiliriz.

Sağlıklı, huzurlu ve güven dolu günlere erişmek dileklerimle hoşça kalınız…

.    Gönen Çıbıkcı, 23 ekim 2022

...........................................................................................................



İNTERNET ve TÜRKÇE

 İNTERNET ve TÜRKÇE

Şu an yeni, yeni tanınma ve kabul görme aşmasına girmekte olan internet konusunda çok geniş bir ümit görmekteyiz.       

İnternette yer alma her geçen gün gerek iş dünyasında, gerekse de bilim dünyasında çok önemli bir ivme kazanmaktadır.

Özel yaşamında internete giren ve bir bakıp, çıkanlar da gün geçtikçe artmaktadır.

Şu an Türkçe internet siteleri yeni, yeni açılmaktadır.

Bunlardan bazıları çeşitli toplumsal kurumlar tarafından halkı bilgilendirmek amacıyla düzenlenmektedir.

Ayrıca da ticari amaç ile kurulan siteler de açılma yolundadır.

Bu gelişmeleri irdelediğimizde şöyle bir görünüm ortaya çıkacaktır: 

.     Tüm bu alanlarda Türkçe iletişim dili olarak yerini alacaktır.

·     Türkçe internet alanında da önemli bir yer alacaktır.

·     İnternete girmek ve ondan yararlanmak günlük yaşamda çok önemli bir yer alacaktır.

·     Nasıl ki bugün bir televizyon ve telefon kullanımı doğal ve vazgeçilemez bir olgu durumuna gelmiş ise, önümüzdeki yıl internetten yararlanma da öylesine doğal bir kullanım kazanacaktır.

·     Bilgi alış verişi internet üzerinden sağlanmaya başlanılacaktır.

·     Toplumsal örgütlenmeler de internet sitelerinden yararlanılarak yapılacaktır.

·     Resmi kurumlar kapılarını halka internette açacaktır.

.     Birçok işlem internet üzerinden yapılacaktır.

·     Bilimsel kurumlar yaptıkları çalışmaları halkın ve diğer kurumların bilgisine ve kullanımına sunacaktır.

·     Eğitim kurumları yapacakları öğretim ve eğitim programları ile çok yaygın bir çalışma dönemine gireceklerdir.

·     Ticari kuruluşlar yaşamın tüm alanlarındaki iş konularını internette de uygulamaya başlayacaklardır.

.     İş alanlarının hemen, hemen tümü tüm çalışmalarında internetten yararlanacaklardır.

·     Yeni meslek türleri ortaya çıkacaktır.

·     Özel yaşamda yapılan birçok satın alma internet üzerinden gerçekleştirilmeye başlanılacaktır.

·     İnsanların gerek özel gerekse de mesleksel olarak izleme ve etkileme alanları çok genişleyecek, deyim yerinde ise tüm dünya çapına yayılacaktır.

·     Dünyanın çeşitli yerlerine yayılmış olan Türkiye kökenliler Türkçe aracılığı ile internette daha çok örgütlenmeye başlayacaklardır.

.     Böylece de bilim ve halk dili Türkçe daha önemli bir konuma gelecektir.

·     Köken dili (anadil) olarak Türkçe çok değişik halk grupları arasında yeni bir deneyim ve iletişim alanı sağlayacaktır.

·     Türkçe'nin çeşitli ağız ve diyalektlerinin kendilerini ortaya koymalarına, karşılaştırılabilmelerine olanak sağlanılacaktır.

.     Bu da Türkçe'nin boyutlarını ve varsıllığını daha iyi bir biçimde gözler önüne koymaya, yeni bir bilinç oluşturmaya katkı sağlayacaktır.

·     Dünyanın birçok ülkesinde ticari anlamda çok önemli yer almış olan büyük işletmeler Türkçe konuşan halka mallarını satabilmek için ayrıca bir yatırıma ve tanıtıma gireceklerdir.

·     Türkçe konuşan halkın tüketim alışkanlıklarını kendi çıkarları doğrultusunda etkilemek isteyen tüm kuruluşlar interneti bir savaş alanı haline sokacaklardır.

·     İletişim dili, bilim dili, halk dili, ticaret dili, kültür dili olarak Türkçe daha çok kullanılmaya başlanıldığında Türkçe'ye diğer dillerle birlikte (İngilizce, Almanca..) çok iyi egemen olan kişiler kendi meslekleri içinde daha çok aranılır olacaklardır.

·     İnternet haberciliği çok kısa bir sürede büyük bir ivme kazanacaktır. Bu alandaki şirketlerin verecekleri savaş ile Türkçe kullanımı çok büyük bir hıza girecektir.

·     İnternet haberciliği ile çok değişik modeller denenmeye başlanılacaktır. Böylece her türlü halk kesimine yönelik programlar ile o alanlardaki Türkçe'nin gelişimi de  paralellik kazanacaktır.

·     Yeni gelişecek araçların yaygınlaşması ile günlük yaşamdaki alışkanlıklar yeni bir görünüm alacaktır.

·     Cep telefonlarında internet bağlantısı bir devrim yaratacak güçtedir.

·     Bu yeniliğin yaygınlaşması ile her bir birey anında tüm dünya ile ve saniyesel bir hızla iletişim kuracak, işlerini halledecektir.

·     İnternet ve buna bağlı araç gereçlerin yaygınlaşması ile de bilim ve teknolojinin günlük yaşama yayılması sonucunda, bunları kullanma ücretleri çok aza inecek belki de yine çok kısa bir dönemde ücretsiz olmaya başlayacaktır.

·     Bunun en büyük etkeni şirketlerin piyasada kendilerine yer açmak için yapacakları reklam yatırımlarının artması olacaktır.

·     Bugün kullandığımız televizyon alıcılarına çok kısa zamanda internet bağlantısı da eklendiğinde artık televizyon izleyen hemen istediği an internete geçebilecektir.

.     Bu büyük kolaylık sayesinde de Türkçe internet sitelerine ulaşmak saniyelik bir iş olacaktır.

·     İnternette iletişim o kadar teknojik ilerleme gösterecektir ki her bir birey çok rahatça kullanabileceği yazı ve grafik programıyla istedikleri her şeyi gerçekleştirebileceklerdir.

·     Bu tür programların gelişmesi ile de Türkçe dilinin de orada kullanımı artacaktır.

·     Internetin kullanımının yaygınlaşması ile insanlar özel yaşamlarını, düşüncelerini, meraklarını, araştırmalarını ve buna benzer alanlarda söylemek istediklerini diğer insanlarla paylaşmak isteyeceklerdir.

·     Bu öylesine bir yaygınlık kazanacaktır ki her bir birey kendi öz sayfasını internette açacaktır.

·     Bunun olması demek de o kişilerin kendi kimliklerini bu sayfalarda yansıtmaları demek olacaktır.

.     Kullanacakları dil de buna bağlı olarak birincil sırada anadili Türkçe olacaktır.

.     Ama yine ayni kişilerdeki çok kimliklilik gerçeği gereği diğer dillerde de iletişim sayfaları olacaktır.

·     Yani bir Türk hem kendi öz dilini kullanmak isteyecek, hem de yaşadığı ülkenin dilini kullanacaktır (belki de o dil o kişinin birinci ya da ikinci anadili olmuş olacaktır).

·     Tüm dünyada tüm okullarda internet olacaktır.

.     Birincil sırada gelişmiş ülkelerde görülecek olan bu gelişim ile her bir çocuk daha 9- 10 yaşlarında internete girip her alanda çalışmaya başlayacaktır.

.     Böylesine bir yepyeni insan kuşağının düşünce biçimi de bunun sonucu daha değişik olacaktır.

·     Bu durumda diller arası iletişim ve o dilin anında çağırılıp kullanılması çok doğal bir olay olacaktır.

·     Ayni anda bir İngilizce ya da Almanca dili ile çalışan bir program anında bir diğer dile çevrilebilecektir.

.     Bunun anlamı da şu olacaktır:

.     Özellikle gelişmiş ülkelerdeki internet tüketicileri için Türkçe programlar (çeviriler...) üretilerek piyasaya sunulacaktır.

·     İnternet hem görsel hem de işitsel olacağı için Türkçe'nin gerek okunarak, gerekse de işitilerek izlenebilmesi sonucu Türkçe dil olarak daha doğru ve kalıcı olma aşamasına girecektir.

·     Bu arada iletişimdeki yazışma dili olarak da Türkçe çok hızlı bir yol alacaktır.

·     Yeni bir dil bilincine kavuşmaya başlayacağız. Türkçe bu yeni bilinçte çok önemli bir yer alacaktır.

·     Bireyler gerek özel, gerekse iş ilişkileri nedeni ile Türkçe'lerini çok geliştirmek isteyeceklerdir.

·     Özel ilişkilerdeki iletişim çok büyük bir hız kazanacaktır.

.     Sınırlar ve zaman ortadan kalkmaya başlayacaktır.

·     Herkes kendi arkadaşını, akrabasını, dünyanın neresinde olursa olsun ve ne zaman olursa olsun arayabilecek ona mesaj (yazı, resim...) gönderebilecektir.

·     Buna en büyük etki de fiyatların düşmesinden gelecektir.

.     Bunun sonucu insanlar günün çok değişik kesimlerinde canları nasıl isterse, istediği ile iletişim kurabilecektir.

·     Bu elektronik posta, internet sayfası, internet telefonlaşması ile olabilecektir.

·     Teknolojik gelişme ile ortaya çıkan bu olanakları tabii ki Türkçe konuşan milyonlarca insan da kullanacaktır.

.    Gönen ÇIBIKCI, 25 Şubat 2000 Cuma, Aschaffenburg

 

 

TÜRKÇE'SIZ BİR GELECEK OLMASIN.

  Türkçe'siz Bİr Gelecek Olmasın.

Çocuklarımızın geleceğine sahip çıkalım!

Türkçe öğretimine sahip çıkmalıyız!

Dilimiz Türkçe her zaman ve her yerde yaşasın!

Çocuğunuzun Almanca'sının çok iyi olabilmesinin ve derslerinde başarılı olabilmesinin en önemli etkeni onun anadili Türkçe'de okur ve yazar, anlar ve anlatabilir olmasıdır.

Çocuklarımızın anadilleri Türkçe’yi en iyi biçimde öğrenmeleri bizlerin isteği ile gerçekleşecek çok büyük bir şanstır.

Bu şansı kullanmalıyız.

Çocuğun kendi kültürüne ve ailesine bağlılığı Türkçe öğrenmekle daha da artar.

Çocuğunuzu Alman okullarında devletçe verilmekte olan Türkçe dersine gönderin.

Çocuğun kendi kültürüne ve ailesine bağlılığı Türkçe öğrenmekle daha da artar.

Bu toplumda bir başına, köksüz kalmışlıktan kurtulur.

Almanca öğrenmeye Türkçe bir engel değil tam tersine bir "olmazsa olmaz" ön koşuldur.

Bu gerçeğe karşı çıkmanın ise hiç bir bilimsel değeri yoktur.

Çocuklarının daha iyi bir eğitim ve öğretim almasını isteyen anne ve babalar okulun tüm yaşamına katılmalıdırlar.

Sorunların çözümünde birlikte mücadele edin.

Tam da zamanı, şimdi!

Çocuğunuzu Türkçe dersine gidebilmesini sağlayın, çıkacak olan engelleri yine diğer velilerle birlikte çözümleyin.

GÖNEN ÇIBIKCI, Öğretmen, 21.08.2016, ADA


DİL "İNSAN" OLMAKTIR.

 -   DİL "İnsan" olmaktır.

.   İnsanın dışarıya açılan kapısı dildir.

.   Herkes kendi dili ile aktarır duygularını.

.   Düşüncelerin aktarımı dilin derinliği ve düzeyi ile sağlanır.

.   Düşüncelerin gelişimi ile dil güç kazanır ve etkinliğini artırır.

.   Dil hem sestir, hem de düşüncenin aktarılma aracıdır.

.   Dili geliştirmek aklı geliştirmektir.

.   Düşünce düzeyini geliştirmek dilin kalitesini yükseltmektir.

.   Dilin hası da "anadil"dir.

.   Dil yaşamak ister.

.   Dil sevilmek ister.

.   Dil üremek ister, üretmek ister.

.   Dil kendisine zaman ayrılmasını ister...

.   Dil beslenmek ister, büyümek, gelişmek ve bakılmak ister.

.   Dilin gelişimi ise sadece sözlü olmaz.

.   Okumadan, hele yazmadan dil gelişmez ve sadece kısır bir çember içinde kalır.

.   Diline egemen olan ve onu güçlendiren dünyada "sesini duyurur".

...     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2020.12.11, MŞ

Devlet Okullarındaki TÜRKÇE Dersi

  Devlet Okullarındaki TÜRKÇE Dersi 

   Büyük bir Kazanımdır!

Herkesin çok iyi bildiği sözler var:

Bir dil bir insan, iki dil iki insan! 

Çocuklarımız bizlerin birer çiçeği ise, Türkçe de onların öz suyudur. 

Türkçe dersi o okulun haftalık ders programı içerisinde normal zamanlarda yer alır.

Almanya devlet okullarında, Alman devletine bağlı Türk öğretmenler Türkçe dersi vermektedir.

Şöyle düşünmek gerekir: "Anadili Türkçe, okul dili Almanca!"

Bu bir zenginliktir. 

Türkçe'siz bir gelecek olmasın, dilimiz yaşasın!

Dilimiz Türkçe her zaman ve her yerde yaşamalıdır!

Çağdaş yöntemlerle öğrenilen diller ile insan tüm yaşamı boyunca çok daha başarılı olur.

Çocuğunuzun Almanca'sının çok iyi olabilmesinin ve derslerinde başarılı olabilmesinin en önemli etkeni onun anadili Türkçe ile de okur ve yazar, anlar ve anlatabilir olmasıdır.

Türkiye'ye gittiğinde ya da orada yaşamaya başladığında hiç bir olumsuzluk, dezavantaj yaşamamalıdır.

Alman okullarına devam eden Türk çocuklarının bir de kendi anadili olan Türkçe için derslere katılması bir yük değil tam tersine çok büyük bir şanstır.

Devlet okullarında olan bu resmi dersler hem ücretsizdir, hem de çağdaş yöntemlerle ve çocuğun yaşına uygun olarak verilmektedir.

Türkçe dersine katılmak Almanca öğrenmeye bir engel değil tam tersine Almanca öğrenmek için bir büyük avantaj olacaktır.

Çocuklarımızın anadilleri Türkçe’yi en iyi biçimde öğrenmeleri bizlerin isteği ile gerçekleşecek çok büyük bir şanstır.

Bu şansı kullanmalıyız.

Çocuğun kendi kültürüne ve ailesine bağlılığı Türkçe öğrenmekle daha da artar.

Bu gerçeğe karşı çıkmanın ise hiç bir bilimsel değeri yoktur.

Alman toplumunda bir başına, kültürsüz, köksüz kalmışlıktan kurtulur.

Çocuklarının daha iyi bir eğitim ve öğretim almasını isteyen anne ve babalar okulun tüm yaşamına katılmalıdırlar.

Alman okullarında devletçe verilmekte olan Türkçe derslerine çocuklarımızı göndermeliyiz, istekle devam etmesini sağlamalıyız.

Çocuklarımızın geleceğine sahip çıkalım!

Türkçe diline ve öğretimine sahip çıkmalıyız!

Çağdaş bir Türkçe öğretimine sahip çıkmalıyız!

Sorunların çözümünde birlikte mücadele edilmelidir. 

Çocuğunuzu Türkçe dersine gidebilmesini sağlayın, çıkacak olan engelleri yine diğer velilerle ve kuruluşlarla birlikte çözümleyin.

Bu konuyu ertelemeden iyi düşünüp, yaşama geçirmeliyiz.

Çocuğunuzun gittiği okulun müdürüne gidip konuşmalısınız ve onların vereceği başvuruyu yazıp, çocuğunuzun Türkçe dersine katılmasını sağlayacaksınız.

Tam da zamanı, şimdi!

. Öğretmen GÖNEN ÇIBIKCI, 

      21.08.2016-K, 22.02.2022-MŞ


15 Ekim 2022 Cumartesi

BOL, BOL SOHBET EDİN DE...

 - BOL, BOL SOHBET EDİN DE...

Boş, boş oturup "boş ama tatlı muhabbetler" yapmak üzerine bir "SOHBET" etsek, nasıl olur?

Bunu ilk duyduğumuzda hemen kızmak ve olumsuz algılamak çok doğal.

Biraz açarak konunun içerisine girebiliriz:

Ama yine de ilk adımda söyleyelim ki, "BOŞ OTURMAK VE BOŞ SOHBETLER" pek de yararlı değildir ve çok da önerilmez...

Şimdi şöyle bir duralım ve yavaş, yavaş şu "SOHBET" işini bir genişletelim:

Tanıdıklar, arkadaşlar kendi aralarında çok iyi anlaştıkları gibi çok da sohbetler yaparlar.

Hemen, hemen her toplumda ve de belki de dünyanın her bir yanında var olan bir durum bu aslında...

Birkaç kişi, ama çok tanıdık ve çok iyi anlaşan "arkadaşlar" yazılı bir takvimi olmayan zamanlarda ve genelde de hep bildikleri yerlerde bir araya gelirler.

Konuşmalarında kullandıkları "ortak bir dil" vardır.

Bu dil onların ortak kültürlerinin ve mensubu oldukları mahallenin "ORTAK İLETİŞİM" dilidir.

Beden dili ve de bu kullanılan dil çok uyumlu bir beraberlik içindedir.

Nerede ne ve nasıl söylenilecek, vurgulamalar nasıl yapılacak, kim, kime nasıl davranacak... hepsi hiç bir yerde yazılı olmamasına rağmen bellidir.

Yıllardır birlikte geçirilen zaman, paylaşılan ortak "mekan"lar, herkesin birlikte tanıdığı kişiler... hep bellidir ve kesin bilinir. 

Herkesin kendine göre bir yeri, bir "düzeyi" vardır.

Bazen de durum bir "had" meselesidir: 

"Haddini bileceksin" gibi çizgiler vardır, ne demek istenildiği hemen anlaşılır!

“Yaşanılan yer, içinde bulunulan zaman, ortak çevre, ortaklaşa alınan beğeniler "zevk"ler... “

“Müzik denilince anlaşılan ortak beğeniler, birlikte hemen "dile getirilebilen" parçalar...”

"Vay be" diye başlanılan tümceler....”

"Ya neydi o?.. diye başlanılan “muhabbet açıcı” sorular....”

“Yılların getirdiği tanışıklıklar, ortak yaşanmışlıklar, ortak acılar ve sevinçler... ile yoğrulmuş bir ortak kültür....”

Toplumsal ve ekonomik açıdan, toplumdaki basamaklardan, sınıflarda... bakıldığında ise "temel yapı" hep ayni gibidir...

Bir ortak iletişim dili vardır kullandıkları bir de onları bir arada tutan ortak geçmiş ve yaşanmışlıklar, ait oldukları çevre, geldikleri yer...

Ayni mahallenin insanları olmak, ayni okulda okumak, askerliği birlikte yapmak.... gibi yere bağlı ortaklıklar ve ortak dil, ortak düşünce ve davranışlar bir ömür boyu sürer gider.

Coğrafi, yerel bileşkelerin dışında bir başka alan daha vardır ki, o da “düşünsel, ideolojik, siyasi” bir ortak zeminde buluşmadır.

Bu mahallede yer alanlar birbirlerini "yüz yüze" tanımasalar bile ortak tanıkları olan edebi, siyasi kişilikler, sanatçılar... onların ortak kültürünü oluşturur.

Ne zaman ve nerede olurlarsa olsunlar bu "ayni mahallenin çocukları” ortak frekanslarla iletişimlerini sağlayıp muhabbete geçebilirler.

Öyle çok ciddi ve içerikli, derinlikli konular pek onları AÇMAZ. 

İlk girizgah bölümünden sonra ise ilk ciddiyet yerini daha sıcak ve de azıcık GEVŞEK muhabbete bırakır.

Artık laf atmalar, şakalar, benzetmeler, birazcık dil uzatmalarla "ortak" dil ve kültür kendini gösterir ve kişiler bundan hoşlanıp, zevk alırlar.

İçlerinden birisi çıkıp da azıcık ciddi ve de üst çizgiden bir bilimsellik falan sunmak istese, diğerlerinden birisi onu güzelce yumuşatıp, tekrar kendi çizgilerine çeker.

Bu halle işi birliktelik, sohbet ve davranış, düşünme biçimi temelde bir "sürü-kitle psikolojisi"ni de oluşturmuş olur....

Birbirlerini izlerler, örnek almalar, taklit etmeler hep o içinde bulundukları çemberden kaynaklanır.

Dışarıdan birlerini de pek içlerine almazlar, onları kabullenmekte zorlanırlar.

Olur ya birisi tesadüfen de olsa "mahalle"ye düşse, ilk olarak ona mesafeli davranırlar, karşıdan gözlerler ve birazcık da sınava sokarlar...

Ayni mahallenin çocukları artık bir tür "TARAFTAR" grubu gibi olmuştur, birbirlerini korurlar ve gerekirse karşı tarafa karşı müdafaaya geçerler. (partizanlık)

Bu genel durumun "dışında" kalan "bireycil" yaşayanlar, bir mahallesi olmayanlar ise kendi kendilerini yönlendirmiş olanlardır ve de çok daha özgür ve seçicidirler.

Kitle psikolojisi ve özellikleri ve bunu kullanma durumu ise son iki yüz yıldır epey bilinmektedir.

Bu özelliklerin en çok bilerek kullanıldığı alanlar sinema, TV ve sosyal medyadır.

Algı-zihin yönetimindeki en işe yarar yöntem de budur.

Film karelerini içerisine, konuşmaların arasına, giyim-kuşama, takılara yerleştirilen "unsur"lar ile kitleleri etkileyip ortak bir çekim yaratmak istenilir. Buna da SUBLİMİNAL etki (mesaj) denir. 

- Kitle psikolojisi olarak tanımlanan, kitlelerin sosyal ve psikolojik davranış ve tutum özellikleri, 19. yüzyılda, özellikle ünlü Fransız sosyal bilimci Gustave Le Bon, Gabriel Tarde, Alman psikolojisi ekolünün öncülerinden Sigmund Freud ve İngiliz psikolog William Mc Dougall tarafından incelenmiş ve analiz edilmiştir.

- Bu yazarlar, toplumsal bir olay çerçevesinde cereyan eden kitle hareketlerinin psikolojilerini incelemişler; farklı kültürel ve sosyal değerlere sahip insanların bir olay çerçevesinde bir araya gelmeleri, kitle içerisinde oluşan kolektif bilinç ve ortak ruh ile hareket etmeleri durumunun KİTLE PSİKOLOJİSİ oluşturduğunu ifade etmişlerdir.

- Özellikle, Le Bon ve Freud'e göre, kitle psikolojisinin temel özellikleri olan “ORTAK RUH”, “ortak bilinç”, “bilinçaltı” ile hareket etme durumları, kitle hareketlerinin en önemli psikolojik özelliklerini oluşturan değerler arasında yer almaktadır. """"

Boş muhabbet de yine böylesine bir kitlesel olgudur, bazen üç beş kişi ile, bazen de çok daha geniş katılımlarla yerine getirilir.

Yıllar geçse de, o "mahalle"den uzaklaşsalar da artık "yepyeni bir insan oldum" da deseler, koca, koca diplomaları bile olsa, yaşamlarında o "MAHALLELİ" olma durumu hep etki yapmıştır. 

Yeni bambaşka bir mahallenin insanı gibi davranabilmeleri çok kolay OLMAZ.

Mahalle değiştirmek istenildiğinde ise kabul de GÖRMEZLER.

Bizim özel alanımızın içerisinde yer bulan boş “muhabbetlerden” çok hoşlanmak, zevk almak durumu bir de bakarsınız ki TV'lerde geniş kitlelere YÖNELİK yapılır.

Bir TV açık oturumunda izlersiniz, birileri hep konuşur, diğerleri susar, sonra onlar konuşur... 

Hemen konuşmacını hangi mahalleden olduğu anlaşılır, ne diyeceği de BAŞTAN bellidir.

Çünkü her "kesim"in, her "mahalle"nin tutumu, yapısı, değer yargıları, istemleri... az çok toplumda artık anlaşılmıştır.

Bir de tüm bunların dışında kalan, sürüye katılmamış, bireyci ve de özgür ama tek kalanlar vardır, demiştik, onlar da kendi yetişme durumlarına göre kitleler üstü, topluluklar üstü bir istem ve görüş elde etmişlerdir.

Onların bakış açıları ve bu tür muhabbetlerden aldıkları beğeni (zevk) çok daha başkadır.

Sonuç olarak bakıldığında "boş konuşmak" ve "boş muhabbet" denilen olgunun temel yapısı bunlara bağlıdır.

Gayet doğal olarak da kişinin okumuşluğu, mesleksel eğitimi, bireysel eğilimleri ve gelişmişliği çok önemlidir ve de hep olmalıdır.

Yaşamına ilkesel ve analitik bakabilen kişilerin düşünme ve konuşma düzeyleri de doğal olarak çok farklı olacaktır.

Davranışlarında ve konuşmalarında "seçicilik" hemen kendisini gösterir.

Boş, boş konuşmaktan bir de boş muhabbetlerden ne zevk alırlar, ne de onlara "yaklaşırlar"....

Yaşam böyledir, insanın yaşamında ne istediği, nerelerde olduğu, kendisini nasıl "TANIMLADIĞI" hep çok önemli olmuştur.

İnsanların çoğu zaten birbirlerinden, kulaktan, gördüklerinden... öğrenerek yaşamlarını sürdürürler, hep birilerinin etkileri vardır üzerilerinde.

Yalnız tüm bu söylediklerimin bu gerçeklerin tam da TERSİ bir durum da oluşabilir; o çok bildiğiniz, tanıdığınız kişi her şeyi BIRAKIR ve tam tersi bir konumda yer alabilir.

“Ne oldu, nasıl olabilir” diye şaşırıp düşündüğümüzde anlamamız gereken ise şudur: Ya büyük ÇIKAR vardır ya da TEHDİT, ya da SANTAJ...

Evet tüm bu konunun en can alıcı noktası da işte budur...

Batı tip olarak düşünebileceğimiz bir DEMOKRATİK yönetimde ise KAMUSAL alanda, devlet yönetiminde öyle boş sözler, sohbetler, muhabbetler olmaz; gizli saklı rüşvetler, çıkarlar sağlamak kolay değildir.

Olamaz...

Öyle her isteyen istediği gibi olayları, gerçekleri çevirerek işi sohbet-muhabbet havasına sokamaz.

Çok önemli yerlere gelmiş olanlar da yasaların kendisine verdiği yetki ve sorumlulukları bir kenarda bırakıp kendi özel duygularına, inanç ve eğilimlerine göre davranamaz.

Ve bu durum tüm olarak ülkeyi sarmış ise ortaya çıkan sorunlar, sıkıntılar da artık boş sohbetlerle çözülemez.

Bu gelinen durum artık kişilerin “özel durumu” olmaktan çıkmıştır ve de bir ciddi devlet işine dönüşmüştür.

Yurttaşlar umutlarını yitirir bir duruma düşmek üzeredirler, ne bir etkileri ne de yapabilecekleri kalmamış gibidir.

Tüm bu durumlara rağmen NE YAPILABİLİR, diye sormuş olsak...

“Sağlıklı, mantıklı ve de aklını kullanabilen, kendini iyi yetiştirebilmiş bilinçli” bireylerden oluşan bir toplum olabilsek ve mücadele edebilsek, gücümüzü yitirmesek...

Adil bir hukuk devleti, eşitlikli bir gelir dağılımı, huzurlu ilişkiler, güven, akılcı bir eğitim, özgürlükler, kalkınmak üzere olan bir refah toplumu... olsa ne kadar "güzel olur" değil mi?

İşte o “güzel günlere” ulaşmak dileklerimle...

.   Gönen ÇIBIKCI, 16.10.2022

 

 

8 Ekim 2022 Cumartesi

EVET, TÜRKİYE ÇOK ÖNEMLİDİR

-  EVET, TÜRKİYE ÇOK ÖNEMLİDİR!

Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti hem bizler için, hem de küresel güçler için çok önemlidir.

100 yıldır bu önem ve ilgi çok daha artmakta ve Türkiye çok daha da değer kazanmaktadır.

Ne yazık ki ülkeyi ve toplumu her zaman olduğu gibi gerçek konuların ve asıl hedeflerin dışına iterek yapay gündemlerle meşgul etmektedirler.

Son günlerde hiç de gerek yok iken yine devlet ve din konularının ortaya atıldığı ve tartışılmakta olduğu gözlenmektedir..

Hiç bitmezmiş gibi hep “bunlar üzerinde” konuşulsun istenilmektedir.

Devlet ve yönetimi ile ilgili düşünüldüğünde “dinin siyasete” olan etkisi de konuya eklenmekte...

Din toplumda önemli bir yer edinmiştir ve de siyasete de etkisi her zaman olmuştur.

Tarih boyunca da hep din-siyaset-devlet ilişkisi hep tartışılan konulardan olmuştur.

Gelişmekte olan toplumlarda siyaseti etkileyen en önemli unsur “din” olmuştur.

Siyasette rol alan kişiler de kendi çıkarları için dinsel konuları kullanmak istemişlerdir.

Çağdaş, modern toplumların anayasaları “devletin dinden”, “dinin de devletten” bağımsız olmasını sağlayacak hükümler taşımaktadır.

Anayasalarında din ve vicdan özgürlüğünü “garanti” altına almakla kişisel hak ve özgürlükleri değerlendirmişlerdir.

Devlet yönetiminde o ülkenin seçilmiş vekillerinin koyduğu yasalar vardır.

Din ise bir inanç sistemidir ve temeldeki esasları, ibadet biçimi “kendine” göredir.

Devletin kurumsal olarak dinin etkisinden kurtulması, dinsel otorite ve esasların, inançların devlet işlerine “karışmaması” büyük önem taşırken öte yandan “dinin devletin etkisinden” kurtulması için devletin tüm dinler karşısında “tarafsız” kalması ve dinler arasında bir “ayrım yapmaması” gerekmektedir.

Birey dinin koyduğu ilkeleri kabul etme konusunda özgürdür; isterse kabul eder, istemezse kabul etmez.

Öte yandan ise yurttaşlar devletin koyduğu kurallara, yasalara uymak “zorundadır”.

Türkiye Cumhuriyeti de devlet olarak anayasanın temel prensiplerinde “laik” ilkesini kabul etmiş ve çeşitli hükümler koyarak güvence sağlamıştır.

Kamuda bu konuda bir “tarafsızlık” bir “nötr-neutral olma” durumu olmalıdır. (Neutralität, Latince: ne-utrum) 

Devlet adına çalışanların, devletin memurlarının “her yönüyle” yalnızca yasalara uyması ve etnik, dinsel simgeler “taşımaması” gerekir.

Kamu görevlileri “tarafsız” olmalıdır; hiç bir etnik ya da dinsel kişi ya da gruptan yana olduğunu gösteren bir görünüşte bulunmamalıdır.

Küresel bağlamda ise emperyalizm ve onun uyguladığı yöntemler dünyanın birçok yerinde dinsel konuları, eğilimleri kullanarak siyasete “yön vermek” ve kendi çıkarları için siyasetler üretmeye çalışmıştır.

Müslümanları etkilemek, onları çeşitli adlarla tanımlamak ve gruplaştırma çabaları hep var olmuştur.

Ülke yönetiminde bulunan siyasal iktidarların dinsel gruplara yakın ve bazılarına taraftan olmaları devlet işleyişinde hep “sıkıntılar” oluşturur.

Demokratik ülkelerde eşitlik ve özgürlüklerin laikle çok sıkı bağıntısının olduğunu görürüz.

Genel anlamda din ve devlet işlerinin birbirine “karıştırılmaması” laikliktir.

Devlet var olan tüm inançlara “eşit” uzaklıktadır.

Dinsel inançlar ve değerler, uygulamalar “devlet işlerinden” uzak tutulmalıdır ki tüm dinlere eşit saygı “tanınmış” olsun.

Siyaset, devlet kurumu ve din birbirlerine “müdahale etmemelidir” veya üstünlük sağlamaya çalışmamalıdır.

Dinin muhatabı insandır, devlet değildir.

Devlet bireysel hak ve özgürlüklerin, ortak yaşama kuralların “koruyucusudur”.

Ülke içerisinde çeşitli kimlikler, inanç ve gelenekler bir çeşitlilik, zenginlik olarak kabul edilip, eşit yurttaşlık, eşit, hak ve özgürlükler içerisinde kabul görmelidir.

Hiç bir etnik kimliğe, hiç bir dinsel kimliğe, hiç bir aileye ve kişiye yasalar önünde bir ayrıcalık ve üstünlük tanınmaz.

Anayasal güvence ve hükümler çerçevesinde tüm yasalar “hukukun üstünlüğü” ilkesine göre düzenlenir.

Bunun dışında oluşturulmak istenilen tartışmalar “kargaşa yaratır” ve ne ülkeye ne de topluma bir yarar “sağlamaz”.

Küresel olaylara dikkatle bakanlar görmektedir ki emperyalizm, Türkiye'nin siyasetine, ekonomisine, dinsel değerlerine ve her şeyine “müdahale” etmek istemektedir.

Gündemin temel konusunun ülkenin “ana sorunlarını çözmek” ve bir “hukuk devleti” olabilmenin yollarını açmak olması gerekir iken, her an bir yerlerden, birilerinden ortaya yepyeni sözler atılmakta ve ülke bunlar ile “meşgul” edilmekte, “yapay” gündemler yaratılmakta...

Bunların asla bir tesadüf olmadığı ve kendilerince bir çıkar için sistemlice yapıldığı anlaşılmaktadır.

Gelişmiş demokratik devletlerde din adamlarının “devlete zarar” verecek eylemlerden, hareketlerden ve yapılanmalardan, örgütlenmelerden “kaçınması” istemiş ve kamu düzeni buna göre biçimlenmiştir.

Çağdaş devlet hiç bir zaman kendisinin bir din kurumu tarafından yok edilmesine izin “veremez”.

Çağdaş ve gelişmiş bir ülkede dini yapılanmalar kendi içlerinde özerk yapıya kavuşturularak ve kendi öz kaynakları ile çalışmaları sağlanır.

Dinsel yapılanmaların tümünün ülkenin anayasasına, yasalarına ve evrensel anlaşmalara, çağdaş değerlere “uygun olması” gerekir.

Bununla şunu anlamalıyız inanç ve ibadet, din adı altında ortaya çıkan, çıkabilecek olan ve insan onuruna, sağlığına uygun olmayan, her türlü sömürüye açık yapılanmalara devlet büyük bir “duyarlılıkla” bakıp, denetlemeli onların topluma zarar vermesi “önlenmelidir”.

Genellikle 20. yüzyılda ortaya çıkan “yeni dini” hareketlerin, dini akımların büyük çoğunluğu Hıristiyan Batı'da, özellikle ABD'de ortaya çıkmaktadır.

ABD günümüzde adeta bir "dinler meşheri" (panayırı/marketi) haline dönüşmüştür.

Ayrıca dünyanın diğer çeşitli bölgelerinde de “yeni dini” akımlar ortaya çıkmaktadır ve çoğunun hedef kitlesinin gençler olduğu görülmektedir.

Batı toplumlarında zaman zaman ortaya çıkan bu tür “yeni dinler” ve yaptıkları çalışmalar, verdikleri zararlar ortadadır. (Sekten, Kıyamet Tarikatları, Yeni Dini Hareketler..)

Devletin kabul ettiği ve toplumda yer edinmiş ilahi dinler kendi iç yapılanmalarında da ayrıca bu tür “sapkın gruplanmalara” karşı önlemler almalıdır.

Şu an Türkiye için böyle yeni akımların gelmesi ve toplumu etkilemesi beklenmese bile bunun üzerinde durulması yararlı olacaktır.

Türkiye, şimdiye değin laik bir sisteme sahip olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti modernleşme, laikleşme, dinin devlet işlerinden ayrılması ve denetlenmesi, dinin kamusal ve siyasi yaşamdan “ayrı” tutulması, bilime ve fenne, bağımsızlığa ve özgürlüğe, barışa önem vermesi... gibi özellikleri nedeniyle “örnek” alabileceği bir “model” ülkedir.

Islam dünyasındaki devletlerin içerisinde modernleşme ve batıya yakınlığı, “çağdaşlaşmada” aldığı hız olarak da yönetim biçimiyle Türkiye örnek olmuştur.

Geldiğimiz bu noktada Türk Kurtuluş Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk tüm hedefleri, yenilikleri, devrimleri ve yapılan yatırımları ile geçmiş 100 yıl içerisinde kendisini tüm dünyaya kanıtlamıştır.

Evet, Türkiye ve Türkiye Cumhuriyeti çok önemlidir.

Sadece Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için değil tüm “küresel güçler” için de çok önemlidir.

Bulunduğu coğrafi ve stratejik konum, ilahi dinlerle olan bağlantısı, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, denizleri ve tarihsel geçmişi... ile her zaman olduğu gibi “bugün de” her alanda etkilenmek ve “yönlendirilmek” istenilen bir ülkedir Türkiye.

Ne yazık ki siyaset ve kamu tüm toplumu her an etkilemekte ve tüm medyayı da kullanarak sağlıklı düşünme ve hareket etmeyi “engellemektedir”.

Bunu çok iyi ve dikkatlice anladığımızda ise boş ve saçma, yanıltıcı, yapay gündemlerle değil tam tersine ülkenin sorunlarını “temelden çözecek” düşünce ve çözüm yolları üzerinde yoğunlaşmamız gerektiğini de iyi kavramalıyız.

Evet, bu “zor günlerden” geçerken akıllı, eleştirel ve sağlıklı düşünebilen bireyler olmak ve kime, kimlere ne değerleri vermemiz gerektiğini çok daha dikkatlice, bilinçle kavramamız gerekmektedir.

Bu bakış açısına ve davranış biçimine sahip olabildiğimizde olayları, kişileri ve ortaya atılan “yapay” gündemleri çok daha iyi görebileceğiz.

Aydınlık, sağlıklı ve huzurlu günlere erişebilmek dileklerimle hoşça kalınız.

 .   Gönen ÇIBIKCI, 09.10.2022         ......