31 Ocak 2025 Cuma

""GLADIO""

 .   ""Gladio""     .
·       Gladio İtalyan gizli servisi tarafından Soğuk Savaş sırasında komünizme karşı bir direniş örgütü olarak kurulmuştur.
·       Gladio, Soğuk Savaş döneminin karanlık ve tartışmalı örgütlerinden biridir.
·       Gladio II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa'da gelecekte olması beklenen bir Varşova Paktı işgaline cephe gerisinde bir direniş başlatmak amacıyla İtalya'da NATO tarafından gizli olarak örgütlenen kontrgerilla (stay-behind) operasyonunun kod adı.
·       Gladyo, özel olarak NATO cephe gerisi direniş organizasyonun İtalyan kolunu belirtse de bazen "Gladyo operasyonu" NATO'nun bütün cephe gerisi (stay-behind) operasyonlarının gayriresmî adı olarak kullanılır ve bazen "Süper NATO" adıyla da anılır.
·       Latince'de kılıç anlamına gelen Gladio sözcüğünü ad olarak kullanan örgüt, Amerikan ve İngiliz kontrgerilla örgütlenmesi olan "Stay Behind tarafından 1952 yılında kuruldu. 
·       CIA tarafından yönetilen ve finanse edilen örgüt, 1956 yılında ABD ile iş birliği içinde, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere örgütlendi. 
·       Sardunya'da örgütün ilk eğitim kampı kuruldu ve Kuzey İtalya'da 139 yerde silah ve mühimmat depoları oluşturuldu.
·       Resmi adı Müttefik Koordinasyon Komitesi (Allied Coordination Committee) idi..
·       1956 sonrasında ikisi kadın 622 kişi ABD ve İngiliz gizli servisleri tarafından eğitildi.
·       Organizasyon dağıtıldı (1972-1973), ancak kaldırılmadı.
·       Varlığı ve faaliyetleri uzun yıllar boyunca gizli tutulmuş, kamuoyuna açıklanmasıyla birlikte çeşitli tartışmalara yol açmıştır.
·       Gladio'nun tam olarak ne tür faaliyetlerde bulunduğu ve ne kadar etkili olduğu hala tartışmalı olsa da, "Soğuk Savaş" döneminin İtalya'sında önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir.
·       Örgütün varlığı uzun yıllar boyunca gizli tutulmuş ve 1990 yılında İtalya Başbakanı Giulio Andreotti tarafından kamuoyuna açıklanmıştır.
·       Gladio'nun faaliyetleri ve amacı hakkında çeşitli tartışmalar ve komplo teorileri bulunmaktadır.
·       Gladio'nun kuruluş amacı, Sovyetler Birliği'nin olası bir işgali durumunda komünistlere karşı bir direniş hareketi oluşturmaktı.
·       Örgüt, NATO'nun desteğiyle İtalya'daki çeşitli askeri ve sivil unsurları bir araya getirerek gizli bir ağ oluşturmuştur.
·       Gladio'nun üyeleri, silah eğitimi almış ve sabotaj gibi eylemleri gerçekleştirmek üzere eğitilmişlerdir.
·       Gladio'nun varlığı ve faaliyetleri uzun yıllar boyunca gizli tutulmuştur.
·       1990 yılında Başbakan Andreotti tarafından kamuoyuna açıklanmasıyla birlikte örgüt hakkında çeşitli tartışmalar başlamıştır.
·       Bazılarına göre Gladio, İtalya'daki komünist etkisini kırmak için önemli bir rol oynamıştır.
·       Diğerleri ise örgütün antidemokratik ve yasa dışı faaliyetlerde bulunduğunu savunmuşlardır.
·       Gladio'nun faaliyetleri arasında, bazı siyasi cinayetler ve terör saldırılarıyla ilişkisi olduğu iddia edilmiştir.
·       Ancak bu iddialar kanıtlanamamıştır.
·       Örgütün İtalya'daki adı Gladio idi.
·       Bir çok kaynakta, Türkiye’de ilk Gladyo (Kontrgerilla) şubesinin NATO üyeliğiyle eşzamanlı olarak 4 Nisan 1952’de açıldığı ve gizli ordunun kurulduğu belirtilmektedir. 
·       Türkiye'de "Kontrgerilla" veya "Özel Harp Dairesi", Yunanistan'da B-8 ya da SheepSkin, Belçika'da SDRA-8, Hollanda'da NATO Command, Batı Almanya'da Gehlen Örgütü, Stay Behind ya da Sword, Avusturya'da Schwert, Fransa'da Rüzgâr Gülü, İspanya'da Anti-Terör Kurtarma Grubu (GAL), İngiltere'de ise Secret British Network olarak bilinir.
·       1990’larda ise örgüt karşımıza Özel Kuvvetler Komutanlığı (ÖKK) olarak çıktı.
·       Söz konusu örgütlenmeler NATO Anlaşmasının gizli maddesi gereği, doğrudan NATO’ya bağlıdırlar.
·       Sadece savaşta değil barışta da komünistlere ve “sol” tehdide karşı iç politikada da kullanılmışlardır.
·       Yine diğer ülkelerde olduğu gibi, örgütte sivil unsurlar da yer almaktadır. 
·       Örgütün tam olarak ne tür faaliyetlerde bulunduğu ve ne kadar etkili olduğu hala tartışmalıdır.
·       Çok hassas ve gizli tutulan bir konu olup, internette hakkında birçok bilgi bulunabilir.
·       Bu konu üzerine yazılmış bir çok araştırma kitapları da vardır.
.         Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.31, MŞ.
.        (Araştırma, değerlendirme yazım)
 

27 Ocak 2025 Pazartesi

İSLAMCI HAREKETLER VE İKTİDAR

 .   İSLAMCI HAREKETLER VE İKTİDAR HEDEFLERİ
İslamcılık, iktidar ve egemenlik konusu, hem tarihsel hem de güncel siyaset sahnesinde oldukça önemli ve tartışmalı bir konudur.
Toplumsal, siyasi ve kültürel birçok dinamik bir araya gelerek karmaşık bir yapı oluşturur.
İslamcı hareketlerin siyasetteki rolü ve etkileri nelerdir?
Bu hareketleri örgütleyen ve destekleyen hangi global güçlerdir?
Bu hareketler, farklı coğrafyalarda ve farklı siyasi bağlamlarda farklı şekillerde ortaya çıkmış ve farklı ideolojik eğilimler göstermiştir.
İslamcı hareketlerin tarihsel ve siyasi bağlamlarını göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
İslamcılık hakkındaki genel yargılardan kaçınıp, her hareketi kendi özgünlüğü içinde değerlendirmek önemlidir.
İslamcılık, kısaca İslam'ı siyasi bir ideoloji olarak benimseyen ve toplumun tüm alanlarında İslam'ın hakim olması gerektiğini savunan bir harekettir.
İslamcı hareketler, tarih boyunca "iktidara gelmek" amacıyla çeşitli "stratejiler" izlemişlerdir.
Bu stratejiler, şiddet içermeyen siyasi mücadeleden "silahlı mücadeleye" kadar geniş bir yelpazede yer almaktadır.
İktidara gelen İslamcı hareketlerin en önemli hedeflerinden biri, İslam'ı devlet düzeyinde hayata geçirmek ve İslam hukukunun (şeriatın) üstünlüğünü sağlamaktır.
İktidara gelen İslamcı hareketlerin karşılaştığı en büyük sorunlardan biri ise "modern devletin" gerektirdiği bürokrasi, ekonomik zorluklar ve uluslararası ilişkiler gibi konularda İslam'ın net bir cevap sunmamasıdır.
Bu durum, İslamcı hareketlerin "ideolojilerini güncel koşullara uyarlamak" zorunda kalmalarına ve "iç çatışmalar" yaşamasına neden olabilir.
İslamcı hareketler, günümüz dünyasında siyasi, sosyal ve kültürel birçok sorunu beraberinde getirmektedir.
Bu hareketlerin yükselişi, hem iç dinamiklerin hem de dış güçlerin etkileşiminin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. İslamcı hareketlerin geleceği ve küresel siyaset üzerindeki etkileri, önümüzdeki yıllarda yakından takip edilmesi gereken önemli bir konu olacaktır.
İslamcı hareketler, karmaşık bir siyasi ve sosyal olgudur.
Bu hareketlerin yükselişi, hem iç dinamiklerin hem de dış güçlerin etkileşiminin bir sonucu olarak değerlendirilebilir.
İslamcı hareketlerin etkileri, siyasi istikrar, toplumsal değişim, "küresel terörizm" ve "insan hakları" gibi konularda kendini göstermektedir.
İslamcı hareketler, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya siyasetinde önemli bir aktör haline gelmişlerdir.
Bu hareketlerin yükselişi, birçok faktörün bir araya gelmesiyle açıklanabilir.
İslamcı hareketlerin siyasi arenadaki rolü, etkileri ve bu hareketlerin oluşumunda küresel güçlerin olası etkileri detaylı bir şekilde incelendiğinde çok daha geniş bir bilgiye ulaşılabilir.
İslamcı hareketler oldukça çeşitlilik gösteren bir yapıya sahiptir.
Bu nedenle, genel bir değerlendirme yapmak yerine "belirli bir hareket" veya "ülke üzerinde" daha detaylı bir analiz yapmak daha doğru olacaktır.
İslamcı hareketler, siyasi arenada çeşitli roller üstlenmektedirler.
Özellikle "gelişmekte" olan ülkelerde, islamcı hareketlerin toplumsal adaletsizliğe, yoksulluğa ve kültürel erozyona "karşı mücadele" ederek geniş kitlelerin desteğini kazanmaları beklenebilirdi.
Ama bu böyle olmadı ve toplum gittikçe karanlığa saplandı.
İslamcı hareketler, müslümanların kimliklerini yeniden "tanımlama ve güçlendirme" çabası içerisindedirler.
Birçok İslamcı hareket, siyasi iktidara gelerek toplumları İslam ilkelerine göre yeniden yapılandırmayı hedeflemiştir.
İslamcı hareketler, Orta Doğu'da yaşanan siyasi istikrarsızlıklar ve terör olayları gibi küresel sorunlarda önemli bir rol oynamaktadır.
Özellikle "gelişmekte" olan ülkelerde, islamcı hareketlerin toplumsal adaletsizliğe, yoksulluğa ve kültürel erozyona "karşı mücadele" ederek geniş kitlelerin desteğini kazanmaları beklenebilirdi, ama bu böyle olmadı ve toplum gittikçe karanlığa saplandı.
İslamcı hareketler, müslümanların kimliklerini yeniden tanımlama ve güçlendirme çabası içerisindedirler.
İslamcı hareketler, sadece siyasi "iktidarı" değil, aynı zamanda "kültürel egemenliği" de hedeflerler.
Kültürel egemenliğin sağlanması için İslamcı hareketler, eğitim sistemini, medyayı ve sivil toplum kuruluşlarını kontrol altına almaya çalışırlar.
Ayrıca, geleneksel kültürel değerleri İslam'a uygun hale getirmeye yönelik çalışmalar yaparlar.
İslamcı hareketler, "kendi ideolojilerini" toplumun her kesimine yaymak ve alternatif dünya görüşlerini "kabul ettirmek" isterler.
Birçok islamcı hareket, siyasi iktidara gelerek toplumları İslam ilkelerine göre yeniden yapılandırmayı hedeflemiştir.
İslamcı hareketler, Orta Doğu'da yaşanan siyasi istikrarsızlıklar ve terör olayları gibi küresel sorunlarda önemli bir rol oynamaktadır.
İslamcı hareketlerin yükselişinde küresel güçlerin rolü üzerine çeşitli teoriler bulunmaktadır:
Bazı çevreler, "Batılı" güçlerin İslamcı hareketleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak Orta Doğu'daki siyasi dengeleri değiştirmeye çalıştığını iddia eder.
Soğuk Savaş döneminde süper güçlerin bölgedeki rekabeti, islamcı hareketlerin güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
Küresel güçlerin İslamcı hareketlere olan olası etkileri "finansal" olarak desteklenmesi ve "silahlandırılması", islamcı hareketlere "siyasi ve diplomatik" destek sağlanması, islamcı hareketlerin imajını olumlu veya olumsuz yönde etkilemek için medya araçlarının kullanılması…olarak görülmektedir.
İslamcı hareketlerin modern çağ ile nasıl bir ilişki kurduğu ve modern dünyanın gerektirdiği değişimlere nasıl etki verdiği önemli bir sorundur.
İslamcı hareketlerin demokrasi ve insan hakları anlayışı, "Batılı liberal" demokrasilerden farklılık göstermektedir.
Bu farklılıklar, islamcı rejimlerin iç ve dış politikalarını etkilemektedir.
İslamcı hareketlerin kültürel çeşitliliğe ve farklı inançlara nasıl yaklaştığı, toplumsal barış ve istikrar açısından kritik bir konudur.
İslamcı hareketlerdeki kadınların rolü ve statüsü, bu hareketlerin "toplumsal cinsiyet eşitliği" konusundaki duruşunu ortaya koymaktadır.
İslamcı hareketler, dünya genelinde farklı siyasi ve sosyal bağlamlarda ortaya çıkmış ve farklı etkiler yaratmıştır.
Bu hareketlerin ağırlıklı olduğu ülkeler, coğrafi konum, tarihsel süreçler ve siyasi yapı gibi çeşitli faktörlere bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.
Bu ülkelerde İslamcı hareketler, siyasi arenada önemli bir güç olarak yer almaktadır ve toplumun çeşitli alanlarında etkili olmaktadırlar:
İslamcı hareketler Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da, güney Asya'da, güneydoğu Asya'da birçok ülkede kendilerini göstermiştir.
İslamcı hareketler, birçok ülkede siyasi iktidara gelmiş veya gelmeye çalışmışlardır.
Bu durum, ülkelerin iç ve dış politikalarını önemli ölçüde olumsuz etkilemektedir.
İslamcı hareketler, toplumun değerlerini, normlarını ve yaşam tarzlarını şekillendirmeye çalışmaktadırlar.
Bu durum, özellikle kadın hakları, eğitim ve özgürlükler gibi konularda tartışmalara yol açmaktadır.
İslamcı hareketler, ekonomik politikalarda İslam ilkelerine uygun uygulamalara önem vermektedirler.
İslamcı hareketler, kültürel alanda geleneksel "İslam değerlerini" yeniden canlandırmaya çalışmaktadırlar.
Geleneksel İslam değerlerini modern dünyanın gerektirdiği değişimlerle uzlaştırılamayacağı çok açık olmasına rağmen, onlar kendi düşüncelerini ve uygulamalarını başa geçirmek isterler.
İslamcı hareketlerin, ülkelerin "ekonomik" sorunlarına çözüm bulmakta zorlanırlar, "başarılı" olamazlar.
Batılı ülkelerle ve diğer küresel güçlerle doğru ve açık ilişkiler kurmada karmaşık ve zor durumlarla karşılaşırlar.
.  Bu araştırmam, bu çalışmam "genel bilgi" sunmayı amaçlamaktadır
.  Bu konu hakkında daha geniş bilgi almak için akademik çalışmalara, siyasi analizlere ve medya haberlerine bakmak gerekir.
.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.27, MŞ.

 

24 Ocak 2025 Cuma

EN İYİ "DEVLET MODELİ"

.   EN İYİ "DEVLET MODELİ" NASIL OLMALIDIR?
Demokrasinin temel ilkelerine uygunluk sağlanmak zorundadır:
Devlet başkanı ve parlamento üyeleri halk tarafından seçilmelidir. (Halkın Egemenliği)
Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden bağımsız olması ve karşılıklı denetim mekanizmalarının işlemesi gerekir. (Güçler Ayrılığı)
"Devlet Başkanı" belirli bir süre için halk tarafından doğrudan seçilir olmalıdır.
"Devlet Başkanı" sembolik ve temsili bir rol üstlenir:
Ülkenin birliği ve bütünlüğünü temsil eder, uluslararası ilişkilerde ülkeyi tanıtır.
"Devlet Başkanı" yasama üzerinde denetleyici bir rolü olabilir:
Yasaları veto etme veya onaylama gibi yetkilere sahip olabilir.
"Başbakan" parlamentonun güvenoyu ile göreve gelir: Genellikle parlamentoda çoğunluğu olan partinin lideri tarafından seçilir.
Başbakan hükümetin başı ve yürütmenin sorumlusudur: Bakanlar kurulunu oluşturur ve hükümetin politikalarını belirler.
Başbakan parlamentoya karşı sorumludur: Güvenoyu alması ve politikalarını parlamentoda savunması gerekir.
Bakanlar Kurulu "başbakan" tarafından oluşturulur: Başbakan, farklı alanlarda uzman bakanları seçerek hükümeti oluşturur.
Bakanlar Kurulu yürütme organının karar organıdır: Hükümetin kararlarını alır ve uygular.
Bakanlar Kurulu parlamentoya karşı sorumludur:
Bakanlar, kendi alanlarıyla ilgili olarak parlamentoya karşı sorumludurlar.
Farklı siyasi görüşlerin temsil edilmesi ve rekabetin olduğu bir siyasi sistem olmalıdır. (Çoğulculuk)
Bütün yurttaşların temel hak ve özgürlüklerinin güvence altında olması gerekir. (Temel Hak ve Özgürlükler)
Demokratik ilkeler, sosyal adalet, hukukun üstünlüğü ve güçler ayrılığı gibi temel değerlerin gözetilmesi, ülkenin geleceği için vazgeçilmezdir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası'nda ideal devlet modeline uygun düşen birçok madde ve tanımlama vardır.
Sorun bu anayasanın "içeriği ve hedefleri" ile uygulamaya tam olarak yansıtılmamasıdır.
1982 Anayasası, Türkiye'yi demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlamasına rağmen, uygulamada bu ilkenin tam anlamıyla hayata geçirildiği konusunda çeşitli görüşler bulunmaktadır.
Türkiye'nin tarihsel, kültürel ve coğrafi özellikleri, siyasi deneyimleri ve toplumsal yapısı göz önüne alındığında, "ideal devlet modeli" şu özelliklere sahip olabilir:
Halkın egemenliği, çoğulculuk, temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi ilkelerin hakim olduğu bir yönetim sistemi olan demokrasi her türlü kural ve ilkesi ile, kurumlarıyla birlikte uygulanmalıdır.
Herkes için eşitlik ve adalet, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı ve insan haklarına saygı gerçekleştirilmelidir.
Toplumsal adaleti sağlamak amacıyla ekonomik ve sosyal hakların güvence altına alınması, eğitim, sağlık gibi temel hizmetlere erişimin kolaylaştırılması ile birlikte sosyal devlet yapılanması gerçekleştirilmelidir.
"Yasama, yürütme ve yargı" güçlerinin birbirinden bağımsız olması ve karşılıklı denetim mekanizmalarının işlemesi acilen uygulanmalıdır.
Adaletin sağlanması ve herkesin kanun önünde eşit olması, toplumsal barışın temel şartlarından biridir.
Hukukun üstünlüğü, demokrasinin temel taşlarından biridir.
Keyfi uygulamaların önüne geçerek, bireylerin hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlar.
Türkiye'de hukukun üstünlüğü ilkesi, uzun yıllardır tartışılan ve siyasi tartışmaların merkezinde yer alan önemli bir konudur.
Yargı kararlarının siyasi etkilenmeler altında olduğu yönünde eleştiriler bulunmaktadır.
Adalet sistemindeki yavaşlık, gecikmeler ve güvensizlikler bir an önce ortadan kaldırılmalıdır.
Adaletin gecikmesi, yurttaşların güvenini zedeler ve hukukun üstünlüğü ilkesini zayıflatır.
Bazı alanlarda keyfi uygulamaların olduğu ve hukukun eşit uygulanmadığı yönünde görüşler bulunmaktadır ki bu durum çok büyük sorunlar yaratabilir ve de tehlikelidir.
Türkiye'de hukukun üstünlüğü ilkesinin tam anlamıyla hayata geçirilmesi, ülkenin demokratikleşmesi ve gelişmesi için büyük önem taşımaktadır.
Bu amaçla, "yargının bağımsızlığı", adalet sisteminin etkinliği, basın özgürlüğü ve sivil toplumun güçlendirilmesi gibi konularda önemli adımlar atılması gerekmektedir.
Basın üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması ve medyanın, gazetecilerin özgürce haber yapmasına izin verilmesi gerekir.
Herkesin "yasalar önünde eşit" olması ilkesinin uygulamaya geçirilmesi ve ayrıcalıklı gruplara imkan "tanınmaması" gerekir.
Yargının siyasi etkilerden "arındırılması" ve kararlarını "vicdanen ve kanuna" göre vermesi için gerekli koşulların sağlanması gerekir.
Adalet sistemindeki gecikmelerin çözümü, sadece yargı sisteminin değil, aynı zamanda tüm toplumun ortak sorumluluğudur.
Adalet sistemindeki "bürokratik engellerin" kaldırılması ve yargılamaların daha hızlı sonuçlandırılması gerekir.
Bu sorunlarla mücadele etmek için "siyasi irade", "hukuki düzenlemeler" ve "toplumsal duyarlılık" bir araya getirilmelidir.
Devlet ile din işlerinin ayrılması, vicdan özgürlüğü ve farklı inançlara eşit mesafede durma olan "laiklik" ilkesi gerçek anlamda uygulanmalıdır.
Halk tarafından seçilen temsilcilerin oluşturduğu bir meclis tarafından yürütülen ve hükümetin meclise karşı sorumlu olduğu bir parlamenter sistem.
Farklı siyasi görüşlerin temsil edildiği ve rekabetin olduğu bir çok partili sistem vardır ve uygulanmaktadır.
Yurttaşların "kendiliğinden" örgütlendiği ve "devleti denetleyen" sivil toplum kuruluşlarının etkin olduğu bir yapının oluşması demokratik sisteme büyük katkı sağlar.
Ülkenin etnik, dini ve kültürel çeşitliliğinin korunması ve farklı kimliklerin bir arada yaşamasına olanak tanıyan bir anlayış olan ulus devlet, üniter yapı korunmalı ve güçlendirilmelidir.
AB üyeliği sürecinde kazanılan demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi kazanımların korunması ve geliştirilmesi ama bir yandan ülkenin bağımsızlık ilkesinin de korunması gereklidir.
Yabancı ve yerli yatırımcılar için hukukun öngörülebilirliği ve güvenilirliği büyük önem taşır.
Hukukun üstünlüğü, "yatırımların güvence altına" alınması için gerekli bir koşuldur.
Yatırımlar, ekonomik ve finansal güç olmak için ise "milli iktisat" modeli Türkiye'ye çok daha yararlılıklar sağlayacaktır.
Sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarının desteklenmesi ve toplumun "denetleyici" gücünün güçlendirilmesi gerekir.
Türkiye'de yasa dışı yapılanmalar, ülkenin siyasi, sosyal ve ekonomik yapısını olumsuz etkileyen ciddi bir sorundur.
Bu yapılanmalar, farklı amaçlarla ve yöntemlerle hareket ederek, devletin otoritesini zayıflatmaya, toplumda güvensizliği artırmaya ve ülkenin kalkınmasına engel olmaya çalışmaktadır.
Yasa dışı yapılanmalara ciddi ve güçlü mücadele yapılmalıdır.
Türkiye'de siyasi istikrar, ekonomik büyüme ve bölgesel güç olma gibi önemli kazanımlar elde edilmesine rağmen, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve basın özgürlüğü gibi konularda yaşanılan büyük sorunlarla ciddi ve acil mücadele edilmelidir.
Bu sorunların çözümü için siyasi uzlaşma, toplumsal dayanışma ve kurumsal reformlar gerekmektedir.
Bu yazım kısa bir "genel değerlendirme" olup Türkiye'nin karmaşık siyasi, ekonomik ve sosyal yapısını tam olarak yansıtmayabilir.
Olmasını bekleyebileceğimiz "en ideal" model ne olmalıdır, diye düşünmek üzere hazırlandı.
.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.24, MŞ.
.      (Araştırma ve değerlendirme yazım)

20 Ocak 2025 Pazartesi

Yurtseverlik Türkiye İçin Önemlidir

  Yurtseverlik Türkiye İçin Önemlidir
Yurtseverlik ülkeye duyulan derin sevgi, bağlılık ve hizmet etme isteğidir.
Bu sevgi, sadece toprak parçalarına değil, aynı zamanda ülkenin kültürüne, tarihine, değerlerine ve halkına duyulan bir bağlılıktır.
Türkiye gibi köklü bir tarihe sahip, farklı kültürlerin bir araya geldiği bir ülke için yurtseverlik, birlik ve beraberliğin en önemli temel taşlarından biridir.
Yurtseverlik, yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda bir sorumluluktur.
Türkiye gibi zengin bir kültürel ve tarihi mirasa sahip bir ülkede yaşayan herkesin, yurtseverlik bilinciyle hareket etmesi, ülkemizin daha güçlü ve kalkınmış bir geleceğe ulaşması için büyük önem taşımaktadır.
Bu miras, Atatürk İlkeleri ile günümüzde de canlılığını koruyan bir bağa sahiptir.
Türk milletinin en büyük kahramanları Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen Kurtuluş Savaşı, yurtseverliğin en somut örneklerinden biridir.
Bu savaşta millet, yurt toprakları için canını ortaya koymuş ve bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.
Yurtseverlik, Türk milletinin tarihinde önemli bir yer tutan ve Atatürk İlkeleri ile günümüzde de yaşayan bir değerdir.
Cumhuriyetin temel taşları olan Atatürk İlkeleri, Türk yurtseverliği için önemli bir referans noktasıdır.
Atatürk İlkeleri'ne bağlılık ise yurtseverliğin en önemli göstergelerinden biridir.
Atatürk İlkeleri'ni benimsemesi ve bu ilkeler doğrultusunda hareket etmesi büyük önem taşımaktadır.
Atatürk İlkeleri, Türk milletinin birlik ve beraberliğini sağlamak, ülkeyi "çağdaş uygarlık düzeyine" çıkarmak ve bağımsızlığı korumak amacıyla ortaya konmuştur.
Bu ilkeler, yurtseverlik duygusunu besleyen ve güçlendiren temel değerlerdir.
Türk milletine duyulan sevgi ve bağlılık, milliyetçilik ilkesinin temelini oluşturur.
Bu ilke, Türk milletinin birlik ve beraberliğini sağlamak, kültürel değerlerini korumak ve ülkenin gelişmesi için çalışmayı gerektirir.
Millet egemenliğine dayanan cumhuriyet sistemi, yurtseverliğin en önemli göstergelerinden biridir.
Her yurttaşın ülkesinin "yönetimine" katılması ve ülkesinin geleceği için "sorumluluk" alması, yurtseverlik "bilincini" güçlendirir.
Halkın refahını ve mutluluğunu ön planda tutan halkçılık ilkesi, yurtseverliği sosyal bir boyut kazanmasını sağlar.
Her vatandaşın ülkesinin kalkınmasına katkıda bulunması, yurtseverliğin bir gereği olarak görülür.
Devletçilik ilkesi ülkenin ekonomik "bağımsızlığını" sağlamak amacıyla devletin ekonomide "milli iktisat" ilkesi yurtseverlikle yakından ilişkilidir.
Ülkenin kaynaklarının kendi insanının refahı için kullanılması, yurtseverliğin bir gereğidir.
Din ve devlet işlerinin ayrılması ilkesi olan laiklik, farklı inançlara sahip insanların bir arada yaşamasını sağlar ve toplumsal birliği güçlendirir.
Bu da yurtseverliğin temel ilkelerinden biri olan "hoşgörü"yü destekler.
Devrimcilik, "sürekli gelişme" ve "yenilenme" ilkesi olarak ülkenin "çağdaş uygarlık" seviyesine ulaşması için gereklidir.
Yurtsever bireyler, ülkesinin gelişmesi için sürekli olarak yeni fikirler üretir ve değişimlere açık olurlar.
Yurtsever bireyler, ülkesini sever, korur ve geliştirir.
Bu bağlamda, her Türk vatandaşının, ülkesine olan sevgisini ve bağlılığını artırmak için
yurt sevgisi, sadece sözde değil, aynı zamanda yapıp ettiklerimizle de ortaya konan bir değerdir.
Yurtsever bireyler, ülkenin kalkınması için çalışır, yeteneklerini ve kaynaklarını ülkesinin hizmetine sunar.
Yurtsever vatandaşlar, demokratik değerlere sahip çıkarak, ülkenin daha iyi yönetilmesine katkıda bulunur.
Yurtsever bir toplum, uluslararası dünyada daha güçlü bir konuma gelir ve diğer ülkeler tarafından saygı görür; egemen güçlerin çıkarlarına karşın "ülkenin" çıkarlarını korur.
Türkiye'de yurtseverlik, sadece bayrağa saygı duymak veya milli marşın anlamını kavramaktır.
Yurtseverlik, demokratik değerlere bağlılığı ve hukukun üstünlüğünü savunmayı gerektirir, hukuk devletinden yanadır.
Topluma faydalı olmak, çevreyi korumak ve mazlumlara yardım etmek de yurtseverliğin önemli bir parçasıdır.
Ülkenin geçmişini bilmek ve bu geçmişten dersler çıkarmak, yurtseverliğin temel unsurlarındandır.
Yurtseverlik, farklılıkların ötesinde bir ortak payda oluşturarak ulusal birlik ve beraberlik duygusuyla  toplumsal birliği güçlendirir.
Tüm bu nedenlerden dolayı ülkenin geleceği için, bu zor günleri aşabilmek için her bir yurttaşın ülkesine ve değerlerine sahip çıkması, kendini iyi yetiştirmesi, bilinçli olabilmesi gerekir.
.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.20, MŞ.
.      (Araştırma ve değerlendirme yazım)

19 Ocak 2025 Pazar

MİLLİ İKTİSAT GEREKİR

.   TÜRKİYE İÇİN "MİLLİ İKTİSAT" GEREKİR
Milli Ekonomi ve Milli İktisat kavramları, sıklıkla birbirine karıştırılan ancak farklı anlamlara gelen terimlerdir.
Her ikisi de bir ülkenin ekonomik yapısıyla ilgili olsa da, farklı boyutları ifade ederler.
Milli Ekonomi bir ülkenin tüm "ekonomik faaliyetlerinin toplamıdır".
Üretim, tüketim, yatırım, tasarruf, dış ticaret gibi tüm ekonomik süreçleri kapsar.
Milli İktisat milli ekonominin incelenmesi ve analiz edilmesi için kullanılan "bilim dalı"dır.
Milli ekonominin nasıl çalıştığını, hangi faktörlerden etkilendiğini ve nasıl geliştirilebileceğini araştırır.
Bir ekonomist, Türkiye'nin "milli iktisat" politikalarını analiz ederek, "ekonomik büyüme, istihdam ve enflasyon" gibi konularda tahminlerde bulunabilir ve politika önerileri geliştirebilir.
"Milli ekonomi ve milli iktisat" bir ülkenin "ekonomik bağımsızlığını", "kendi kaynaklarını kullanarak kalkınmasını" ve "refahını artırmayı" amaçlayan bir yaklaşımdır.
Bu yaklaşım, "yerli üretimi" destekleme, korumacı politikalar uygulama ve "devletin" ekonomide "aktif" rol oynaması gibi unsurları içerir.
Ancak günümüz küresel dünyasında, milli ekonomi ve küreselleşme arasındaki dengeyi kurmak önemli bir zorluktur.
Türkiye'nin günümüzdeki ekonomik sorunlarının çözümü için milli iktisat anlayışının önemi daha da artmaktadır.
Türkiye için milli iktisat ve milli ekonomi, ülkenin ekonomik bağımsızlığını kazanması, kalkınmasını sürdürmesi ve gelecek nesillere daha iyi bir yaşam standardı bırakması için vazgeçilmez bir yaklaşımdır.
Özellikle yerli üretim, katma değeri yüksek ürünlerin üretimi, teknolojik gelişme ve dışa bağımlılığın azaltılması gibi konulara odaklanmak gerekmektedir.
Türkiye'nin milli ekonomi hedeflerine ulaşması için uzun vadeli ve sürdürülebilir bir "strateji" izlenmesi gerekmektedir.; bunun için de gerçek bir hukuk devleti olarak yönetilmesi gerekir.
Türkiye'nin milli ekonomi hedeflerine ulaşması için atılması gereken adımlar, oldukça kapsamlı ve birbirini etkileyen bir dizi strateji gerektirmektedir.
Bu stratejiler, ülkenin kaynaklarını en verimli şekilde kullanarak, sürdürülebilir bir büyüme ve gelişme sağlamayı amaçlamalıdır.
Ülkenin her türlü toprağının yabancılara satılmasının ve kullandırılmasının önüne geçmek gereklidir.
Ülkenin yer altı ve yer üstü doğal kaynaklarının yalnızca milli iktisat için değerlendirilmesine izin verilmelidir; dışarıdan bu tür kaynakların satın alınması ve kullanılması engellenmelidir.
Ülkenin tüm denizleri, boğazları ve limanları yalnızca Türkiye kaynaklı kullanıma ve milli iktisat amaçlı hedeflere yönelik olarak kullanılmalıdır.
Milli iktisat, bir ülkenin "ekonomik sistemini" kendi "öz kaynakları" ve potansiyeli doğrultusunda geliştirmeyi hedefleyen bir ekonomik düşünce sistemidir.
Bu sistemde, devlet genellikle ekonomide etken bir rol oynar ve yerli üretimi teşvik etmek, dış ticarette korumacı politikalar uygulamak gibi önlemler alır.
Milli iktisadın kendine özgü "temel özellikleri" vardır:
Yerli malı üretiminin desteklenmesi ve desteklenmesi gerekir. İthalatı azaltarak ülke ekonomisine katma değer sağlamayı amaçlar ve ihracatı hedefler.
Dış ticarette gümrük vergileri, kota gibi korumacı önlemlerle "yerli üreticileri" korumak ve "dışa bağımlılığı azaltmak" hedeflenir.
Devlet, ekonomide "planlama, yatırım ve düzenleme" gibi faaliyetlerle, desteklerle, katkılarla milli ekonominin gelişmesini hedefler ve süreklilik sağlar.
Ekonomik her türlü kararlar alırken "ulusal çıkarlar" ve ülkenin kalkınması, geleceği, bağımsızlığı  ön planda tutulur.
Milli ekonominin başarılı olması için bazı temel unsurların bir araya gelmesi gerekir:
Ülkenin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek ve ihracat yapabilecek güçlü bir sanayiye sahip olması önemlidir.
Tarım sektörünün modernleşmesi ve verimliliğinin artırılması, gıda güvenliğini sağlamak ve kırsal kalkınmayı desteklemek için gereklidir.
Ülkenin rekabet gücünü artırmak için iyi yetiştirilmiş "nitelikli insan" kaynağına yatırım yapılması gerekir; bunun için de temel eğitim, meslek eğitimi, bilimsel araştırmalar nitelik ve nicelik olarak yükseltilmelidir.
Çağdaş yeni teknolojiler ve ürünler geliştirmek için Ar-Ge çalışmalarına önem verilmelidir. (Araştırma ve Geliştirme)
Bankacılık ve finans sektörünün istikrarlı olması, yatırımların artmasını ve ekonomik büyümeyi desteklerken her zaman ulusal çıkarlar önde tutulmalıdır.
Uluslar arası finans kurumlarıyla yapılacak ortaklıklarda, para alımlarında çok dikkatli olmak ve en azıyla dışa bağımlılıktan kaçınmak gerekir.
Devlet gerekli olan her türlü ulaşım, enerji gibi altyapı yatırımlarına, üretim ve ticaretin kolaylaşmasına katkı sağlar ve olabildiğince kendi kurumlarıyla projeleri gerçekleştirir; özelleştirmelerden ve özel sektöre ihale etmekten kaçınır.
Küresel dünyada egemen güçler kendi çıkar modellerini savunmaktadır ve her ülkeye para vermek, onları borçlandırmak, kendilerine bağımlı yapmak istemektedir.
Küresel rekabette başarılı olmak için ülkelerin "dışa açılması" ve "uluslararası ticaret" yapması gerekmektedir.
Ancak aynı zamanda, milli ekonomik hedeflerin göz ardı "edilmemesi" ve "yerli üretime destek" verilmesi de kaçınılmaz bir ön koşul olmalıdır.
Milli ekonomi ve küreselleşme arasındaki "dengeyi "kurmak, Türkiye için büyük fırsatlar sunmaktadır.
Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için milli iktisat ve milli ekonomi kavramları, hem tarihi süreçte, hem de günümüzde büyük önem taşımaktadır.
Türkiye, tarih boyunca dış güçlerin etkisi altında kalmış ve ekonomik sömürüye maruz kalmıştır.
Milli iktisat anlayışı, bu geçmiş deneyimlerin ışığında, ülkenin kendi kaynaklarını kullanarak kalkınma hedefini ön plana çıkarır.
Türkiye, farklı kültürlerin ve ekonomilerin kesiştiği bir coğrafyada yer almaktadır.
Bu durum hem fırsatlar, hem de riskler içerir.
Milli ekonomi anlayışı, bu riskleri azaltmak ve fırsatları en iyi şekilde değerlendirmek için önemlidir.
Milli iktisat, ülkenin dışa bağımlılığını azaltarak ekonomik bağımsızlığını güçlendirmesini sağlar.
Bu durum, dış şoklara karşı daha dirençli bir ekonomi oluşturmaya katkı sağlar.
Milli ekonomi, yerli üretimi teşvik ederek istihdamı artırır.
Bu sayede ülke içinde gelir dağılımı daha adil hale gelir ve sosyal sorunlar azalır.
Milli ekonomi, yerli teknolojilerin geliştirilmesini teşvik eder ve böylece ülkenin rekabet gücü artar.
Milli iktisat, ülkenin kendi kaynaklarına ve potansiyeline uygun bir kalkınma modeli oluşturmasına olanak tanır. Bu sayede sürdürülebilir bir büyüme sağlanabilir.
Milli iktisat, ülke halkı arasında ulusal birlik ve beraberlik duygusunu güçlendirir.
Ortak bir ekonomik hedef etrafında toplanmak, toplumsal birliği pekiştirir, ulusal kalkınma ile birlikte halkın refah düzeyi artar.
Milli ekonomi, ülkenin kültürel kimliğini koruyarak ve geliştirmesine katkı sağlar.
Ekonomik istikrar, siyasi istikrarın da temel koşullarından biridir.
Milli ekonomi, ülkenin siyasi olarak daha istikrarlı bir yapıya kavuşmasına yardımcı olur.
Türkiye'nin milli ekonomi hedeflerine ulaşması için atılması gereken sağlam ve ciddi adımlar olmalıdır:
Katma değeri yüksek üretim için yerli sanayinin geliştirilmesi, teknolojiye dayalı üretim modellerine geçiş yapılması ve katma değeri yüksek ürünlerin üretimi teşvik edilmelidir.
Araştırma ve geliştirme faaliyetlerine yapılan yatırımlar artırılarak, yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve mevcut teknolojilerin iyileştirilmesi sağlanmalıdır.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ) finansmana erişimi kolaylaştırılarak, büyümeleri desteklenmelidir.
İhracatın sadece birkaç ürüne değil, "farklı sektörlere yayılması" ve yeni "pazarlara açılmak" için çalışmalar yapılmalıdır.
Eğitim sisteminin iş dünyasının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yeniden yapılandırılması ve mesleki eğitime önem verilmesi gerekmektedir.
Üniversitelerin araştırma ve geliştirme faaliyetlerine daha fazla önem vermesi ve sanayi ile işbirliği yapmaları teşvik edilmelidir.
Sektörlerin ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünün yetiştirilmesi için istihdam politikaları geliştirilmelidir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan yatırımlar artırılarak, enerji bağımlılığından kurtulma ve çevresel sürdürülebilirlik hedefleri desteklenmelidir.
Enerji verimliliği önlemleri alınarak, enerji tüketimi azaltılmalı ve kaynakların daha etkin kullanımı sağlanmalıdır.
Çevresel sürdürülebilirlik ilkeleri göz önünde bulundurularak, doğal kaynakların korunması ve kirliliğin önlenmesi için çalışmalar yapılmalıdır.
Finansal sistemin güçlendirilmesi ve istikrarın sağlanması için düzenleyici ve denetleyici kurumların etkinliği artırılmalıdır.
Uzun vadeli yatırımları desteklemek için finansal araçlar geliştirilmeli ve finansal piyasalar derinleştirilmelidir.
Dış borçlardan kaçınılmalıdır.
Ulaşım, enerji ve iletişim altyapısının geliştirilmesi, üretim ve ticaretin kolaylaşmasına katkı sağlayacak "lojistik altyapı" desteklenmelidir
Ülke genellinde dış dünya ile bağlantılı dijitalleşme süreci hızlandırılmalı ve e-devlet uygulamaları yaygınlaştırılarak kamu hizmetlerinin etkinliği artırılmalıdır.
Tarım sektörünün modernizasyonu, sulama sistemlerinin iyileştirilmesi ve tarımsal üretimde teknolojinin kullanılması teşvik edilmelidir.
Çiftçi desteklenmeli, köy kalkınması için destek projeler geliştirilmelidir.
Gıda güvenliği standartlarının yükseltilmesi ve gıda israfının önlenmesi ve denetlemeler için çalışmalar yapılmalıdır.
Ülke ekonomisini büyütmek ve ihracatı artırmak için yeni serbest ticaret anlaşmaları imzalanmalıdır.
Gümrük birlikleri gibi derin "ekonomik entegrasyon" anlaşmalarıyla pazarlara erişim kolaylaştırılmalıdır.
Bu adımların yanı sıra, şeffaflık, hesap verebilirlik ve iyi yönetişim ilkelerine bağlı kalınması, milli ekonominin güçlenmesi için büyük önem taşımaktadır.
Ayrıca, sivil toplum kuruluşları, özel sektör ve devlet işbirliği içinde çalışarak daha etkili sonuçlar alınabilir.
Bu strateji, ülkenin "kaynaklarını"en iyi şekilde kullanarak, "rekabet gücünü artırarak" ve vatandaşlarının yaşam standardını yükselterek Türkiye'yi daha güçlü bir ekonomiye dönüştürmeyi amaçlamalıdır.
Burada genel bir anlatım yapılmıştır.
Herkes bu konuda kendisi de araştırmalar yapmalıdır.
Böylelikle de "milli" özellikteki ekonominin, iktisadın ne denli önemli olduğu ve bir an önce uygulamaya girmesi gerekliliği de görülecektir.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde "milli iktisat" çok yıllar önce gündeme gelmiş ve önem kazanmıştır.
Millî Mücadelenin kazanılmasından ve zaferden iki üç ay sonra daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce Ocak 1923’te Mustafa Kemal Atatürk, “Türkiye Devleti, Devlet-i İktisadiye olacaktır” diyerek temel amacın iktisadi gelişmeye önem vermek olduğunu vurguluyordu.
Nitekim bu amaçla 17 Şubat 1923’te İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi toplanmıştır.
Atatürk'ün Milli İktisat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, yeni kurulan devletin ekonomik geleceğini şekillendirmek amacıyla düzenlenen önemli bir toplantı olmuştur.
17 Şubat - 4 Mart 1923 tarihleri arasında İzmir'de gerçekleşen kongreye, ülkenin dört bir yanından işçi, çiftçi, tüccar, sanayici gibi farklı kesimlerden temsilciler katılmıştır.
Daha o zaman "Kongrenin Kararları (Misak-ı İktisadi)" son derece önemli ve değerli olmuştur:
Kongrede alınan kararlar, "Misak-ı İktisadi" adıyla bir belgede toplanmıştır.
- Ekonomide bağımsızlıktan fedakârlık edilmemeli.
- Çiftçiye kredi verilerek, girişimciler teşvik edilmeli.
- Kredi ve teşvikleri kurulacak "milli banka" üstlenmeli.  
- Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalı.
- Dış rekabete dayanabilmek için sanayi toplu ve bütün olarak kurulmalı.  
- Ekonomik kalkınmada devletin aktif rolü olmalı.
Atatürk'ün Milli İktisat Kongresi, Türkiye Cumhuriyeti'nin ekonomik tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Kongrede alınan kararlar, Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığını kazanması ve kalkınması için atılan ilk adımlardan biri olmuştur.
Kongrenin kararları, Türkiye'nin ekonomik politikalarında uzun yıllar boyunca etkili olmuş ve ülkenin sanayileşmesi ve modernleşmesi için önemli bir temel oluşturmuştur.
Atatürk'ün Milli İktisat Kongresi, Türkiye'nin ekonomik geleceğini şekillendiren ve ülkenin bağımsız bir ekonomik yapıya kavuşması için önemli bir adım olmuştur.
Kongrede alınan kararlar, Türkiye'nin bugün bile takip ettiği bazı ekonomik politikaların temelini oluşturmaktadır.
1923- 1929 arası dönemde ekonomide paranın değerini korumaya yönelik sağlam ve sıkı para politikası izlendiği gibi daha sonraki dönemde de sıkı para politikası izlenmiştir.
Atatürk dönemi iktisat politikalarına ışık tuttuğu göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.
Atatürk döneminde uygulanan para ve maliye politikaları bu raporlar doğrultusunda şekillenmiştir.
Ülkenin kalkınma, büyüme ve diğer ülkelerle rekabet edebilmesi için gerekli şartların ortaya konmasında önemli saptamalar yapılmıştır.
Milli iktisat anlayışının terk edilmesiyle birlikte sorunlar ekonomide "istikrarı bozacak" şekilde büyümüştür; bu bozulma günümüzde de geçerliliğini korumaktadır.
Bugün çekilen sıkıntılar, "ekonomik çöküş" ne yazıktır ki milli ekonomiden vazgeçilmesiyle, özelleştirmelerle, liberal girişimlerle başlamıştır ve de dışa bağımlılığı, borçlar düzenini getirmiştir.
Ülkedeki tüm güçler, STK, siyasi partiler, üniversiteler, aydınlar, meslek odaları, ulusal burjuvazi ve halk… hiç gecikmeden ülkenin kurtuluşu, sorun yaratan tutum ve liberal modellerden vazgeçilmesi gerektiğini çok iyi görmelidir ve de birleşmeye "ulusal toplu güç" olmaya girişmelidir.
Hiç zaman yitirmeden anayasal, çağdaş, parlamenter, güçler ayrımına dayalı gerçek bir hukuk devletine geçilmelidir ki bu çağdaş demokratik yöntem ile kendimize özgü bir milli ekonomi, milli iktisat, milli sanayi gerçekleştirebilelim.
Bunun dışındaki her türlü "tutum ve girişimler", "yapılanmalar, gündemler" yararlı olmayacaktır ve daha da zarar verip, ülkenin çöküşünü hızlandıracaktır.
Her türlü "boş işlerden ve yapay gündemlerden, savurganlıklardan, şirinlik göstermelerden, saçma özentilerde, moda akımlardan.." uzak durmalı ve kendimize sahip çıkmalıyız.
Bizim içinde bulunduğumuz zaman diliminde çok "uyanık, dikkatli, bilinçli, akıllı, yurtsever, eleştirel, araştırıcı" olmamız gerekmektedir.
.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.19, MŞ.
.       (Araştırma ve değerlendirme yazım)


17 Ocak 2025 Cuma

FİKİR OLUŞTURMAK

     "FİKİR" OLUŞTURMAK NASIL OLABİLİR?
·       Bir konu hakkında bir şeyler söyleyebilmek için, hemen aklımıza gelenleri söylememiz ve bunları "fikir "olarak sunmamız son derece basittir.
·       Güçlü bir bilgi birikimine dayanmayan iddialar, sözler ile gerçek bir fikir sağlanamaz.
·       İnceleme, araştırma, okuma yapmadan, eleştireli sorgulayıcı düşünmeden fikir oluşturulmaz.
·       "Düşünme süreci"nin temel ilkeleri vardır ve ancak bunlar ile "sonuca götüren düşünce", "fikir" oluşur
·       Bilgiye dayalı ve eleştirel bir yaklaşım olmadan fikir üretmek mümkün değildir.
·       Fikir oluşturma süreci, pasif bir bilgi tüketimi değil, aktif bir düşünme ve öğrenme sürecidir.
·       Bu süreçte, bilgiye ulaşmak, analiz etmek, değerlendirmek ve kendi düşüncelerini geliştirmek için çaba göstermek gerekir.
·       Yalnızca kulaktan dolma, oradan buradan duyulanlarla bir düşünceye, daha doğrusu bir fikre ulaşmak olamaz.
·       Böyle yapıldığında ise ya bir saçmalama ya da boş konuşma ortaya çıkar.
·       Yeni bir konuya dair "fikir" oluşturmak için öncelikle o konu hakkında "kapsamlı" bir bilgi edinme sürecine girmek gerekir.
·       Bu süreçte kaynaklar taranır, veriler toplanır ve farklı perspektifler incelenir.
·       Araştırma, elde edilen veriler arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmayı ve sonuçlar çıkarmayı amaçlar.
·       İnceleme sırasında elde edilen bilgilerin derinlemesine analiz edilmesi ve anlamlandırılması gerekir.
·       Bilgiye ulaşmanın en önemli yollarından biri doğru okumalar yapmaktır.
·       Kitaplar, makaleler, raporlar gibi çeşitli kaynaklar aracılığıyla farklı düşüncelere ve bakış açılarına erişebiliriz.
·       Eleştirel sorgulama, elde edilen bilgilerin sorgulanması, kabul edilenlerin ve edilmeyenlerin belirlenmesi ve kendi düşüncelerinin geliştirilmesi için kritik bir adımdır.
·       Tüm bu süreçlerin sonunda, elde edilen bilgiler ve yapılan analizler ışığında özgün fikirler üretilebilir.
·       İnceleme ve araştırma yapmadan oluşturulan fikirler, eksik, yanlış ya da boş bilgilere dayanabilir.
·       Böyle olunca da yanlış kararlara ve sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle dikkatli olmak yanlış bilgilerden kaçınmalıdır.
·       Sorunlara farklı açılardan bakabilmek ve etkili çözümler üretebilmek için derinlemesine bir bilgiye sahip olmak çözüm odaklı düşünmek gerektirir.
·       Başkalarının fikirlerini anlamak ve değerlendirmek, kendi düşüncelerini geliştirmek için önemli bir fırsattır.
·       Bilgiye dayalı ve eleştirel bir düşünce süreci, yeni, güncel ve yaratıcı fikirlerin ortaya çıkmasına olanak tanır.
·       Bir konu hakkında incele ve araştırma yapmak, bunları değerlendirmek ve özetleyip fikir oluşturmak ne kadar gerekli ise bu araştırma alanının "yan etkenleri"ni, "etkilendikleri"ni de "şematik" olarak görmek ve "birlikte" ele almak gerekir.
·       Örneğin Türkiye ile ilgili bir konuyu araştırırken yalnızca ülke ve toplumu ile ilgili düşünmek ve araştırmak, olayları bu dar alanda görmek yetmez.
·       Geniş olarak "global" ilişkilerle, "emperyalist" hedeflerin ne istediği ile de birlikte görüp, araştırmak daha sağlıklı olur.
·       Bununla birlikte bilgiye ve araştırmaya eleştirel düşünmeye, bilimsel yöntemlere ve bakış açısına uymaya özen göstermek gerekecektir.
·       Biliyorum, birçok kişi böylesine bir çalışmaya girmez, giremez..
·       Ya zamanım yok der, ya da böylesine bir çalışmaya alışık değildir, böylesine bir araştırma sistematiğini hiç kuramamıştır.
·       Ben de böyle davranmaya, yazılarımda ele aldığım düşünceleri araştırmaya ve eleştirel bakmaya, kendi bilgi ve deneyimlerimle özleştirip, emek harcayıp, yazmaya çalışıyorum.
.      Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2025.01.17, MŞ.
.                   (Araştırma ve değerlendirme yazım)