. SEVGİ ile YAŞAYABİLMEK...
Her
insan kendi içinde bulunduğu çağı, zamanı ve ortamı, toplumu yaşar, onlardan
edindikleri ile kendisini geliştirir, kişiliğini oluşturur.
İnsanların
ne denli çok ve farklı davranış biçimleri, kişilikleri var ise de ortak olan
yönleri ve duyguları da vardır.
İnsanın
en önemli ve ortak özelliği ise onun beynidir.
Her
şey ama her şey beyinsel kayıtlar ve kodlamalar ile ilgilidir.
Bizi
var eden, insanı yönlendiren, nasıl olduğumuzu gösteren de hep kendi beyinsel
yapımız, durumumuzdur.
İnsan
ilişkilerinde en çok önem verilenlerin başında sevgi ile karşılanmak, sevgi
görmek gelir.
Sevmek
ve sevilmek temel duygu olarak bir insanı en çok etkileyendir.
İnsan
ilişkilerindeki sevginin yeri ve oranı belki de tüm ilişkide en önemli
etkendir.
Her
insanın diğerlerine yaklaşımındaki sevgi ölçeği, oranı aynı mıdır?
İnsanlara
sevgi ile yaklaşabilir olmak öyle birden olacak bir iş değildir aslında…
İnsanın
doğasında bulunan birçok özelliklerinin yanı sıra başka kişilere, başka
varlıklara sevgi duyabilmesi de vardır.
İnsanın
genetik özellikleri ne kadar önemli ise doğup büyüdüğü ev ve mahallesi ile
birlikte aldığı ilk kültür "sevgi eğitimi"nin de başlangıcını sağlar.
Sevgi
ile yaklaşabilmek, sevgi duyarak davranabilmek daha birçok şeyde olduğu gibi
bir içsellik taşısa da öğrenilmesi, eğitilmesi gereken bir
"durum"dur.
Bu
nedenle ilk adım ailede başlar.
Aile
çocuğuna birçok değeri öğretirken, birçok değer için eğitim vermesi gerekirken
"sevgi" ile davranmayı ve sevgi ile algılamayı da öğretmelidir.
"Sevgi
eğitimi" kesinlikle bir ön koşuldur ve tüm toplumda, eğitimde ciddiye
alınması gerekir.
Ailelerin
neredeyse tümünde böylesine bir konu bir "eğitim" olarak düşünülüp,
ele alınmaz.
Okullarda
edinilen örgün eğitim sonucu kazanılan bilgiler ve bakış açıları çok önemlidir,
inkar edilemez.
Öte
yandan gerçek de şudur:
Aile
içinde özellikle bilerek ve bilinçli bir düşünce ile "eğitim"
üzerinde durulmaz.
Genelde
kendi çocukluğunda ailesinden, çevresinden neler edindi ise, neleri kendi
yaşamında algıladı ise kurduğu ailesinde de onları uygular, çocuklarını öyle
yetiştirir
Ama,
bunu değiştirmek gerekir.
En
azından bunu bilip, üzerinde bilinçle düşünmek gerekir.
İlk
doğumla birlikte çocuğa doğal bir "sevgi öğrenimi ve eğitimi"
verilmelidir.
Öfke,
şiddet, hırs... gibi olumsuzluklarla karşılaşmadan büyümelidir bir çocuk, bir insan....
Öte
yandan bir diğer gerçek ise şudur:
21.
yüzyılın getirdiği yeni yaşam biçimleri ve olanakları, teknoloji ile birlikte
insan ve toplum başka edinimler ve algılamalar ile karşılaşmaktadır.
Dar
kapsamlı aile ve gerçek kişiler yerine sanal ortamlar, internet ve yeni tür
iletişim ile anne-baba-çocuk etkileşimi başka boyutlara yönelmeye başlamıştır.
Özellikle
genç aileler sosyal medyadan ve internet kullanımından çok etkilenmektedir.
Örnek
alınan davranış ve düşünce modelleri onları etkilemekte ve yönlendirmektedir.
Çok
hızlı akan zaman içerisinde zihnine yerleştirdiği o dijital görseller,
işitseller ile birlikte beyinsel işlevleri yönlendirilmektedir.
Çok
hızlı olan zaman akışı içerisinde insanın eleştirel düşünmeye, kendini korumaya
yönelik ilkesel kararlar almaya pek zamanı kalmamaktadır.
Toplumda
egemen olan akış artık bir "sürü" etkisi olmuştur.
Sürü
psikolojisinden kurtulabilmek sanki olanaksız bir duruma gelmiştir.
Birbirlerinden,
sosyal medyadan, TV'lerden alınan neler var oldu ise onlar ile kişilikler
yönlenmeye, iradeleri etkilenmeye başlamıştır.
En
tehlikeli ve zararlı olan ise daha bebek arabalarında oturan çocukların eline
verilen ve ona gösterilen internet ürünleridir.
Bunun
elektronik zararlarının olması bir yana çocuğun en küçük yaşlarda beyinsel
kodlarına denetimsiz her türlü bilginin kayıt ettirilmesidir ki bu kayıtlar
asla yitirilmez ve tüm yaşamında o çocuğu yönlendirir.
Sevgi
ve insancıl olumlu yaklaşımlar, davranışlar nasıl elde edilecektir?
İnsan
kişilikleri olumlu yönde nasıl geliştirilecektir?
Büyük
bir denetimsizlik ve bilinçsizlik ile geçirilen zaman ve ilişkiler içerisinde
anne ve baba özellikle çok daha dikkatli ve seçici davranmalıdır ki çocuklarını
en iyi biçimde yönlendirebilsinler.
En
kısa biçimde şunları söyleyebiliriz:
-
Denetimsiz ve eleştirel bakılmayan hiçbir dijital veriye kapılmamak gerekir
(Tüm sosyal medya, TV, film, reklamlar, moda, müzik…)
-
Çocuklar 16 yaşından önce asla denetimsiz ve yoğun bir dijital ortama
bırakılmamalıdır. (Cep telefonları, internet, oyun programları, çizgi filmler, müzik
programları…)
- Her
türlü "ücretsiz" sunulan dijital programların arkasında büyük güçler,
yönlendiriciler, veri toplayıcılar, kazanç elde edenler …vardır)
-
Çocuklarını en küçük yaşlardan anne ve baba ile karşılıklı açıklayıcı,
yönlendirici konuşmalara gereksinimi vardır.
-
İletişim dilimizin içerisinde sevgi ve yumuşak tonlama olmalıdır.
Görüldüğü
gibi artık zamanımızda her şey çok hızlı gelişiyor ve tüm yaşamı etkisi altına
alıyor.
Birçok
konuda kolaylıklar edinildiğini görerek yaşayarak yüksek teknolojinin
ilerleyişine tanık oluyoruz.
Tüm
bunlardan dolayı da üzerimize düşen, sırtımıza yüklenenler eskisinden çok daha
az değildir.
Gerçekten
hem kendimiz için, hem de çocuklarımız için artık çok daha dikkatli olmalıyız,
Bu
bizim için bir sorumluluk olduğu kadar bir görevdir de...
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 30.05.2022, MŞ.