24 Aralık 2021 Cuma

Devlet İçin Tehlike Yaratan Durum

Devlet İçin Tehlike Yaratan Durum

Bir devletin yapısı ve yönetimi anayasaya ve yasalara bağlı olarak kurulur ve işlerlik kazanır.

Çağdaş, güçlü, barışçıl bir refah toplumu olabilmek için devlet sisteminin en iyi biçimde çalışıyor olması gerekir.

Devlet yönetiminde ve yapısallığında olmaması, yapılmaması gereken konuları, durumları kısaca şöyle sıralayabiliriz:

 

Akraba, eş, dost için avantajlar, ayrıcalıklar sağlamak.

Anayasanın uygulanamaması.

Bölgeselci, feodal ilişkili, tarikat ve mezhep çıkarlarına yönelik toplumsal ve ekonomik, siyasi girişimlere ve ayrıcılklara, çıkarcılıklara  izin vermek.

Çevre sağlığını koruyacak önlemleri alamamak.

Devlet görevlilerinin halkı küçümsemesi.

Devlet kaynaklarının hortumlanması.

Devlet kurumlarına görevli seçiminde liyakat kuralına uymamak.

Devlet kurumlarında görevlilerin kendilerine kişisel düzenlemeler sağlaması.

Devletin mal varlıklarını birilerine peşkeş çekmek.

Dinsel duyguları sömürenlere izin vermek.

Doğaya sahip çıkamamak.

Eğitimde birlik ve ulusal çıkarcılıktan vazgeçmek.

Eğitimde ulusal çıkarlardan vazgeçmek.

Endüstriyel yatırımlarda dünya düzeyinin gerisinde kalmak.

Genç kuşağa iş bulamamak.

Görevlilerin rüşvet ile iş yapması.

Irkçılığa dur diyememek.

İhracatın gerilemesi.

İşsizliğin artması.

İthalatın hızlı artışı.

Kadınlara pozitif ayrımcılık yapamamak.

Kara paranın akışını önlememek.

Kayıt dışı para akışını önleyememek.

Memur, işçi ve emeklinin ücret ve maaşlarının geçim koşullarının altında kalması.

Merkez bankasının özer ve bağımsız çalışmasını engellemek.

Partizanlıkla seçilen kişilerin göreve getirilmesi.

Şeffaflıktan yoksunluk.

Tarımsal üretime önem vermemek.

Teknikte çağdaşlığı yakalayamamak.

Teknikte, ilimde geri kalmak.

Toplumda uygulanmak istenilen zihin yönetimlerini denetleyememek.

Toplumsal ahlakta görülen çöküntüleri ciddiye almamak.

Ulusal ekonomiden uzaklaşmak.

Ulusal enerji gücüne sahip çıkmamak.

Ulusal para biriminin değerini yitirmesi.

Ulusal savunma sisteminin zayıflaması.

Uluslararası ilişkilerde barıştan yana davranamamak.

Uygarlaşmak hedeflerini önemsememek.

Ülkenin kültürel değerlerine önem vermemek.

Vergi sisteminde adaletten uzaklaşmak

Yapılan işlerin denetlenememesi.

Yasa önünde herkesin eşit tutulmaması.

Yer altı kaynaklarının yabancılara satılması.

Yoksulluğa çözüm aramamak.


Öğretmen Gönen Çıbıkcı, GC-M-21.12.24-B


 


Bugün 24 ARALIK

 -       Bugün 24 ARALIK: Der Heilige Abend

·       Kutsal gece....

·       Heiligabend - Weihnachtsabend

·       En sessiz ve en iyi duyguların taşındığı gece

·       Hristiyan dünyasının en dinsel önem taşıyan gecesi....

·       Heilige Nacht - Christnacht adı ile anılan gece....

·       Birçok ülkede Noel günü resmi tatildir.

·       Bu Almanca adlar altında anılan bu gece yılın en sessiz ve insanların içlerine kapanık olarak geçirdikleri gecedir.

·       Gürültü ve eğlence olmadan geçirilen, özellikle de ailece bir arada bulunulmak istenilen gecedir.

·       Evlerde yeşil çam ağaçlarının çevresinde hafif sesle ilahilerin söylendiği bir akşamdır.

·       Birlikte yenilen akşam yemeğine önem verilir.

·       25 Aralık öğleden sonrası Noel Yemeği hazırlanır ve yemekler ailecek yenir.

·       En çok da hindi kızartması hazırlanır.

·       Karşılıklı armağanlar sunulur.

·       Sadelik, sevgi ve saygı, içtenlik, aile sıcaklığı egemen olsun istenilir...

·       Kentin önemli yerlerinde süslemeler, büyük çam ağaları görülür.

·       Yaprak dökmeyen ağaçları ve çelenkleri ölümsüz yaşamın simgesi olarak kullanmak, eski Mısırlıların, Çinlilerin ve Yahudilerin ortak bir geleneği idi.

·       Avrupalı putperestler arasında yaygın olan ağaca tapınma, hıristiyanlığı benimsemelerinden sonra, İskandinavyalıların şeytanı korkutup kaçırmak ve Noel zamanında kuşlar için bir ağaç hazırlamak üzere ev ve ambarlarını yılbaşında ağaçlarla donatma geleneği biçiminde sürdü.

·       Almanya'da da kış ortasına rastlayan tatillerde evin girişine ya da içine bir Yule (yeni yıl) ağacı konuyordu.

·       Günümüzdeki Noel ağacının Almanya'nın batısından kaynaklandığı düşünülmektedir.

·       Ortaçağda Adem ve Havva'yı canlandıran bir oyunun ana dekoru, cennet bahçesini temsil eden ve üzerinde elmaların bulunduğu bir çam ağacıydı.

·       Adem ve Havva yortusunda (24 Aralık) Almanlar evlerine böyle bir cennet ağacı dikerler, üzerine Komünyon'daki kutsanmış ekmeği simgeleyen ince, hamursuz ekmek parçaları asarlardı; bunların yerini daha sonra değişik biçimlerdeki çörekler aldı.

·       Ayrıca bazı yerlerde İsa'yı simgeleyen mumlar eklendi.

·       Noel mevsiminde ağaçla aynı odada Noel piramidi de bulunurdu.

·       16. yüzyılda Noel piramidi ve cennet ağacı birleşerek Noel ağacını oluşturdu.

·       Göçmen Almanların Kuzey Amerika'ya 17. yüzyılda götürdükleri Noel ağacı, 19. yüzyılda moda oldu.

·       Kiliselerde ve sokaklarda korolar halinde Noel ilahileri söylenir.

·       Noel sadece çocuklar için değil yetişkinler için de önemli bir dinsel gündür. 

·       Noel Fransızca bir ad olup Almanca Weihnachten sözcüğünün karşılığıdır, İngiltere'de de kullanılır.

·       Kutsal geceler sözcüğü anlamındaki Weihnachten iki gün sürer: 25 ve 26 aralık...

·       Noel sözcüğü köken olarak Latince Natalis (doğum) kelimesinden gelmektedir.

·       Türkçe’ye Fransızca Noël (Noel sezonu) sözcüğünden geçmiştir. 

·       Noel sözcüğü eski devrin putperest toplumlarında yeni yıl kutlamalarının adı olarak kullanılmış.

·       Roma imparatorluğu döneminde ise mutlu bir olayın karşılanması durumlarında halkın “Noel noel” diye bağırdığı bilinmektedir.

·       Bu konuda başka bir saptama ise Noel sözcüğünün Fransızca haber veya yeni anlamına gelen “Nouvelle” sözcüğünden türediğidir.

·       Noel’le aynı anlamda ve özellikle İngilizce konuşan ülkelerde kullanılan Christmas, Yunanca “Khristos (Mesih)” ve avam Latincesindeki “Messa” (Efkaristiya ayini) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur.

·       Messa sözcüğünün kökeni Latincede”missa” yollama, "gönderme" anlamına da gelmektedir.

·       Ayinlerin sonunda cemaatin dağılması anlamında kullanıldığı düşünülmektedir.

·       Noel, her yıl 25 Aralık tarihinde İsa'nın doğumunun kutlandığı bir hıristiyan bayramıdır.

·       Hıristiyan olan ülkelerde her yıl 25 Aralık tarihinde İsa’nın doğumu olarak kutlanan Noel, Doğuş Bayramı, Kutsal Doğuş veya Milât Yortusu isimleriyle de bilinmektedir. 

·       Doğu Ortodoks Kiliseleri (Ermeni Kilisesi), Jülyen takviminde 25 Aralık’a denk gelen 6 Ocak tarihini Noel olarak kutluyorlar.

·       İsa, Roma İmparatorluğu'nun Yahudiye eyaletinde kendisi de bir Yahudi olan Meryem'den dünyaya gelmiştir.

·       Noel günü ile özdeşleşen Noel Baba (Santa Claus ya da Saint Nicholas) figürleri de Noel süslemeleri ve hediyeleri için çokça kullanılan bir simgedir

·       Noel Baba, Noel gecesi çocuklara hediye bıraktığına inanılan efsanevi kişidir. Kökeni, Antalya'nın Demre (eski adı Myra) ilçesinde 4. yüzyılda yaşamış bir Hristiyan azizi olan Piskopos Nikola'ya dayanır.

·       Noel Baba, efsaneye göre Kuzey Kutbu'nda eşi ile birlikte yaşar. Çocuklar için oyuncaklar yapar. Çocuklar kendisine mektupla Noel için hangi hediyeyi istediklerini bildirirler. Noel Baba da ren geyiklerinin çektiği uçan kızağını hediyelerle doldurur ve evlere bacalardan girerek herkesin hediyesini dağıtır.

·       Noel kutlamaları ayrıca çok büyük bir ekonomi de yaratıyor.

·       Noel sık, sık yılbaşı ile karıştırılıyor.

·       Yılbaşı 31 Aralık'tan 1 ocak tarihine geçişi ve miladi yılın sonunu belirten bir gündür.

·       Yılbaşı tüm dünyada kutlanır ve Noel ile herhangi bir ilgisi yoktur.

·       Dünya'da ilk Noel kutlaması Roma'da 336 yılında yapılmıştır. 

.      Kendi bilgilerim ve yaptığım kısa araştırmalar ile bu yazıyı hazırladım.

.      Sizlere, bu güne inananlara en iyi dileklerimi sunarım.

.      Tüm dünya için, ülkeler ve insanları için YENİ BİR HUZURLU YIL diliyorum.

.      Özellikle sağlığın, barışın ve insanca yaşamın öne çıkabileceği bir YENİ YIL olmasını dilerim.

 .      Öğretmen Gönen Çıbıkcı

.          GC-M-21.12.24


8 Aralık 2021 Çarşamba

SAYGILI, GÖRGÜLÜ Olabilmek

  SAYGILI, GÖRGÜLÜ Olabilmek

·       "Görgü" bir insanın kişiliğini etkileyen, eğitim ve deneyim ile edindiği somut davranış biçimleridir.

·       Toplum içi ilişkilerin düzenlenmesinde önemli rol oynayan görgü kuralları her şeyden önce "saygı" gereği olarak kabul görmüş idi.

·       Toplumların örf ve adetlerine, ekonomik güç, teknolojik, inanç, eğitim düzeylerine göre farklılıklar gösterir.

·       En ilkel topluluklardan en gelişmiş toplumlara kadar hepsinin kendisine ait görgü kuralları bulunmakta ise de küresel olarak çağdaş toplumda kabul gören, beklenilen kurallar vardır.

·       Çok eski dönemlerden günümüze değin süzüle süzüle, denenerek gelmiş ve ortak bir kabul görmüş olan bu kurallar o toplum için son derece önem kazanmıştır.

·       Kurallara uymanın yasal zorunluluğu yoktur.

·       Toplum içerisinde saygın olarak var olmak için kurallara uyulmalıdır.

·       Genel görgü kurallarına uyan kişileri; terbiyeli, saygılı, nazik... olarak adlandırmak olasıdır.

·       Aksi durumda toplum tarafından saygısız, kaba ve görgüsüz gibi olumsuz olarak anılır.

·       Özellikle sosyal medyada sunulan fotoğraflar, kullanılan dil ve tanımlamalar o kişinin ruhsal yapısını, kişilik durumunu, edep ve ahlakını da açıkça yansıtır.

·       Aslında bir çoğumuz, burada bahsedilen şeyleri zaten biliyoruz, ama genellikle bunların öneminin farkında değiliz.

·       Bile bile, açıkça ve hiç çekinmeden "görgü kuralların" uymamak ise en azından "ayıp" olarak karşılanır.

·       Sizi gören, izleyen, okuyan insanlara karşı çok saygılı, edepli, görgülü olmak gerekir. Onların duygularına, kişiliklerine, düşüncelerine olumsuz etki yapmaktan kaçınmak gerekir.

·       Hiç kimseyi küçük düşürmemek, aşağılamamak, hakaret etmemek gerekir.

·       Sürü etkisi ile ortaya sunulan "yemekli, içkili" birliktelikler belki değerli anılar olabilir ama bunları ortaya sunarak diğer insanların görmesini istemek ne denli doğrudur?

·       Zenginlikleri, malı, şöhreti ortaya sunan davranışlar, böbürlenmeler, gönderiler sizi gören, izleyenler tarafından çok beğeniliyor gibi gözükse bile aslında kınamalara neden olur ve de hiç gerek yoktur.

·       "Ben yaparım, bana ne!" iç duyusu ile açıkça görgüsüz, kaba ve saygısız davranışlar ile sosyal medyada ortaya gönderilen sunumlar, fotoğraflar daha çok o insanların kendilerine yönelik "beğenilme" duygusundan kaynaklanmakta olabilir. Bu duygunun sınır tanımaz, zapt edilemez bir düzeye gelmesi ise bir hastalık belirtisidir.

·       Görgü kurallarına uygun davranmak bir saygı gereği olmakla birlikte ayni zamanda o insan için bir tür "öz denetim" göstergesidir. Bunun için insanın bilincinin, ahlaki değerlerinin ve de iradesinin "güçlü" olması gerekir.

·       Toplumdaki görgü kurallarına "uymak" görüldüğü gibi aslında o insanın ne denli "kendine", nefsine "hakim" olduğunu da göstermektedir.

·       Toplumda, insanın var olduğu yerlerde alanlarda duruma uygun olarak, ayrıca özenle dikkat edilmesi gereken davranışlar vardır:

.  Görgü kuralları başlıca şu bölümlerde düşünülmelidir:

a) Toplumda dikkat edilmesi gereken genel kurallar

b) Giyinme konusunda dikkat edilmesi gereken genel görgü kuralları

c) Karşılama, selamlaşma ve el sıkma konularında uyulması gereken genel görgü kuralları

d) Hitap Etmede uyulması gereken genel görgü kuralları

e) Telefon Konuşmaları ve uyulması gereken genel görgü kuralları

f) Sosyal medyada, görüntülü ve yazılı sunumlarda uyulması gereken genel görgü kuralları

·       Tek, tek kişi olarak kendimize ne denli özen gösterip, kişisel gelişimimize, bilgi ve kültürel düzeyimize emek ve zaman harcar isek o denli daha huzurlu ve saygın oluruz.

·       Başkalarına saygı göstermek bir küçülme değil tam tersine bir erdemdir, bir uygarlık belirtisidir.

·       Çağdaş ve uygar, gelişmiş bir refah toplumu olsun diye istemlerde bulunuyor ise her şeyden önce kendimizden başlamalıyız.

        Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 08.12.2021, MŞ.

               GC-M-21.12.08-A


4 Aralık 2021 Cumartesi

Devlet ve Yurttaşlık

.           Devlet ve Yurttaşlık

Devletin ve yurttaşların olmadığı, yönetim biçiminin olmadığı bir toplum "olamaz".

Olmaz...

"Devlet",  bütünlüğü olan bir toprağa bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş halklar, insanlar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır.

 Devlet aslında "siyasal" bir birliktir, birlikteliktir.

Devletin genel konumunun ve konuların içerisinde özellikle vurgulanması gereken özellikler ve özel alanlar da vardır.

Yurttaşlık Hakları İçerisinde Bulunan Özel Alanlar:

"Demokratik hukuk devleti" yönetim modeli ülkedeki tüm yurttaşlarına en iyi hakları ve olanakları sunar.

Yurttaşların özel durumlarına göre de onlara en uygun eğitimleri ve ek hakları ve donanımları sağlar.

Bu anlamda engelli yurttaşlar için bir sosyal hukuk devleti daha ilk baştan en iyi eğitimi ve olanakları her bir engelli yurttaş için ülke çapında her yerde sağlar.

Bu ilke ve çağdaşlık için de o ülkede bunların olmasını istemek gerekir.

Bu da bir yurttaşlık hakkı olarak anayasal güvence altında olmalıdır.

Böylelikle de bir gün bu düzeye erişmek olası olur.

Benim dikkat çekmek istediğim şudur:

Devletin asli görevi olarak ele alınıp istemlerde bulunulmasıdır.

"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası 5. Madde: Devletin Temel Amaç ve Görevleri" bugün için bu konuda çok açık bağlayıcı bir durum göstermektedir.

Ülkenin tamamında "insan hakları", "çocuk hakları, "kadın hakları", "işçi hakları" gibi temel konular ne hükümetlerin isteğine ne de kişilerin özel girişimlerine bağlı olmamalıdır.

Bu nedenle de demokratik hukuk devleti bir uygulanır model olarak kabul edilmediği sürece bu alanlardaki konular temelden bir çözüme kavuşamaz.

Kişisel sevgi sözcükleri ile hiç bir şey elde edilemez.

Bir yurttaş, bir bilinçli yurttaş olarak bu duruşu kazanmak gerekir.

Bugün ne yazık ki birçok ülkede yurttaşlar gerek eğitimden elde edemedikleri için, gerekse kendi kişisel gelişimlerindeki yetersizlikleri nedeni ile siyasal yurttaşlık temel bilgilerinden ve çağdaşlıktan yoksun olarak yaşamaktadırlar.

Günümüzde ne muhalefet güçleri, ne de STK da bu tür bir bilince sahip değiller ve de bu tür istemlerde bulunamıyorlar.

Öyle gündeme bir şey düştüğünde akıla gelen istemlerle, dileklerle bir ülkenin temel yönetim modeli belirlenemez.

Şu an bakıldığında, ne yazık ki hiç de ufuk açıcı ve sevindirici bir görünümle karşılaşılmıyor.

Temeldeki yanlışlıklar ve eksiklikler, siyasi yetki ve haklar konusundaki kargaşalıklar, özgürce düşüncelerin ortaya dökülememesi... gibi durumlar ile "halk" sadece günlük şikayetleri dile getirmekle avunuyorlar.

Halkın çok büyük kesimi sadece yarı şakalarla, benzetmelerle, laf atmalarla, hafif kınama ve eleştirilerle bir ana bütünün bir küçük noktasına dokunarak tatmin olabiliyorlar.

Bu anlamda ne yazık ki sosyal medya iletişim ağları bir işe yaramadığı gibi sürü etkisi uyandırarak herkesin hep benzer yola girmesine etki yapıyor.

Her şey sadece bir "geçiştirme" ve gösteriş, beğenilme duyguları ile, "sahte gündemlerle" olup, bitiyor....

Devlet işi ve devlet üzerine düşünmek ve konuşmak, önerilerde ve eleştirilerde bulunmak çok ciddi bir tutum ve bilgi gerektirir.

Bir ülkenin içinde ve dışında var olan her türlü "konu" o devletin yönetim modeli ve içeriği ile doğrudan ilişkilidir.

Görevde bulunan kişiler o an için çok önemli görülseler bile onlar geçicidir.

Devlet kalıcıdır.

Devletin güçlü olması ve sorunları en adil yollarla çözen bir devlet olmak ise en önemli özellik olmalıdır.

Bunun olabilmesi için de tarihsel olarak gelinilen nokta artık çağdaş demokratik hukuk devletidir.

Bu sistemin nasıl olması gerektiği, özellikleri ve işleyiş biçimi, görev ve yetki alanları... çok açık ve kesin olarak bellidir.

Parlamenter bir anayasal yönetim biçiminin içerisinde en önemli olan özelliklerden birisi güçler ayrımıdır ve de kesinlikle uyulması gerekir.

Zaten çağdaş demokrasi modeli denildiğinde bunlar anlaşılır  ve uygulanır.

Bu bağlamda dile getirilmesi önemli olan uygulama hukukun üstünlüğüdür ve de herkesin yasa (hukuk) önünde eşit sayılmasıdır.

Hiç bir zümreye, kitleye ya da kişiler en ufak bir ayrıcalık tanınmaz.

Ülkenin yönetiminde çağdaş hukuka dayalı yasalar ile tüm doğal kaynaklar, insan gücü, ekonomi, endüstri ve siyasal güç en ufak bir karanlık nokta kalmamaksızın aydınlık ve saydam bir biçimde ortada durur.

"Ulusal" olarak tanımlanması gereken bir ekonomide ve maliyede ve her türlü bürokraside, devlet kaynaklarında her şey kayıt altında tutulur.

Kayıt dışı kaynak, kayıt dışı sermaye, kayıt dışı yönetim, kayıt dışı gelir ve gider ... olamaz.

Hiç bir yerden ve hiç bir biçimde "kara para" için olanak tanınmaz ve geçit verilmez.

Tüm bu özellikler ve konular, olması gerekenler... hemen bir tepki ile karşılanmamalıdır.

Bunlara karşı çıkmak ve şüphe ile bakmak ise yanlıştır, bilgi ve bilinç eksikliğidir.

Çünkü bunların tümünün birlikte ilişkiler içerisinde olarak ve doğru yerde ve doğru kişilerle apaçık uygulanması gerekir ki bu da çağdaş bir yönetim gereğidir.

Azıcık bir yerlerde eksik, güdük olan ise tümün varlığını etkileyeceği için, başarılı, adil ve hakça bir düzeni olumsuz etkileyeceği için azıcık bir şeylerle yetinmeğe ve boş vermişliğe yönelmek çok sakıncalar yaratacaktır.

İçinde bulunulan zaman diliminde bağımsız, özgür ve sınırları belli bir ülke için bu çağdaş demokratik yönetim modeli istenmelidir.

Sadece istemek ve bu istemleri lafta bırakmak yetmeyeceği için de gerek tek, tek yurttaşların gerekse kitle ve kuruluşların kendi alanlarında doğru bilinçlenmeye yönelik çalışmalar yapması ve ileriyi görebilmesi gerekir.

Ben tüm bunları bir yurttaşlık bilgisi bir siyaset bilgisi.. anlamında açıklamağa çalışırken hiç bir siyasi partiyi ve kişileri ne hedef olarak aldım ne de öyle bir düşüncede bulundum.

Zaten bilindiği gibi "devlet" üzerinde yapılan düşünce çalışmaları, fikir üretmeler hiç de yeni değildir; yüzlerce yıldır yapıla, yapıla bugünlere gelinmiştir.

Benim bakış açım sadece siyasi partilere bir üyelik bağı "olmayan", bağımsız ve özgür bir yurttaş olarak, partiler üstü" bir duruştur ve de genel bir bilgi sunma amaçlıdır.

Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 04 aralık 2021, MŞ.

GC-M-21.12.04

.

20 Kasım 2021 Cumartesi

Okul ve Çocuk Hakkı

     Okul ve Çocuk Hakkı

.    Devlet Parasız Yatılı Okulunda Bulunan Seçilmiş Çocuklar:

·       Birçok sorunlarla, yoksunluklar ve yoksulluklar içinde aceleye getirilerek açılmış bir "okul"un ilk yıllarından akılda kalanlar üzerine:

·       İmroz Atatürk İlköğretmen Okulu 1965 yılında yatılı ve gündüzlü öğrencileri kabul ederek açıldı.

·       Zamanla binlerce yoksul aile çocuğu çok küçük yaşlarda ailelerinin güvenmeleri ile oradaki görevlilere gönderildi.

·       Özellikle Ege bölgesi illerinden sınavla seçilmiş olan bu çocuklar devletin güvencesi altında bu okula geldiler ve kendileri için iyi bir eğitim ve öğretim beklentisi içine girdiler.

·       Yatılı olan öğrencilerin tüm gereksinmelerini devlet karşılıyordu.

·       Onlar iyi ahlaklı, çalışkan ve yurt sever öğretmenler olacaklar ve de ülkelerinin kalkınmasına katkılarda bulunacaklardı.

·       O çocuklar en yoksul köylere bile giderek halkın bilgilendirilmesine, aydınlatılmasına, ulusal kalkınmaya katkılarda bulunacak olan genç öğretmenler olarak, umutla ve bilinçle yetiştirileceklerdi.

·       O çocukların zengin bir yaşam istemleri, lüks beklentileri, yükselme ve iktidar hırsları hiç yoktu...

·       Birçok anne ve baba o denli güvenip “devlete” çocuklarını teslim ettiler ki çoğu hiç bir zaman ne adaya, ne de okula bile gelmedi.

·       Bu durum çocuk haklarıyla, insan haklarıyla, devletin verdiği bir güvence ile oluşmuş oldu.

·       O kurumda görev yapan öğretmen ve memurlar, müstahdemler de bu küçücük çocuklara ne olursa olsun “adil” ve “insanca” yaklaşmak, “pedagojik” kurallar çerçevesinde onlara yön verebilmek ile görevli idiler.

·       Görevlilerin içinde insanca davranmayan yetkilerini kötüye kullanan, insan haklarına saygı göstermeyenler de olmuş olabilir.

·       Zaten yaşayıp, görev ve de halen daha rauhsal izlerini taşıyan o zamanki öğrenciler hayattadırlar.

·       Ben ise o okulun tarihindeki en haksız ve de en çirkin bir “ilk” tokatın atıldığı “çocuk” olarak bu duyguyu ve adaletsizliği unutmadım.

·       Tüm yaşamım boyunca da bugüne değin ilk ve tek “tokat” olarak bende yerini aldı.

·       Ben ki ne ailemde ne de tüm görev alanlarımda hiç bir zaman bir kınama ve azar ile bile karşılaşmadım.

·       Yıllar sonra, 70 yaşına yaklaşırken tüm içtenliğimle söyleyebilirim:

   - Hiç bir yerde ve hiç bir kişi tarafından başkaca ne bir azarlamaya uğradım ne de bir "tokat"a maruz kaldım...

·       Üzerinde açıkça konuşulmayan ve sanki çok doğalmış gibi karşılanma eğiliminde bulunulan bu tür bedensel şiddet konusuna az da olsa eğilmek gerekir diye düşünüyorum:

·       Dayak konusunda ve de “adaletsiz” davranmış olma konusunda, öğrencilerin “onurları ile oynayan” öğretmenler konusunda hiç bir “vicdansal” hoş gören bir “yaklaşım” olmamalıdır.

·       Bu kişiler için ne o zaman, ne de bugün bir "hoş görüde" bulunabilmek, bence, doğru değildir, çok yanlıştır.

·       Bu durumun tartışılmasını bile doğru olarak görmüyorum.

·       Bu tür suçu işlemiş olan kişiler "öğretmenlik işi"ni yapmış da olabilirler ama kendileri hiç bir zaman "gerçek bir öğretmen" olamamışlardır.

·       Çünkü bir “gerçek öğretmen” önce o çocuğun onuruna ve kişiliğine saygılı olur ve onu korur.

·       Özellikle de günümüzde "insan hakları"nın çok daha önem kazandığı bir dönemde o küçücük, korunmasız olarak devlete verilmiş, “devlet parasız yatılı okullarında” kendilerine teslim edilmiş ve “iyi bir kişilik” kazanması “umud” edilen öğrencilere kötü davranan, onların ruhsal ve bedensel baskı ve darplarına neden olan ve uygulayan kişilere ve de bunları bilip de engel bile olamayanlara, adı ne olursa olsun bir “anlayış”da bulunmak doğru değildir.

·       Bu tutum ve davranışlar birer insanlık suçudur.

·       Tıpkı dünyanın neresinde olursa olsun karşı çıktığınız bir insan hakları ihlali, bir “suç” olarak değerlendirilmelidir.

·       Totaliter rejimlerde, kiliselerin, manastırların denetimsiz ortamlarında... olduğu gibi.

·       Oralardaki hukuka aykırı davranışlar “o gün” muhakeme edilmiş ve cezaya tabii tutulmamış olabilirler, ama çok uzun yıllar sonra yargılanılarak cezai hükümleri verilmiş olan vakalar ve kişiler vardır.

·       Bu durumların yaratıldığı ortamları ve kişileri ise sempati ile, yumuşatılarak hoş görüye “çevirerek” anımsamak, onlardan hoş anılar çıkarmak mümkün değildir.

·       Bu da sadece bizim için ya da Türkiye için geçerli olan bir durum değildir.

·       Tüm “insanlık” için bu durum her yerde ayndır ve kınanılması gerekir.

·       İlkesel bir yaşam biçimini seçmek de bunu gerektirir...

·       Gizli, saklı ya da açıkça işlenmiş olan suçlar üzerinden yıllar geçse bile hukukun üstünlüğünün kabul edildiği dönemlerde, bir hukuk devletinde ele alınıp, yargılanabilir.

·       Suç işlemiş olan kişilere yargı kararı ile gereken cezalar verilir.

·       Batı toplumunda hristiyan kiliseleri kurumlarında eski dönemlerde çocuğa karşı işlenen suçlar zamanımızda kınanmakta ve yargılanmaktadır.

·       İnsanlığı bir tümsellik içerisinde kabul ettiğimizde, tüm insanlar için evrensel hakları da kabul etmeliyiz.

·       İnsan haklarının kabul edildiği gibi çocuk hakları da evrensel olarak kabul görüp, işlerlik kazanacaktır.

·       Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiş olan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ile bu sözleşmeye taraf devletler, her ülkedeki, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocukların yaşama koşullarının iyileştirilmesi için uluslararası işbirliğinin taşıdığı önemin bilincinde olarak, 54 madde ile saptanmış kurallar üzerinde anlaşmaya varmışlar ve bu sözleşmeyi imzalamışlardır.

·       Türkiye, ÇHS'ni 14 Ekim 1990'da imzaladı ve sözleşme 27 Ocak 1995'te Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

·       Görüldüğü gibi çocuk hakları konusunda dünyadaki duyarlılık ve hukuksal olarak onları savunmak ilkesi dünyamızda ve ülkemizde oldukça yeni sayılır.

·       Evrensel anlamda tüm dünya ülkelerinde insanca bir yaşamdan yana olabilmek, çocukları en küçük yaşlarından başlayarak koruyup, onlara insanca koşullar sunabilmek çağımızda bir bilinç ve görev olmalıdır.

·       Kendi ülkesinde, kendi halkı ve kendi çocukları için de evrensel hakları istemek, kabul etmek ve onları savunmak hem bir çağdaşlık, hem de bir insanlık, uygarlık görevidir.

·       Adalete ve hukuğa olan inancımı taşımaya devam ederek, haktan, doğrudan ve iyiden yana olmağa çalışıyorum.

·       Adil insanlara olan saygılarımla...                         

        Öğretmen, Gönen Çıbıkcı, 27.12.2018, M. 

              GC-M-18.12.27

2021.11.20, MŞ.