İNSANLAR ÖLDÜRÜLMESİN!
KADINLAR
ÖLDÜRÜLMESİN!
-
En kutsal ve önemli olan insanın "yaşama hakkı" ve "onuru"dur!
- İnsan öldürmek en kötü davranışlardan biridir ve de hiç bir
neden bir cinayeti haklı kılamaz.
-
Ayrıca bir insanı "kadın olduğu için" öldürmek ise çok daha üzüntü
vericidir ve lanetlenir.
*Aslında kadına şiddet,
dünyanın da önüne geçemediği bir sorun olarak her yerde görülmektedir.
-
Araştırmalar, cinsiyet eşitliğinde öncü gelişmiş ülkelerde bile kadının şiddet
mağduru olduğunu gösteriyor.
-
AB, Dünya Sağlık Örgütü, BM ve daha pek çok kuruluş, geniş çaplı araştırmalar
yapıyor, kampanyalar düzenliyor.
- Korktuğu için uğradığı şiddeti kimseyle paylaşamayan kadınlar ise
sessizliğe gömülüyor.
-
Tüm bunlar, toplumsal bir faciaya mı işaret?
-
Şiddet neden baş gösteriyor?
-
Neden en çok kadınları vuruyor?
-
Türkiye’deki ilk çalışma UNESCO ve Adalet Bakanlığı’nın desteğiyle yapıldı ve
1995’te yayınlandı. (Prof. Tülin İçli)
- Türkiye ve diğer ülkelerde her tür suçu erkekler kadınlardan
fazla işliyor.
-
Kadınların eş ve anne rolleri onları suç işlemekten alıkoyuyor.
-
Türkiye’deki kadın cinayetlerinde önde gelen neden namus. Yani, erkeğin kadını
istediği gibi kullanabileceğini düşünmesi.
-
Batı’daki çalışmalarla İçli’nin çalışmalarında görülenler arasındaki en büyük
fark, Türkiye’deki kadınların sabretmesi.
- Kadınların bir mesleği, kendini geçindirecek parası yok.
Çocuklarını bırakıp gidemiyor.
-
Ancak kocasını bir kere affettiğinde de şiddet kronikleşiyor.
-
Kadına karşı şiddetin önlenmesine yönelik çıkarılan yasalar, aslında kadının
hak ve özgürlüklerinin artırılması ve bir birey olarak daha farklı bir konuma
getirilmesinden ziyade, ailenin korunmasına yönelik.
-
Prof İçli, “İncelediğimde ben de bu sonuca vardım” diyor:
“Birinci görev ailenin korunması; kadının
statüsünün yükseltilmesi değil. O birliğin içinde kadının birey olarak hak ve
özgürlüklerinin sağlanması gerekir.”
- Toplum ekonomik sınıfa ayrıldığında üst tabakada da şiddet var
ama alt tabakadaki kadar yaygın değil.
-
Türkiye’de şiddete uğrayan kadınların şiddet suçu işlemesi durumu da var.
Şiddete sabrediyor, sabrediyor ve sabredemediği bir noktada kendisine şiddet
uygulayan şahsa karşı suç işliyor, mesela onu öldürüyor...
-
Araştırmada "Suç işlerken alacağınız cezayı biliyor muydunuz?” sorusu
vardı. Tüm suçlular bu soruya “Evet” cevabı verdiler. Özellikle kan davalarında
bu durum daha açık.
-
Bu durumda cezanın ağırlığı caydırıcı olmuyor. İdam cezası vermek de son
cinayet olayında caydırıcı olmayacaktır.
-
Taciz, gasp, tecavüz, öldürülme korkusu bir yana, kadınların sürekli tetikte
olduğu daha pek çok durum var.
-
Alıkonulmak, takip edilmek.
-
Kendisini eve bırakacak kişinin, kadını başka bir yere götürmek istemesi...
-
Bu yeni tanışılan ya da uzun süredir görüşülen birisi de olabilir.
-
Kavga ve küfürlere maruz kalmak, sokakta bir kavganın ortasına düşmek...
- En yaygın korku ise: Yanlış anlaşılmak!
-
G20 ülkelerinde yaşayan kadınlara tanınan iş olanakları, sağlık durumları,
şiddete ne kadar maruz kaldıkları, politikaya katılımları, kaynaklara ulaşım
oranları sıralandığında:
-
Hindistan’da her 22 dakikada bir kadın, her 76 dakikada bir çocuk tecavüze
uğruyor. Hindistan, kadın için yaşanması en zor G20 ülkesi.
-
Türkiye’nin 12’nci sırada yer aldığı liste 11’inci sıradan başa doğru;
Brezilya, Güney Kore, Arjantin, İtalya, Japonya, ABD, Fransa, Avustralya,
Britanya, Almanya, Kanada olarak devam ediyor.
-
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2014’te güncellediği rapora göre, dünya çapında
kadınların yüzde 35’i fiziksel veya cinsel saldırıya maruz kalıyor.
-
Dünya Ekonomik Forumu tarafından son 9 yıllık verilere dayanarak hazırlanan ve
2014’te yayımlanan Global Cinsiyet Ayrımcılığı Raporu’na göre, Türkiye son 10
yılda 20 basamak geriledi.
- Rapora göre 142 ülke arasında Türkiye (2014)
-
Kadın-erkek eşitliğinde Tunus ve Bahreyn’in gerisinde 125’inci. n Kadınların
ekonomiye katılımı ve fırsat eşitliği bakımından 132’nci.
-
Cinsiyet eşitliği bakımından sağlık sektöründe 1’inci. Ancak ekonomide 132’nci,
eğitimde 105’inci sırada. Okur-yazarlık oranının kadın ve erkek dağılımında 101
ülkenin gerisinde.
- Türkiye’de okuma yazma bilmeyen (2 milyon 654 bin 643) her 5
kişiden 4’ü kadın.
-
Devlet Personel Başkanlığı tarafından açıklanan 2014 rakamlarına göre kamu
kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen personelin yüzde 37’si kadın, yüzde
63’ü erkek. 100 siyasetçiden sadece 12’si kadın.
-
İskandinav ülkeleri cinsiyet eşitsizliğinin en düşük olduğu ülkeler. Geçen yıl
2014 sıralamada en iyi ülkeler arasında olan İzlanda, Finlandiya, Norveç ve
İsveç’e bu yıl Danimarka da eklendi.
-
Sabancı Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Ersin Kalaycıoğlu şöyle diyor:
"Kadın bir yandan bebeklere, bir yandan anneye bakıyor.
Peki ne zaman çalışacak?
Dolayısıyla üretken
olmaktan çıkıyor.
Çıktığı vakit de Türkiye’nin iktisadi
gelişimi yavaşlıyor.
Kadınların işgücüne katılımı yüzde 29,
erkeklerin yüzde 64."
-
"Bu meselenin aile çerçevesinde örgütlenmiş sosyal, siyasi ve ekonomik
boyutu var. İdam cezası yerine kadınlara kreş imkânı sunulsun, yaşlı bakımını
devlet üstlensin. Devlet bunun için gerekli kurumları oluştursun."
-
Prof Ersin Kalaycıoğlu, 2006’daki saha araştırmasında, herhangi bir norm yokmuş
gibi davranmanın, yani “anomi”nin toplumda epey yaygın olduğunu belirtiyor ve
ekliyor:
- “Türkiye’de özgürlükten çok keyfilik var. Bu oran çok kolay
azalmayacak. Ancak kuşaktan kuşağa değişebilecek bir şey.”
-
Türkiye’ye özgü neler buldunuz? Sorusuna verilen yanıt:
"Prof
Ersin Kalaycıoğlu:
-
"Türkiye’deki değerler sistemi; belli bir toplumsal kökenden kopulmuş ama
başka bir toplumsal kökene ulaşamamış bir geçiş toplumu olduğunu
gösteriyor."
-
"Ve bunun içinde savrulmuş, çeşitli psikolojik, psikopatolojik özellikleri
olan bir kitleye bakıyoruz:
-
"Türkiye’de büyük ölçüde; yerel, kendisi gibi olmayana güvensizlik duyan,
hoş gözle bakmayan, başkalarına karşı hoşgörülü
olmayan, yabancılara düşman, aynı zamanda "anomik", yani
"kuralsızlık ortamı içinde"
bulunan, kendine fazla güveni olmayan, aile kurumuna ve yaşantısına özellikle
vurgu yapan ama onun ötesindeki özellikleri itibarıyla da değerleri henüz
oturmamış yapıda olan bir kitle var."
-
"Çözülme içerisinde olan, büyük dönüşüm geçiren, henüz kent toplumu
olamamış toplumlarda bu tür uyumsuzlukların çok miktarda gözükmesi hiç
şaşırtıcı değil.
"
-Yasalar da bağlayıcı ve meşru gözükmüyor bu insanların gözünde.
Herhangi
bir "norm" yokmuş gibi, kural, yasa tanımaz davranmanın, yani
“anomi”nin çok yüksek olduğu bu toplumda özellikle büyük kentlerin ortamında bu
kişiler kendilerini isimsiz, dolayısıyla sınıfsız, istedikleri şekilde
davranacakları büyük bir özgürlük içinde gibi hissediyor.
-
"Ama bu "özgürlük değil keyfilik"; yani "aklına eseni"
yapabilmek..."
-
Bu alanda çalışan Profesör Louis Schlesinger, cani katilleri şöyle anlatıyor:
-
“Mağdur hissetmeye eğilimli, depresif, izole ve hepsinden öte paranoyak
insanlar.”
-
Schlesinger’e göre "katiller sıklıkla kendilerine büyük haksızlıklar
yapıldığına inanıyorlar; sinirliler ve sinirlerini dünyadan çıkarmak
istiyorlar. Sorunları neyse, tek çözümünün cinayet olduğu fikrini geliştiriyor
ve takılıp kalıyorlar."
.
-
Cinayetler olmasın, insanlar yaşayabilsin, deniliyorsa yaşamın ilk yıllarından
başlamak gerekir:
--- Bir anne çocuğunu nasıl yetiştirmelidir?
---
Annenin çocuğunu eğitirken dikkat etmesi gerekenler nelerdir?
--- Nasıl bir insan olmalıyız?
-
Bu temel sorulara da atlamadan bir bakmamız ve "çocukları NASIL
yetiştirmeliyiz" diye düşünmemiz gerekir. (erkek, kız)
-
Ailede alınacak olan temel eğitimi tam olarak yerine getiremediğimizde ardından
gelen formal-örgün eğitim ve öğretimler çok fazla yönlendirici olmayabilir.
- YASALARI çıkaranlar ve uygulayanlar da bu toplumun insanları
olduğuna göre onların da ayni şekilde "başarılı ve iyi ahlaklı" bir
çocukluk eğitim döneminden geçmiş olması gerekir.
-
Çağdaş hukuk devleti ise insan haklarına en uygun yasa ve düzenleri de ancak
böylelikle getirir.
-
Bir toplum önce bunlara bakmalıdır: kadın ve erkeği ayırmadan herkesin can güvenliği
ve insan onuru korunarak yaşanılmalıdır.
-
Devlet tüm bunların sahiplenicisi ve koruyucusu olmalıdır.
- Bir cinayet, bir kadın cinayeti ortaya çıktığında "aile
içinde" bu konu konuşulmalı ve irdelenmelidir, şaka ile, öfke ile, vurdum
duymazlık ile geçiştirilmeden, "biz" nelere dikkat ederiz diye
düşünülmelidir....
-
Yasalar bir düzenlemede ve yasaların uygulanmasında bir sorun görüldüğünde ise
herkes kendine en yakın "siyasi partiye" etki yapıp, onların bu
konuda uğraş vermesini, çaba göstermesini istemelidir.
-
KADIN sorunu diye ortaya atılan bakış açısı TÜM TOPLUMUN bir sorunudur.
-
Eğer kadını ayırarak onları başka bir değerlendirmeye iterek olayları görmeğe
kalkarsak çok yanılırız.
- Toplumdaki tüm insanların eşit ve ayni haklara sahip olduğunu
düşünmek istiyorsak, KADIN sorununu kadınlara bırakarak ve kenardan izleyerek
bir yere varılmaz.
-
Toplumun her kesiminden her insan toplumdaki "insan hakları"
ihlallerine ortak tavır alabilmelidir.
- Kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek,
çalışacak, bağımsız birey haline gelebilmesi sağlanmalıdır; ancak o zaman
bunlar azalacaktır.
- Bunun sağlanması için de başka kurumlaşmalar ve yasal
düzenlemeler; başka bir yaşam biçimi gerekiyor.
-
Ayni zamanda da kendini doğru ve iyi yetiştirebilmiş bilinçli anneler
olabilmeliyiz.
- İnsanlarımızın fırsatlar yaratarak bu konuda bilgi toplaması,
okuma yapması ve düşünce, fikir üretmesi çok yararlı olacaktır.
-
Sadece gündeme düşen haberlerle ve sloganlarla bu konuya eğilmek asla yetmez!
Bilinçli ve bilgili bireyler, yurttaşlar olmağa gayret göstermeliyiz.
-
Sadece birkaç küçük grubun sokakta gösteri yapması ise ne yazık ki hiç bir etki
sağlamaz.
- Özellikle faaliyette olan siyasi partiler, 92 tane, ülkenin ve
toplumun bu tür sorunlarına acilen eğilmelidir.
Saygılarımla...