31 Ocak 2025 Cuma
27 Ocak 2025 Pazartesi
İSLAMCI HAREKETLER VE İKTİDAR
. İSLAMCI HAREKETLER VE İKTİDAR HEDEFLERİ
İslamcılık, iktidar ve egemenlik konusu, hem
tarihsel hem de güncel siyaset sahnesinde oldukça önemli ve tartışmalı bir konudur.
Toplumsal, siyasi ve kültürel birçok
dinamik bir araya gelerek karmaşık bir yapı oluşturur.
İslamcı hareketlerin siyasetteki rolü ve etkileri
nelerdir?
Bu hareketleri örgütleyen ve
destekleyen hangi global güçlerdir?
Bu hareketler, farklı coğrafyalarda ve farklı
siyasi bağlamlarda farklı şekillerde ortaya çıkmış ve farklı ideolojik eğilimler
göstermiştir.
İslamcı hareketlerin tarihsel ve
siyasi bağlamlarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
İslamcılık hakkındaki genel yargılardan kaçınıp,
her hareketi kendi özgünlüğü içinde değerlendirmek önemlidir.
İslamcılık, kısaca İslam'ı siyasi bir
ideoloji olarak benimseyen ve toplumun tüm alanlarında İslam'ın hakim olması
gerektiğini savunan bir harekettir.
İslamcı hareketler, tarih boyunca "iktidara
gelmek" amacıyla çeşitli "stratejiler" izlemişlerdir.
Bu stratejiler, şiddet içermeyen
siyasi mücadeleden "silahlı mücadeleye" kadar geniş bir yelpazede yer almaktadır.
İktidara gelen İslamcı hareketlerin en önemli
hedeflerinden biri, İslam'ı devlet düzeyinde hayata geçirmek ve İslam hukukunun
(şeriatın) üstünlüğünü sağlamaktır.
İktidara gelen İslamcı hareketlerin
karşılaştığı en büyük sorunlardan biri ise "modern devletin"
gerektirdiği bürokrasi, ekonomik zorluklar ve uluslararası ilişkiler gibi
konularda İslam'ın net bir cevap sunmamasıdır.
Bu durum, İslamcı hareketlerin "ideolojilerini
güncel koşullara uyarlamak" zorunda kalmalarına ve "iç çatışmalar"
yaşamasına neden olabilir.
İslamcı hareketler, günümüz
dünyasında siyasi, sosyal ve kültürel birçok sorunu beraberinde getirmektedir.
Bu hareketlerin yükselişi, hem iç dinamiklerin hem
de dış güçlerin etkileşiminin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. İslamcı
hareketlerin geleceği ve küresel siyaset üzerindeki etkileri, önümüzdeki
yıllarda yakından takip edilmesi gereken önemli bir konu olacaktır.
İslamcı hareketler, karmaşık bir
siyasi ve sosyal olgudur.
Bu hareketlerin yükselişi, hem iç dinamiklerin hem
de dış güçlerin etkileşiminin bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
İslamcı hareketlerin etkileri, siyasi
istikrar, toplumsal değişim, "küresel terörizm" ve "insan hakları"
gibi konularda kendini göstermektedir.
İslamcı hareketler, 20. yüzyılın ikinci yarısından
itibaren dünya siyasetinde önemli bir aktör haline gelmişlerdir.
Bu hareketlerin yükselişi, birçok
faktörün bir araya gelmesiyle açıklanabilir.
İslamcı hareketlerin siyasi arenadaki rolü,
etkileri ve bu hareketlerin oluşumunda küresel güçlerin olası etkileri detaylı
bir şekilde incelendiğinde çok daha geniş bir bilgiye ulaşılabilir.
İslamcı hareketler oldukça çeşitlilik gösteren bir
yapıya sahiptir.
Bu nedenle, genel bir değerlendirme
yapmak yerine "belirli bir hareket" veya "ülke üzerinde"
daha detaylı bir analiz yapmak daha doğru olacaktır.
İslamcı hareketler, siyasi arenada çeşitli roller
üstlenmektedirler.
Özellikle "gelişmekte" olan
ülkelerde, islamcı hareketlerin toplumsal adaletsizliğe, yoksulluğa ve kültürel
erozyona "karşı mücadele" ederek geniş kitlelerin desteğini kazanmaları
beklenebilirdi.
Ama bu böyle olmadı ve toplum
gittikçe karanlığa saplandı.
İslamcı hareketler, müslümanların
kimliklerini yeniden "tanımlama ve güçlendirme" çabası
içerisindedirler.
Birçok İslamcı hareket, siyasi iktidara gelerek
toplumları İslam ilkelerine göre yeniden yapılandırmayı hedeflemiştir.
İslamcı hareketler, Orta Doğu'da
yaşanan siyasi istikrarsızlıklar ve terör olayları gibi küresel sorunlarda
önemli bir rol oynamaktadır.
Özellikle "gelişmekte" olan ülkelerde, islamcı
hareketlerin toplumsal adaletsizliğe, yoksulluğa ve kültürel erozyona "karşı
mücadele" ederek geniş kitlelerin desteğini kazanmaları beklenebilirdi, ama
bu böyle olmadı ve toplum gittikçe karanlığa saplandı.
İslamcı hareketler, müslümanların kimliklerini yeniden tanımlama ve
güçlendirme çabası içerisindedirler.
İslamcı hareketler, sadece siyasi "iktidarı"
değil, aynı zamanda "kültürel egemenliği" de hedeflerler.
Kültürel egemenliğin sağlanması için
İslamcı hareketler, eğitim sistemini, medyayı ve sivil toplum kuruluşlarını
kontrol altına almaya çalışırlar.
Ayrıca, geleneksel kültürel değerleri
İslam'a uygun hale getirmeye yönelik çalışmalar yaparlar.
İslamcı hareketler, "kendi ideolojilerini"
toplumun her kesimine yaymak ve alternatif dünya görüşlerini "kabul ettirmek"
isterler.
Birçok islamcı hareket, siyasi iktidara gelerek toplumları İslam
ilkelerine göre yeniden yapılandırmayı hedeflemiştir.
İslamcı hareketler, Orta Doğu'da yaşanan siyasi istikrarsızlıklar
ve terör olayları gibi küresel sorunlarda önemli bir rol oynamaktadır.
İslamcı hareketlerin yükselişinde
küresel güçlerin rolü üzerine çeşitli teoriler bulunmaktadır:
Bazı çevreler, "Batılı"
güçlerin İslamcı hareketleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak Orta
Doğu'daki siyasi dengeleri değiştirmeye çalıştığını iddia eder.
Soğuk Savaş döneminde süper güçlerin bölgedeki
rekabeti, islamcı hareketlerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
Küresel güçlerin İslamcı hareketlere olan olası etkileri "finansal"
olarak desteklenmesi ve "silahlandırılması", islamcı hareketlere "siyasi
ve diplomatik" destek sağlanması, islamcı hareketlerin imajını olumlu veya
olumsuz yönde etkilemek için medya araçlarının kullanılması…olarak
görülmektedir.
İslamcı hareketlerin modern çağ ile nasıl bir
ilişki kurduğu ve modern dünyanın gerektirdiği değişimlere nasıl etki verdiği
önemli bir sorundur.
İslamcı hareketlerin demokrasi ve
insan hakları anlayışı, "Batılı liberal" demokrasilerden farklılık
göstermektedir.
Bu farklılıklar, islamcı rejimlerin iç ve dış
politikalarını etkilemektedir.
İslamcı hareketlerin kültürel çeşitliliğe ve farklı
inançlara nasıl yaklaştığı, toplumsal barış ve istikrar açısından kritik bir
konudur.
İslamcı hareketlerdeki kadınların rolü ve statüsü, bu hareketlerin "toplumsal
cinsiyet eşitliği" konusundaki duruşunu ortaya koymaktadır.
İslamcı hareketler, dünya genelinde farklı siyasi
ve sosyal bağlamlarda ortaya çıkmış ve farklı etkiler yaratmıştır.
Bu hareketlerin ağırlıklı olduğu
ülkeler, coğrafi konum, tarihsel süreçler ve siyasi yapı gibi çeşitli
faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.
Bu ülkelerde İslamcı hareketler, siyasi arenada
önemli bir güç olarak yer almaktadır ve toplumun çeşitli alanlarında etkili
olmaktadırlar:
İslamcı hareketler Orta Doğu ve Kuzey
Afrika'da, güney Asya'da, güneydoğu Asya'da birçok ülkede kendilerini
göstermiştir.
İslamcı hareketler, birçok ülkede siyasi iktidara gelmiş veya gelmeye
çalışmışlardır.
Bu durum, ülkelerin iç ve dış politikalarını önemli
ölçüde olumsuz etkilemektedir.
İslamcı hareketler, toplumun değerlerini,
normlarını ve yaşam tarzlarını şekillendirmeye çalışmaktadırlar.
Bu durum, özellikle kadın hakları, eğitim ve özgürlükler gibi
konularda tartışmalara yol açmaktadır.
İslamcı hareketler, ekonomik politikalarda İslam
ilkelerine uygun uygulamalara önem vermektedirler.
İslamcı hareketler, kültürel alanda geleneksel "İslam değerlerini"
yeniden canlandırmaya çalışmaktadırlar.
Geleneksel İslam değerlerini modern dünyanın gerektirdiği
değişimlerle uzlaştırılamayacağı çok açık olmasına rağmen, onlar kendi
düşüncelerini ve uygulamalarını başa geçirmek isterler.
İslamcı hareketlerin, ülkelerin "ekonomik"
sorunlarına çözüm bulmakta zorlanırlar, "başarılı" olamazlar.
Batılı ülkelerle ve diğer küresel
güçlerle doğru ve açık ilişkiler kurmada karmaşık ve zor durumlarla
karşılaşırlar.
. Bu araştırmam,
bu çalışmam "genel bilgi" sunmayı amaçlamaktadır
. Bu konu
hakkında daha geniş bilgi almak için akademik çalışmalara, siyasi analizlere ve
medya haberlerine bakmak gerekir.
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.27, MŞ.
24 Ocak 2025 Cuma
EN İYİ "DEVLET MODELİ"
. EN İYİ "DEVLET MODELİ" NASIL
OLMALIDIR?
Demokrasinin
temel ilkelerine uygunluk sağlanmak zorundadır:
Devlet başkanı ve
parlamento üyeleri halk tarafından seçilmelidir. (Halkın Egemenliği)
Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden bağımsız olması
ve karşılıklı denetim mekanizmalarının işlemesi gerekir. (Güçler Ayrılığı)
"Devlet
Başkanı" belirli bir süre için halk tarafından doğrudan seçilir olmalıdır.
"Devlet
Başkanı" sembolik ve temsili bir rol üstlenir:
Ülkenin
birliği ve bütünlüğünü temsil eder, uluslararası ilişkilerde ülkeyi tanıtır.
"Devlet
Başkanı" yasama üzerinde denetleyici bir rolü olabilir:
Yasaları
veto etme veya onaylama gibi yetkilere sahip olabilir.
"Başbakan" parlamentonun güvenoyu ile göreve gelir:
Genellikle parlamentoda çoğunluğu olan partinin lideri tarafından seçilir.
Başbakan
hükümetin başı ve yürütmenin sorumlusudur: Bakanlar kurulunu oluşturur ve
hükümetin politikalarını belirler.
Başbakan
parlamentoya karşı sorumludur: Güvenoyu alması ve politikalarını parlamentoda
savunması gerekir.
Bakanlar Kurulu "başbakan" tarafından oluşturulur:
Başbakan, farklı alanlarda uzman bakanları seçerek hükümeti oluşturur.
Bakanlar
Kurulu yürütme organının karar organıdır: Hükümetin kararlarını alır ve
uygular.
Bakanlar Kurulu parlamentoya
karşı sorumludur:
Bakanlar,
kendi alanlarıyla ilgili olarak parlamentoya karşı sorumludurlar.
Farklı siyasi görüşlerin temsil edilmesi ve rekabetin olduğu bir
siyasi sistem olmalıdır. (Çoğulculuk)
Bütün
yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin güvence altında olması gerekir. (Temel
Hak ve Özgürlükler)
Demokratik ilkeler,
sosyal adalet, hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı gibi temel değerlerin
gözetilmesi, ülkenin geleceği için vazgeçilmezdir.
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti Anayasası'nda ideal devlet modeline uygun düşen birçok
madde ve tanımlama vardır.
Sorun bu anayasanın "içeriği ve hedefleri" ile uygulamaya
tam olarak yansıtılmamasıdır.
1982
Anayasası, Türkiye'yi demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak
tanımlamasına rağmen, uygulamada bu ilkenin tam anlamıyla hayata geçirildiği
konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır.
Türkiye'nin tarihsel,
kültürel ve coğrafi özellikleri, siyasi deneyimleri ve toplumsal yapısı göz
önüne alındığında, "ideal devlet modeli" şu özelliklere sahip
olabilir:
Halkın
egemenliği, çoğulculuk, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması,
şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi ilkelerin hakim olduğu bir yönetim sistemi
olan demokrasi her türlü kural ve ilkesi ile, kurumlarıyla birlikte
uygulanmalıdır.
Herkes için eşitlik ve adalet, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı
ve insan haklarına saygı gerçekleştirilmelidir.
Toplumsal
adaleti sağlamak amacıyla ekonomik ve sosyal hakların güvence altına alınması,
eğitim, sağlık gibi temel hizmetlere erişimin kolaylaştırılması ile birlikte
sosyal devlet yapılanması gerçekleştirilmelidir.
"Yasama, yürütme
ve yargı" güçlerinin birbirinden bağımsız olması ve karşılıklı denetim
mekanizmalarının işlemesi acilen uygulanmalıdır.
Adaletin sağlanması ve herkesin kanun önünde eşit olması,
toplumsal barışın temel şartlarından biridir.
Hukukun
üstünlüğü, demokrasinin temel taşlarından biridir.
Keyfi
uygulamaların önüne geçerek, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasını
sağlar.
Türkiye'de hukukun üstünlüğü ilkesi, uzun yıllardır tartışılan
ve siyasi tartışmaların merkezinde yer alan önemli bir konudur.
Yargı
kararlarının siyasi etkilenmeler altında olduğu yönünde eleştiriler
bulunmaktadır.
Adalet sistemindeki yavaşlık, gecikmeler ve güvensizlikler bir
an önce ortadan kaldırılmalıdır.
Adaletin
gecikmesi, yurttaşların güvenini zedeler ve hukukun üstünlüğü ilkesini
zayıflatır.
Bazı
alanlarda keyfi uygulamaların olduğu ve hukukun eşit uygulanmadığı yönünde
görüşler bulunmaktadır ki bu durum çok büyük sorunlar yaratabilir ve de
tehlikelidir.
Türkiye'de hukukun
üstünlüğü ilkesinin tam anlamıyla hayata geçirilmesi, ülkenin demokratikleşmesi
ve gelişmesi için büyük önem taşımaktadır.
Bu
amaçla, "yargının bağımsızlığı", adalet sisteminin etkinliği, basın
özgürlüğü ve sivil toplumun güçlendirilmesi gibi konularda önemli adımlar
atılması gerekmektedir.
Basın üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması ve medyanın,
gazetecilerin özgürce haber yapmasına izin verilmesi gerekir.
Herkesin "yasalar önünde eşit" olması ilkesinin uygulamaya
geçirilmesi ve ayrıcalıklı gruplara imkan "tanınmaması" gerekir.
Yargının siyasi
etkilerden "arındırılması" ve kararlarını "vicdanen ve kanuna"
göre vermesi için gerekli koşulların sağlanması gerekir.
Adalet
sistemindeki gecikmelerin çözümü, sadece yargı sisteminin değil, aynı zamanda
tüm toplumun ortak sorumluluğudur.
Adalet sistemindeki "bürokratik engellerin"
kaldırılması ve yargılamaların daha hızlı sonuçlandırılması gerekir.
Bu
sorunlarla mücadele etmek için "siyasi irade", "hukuki
düzenlemeler" ve "toplumsal duyarlılık" bir araya
getirilmelidir.
Devlet ile din
işlerinin ayrılması, vicdan özgürlüğü ve farklı inançlara eşit mesafede durma
olan "laiklik" ilkesi gerçek anlamda uygulanmalıdır.
Halk
tarafından seçilen temsilcilerin oluşturduğu bir meclis tarafından yürütülen ve
hükümetin meclise karşı sorumlu olduğu bir parlamenter sistem.
Farklı siyasi görüşlerin temsil edildiği ve rekabetin olduğu bir
çok partili sistem vardır ve uygulanmaktadır.
Yurttaşların
"kendiliğinden" örgütlendiği ve "devleti denetleyen" sivil
toplum kuruluşlarının etkin olduğu bir yapının oluşması demokratik sisteme
büyük katkı sağlar.
Ülkenin etnik, dini ve kültürel çeşitliliğinin korunması ve
farklı kimliklerin bir arada yaşamasına olanak tanıyan bir anlayış olan ulus
devlet, üniter yapı korunmalı ve güçlendirilmelidir.
AB üyeliği sürecinde
kazanılan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kazanımların
korunması ve geliştirilmesi ama bir yandan ülkenin bağımsızlık ilkesinin de korunması
gereklidir.
Yabancı
ve yerli yatırımcılar için hukukun öngörülebilirliği ve güvenilirliği büyük
önem taşır.
Hukukun
üstünlüğü, "yatırımların güvence altına" alınması için gerekli bir
koşuldur.
Yatırımlar, ekonomik ve finansal güç olmak için ise "milli
iktisat" modeli Türkiye'ye çok daha yararlılıklar sağlayacaktır.
Sivil
toplum kuruluşlarının çalışmalarının desteklenmesi ve toplumun "denetleyici"
gücünün güçlendirilmesi gerekir.
Türkiye'de yasa dışı
yapılanmalar, ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını olumsuz etkileyen
ciddi bir sorundur.
Bu
yapılanmalar, farklı amaçlarla ve yöntemlerle hareket ederek, devletin
otoritesini zayıflatmaya, toplumda güvensizliği artırmaya ve ülkenin
kalkınmasına engel olmaya çalışmaktadır.
Yasa dışı yapılanmalara ciddi ve güçlü mücadele yapılmalıdır.
Türkiye'de
siyasi istikrar, ekonomik büyüme ve bölgesel güç olma gibi önemli kazanımlar
elde edilmesine rağmen, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve basın
özgürlüğü gibi konularda yaşanılan büyük sorunlarla ciddi ve acil mücadele
edilmelidir.
Bu sorunların çözümü
için siyasi uzlaşma, toplumsal dayanışma ve kurumsal reformlar gerekmektedir.
Bu
yazım kısa bir "genel değerlendirme" olup Türkiye'nin karmaşık siyasi,
ekonomik ve sosyal yapısını tam olarak yansıtmayabilir.
Olmasını bekleyebileceğimiz "en ideal" model ne olmalıdır, diye düşünmek üzere hazırlandı.
. Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,
2025.01.24, MŞ.
. (Araştırma ve
değerlendirme yazım)
20 Ocak 2025 Pazartesi
Yurtseverlik Türkiye İçin Önemlidir
Yurtseverlik Türkiye İçin Önemlidir
Yurtseverlik ülkeye duyulan derin
sevgi, bağlılık ve hizmet etme isteğidir.
Bu sevgi, sadece toprak parçalarına değil, aynı zamanda
ülkenin kültürüne, tarihine, değerlerine ve halkına duyulan bir bağlılıktır.
Türkiye gibi köklü bir tarihe
sahip, farklı kültürlerin bir araya geldiği bir ülke için yurtseverlik, birlik
ve beraberliğin en önemli temel taşlarından biridir.
Yurtseverlik,
yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda bir sorumluluktur.
Türkiye gibi zengin
bir kültürel ve tarihi mirasa sahip bir ülkede yaşayan herkesin, yurtseverlik
bilinciyle hareket etmesi, ülkemizin daha güçlü ve kalkınmış bir geleceğe
ulaşması için büyük önem taşımaktadır.
Bu miras, Atatürk İlkeleri ile
günümüzde de canlılığını koruyan bir bağa sahiptir.
Türk milletinin en
büyük kahramanları Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı,
yurtseverliğin en somut örneklerinden biridir.
Bu savaşta millet, yurt toprakları
için canını ortaya koymuş ve bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.
Yurtseverlik, Türk milletinin tarihinde önemli bir yer
tutan ve Atatürk İlkeleri ile günümüzde de yaşayan bir değerdir.
Cumhuriyetin temel taşları olan
Atatürk İlkeleri, Türk yurtseverliği için önemli bir referans noktasıdır.
Atatürk İlkeleri'ne
bağlılık ise yurtseverliğin en önemli göstergelerinden biridir.
Atatürk İlkeleri'ni benimsemesi ve
bu ilkeler doğrultusunda hareket etmesi büyük önem taşımaktadır.
Atatürk İlkeleri, Türk milletinin birlik ve beraberliğini
sağlamak, ülkeyi "çağdaş uygarlık düzeyine" çıkarmak ve bağımsızlığı
korumak amacıyla ortaya konmuştur.
Bu ilkeler, yurtseverlik duygusunu
besleyen ve güçlendiren temel değerlerdir.
Türk milletine
duyulan sevgi ve bağlılık, milliyetçilik ilkesinin temelini oluşturur.
Bu ilke, Türk
milletinin birlik ve beraberliğini sağlamak, kültürel değerlerini korumak ve
ülkenin gelişmesi için çalışmayı gerektirir.
Millet egemenliğine dayanan
cumhuriyet sistemi, yurtseverliğin en önemli göstergelerinden biridir.
Her yurttaşın ülkesinin "yönetimine" katılması ve
ülkesinin geleceği için "sorumluluk" alması, yurtseverlik "bilincini"
güçlendirir.
Halkın refahını ve mutluluğunu ön
planda tutan halkçılık ilkesi, yurtseverliği sosyal bir boyut kazanmasını
sağlar.
Her vatandaşın
ülkesinin kalkınmasına katkıda bulunması, yurtseverliğin bir gereği olarak
görülür.
Devletçilik ilkesi ülkenin
ekonomik "bağımsızlığını" sağlamak amacıyla devletin ekonomide "milli
iktisat" ilkesi yurtseverlikle yakından ilişkilidir.
Ülkenin kaynaklarının kendi
insanının refahı için kullanılması, yurtseverliğin bir gereğidir.
Din ve devlet işlerinin ayrılması ilkesi olan laiklik,
farklı inançlara sahip insanların bir arada yaşamasını sağlar ve toplumsal
birliği güçlendirir.
Bu da yurtseverliğin temel
ilkelerinden biri olan "hoşgörü"yü destekler.
Devrimcilik, "sürekli
gelişme" ve "yenilenme" ilkesi olarak ülkenin "çağdaş
uygarlık" seviyesine ulaşması için gereklidir.
Yurtsever bireyler,
ülkesinin gelişmesi için sürekli olarak yeni fikirler üretir ve değişimlere
açık olurlar.
Yurtsever bireyler,
ülkesini sever, korur ve geliştirir.
Bu bağlamda, her Türk vatandaşının,
ülkesine olan sevgisini ve bağlılığını artırmak için
yurt sevgisi, sadece sözde değil,
aynı zamanda yapıp ettiklerimizle de ortaya konan bir değerdir.
Yurtsever bireyler, ülkenin kalkınması için çalışır,
yeteneklerini ve kaynaklarını ülkesinin hizmetine sunar.
Yurtsever vatandaşlar, demokratik
değerlere sahip çıkarak, ülkenin daha iyi yönetilmesine katkıda bulunur.
Yurtsever bir toplum,
uluslararası dünyada daha güçlü bir konuma gelir ve diğer ülkeler tarafından
saygı görür; egemen güçlerin çıkarlarına karşın "ülkenin" çıkarlarını
korur.
Türkiye'de yurtseverlik, sadece
bayrağa saygı duymak veya milli marşın anlamını kavramaktır.
Yurtseverlik, demokratik değerlere bağlılığı ve hukukun üstünlüğünü
savunmayı gerektirir, hukuk devletinden yanadır.
Topluma faydalı olmak, çevreyi
korumak ve mazlumlara yardım etmek de yurtseverliğin önemli bir parçasıdır.
Ülkenin geçmişini
bilmek ve bu geçmişten dersler çıkarmak, yurtseverliğin temel unsurlarındandır.
Yurtseverlik,
farklılıkların ötesinde bir ortak payda oluşturarak ulusal birlik ve beraberlik
duygusuyla toplumsal birliği güçlendirir.
Tüm bu nedenlerden dolayı ülkenin geleceği
için, bu zor günleri aşabilmek için her bir yurttaşın ülkesine ve değerlerine
sahip çıkması, kendini iyi yetiştirmesi, bilinçli olabilmesi gerekir.
.
Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.20, MŞ.
. (Araştırma ve değerlendirme yazım)
19 Ocak 2025 Pazar
MİLLİ İKTİSAT GEREKİR
. TÜRKİYE
İÇİN "MİLLİ İKTİSAT" GEREKİR
Milli Ekonomi ve Milli İktisat kavramları, sıklıkla
birbirine karıştırılan ancak farklı anlamlara gelen terimlerdir.
Her ikisi de bir ülkenin ekonomik yapısıyla ilgili
olsa da, farklı boyutları ifade ederler.
Milli Ekonomi bir ülkenin tüm "ekonomik
faaliyetlerinin toplamıdır".
Üretim, tüketim, yatırım, tasarruf, dış ticaret
gibi tüm ekonomik süreçleri kapsar.
Milli İktisat milli ekonominin incelenmesi ve
analiz edilmesi için kullanılan "bilim dalı"dır.
Milli ekonominin nasıl çalıştığını, hangi
faktörlerden etkilendiğini ve nasıl geliştirilebileceğini araştırır.
Bir ekonomist, Türkiye'nin "milli iktisat"
politikalarını analiz ederek, "ekonomik büyüme, istihdam ve enflasyon"
gibi konularda tahminlerde bulunabilir ve politika önerileri geliştirebilir.
"Milli ekonomi ve milli iktisat" bir
ülkenin "ekonomik bağımsızlığını", "kendi kaynaklarını
kullanarak kalkınmasını" ve "refahını artırmayı" amaçlayan bir
yaklaşımdır.
Bu yaklaşım, "yerli üretimi" destekleme,
korumacı politikalar uygulama ve "devletin" ekonomide "aktif"
rol oynaması gibi unsurları içerir.
Ancak günümüz küresel dünyasında, milli ekonomi ve
küreselleşme arasındaki dengeyi kurmak önemli bir zorluktur.
Türkiye'nin günümüzdeki ekonomik sorunlarının
çözümü için milli iktisat anlayışının önemi daha da artmaktadır.
Türkiye için milli iktisat ve milli ekonomi,
ülkenin ekonomik bağımsızlığını kazanması, kalkınmasını sürdürmesi ve gelecek
nesillere daha iyi bir yaşam standardı bırakması için vazgeçilmez bir
yaklaşımdır.
Özellikle yerli üretim, katma değeri yüksek
ürünlerin üretimi, teknolojik gelişme ve dışa bağımlılığın azaltılması gibi
konulara odaklanmak gerekmektedir.
Türkiye'nin milli ekonomi hedeflerine ulaşması için
uzun vadeli ve sürdürülebilir bir "strateji" izlenmesi
gerekmektedir.; bunun için de gerçek bir hukuk devleti olarak yönetilmesi
gerekir.
Türkiye'nin milli ekonomi hedeflerine ulaşması için
atılması gereken adımlar, oldukça kapsamlı ve birbirini etkileyen bir dizi
strateji gerektirmektedir.
Bu stratejiler, ülkenin kaynaklarını en verimli
şekilde kullanarak, sürdürülebilir bir büyüme ve gelişme sağlamayı
amaçlamalıdır.
Ülkenin her türlü toprağının yabancılara
satılmasının ve kullandırılmasının önüne geçmek gereklidir.
Ülkenin yer altı ve yer üstü doğal kaynaklarının
yalnızca milli iktisat için değerlendirilmesine izin verilmelidir; dışarıdan bu
tür kaynakların satın alınması ve kullanılması engellenmelidir.
Ülkenin tüm denizleri, boğazları ve limanları
yalnızca Türkiye kaynaklı kullanıma ve milli iktisat amaçlı hedeflere yönelik
olarak kullanılmalıdır.
Milli iktisat, bir ülkenin "ekonomik sistemini"
kendi "öz kaynakları" ve potansiyeli doğrultusunda geliştirmeyi
hedefleyen bir ekonomik düşünce sistemidir.
Bu sistemde, devlet genellikle ekonomide etken bir
rol oynar ve yerli üretimi teşvik etmek, dış ticarette korumacı politikalar
uygulamak gibi önlemler alır.
Milli
iktisadın kendine özgü "temel özellikleri" vardır:
Yerli malı üretiminin desteklenmesi ve
desteklenmesi gerekir. İthalatı azaltarak ülke ekonomisine katma değer
sağlamayı amaçlar ve ihracatı hedefler.
Dış ticarette gümrük vergileri, kota gibi korumacı
önlemlerle "yerli üreticileri" korumak ve "dışa bağımlılığı
azaltmak" hedeflenir.
Devlet, ekonomide "planlama, yatırım ve
düzenleme" gibi faaliyetlerle, desteklerle, katkılarla milli ekonominin
gelişmesini hedefler ve süreklilik sağlar.
Ekonomik her türlü kararlar alırken "ulusal çıkarlar"
ve ülkenin kalkınması, geleceği, bağımsızlığı ön planda tutulur.
Milli ekonominin başarılı olması için bazı temel
unsurların bir araya gelmesi gerekir:
Ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve
ihracat yapabilecek güçlü bir sanayiye sahip olması önemlidir.
Tarım sektörünün modernleşmesi ve verimliliğinin
artırılması, gıda güvenliğini sağlamak ve kırsal kalkınmayı desteklemek için
gereklidir.
Ülkenin rekabet gücünü artırmak için iyi
yetiştirilmiş "nitelikli insan" kaynağına yatırım yapılması gerekir;
bunun için de temel eğitim, meslek eğitimi, bilimsel araştırmalar nitelik ve
nicelik olarak yükseltilmelidir.
Çağdaş yeni teknolojiler ve ürünler geliştirmek
için Ar-Ge çalışmalarına önem verilmelidir. (Araştırma ve Geliştirme)
Bankacılık ve finans sektörünün istikrarlı olması,
yatırımların artmasını ve ekonomik büyümeyi desteklerken her zaman ulusal
çıkarlar önde tutulmalıdır.
Uluslar arası finans kurumlarıyla yapılacak
ortaklıklarda, para alımlarında çok dikkatli olmak ve en azıyla dışa
bağımlılıktan kaçınmak gerekir.
Devlet gerekli olan her türlü ulaşım, enerji gibi
altyapı yatırımlarına, üretim ve ticaretin kolaylaşmasına katkı sağlar ve
olabildiğince kendi kurumlarıyla projeleri gerçekleştirir; özelleştirmelerden
ve özel sektöre ihale etmekten kaçınır.
Küresel dünyada egemen güçler kendi çıkar
modellerini savunmaktadır ve her ülkeye para vermek, onları borçlandırmak,
kendilerine bağımlı yapmak istemektedir.
Küresel rekabette başarılı olmak için ülkelerin
"dışa açılması" ve "uluslararası ticaret" yapması
gerekmektedir.
Ancak aynı zamanda, milli ekonomik hedeflerin göz
ardı "edilmemesi" ve "yerli üretime destek" verilmesi de kaçınılmaz
bir ön koşul olmalıdır.
Milli ekonomi ve küreselleşme arasındaki
"dengeyi "kurmak, Türkiye için büyük fırsatlar sunmaktadır.
Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için milli
iktisat ve milli ekonomi kavramları, hem tarihi süreçte, hem de günümüzde büyük
önem taşımaktadır.
Türkiye, tarih boyunca dış güçlerin etkisi altında
kalmış ve ekonomik sömürüye maruz kalmıştır.
Milli iktisat anlayışı, bu geçmiş deneyimlerin
ışığında, ülkenin kendi kaynaklarını kullanarak kalkınma hedefini ön plana
çıkarır.
Türkiye, farklı kültürlerin ve ekonomilerin
kesiştiği bir coğrafyada yer almaktadır.
Bu durum hem fırsatlar, hem de riskler içerir.
Milli ekonomi anlayışı, bu riskleri azaltmak ve
fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek için önemlidir.
Milli iktisat, ülkenin dışa bağımlılığını azaltarak
ekonomik bağımsızlığını güçlendirmesini sağlar.
Bu durum, dış şoklara karşı daha dirençli bir
ekonomi oluşturmaya katkı sağlar.
Milli ekonomi, yerli üretimi teşvik ederek
istihdamı artırır.
Bu sayede ülke içinde gelir dağılımı daha adil hale
gelir ve sosyal sorunlar azalır.
Milli ekonomi, yerli teknolojilerin
geliştirilmesini teşvik eder ve böylece ülkenin rekabet gücü artar.
Milli iktisat, ülkenin kendi kaynaklarına ve
potansiyeline uygun bir kalkınma modeli oluşturmasına olanak tanır. Bu sayede
sürdürülebilir bir büyüme sağlanabilir.
Milli iktisat, ülke halkı arasında ulusal birlik ve
beraberlik duygusunu güçlendirir.
Ortak bir ekonomik hedef etrafında toplanmak,
toplumsal birliği pekiştirir, ulusal kalkınma ile birlikte halkın refah düzeyi
artar.
Milli ekonomi, ülkenin kültürel kimliğini koruyarak
ve geliştirmesine katkı sağlar.
Ekonomik istikrar, siyasi istikrarın da temel
koşullarından biridir.
Milli ekonomi, ülkenin siyasi olarak daha
istikrarlı bir yapıya kavuşmasına yardımcı olur.
Türkiye'nin milli ekonomi hedeflerine ulaşması için
atılması gereken sağlam ve ciddi adımlar olmalıdır:
Katma değeri yüksek üretim için yerli sanayinin geliştirilmesi, teknolojiye dayalı üretim modellerine
geçiş yapılması ve katma değeri yüksek ürünlerin üretimi teşvik edilmelidir.
Araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yapılan
yatırımlar artırılarak, yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve mevcut
teknolojilerin iyileştirilmesi sağlanmalıdır.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ)
finansmana erişimi kolaylaştırılarak, büyümeleri desteklenmelidir.
İhracatın sadece birkaç ürüne değil, "farklı
sektörlere yayılması" ve yeni "pazarlara açılmak" için
çalışmalar yapılmalıdır.
Eğitim sisteminin iş dünyasının ihtiyaçlarına cevap
verecek şekilde yeniden yapılandırılması ve mesleki eğitime önem verilmesi
gerekmektedir.
Üniversitelerin araştırma ve geliştirme
faaliyetlerine daha fazla önem vermesi ve sanayi ile işbirliği yapmaları teşvik
edilmelidir.
Sektörlerin ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün
yetiştirilmesi için istihdam politikaları geliştirilmelidir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan
yatırımlar artırılarak, enerji bağımlılığından kurtulma ve çevresel
sürdürülebilirlik hedefleri desteklenmelidir.
Enerji verimliliği önlemleri alınarak, enerji
tüketimi azaltılmalı ve kaynakların daha etkin kullanımı sağlanmalıdır.
Çevresel sürdürülebilirlik ilkeleri göz önünde
bulundurularak, doğal kaynakların korunması ve kirliliğin önlenmesi için
çalışmalar yapılmalıdır.
Finansal sistemin güçlendirilmesi ve istikrarın
sağlanması için düzenleyici ve denetleyici kurumların etkinliği artırılmalıdır.
Uzun vadeli yatırımları desteklemek için finansal
araçlar geliştirilmeli ve finansal piyasalar derinleştirilmelidir.
Dış borçlardan kaçınılmalıdır.
Ulaşım, enerji ve iletişim altyapısının
geliştirilmesi, üretim ve ticaretin kolaylaşmasına katkı sağlayacak
"lojistik altyapı" desteklenmelidir
Ülke genellinde dış dünya ile bağlantılı dijitalleşme
süreci hızlandırılmalı ve e-devlet uygulamaları yaygınlaştırılarak kamu
hizmetlerinin etkinliği artırılmalıdır.
Tarım sektörünün modernizasyonu, sulama
sistemlerinin iyileştirilmesi ve tarımsal üretimde teknolojinin kullanılması
teşvik edilmelidir.
Çiftçi desteklenmeli, köy kalkınması için destek
projeler geliştirilmelidir.
Gıda güvenliği standartlarının yükseltilmesi ve
gıda israfının önlenmesi ve denetlemeler için çalışmalar yapılmalıdır.
Ülke ekonomisini büyütmek ve ihracatı artırmak için
yeni serbest ticaret anlaşmaları imzalanmalıdır.
Gümrük birlikleri gibi derin "ekonomik
entegrasyon" anlaşmalarıyla pazarlara erişim kolaylaştırılmalıdır.
Bu adımların yanı sıra, şeffaflık, hesap
verebilirlik ve iyi yönetişim ilkelerine bağlı kalınması, milli ekonominin güçlenmesi
için büyük önem taşımaktadır.
Ayrıca, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve
devlet işbirliği içinde çalışarak daha etkili sonuçlar alınabilir.
Bu strateji, ülkenin "kaynaklarını"en iyi
şekilde kullanarak, "rekabet gücünü artırarak" ve vatandaşlarının
yaşam standardını yükselterek Türkiye'yi daha güçlü bir ekonomiye dönüştürmeyi
amaçlamalıdır.
Burada genel bir anlatım
yapılmıştır.
Herkes bu konuda kendisi
de araştırmalar yapmalıdır.
Böylelikle de
"milli" özellikteki ekonominin, iktisadın ne denli önemli olduğu ve
bir an önce uygulamaya girmesi gerekliliği de görülecektir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde "milli
iktisat" çok yıllar önce gündeme gelmiş ve önem kazanmıştır.
Millî Mücadelenin kazanılmasından ve zaferden iki
üç ay sonra daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce Ocak 1923’te Mustafa Kemal
Atatürk, “Türkiye
Devleti, Devlet-i İktisadiye olacaktır” diyerek temel amacın
iktisadi gelişmeye önem vermek olduğunu vurguluyordu.
Nitekim bu amaçla 17 Şubat 1923’te İzmir’de Türkiye
İktisat Kongresi toplanmıştır.
Atatürk'ün Milli İktisat Kongresi, Türkiye
Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, yeni kurulan devletin ekonomik geleceğini
şekillendirmek amacıyla düzenlenen önemli bir toplantı olmuştur.
17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir'de
gerçekleşen kongreye, ülkenin dört bir yanından işçi, çiftçi, tüccar, sanayici
gibi farklı kesimlerden temsilciler katılmıştır.
Daha o zaman "Kongrenin Kararları (Misak-ı
İktisadi)" son derece önemli ve değerli olmuştur:
Kongrede alınan kararlar, "Misak-ı
İktisadi" adıyla bir belgede toplanmıştır.
- Ekonomide bağımsızlıktan fedakârlık edilmemeli.
- Çiftçiye kredi verilerek, girişimciler teşvik
edilmeli.
- Kredi ve teşvikleri kurulacak "milli banka"
üstlenmeli.
- Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalı.
- Dış rekabete dayanabilmek için sanayi toplu ve
bütün olarak kurulmalı.
- Ekonomik kalkınmada devletin aktif rolü olmalı.
Atatürk'ün Milli İktisat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik
tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Kongrede alınan kararlar, Türkiye'nin ekonomik
bağımsızlığını kazanması ve kalkınması için atılan ilk adımlardan biri
olmuştur.
Kongrenin kararları, Türkiye'nin ekonomik
politikalarında uzun yıllar boyunca etkili olmuş ve ülkenin sanayileşmesi ve
modernleşmesi için önemli bir temel oluşturmuştur.
Atatürk'ün Milli İktisat Kongresi,
Türkiye'nin ekonomik geleceğini şekillendiren ve ülkenin bağımsız bir ekonomik
yapıya kavuşması için önemli bir adım olmuştur.
Kongrede alınan kararlar, Türkiye'nin bugün bile
takip ettiği bazı ekonomik politikaların temelini oluşturmaktadır.
1923- 1929 arası dönemde ekonomide
paranın değerini korumaya yönelik sağlam ve sıkı para politikası izlendiği gibi
daha sonraki dönemde de sıkı para politikası izlenmiştir.
Atatürk dönemi iktisat politikalarına ışık tuttuğu
göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.
Atatürk döneminde uygulanan para ve maliye
politikaları bu raporlar doğrultusunda şekillenmiştir.
Ülkenin kalkınma, büyüme ve diğer ülkelerle rekabet
edebilmesi için gerekli şartların ortaya konmasında önemli saptamalar
yapılmıştır.
Milli iktisat anlayışının terk edilmesiyle birlikte sorunlar ekonomide
"istikrarı bozacak" şekilde büyümüştür; bu bozulma günümüzde de
geçerliliğini korumaktadır.
Bugün çekilen sıkıntılar, "ekonomik
çöküş" ne yazıktır ki milli ekonomiden vazgeçilmesiyle, özelleştirmelerle,
liberal girişimlerle başlamıştır ve de dışa bağımlılığı, borçlar düzenini
getirmiştir.
Ülkedeki tüm güçler, STK, siyasi partiler,
üniversiteler, aydınlar, meslek odaları, ulusal burjuvazi ve halk… hiç
gecikmeden ülkenin kurtuluşu, sorun yaratan tutum ve liberal modellerden
vazgeçilmesi gerektiğini çok iyi görmelidir ve de birleşmeye "ulusal toplu
güç" olmaya girişmelidir.
Hiç zaman yitirmeden anayasal, çağdaş, parlamenter,
güçler ayrımına dayalı gerçek bir hukuk devletine geçilmelidir ki bu çağdaş
demokratik yöntem ile kendimize özgü bir milli ekonomi, milli iktisat, milli
sanayi gerçekleştirebilelim.
Bunun dışındaki her türlü "tutum ve
girişimler", "yapılanmalar, gündemler" yararlı olmayacaktır ve
daha da zarar verip, ülkenin çöküşünü hızlandıracaktır.
Her türlü "boş işlerden ve yapay gündemlerden,
savurganlıklardan, şirinlik göstermelerden, saçma özentilerde, moda
akımlardan.." uzak durmalı ve kendimize sahip çıkmalıyız.
Bizim içinde bulunduğumuz zaman diliminde çok "uyanık,
dikkatli, bilinçli, akıllı, yurtsever, eleştirel, araştırıcı" olmamız
gerekmektedir.
. Öğretmen
Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.19,
MŞ.
.
(Araştırma ve değerlendirme yazım)
17 Ocak 2025 Cuma
FİKİR OLUŞTURMAK
"FİKİR"
OLUŞTURMAK NASIL OLABİLİR?
·
Bir
konu hakkında bir şeyler söyleyebilmek için, hemen aklımıza gelenleri
söylememiz ve bunları "fikir "olarak sunmamız son derece basittir.
·
Güçlü bir bilgi birikimine dayanmayan iddialar, sözler ile
gerçek bir fikir sağlanamaz.
·
İnceleme,
araştırma, okuma yapmadan, eleştireli sorgulayıcı düşünmeden fikir
oluşturulmaz.
·
"Düşünme
süreci"nin temel ilkeleri vardır ve ancak bunlar ile "sonuca götüren
düşünce", "fikir" oluşur
·
Bilgiye dayalı ve eleştirel bir yaklaşım olmadan fikir üretmek
mümkün değildir.
·
Fikir
oluşturma süreci, pasif bir bilgi tüketimi değil, aktif bir düşünme ve öğrenme
sürecidir.
·
Bu
süreçte, bilgiye ulaşmak, analiz etmek, değerlendirmek ve kendi düşüncelerini
geliştirmek için çaba göstermek gerekir.
·
Yalnızca kulaktan dolma, oradan buradan duyulanlarla bir
düşünceye, daha doğrusu bir fikre ulaşmak olamaz.
·
Böyle
yapıldığında ise ya bir saçmalama ya da boş konuşma ortaya çıkar.
·
Yeni
bir konuya dair "fikir" oluşturmak için öncelikle o konu hakkında "kapsamlı"
bir bilgi edinme sürecine girmek gerekir.
·
Bu
süreçte kaynaklar taranır, veriler toplanır ve farklı perspektifler incelenir.
·
Araştırma, elde edilen veriler arasındaki ilişkileri ortaya
çıkarmayı ve sonuçlar çıkarmayı amaçlar.
·
İnceleme
sırasında elde edilen bilgilerin derinlemesine analiz edilmesi ve
anlamlandırılması gerekir.
·
Bilgiye
ulaşmanın en önemli yollarından biri doğru okumalar yapmaktır.
·
Kitaplar,
makaleler, raporlar gibi çeşitli kaynaklar aracılığıyla farklı düşüncelere ve
bakış açılarına erişebiliriz.
·
Eleştirel sorgulama, elde edilen
bilgilerin sorgulanması, kabul edilenlerin ve edilmeyenlerin belirlenmesi ve
kendi düşüncelerinin geliştirilmesi için kritik bir adımdır.
·
Tüm
bu süreçlerin sonunda, elde edilen bilgiler ve yapılan analizler ışığında özgün
fikirler üretilebilir.
·
İnceleme ve araştırma yapmadan oluşturulan fikirler, eksik, yanlış
ya da boş bilgilere dayanabilir.
·
Böyle
olunca da yanlış kararlara ve sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle dikkatli olmak
yanlış bilgilerden kaçınmalıdır.
·
Sorunlara
farklı açılardan bakabilmek ve etkili çözümler üretebilmek için derinlemesine
bir bilgiye sahip olmak çözüm
odaklı düşünmek gerektirir.
·
Başkalarının
fikirlerini anlamak ve değerlendirmek, kendi düşüncelerini geliştirmek için
önemli bir fırsattır.
·
Bilgiye
dayalı ve eleştirel bir düşünce süreci, yeni, güncel ve yaratıcı fikirlerin
ortaya çıkmasına olanak tanır.
·
Bir konu hakkında incele ve araştırma yapmak, bunları
değerlendirmek ve özetleyip fikir oluşturmak ne kadar gerekli ise bu araştırma
alanının "yan etkenleri"ni, "etkilendikleri"ni de
"şematik" olarak görmek ve "birlikte" ele almak gerekir.
·
Örneğin
Türkiye ile ilgili bir konuyu araştırırken yalnızca ülke ve toplumu ile ilgili
düşünmek ve araştırmak, olayları bu dar alanda görmek yetmez.
·
Geniş olarak "global" ilişkilerle, "emperyalist"
hedeflerin ne istediği ile de birlikte görüp, araştırmak daha sağlıklı olur.
·
Bununla
birlikte bilgiye ve araştırmaya eleştirel düşünmeye, bilimsel yöntemlere ve
bakış açısına uymaya özen göstermek gerekecektir.
·
Biliyorum,
birçok kişi böylesine bir çalışmaya girmez, giremez..
·
Ya zamanım yok der, ya da böylesine bir çalışmaya alışık
değildir, böylesine bir araştırma sistematiğini hiç kuramamıştır.
·
Ben
de böyle davranmaya, yazılarımda ele aldığım düşünceleri araştırmaya ve
eleştirel bakmaya, kendi bilgi ve deneyimlerimle özleştirip, emek harcayıp,
yazmaya çalışıyorum.
. Öğretmen
Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.17, MŞ.
. (Araştırma ve değerlendirme yazım)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)