29 Şubat 2024 Perşembe

KENDİME

 .  -  Kendİme                 .

·       İnsan, yani biz, sen, ben, onlar… her birimiz yeni güne erişebildiğimizde dün de yaptığımız gibi, bugün de olumlu düşüncelerle duygu ve davranışlarımıza yön vereceğiz.

·       Kendime olan bakışım, yönlendirmelerim ve etkilemelerin hem sağlıklı bir duygusallıklarla, hem de akılcı ve gerçekçi yaklaşımlarla olacak.

·       Evrensel olarak ne denli çok, çok küçük de olsam, bir hiç kadar da olsam yine de kendimi en büyük varlığım olarak kabul edip, onun her türlü iyiliği için davranacağımı bilmekteyim, dedikten sonra güne başladığımda huzurlu ve mutlu olmayı seçeceğim.

·       Ne diğer kişilerin, ne de toplumun yozlaşması ve de çürümüşlüğü, yokluklar, yoksunluklar, onların tüm olumsuzlukları beni doğrudan etkileyemez, olmalıdır.

·       Bunun için kendime her an temel ilkelerimi ve dileklerimi, sözümü verip, yenilemekte olacağım.

·       Ancak, kendi beden, akıl ve ruh sağlığımı koruyabilirsem, olumlu bakış açısını sağlam tutabilirsem, diğer tüm olumsuz ve de zararlı olanlardan etkilenmem çok daha az olacaktır.

·       Neşem, öz güvenim, bilgilerim, elimdeki benliğim ve de bilincim ile sağlam adımlarla devam etmekte olacağım yaşamın yollarında ileriye doğru.

·       Karşıma hep iyi insanlar ve de iyi olaylar çıkacaktır; buna inanıyorum ve de çağırıyorum.

·       Evrensel güçler ve onların çağrıları ve geri gönderimleri her varlığa olduğu gibi beni de bulacaktır ve de tam da beklediğim ve istediğim gibi gönderilecektir beklediklerim.

·       İşte tam da bu nedenlerden ve bunların varlığından dolayı tüm zamanlı olarak kendimi, öz varlığımı eğitecek ve de beslemekte olacağım.

·       Bunu dün de yaşamıştım, bugünde bunu isteyip, uygulayacağım; yarın da…

·       Evet, her şey her şeyin en, en iyisi ve en değerlisi olmak zorunda zaten değil.

·       Benim kendi arınmışlığım ve yeterlilik ölçülerime göre yine kendimce varlıklı bir dünyam olacak; benimle birlikte ve de benim çevremde…

·       Tüm bunları birilerine anlatabilmek, açıklayabilmek ve de onların anlamasını beklemek ise "hiç de" beklenmemesi gereken bir durum olarak devam edecektir.

·       Buna rağmen yine de bir gün gerçekten beni, benim düşünce ve yapımı anlayabilecek, değerlendirip, sevgi ve saygı ile karşılığını verebilecek bir varlığın olabileceğine ise bilerek inanıyorum.

·       Ama, ne zaman ya da kim, kimler olur, bilemem…

·       Benim için önemli olan bunun olacağına inanmamdır.

·       Yine de günlük yaşamım, düşünce ve davranışlarım kendimce bildiğim gibi ilerleyecektir…

·       Bu da benim kendime "kendimce bir gizemim olarak, burada, saklı duracaktır.

·       Diğer insanların bunları bilmesi de pek gerekmemektedir…

·       Zaten anlayabilmeleri için "çaba" bile harcayabileceklerini, öylesine bir düzeye erişebileceklerini de pek var sayamıyorum.

·       Bir de yine "kişisel eğitimime" ve "ahlaksal gelişimime" olduğunca devam ediyorum ki bu da ayrıca bir güç vermekte ve beni de mutlu etmekte…

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2024.02.21, MŞ.

 

100. YILINDA CUMHURİYET:

 .   100. YILINDA CUMHURİYETİ:

= TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN KURULUŞUNUN 100. YILI =

. - Bağımsızlık düşüncesi ile 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, Türk tarih yolculuğunun, var oluş mücadelemizi taçlandıran birlik ve beraberlik ruhunun en büyük yapıtıdır.

. - Bu yıl, Ulu Önder GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK önderliğinde yokluklardan çıkardığımız mucizenin adı olan Cumhuriyet’in 100. yıl gururunu yaşamaktayız.

. - 2023 yılının TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NİN KURULUŞUNUN 100. YILI olması dolayısı ile “100. Yılında Cumhuriyet” konusu nasıl işleniliyor?

. - Bu yıl bitmek üzere ve kutlama, anma, anımsatma çalışmalarında oldukça geç kalındı.

. - Tüm ülkede ve dünyada her yöne doğru bu 100. YIL anımsatılmalı, anılmalı ve kutlanmalıdır.

. – Çeşitli dergiler ve sürekli yayınlar 100. YIL ÖZEL sayılarını çıkarmalıdır.

. - Çeşitli başlıklar altında, çeşitli konular ele alınabilir:

·       Cumhuriyet Kavramı

·       Atatürk ve Cumhuriyet

·       Cumhuriyet’in İlanına Giden Süreç

·       Cumhuriyet’in İlanı

·       Cumhuriyet’in İlanının Türkiye ve Dünyadaki Yankıları

·       Cumhuriyet’in Kazanımları

·       Cumhuriyet ve Milli Egemenlik

·       Cumhuriyet ve Toplum Hayatındaki Dönüşüm

·       Cumhuriyet ve Kadın

·       Cumhuriyet ve İktisadi Kalkınma

·       Cumhuriyet ve Hukuk

·       Cumhuriyet ve Basın

·       Cumhuriyet ve Bilim, Sanat, Kültür, Eğitim

·       Cumhuriyet ve İnkılaplar

·       Cumhuriyet Dönemi Dil ve Tarih Çalışmaları

·       Cumhuriyet Dönemi Sosyoloji ve Antropoloji Çalışmaları

·       Cumhuriyet’in İlanının Yıl Dönümü Kutlamaları

·       Cumhuriyet’in İlanına Tepkiler

·       Cumhuriyet İle İlgili Diğer Konular

·       Cumhuriyetin Getirdiği Devrimler Nelerdir?

·       Cumhuriyet Ve Çağdaşlaşma Nedir?

·       Cumhuriyet Ve Uygarlık Yolunda İlerlemek….

. - Devlet ve kurumları her biri kendine özgü olmak üzere 100. YIL ANISI olarak neler bastırabilir, yayınlayabilir:

. - “100. YIL CUMHURİYET PARASI bastırılamaz mıydı?

. - Cumhuriyetin 100 yılında yaşamış ve hizmet vermiş devlet adamlarının tanımımı yapılabilirdi: Tablo, broşür, kitap, kısa film…

. - Tüm üniversiteler ve yüksek okullar kendi alanlarına uygun 100. YIL Anı çalışmaları yapmalı ve yayınlamalıydı.

. - 100. YIL kutlama ve anısına yönelik dünyanın büyük dillerinde tanıtım, anımsatma çalışmaları yapılmalıydı.

. - Yurt dışında bulunan Türk’ler için 100. Yıl kutlama çalışmaları ve törenleri düzenlenmeli idi.

. - 100. Yıl Cumhuriyet ve kazanımları üzerine şiirler yazılmalıydı.

. - Cumhuriyetin kuruluş öyküsünün, o günlerin anılarının, olaylarının ve önemli kişilerinin anlatıldığı kitaplar, romanlar yazılmalı ve yayınlanmalı idi.

. - Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının öncülüğünde Türk milleti yalnız kendi tarihine değil, dünya tarihine de etki eden bir İstiklal Savaşı’nı vermiştir.

. - Anadolu'daki bin yıllık millet varlığını pekiştiren, sonsuzlaştıran Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu kahramanlıklarla dolu bir mücadeleyle olmuştur.

. - Küllerinden doğan, yok olmaktan kurtulan millet yeni kurulan devlet ile cumhuriyet dönemine girmiştir ve yapılan yenilikler ve devrimler ile her alanda ilerlemeye ve kalkınmaya yönelmiştir.

. - Ulusal, ahlaki, insani, kültürel ve manevi değerleri gelecek kuşaklara aktarırken cumhuriyet yeniden bir toplum ve düzen kurmuştur.

. - 2023 yılında 100. yılda her bir yönde, her il ve ilçede, köyde, yurt dışı temsilciliklerinde törenler, etkinlik programları hazırlanıp uygulanmalıdır.

. - Kamu kurum ve kuruluşları, belediye başkanlıkları ve sivil toplum kuruluşları “işbirliği” yaparak 100. yıl kutlamalarını önemine en uygun etkinliklere bulunmalıdır.

. - 29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI ve haftası bu yılın en önemli dönemi olacaktır ve Cumhuriyet'in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere “Milli Mücadele” kahramanları, bağımsızlık, ulusal birlik ve beraberlik, yurt sevgisi, yurt savunması, gelecek konuları, çağdaşlaşma, kalkınma ve uygarlık hedefleri ele alınıp vurgulanmalıdır.

. - Her okul yıl boyunca “100. YIL” konusunda kendine özgü çalışmalar ve etkinlikler düzenlemelidir.

. - Ülkenin ekonomik ve toplumsal sıkıntılar içerisinde bulunduğu bu dönemde cumhuriyetin 110. YILI çalışmaları ve etkenlikleri, anmaları ile bu zor günlerden nasıl çıkılabileceği, yapılması gerekenler, çözüm yolları ele alınmalı, düşünceye yöneltmeli ve her şeye rağmen yurttaşlarımıza umut verebilmelidir.

. - Büyük bir kurtuluş savaşının ardından zor koşullarla kurulmuş yeni bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni, kurucularını, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü ve şehitleri, gazilerimizi ve ardından yapılan tüm kalkınma ve devrim hareketlerini, parlamenter, hukuksal yenilikleri, atılımları unutturmak, önemsizleştirmek isteyen “karşı devrimci” her türlü istek ve akımlara karşın TÜRKİYE CUMHURİYETİ en bilimsel, en coşkulu ve en heyecanlı yönleriyle ele alınmalıdır, işlenmelidir; genç kuşaklara bu sevinç, gurur ve bilinç aşılanmalıdır.

. - Eğer bunları yapamıyor isek, yapması gerekenler gaflet ve hıyanet içinde iseler her şeyi yeniden, bugünü yeniden ve en gerçekçi biçimiyle ele alıp, irdelemek ve düşünmek zorundayız.

. - Bu görev ve sorumluluk, bu iş hepimizindir…

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 08.10.2023

24 Şubat 2024 Cumartesi

KARGAŞA YARATILMAK İSTENİLİYOR

 .  - Kargaşa Yaratılmak İstenİlİyor        .

·       Uzun yıllardır uygulanan algı operasyonları ve uygulamaları devam ederken "halk" iyice kanıksatılmış ve duyarsızlaştırılmış, "yönetilebilir" duruma getirilmiştir.

·       Nüfusun büyük kesiminin din ağırlıklı ama, bilgisiz ve bilinçsiz eğilimleri gittikçe artırılmaktadır ki çağdaş, uygar ve demokratik değerlerden uzaklaşsınlar.

·       Son hamleler ile anayasal güvence ve değerler, demokratik kurumlar ve ilkeler "yok" edilebilmektedir.

·       Açık, açık ve gözler önünde yapılan girişimler, konuşmalar ortadadır ve kullanılan vurgular ile bir "din devletine" doğru gidilmesi özendirilmektedir.

·       Bir yandan derinlemesine yoksulluk, yoksunluk, enflasyon, geçim sıkıntısı, hukuksuzluk, adaletsizlik ve büyük kargaşa ile tüm dengeler alt-üst edilmektedir.

·       Moda, reklam, TV, basın-yayın, müzik, tüketime dair özentiler ile davranış, tutum ve düşünce sistemlerine yapılan müdahaleler ile toplumsal katmanlar arasında sosyal ve ekonomik uçurumlar yaratılmıştır.

·       "Kayıt dışı" paralar ve büyük kazançlar yanı sıra dışarıdan ülkeye gelen, getirilen her türlü zararlı ve yasak madde ticareti ve yayılması, denetlenemez hale gelmiş diye duyuluyor.

·       Kapılar, sınırlar, limanlar… denetimli ve devletten yana güvenli olmaktan çıkar bir duruma gelmiş; ülke içerisine teröristler ve de ne olduğu belgelenemeyen milyonlarca yabancı girebilir olmuş.

·       Toplumsal katmanların bu aşırı dengesizlikleri yaşar duruma gelmesi toplumsal-ekonomik doğal akışa "uymamaktadır".

·       Yakın dönemde geçirilen seçimin ardı sıra önümüzdeki dönemde bir diğer seçim, "yerel yönetimler seçimi" hazırlıkları gündemde iken hiç sıradan olmayan yaklaşımlarla karşılaşılabilmektedir.

·       Karar verme yetkisine sahiplerin verdiği kararlar ile ortaya koyduğu aday listeleri şaşkınlıklar yaratabilmekte, seçmenlerin güvenini yitirmektedir.

·       En çok güvenmek, inanmak istediğiniz, muhalefet olmasını beklediğiniz kişiler ve partiler seçmenlerde şaşkınlıklar yaratabilmektedir.

·       "Demokratik, parlamenter bir sosyal hukuk devletine" ve "anayasasına" sahip olduğumuzun inancı ile siyaseti ve kamuyu değerlendirmek isterken birden en yukarıdan tam tersi sözler ve uygulamalarla karşılaşıyorsunuz.

·       Ortaya atılan "şeriat" sözcüğü ile hedeflenmek istenilen nedir?

·       Sokaktaki yurttaş bu olaylardan ne denli etkilenmekte ve tepki gösterebilmektedir?

·       İnsanların "kafalarında" neler var, neleri önemsemekteler, nasıl düşünmekteler, nelerden etkilenmektedir?

·       Toplumda bireyleri bir gözlemleyin, bakın nasıl "giyiniyorlar", nasıl yaşıyorlar, sigara benzeri bağımlılıkları ne durumda, nerelere para harcıyorlar?

·       Çağdaş, uygar, bilgili, bilinçli, duyarlı, ulus devletten yana, kendine sahip çıkıp, koruyabilen yurt sever yurttaşlık yok edilmektedir.

·       Özgür irade, sağlıklı düşünebilmek ve karar verebilmek yok edilebilmektedir.

·       Çok geniş ve yaygın bir biçimde kullanılan din-vicdan yapılanmaları, gittikçe artan tarikatlar siyasette, ticarette çok güçlenmektedir.

·       Dinin "sömürü aracı" olması ve siyasette, ticarette kullanılması büyük endişe yaratmaktadır ve bu durum ne yazık ki "engellenmez" olmuştur

·       Öte yandan 16 milyon emeklinin "ÇOK KIZGIN" olduğunu sanıyorduk....

·       Türkiye nüfusu 84 milyon olduğuna göre, yetişkin insan içerisinde "emeklilerin" oranı ne kadardır?

·       Emekliler, bu çok büyük kitle TÜRKİYE'nin en büyük kitlesidir ama ne iktidara, ne de devlet kurumlarına "adil bir emeklilik oranı ve maaş ve ödemeleri hakkını" kabul ettirebilecek "bilince" ve "etki alanlarına" sahip değil.

·       Bunların tüm sonucu olarak da 16 milyon emekli "ailece" gittikçe çok daha "büyük sıkıntılar" içerisine düşüyor; geçim sıkıntısı yaşıyor.

·       Türkiye ekonomisi süper enflasyonu yaşamakta ve tüm satın alma gücü düşmüştür.

·       Bugünler "istemesek bile" çok daha "kargaşalar" gösterecektir.

·       "Yerel seçimler yaklaşıyor" olmasına rağmen bu durum değişmiyor.

·       Çünkü ne bir demokratik yurttaşlık bilinci var, ne bir sosyal sınıf bilinci var, ne de bir emekçi bilinci var, ne de yeterli bir çağdaş öğrenim düzeyi var, ne de bir hak arama kültürü var.

·       Evet Türkiye herkesin gözüne battı, her yandan gizli açık saldırı var.

·       Türkiye çok "daha güzel" ve "yaşanılabilir" bir ülke olmalı idi…

·       100 yıl öncesinden Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği hedeflere ve çağdaş uygarlık yoluna, devrimlere, elde edilenlere, yapılanlara, yatırımlara… ne yazık ki sahip çıkamadık.

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 24.03.2024, MŞ.


 

20 Şubat 2024 Salı

TÜRKÇE BİR BİLİM DİLİ OLABİLİR

 .  Türkçe Bİr "Bİlİm Dİlİ Olamaz" Yanlışı     .

• Nerede insan varsa orada bir dil vardır!
• İnsan dili yaratmıştır.
• İnsanın bireysel ve toplumsal gelişmesinde dil en önemli yere sahiptir.
Nerede insan varsa orada bir dil vardır!
İnsan dili yaratmıştır.
İnsanın bireysel ve toplumsal gelişmesinde dil en önemli yere sahiptir.
Her dil zaman içinde ortaya çıkmıştır ve gelişmiştir.
Dilin yaşarlılığı ve etkenliliği, edilgenliliği vardır.
Tarih içinde var olan dillerden bazıları ölmüşlerdir.
Bazı diller ise konuşulan dil özelliğini yitirmişlerdir.
Ama ne olursa olsun dili dil yapan insandır, tek tek bireylerdir ve o bireylerin oluşturduğu toplumdur.
Dil düşünme üretmeye doğrudan bağlıdır.
Düşünme üretmek ve çeşitli araştırmalar ve yöntemlerle uğraşılar sonucunda da o düşüncenin ürünlerini görmek yine insanlara özgüdür.
Çağımızda üstün insan, üstün soy... gibi düşüncelere yer verilemeyeceğine göre de bir insana bağlı öğe durumundaki dil için de bir üstün dil varlığından söz edilemez.
Dilin kullanım alanının darlığı ya da bireyin o dili kullanmada kendisini hazır olarak duyamaması çok ayrı bir olaydır.
Bir dilin derlenip, toparlanması, yaşamın her alanına yanıt verebilecek bir donanıma ulaşabilmesi ise o dile sahip olması gereken halk grubunun bir görevidir ve de o halk grubunun genel donanımı ile doğrudan ilişkilidir.
Bilim ise bir dil işi değil, insanın düşüncesinin ve bilgi birikiminin kapsamında bir olaydır.
Bilim denildiğinde ilk akla gelen yöntemler ve dizgeler topluluğu, kendi içinde bir disiplin ve üretkenlik, bir araştırma, değerlendirme ve sonuca varma basamaklılığı... akla gelir.
Tüm bunların birleşmesi gereken tek nokta vardır.
O da insandır.
Bilim insandan yola çıkar ve insanlığa doğru yönelir.
Tüm bu süreç içerisinde etkin olan kişi bilimcidir.
Bilimcinin işi kendi dalındaki bilgilerden yaralanarak, onların kullanım alanlarını genişletmek, yeni alanlar açabilmek ve de tüm bunların sonucun insanlığın tümüne sunabilmektir.
Bu nedenle de bilim genel anlamda evrenseldir.
Bilimi bilim yapan tek ve asıl öğe onun evrenselliğidir.
Kendi içindeki disiplinidir.
Bilimci bir insan olduğuna ve de düşünmesi gerektiğine göre dil onun için, ister konuşan-yazan dil olsun, ister düşünen dil olsun onun en çok gereksindiği varlık olacaktır.
Eğer bir halk kendi bilimcisine kendi anadilini veremez ise, onun anadili donanımını en üst düzeyde tutamamış ise, o bilimci bunun sonucu olarak da bir başka dilin desteğinde kendisini yetiştirmiştir.
Ürünlerini de yine o dilin egemenliğine doğru yönlendirmiştir.
Burada biz hiç bir zaman şunu söyleyemeyiz: "Türkçe yoksul ve sığ bir dildir. Onun gücü bir biliminin düşünmesine ve üretmesine yetmez" diyemeyiz.
Bu tür düşünce ne bilimsel bir yaklaşımdır ne de gerçeklere uymaktadır.
Türkçe tam bir dil yapısına erişmiş, her türlü, duygu ve düşünceyi tanımlamaya, betimlemeye yetecek bir dildir.
Eğer bir bilimcinin en başta gelen görevi üretken olabilmek ise o bilimciden kendi dilinde ürün verebilmesini beklemek de doğal olmalıdır.
Bunun en başta gelen açıklanır nedeni de o bilimcinin disiplinli düşünme sistemine sahip bir birey olması gerektiğinde yatmaktadır.
Bu da yalnızca o bireyin kendisinden beklenmemelidir.
O ülkenin, o halkın kendi eğitim ve öğretim sisteminde daha okul öncesi dönemden başlayarak, yüksek öğrenimin en son basamağına değin kendi anadili en üst düzeyde değerini bulmalıdır.
Onun donanımı ve öğretim yöntemi çağın getirdiği en iyi olanaklarla yerine getirilmelidir.
Bu da her şeyden önce bir eğitim ve öğretim politikası geliştirilmesine bağlıdır.
Ulusal bilincin sağlıklı ve ileriye dönük olarak gelişmiş olması gerekmektedir.
Eğitim ve öğretime yapılan yatırımlar çok uzun süreli olmaktadır.
Güncel kısır politikalardan ve çıkarcılıktan arındırılmış bir ulusal eğitim ve öğretim politikası meyvelerini ileride verecektir.
Kendi anadilinde çok iyi yetişmiş ve yine anadilinde bilim üretmeye yönelebilmiş bir bilimciler kuşağı en verimli çağında çok verimli kuşakların yetişmesine yol açacaktır.
Bu oluşumun sonucunda o ülke ve halkı bilimde ve sanatta çok ileriye gideceği için evrensel uygarlığa da katkıları ayni oranda olacaktır.
Sömürmeye ve sömürülmeye yönelmeyen hem kendi halkına ve de dolayısıyla tüm dünya halklarına ürünlerini sunabilen bilimciden kime bir kötülük gelebilir ki...
İşte bu bağlamda Türkçe de kendine düşen görevi yerine getirecektir.
Bilimcilere düşünmenin ve düşünce üretmenin her türlü olanağını sunacaktır.
Yeter ki bilimciler bu yolda yetiştirilsinler ve de yine var olan bilimciler bu dilin olanaklarından yararlanmayı kendilerine bir görev edinebilsinler.
Gerçek anlamıyla bir aydın olabilmenin tanımları içinde kendi öz değerlerine sahip çıkarak evrensel değerlere ulaşabilmek de vardır.
Türkçe'nin öğrenim dili olarak kullanılmaya başlaması Deniz Harb Okulu'nun kurulması (Mühendishane-i Bahrî-i Hümayun) ile başlar.
Bu okul 1773'de Macar asıllı olup Fransız hizmetinde bulunan, bir aralık İstanbul'a gelerek Osmanlı hizmetine giren Baron de Tott ile Cezayirli Hasan Efendi tarafından kurulmuştur.
De Tott Türkçe öğrenmişti.
Derslerini öğrencilerine Türkçe not ettirmekte ve yineletmekte idi.
İngilizce ve İtalyanca bilen Cezayirli Hasan Efendi de gemicilik bilgisini Türkçe öğretmekte idi. Verilen dersler arasında matematik, gemi yapımı ve gemi seyri dersleri de bulunuyordu.
Her iki öğretim üyesinin, batı kaynaklarından yararlanarak hazırladıkları bu dersleri Türkçe vermede terim bulma güçlüğü karşısında, İtalyanca ve Arapça'dan terim aldıkları ve araştırdıkları dikkat çekicidir.
Deniz Harb Okulu, batılı uzmanlardan yararlanmanın ilk örneği olduğu için eğitimde batılaşma ve modernleşme başlangıcı olarak kabul edilebilir.
Evet, Türkçe bir bilim dalı olursa, hak ettiği yeri alırsa ne olur?
Bundan kimler ve ne ölçüde zarar görürler?
Bizim zarar görmeyeceğimiz ise kesindir.
Bu nedenle de Almanya'da var olan tüm Türkçe dilli bilimcilerin Türkçe üretmeye daha çok ağırlık verebilmelerini istemeliyiz.
Almanca olarak üstlerine düşeni yerine getirmek, Türkçe ile de verimliliğe bir engel değildir.
Tam tersine her iki dilde, ya da İngilizce destekli de olmak üzere üç dilde üretmeye yönelebilmek ancak daha bir güçlülük ve varsıllık sonucunu doğurur.
Örneğin son yıllarda bilgisayar pazarında Türkçe dilli yazılımların çok başarılı olması ve kendisini kanıtlaması bilim dili Türkçe'nin bir ürünüdür.
Bunun yanı sıra uluslararası üne erişmiş birçok bilimcinin ürünlerini Türkçe de yayınlamış olabilmeleri çoğaltılması gereken örnekler arasındadır.
Yine bir örnek bir çalışma olarak "TÜRKÇE TIP TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ" hem bilimcilerin hem de halkın anlayabileceği bir ürün olarak gösterilebilir.
Hukuk konusunda Ord. Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'nun ürünleri ve verdiği uğraşılar saygıyla anılmalıdır.
Hiçbir aşağılık duygusuna kapılmadan, kendine güvenerek Türkçe'de yapılacak her türlü bilimsel çalışma sonuç olarak, yine bir başka dilde yapılanıyla eş değerde sonuç verecektir.
Yoksa yalnızca bir tek İngilizce'nin "tek bilim dili" olma yoluyla dünyaya egemen olması devam edecektir.
Bizim bilimcimize, aydınımıza düşen her iki dilde olduğu gibi kendi anadili Türkçe'de de çok güçlü olarak bilime yararlı çalışmalar yapabilmesidir.
Almanya bundan her hangi bir zarar görmez iken Türkçe dilli halk ve onların geleceği olan çocukları ancak yarar görürler.
Bu uğurda çaba göstermek ve kurumlaşmak, ileriye dönük olarak bizlerin çıkarına olabilecek bir eğitim ve öğretimi istemek gerekecektir.
Bu uzun bir süreçtir.
Bu süreç içinde Türkçe tüm okullarda yerini alabilirse, gelecek kuşaklar içinden Türkçe dilli bilimciler yetişecektir.
Yoksa yalnızca Almanca dilli bir bilimci olabilmesinin Türkçe dilli halka yararı çok olamasa gerektir!
Bu nedenle de şu an her dalda aydınımız ve bilimcimiz, tüm örgütleri de etkileyerek bu konuda iletişimi sağlamalıdırlar ve uğraş vermelidirler.
.   "Ulusumuzun politik ve toplumsal yaşamında, ulusumuzun fikirsel eğitiminde yol gösterenimiz bilim ve fen olacaktır. Türk ulusunun, Türk sanatı ekonomisi, Türk şiir ve yazınının tüm güzelliği ile gelişmesi ancak okul sayesinde,okulun vereceği bilim ve sayesinde olacaktır."........

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 21.12.2017

***********************************************************************

... Bugün 20 şubat 2024 ve yukarıda yazdığım konudaki fikirlerimi çok daha güçlü savunuyorum. "Ulusal bilince yönelik çok büyük algı operasyonlarının var olduğu son dönemde özellikle "dil bilinci ve ulusal dilde güçlü olmak" çok daha büyük önem kazanmıştır.


 

14 Şubat 2024 Çarşamba

2016 - GELECEK DÖNEMİ BEKLERKEN

 .   2016 - Gelecek Dönemİ Beklerken -

AVRUPA'da, ALMANYA'da gittikçe artmakta olan YABANCI DÜŞMANI, sağ radikal olaylar ve de politik yükselmeler ENDİŞE VERİYOR.

Polisiye olayları ve kargaşalar bir yanda bir yanda ise sağ radikal söylemleri olan siyasi partiler yeni bir hava oluşturuyor.

Yöneticiler ve sağ duyulu politikacılar şaşırmış bir durum gösteriyorlar.

Eğer, biraz daha geniş bir bakış açısından izlenebilse, görülecektir ki, global güçler yeni bir atakta bulunacaklarının sinyalini çok önceden verdiler.

AVRUPA önümüzdeki dönemde KAOS, kargaşa ve toplumsal çalkantılarla gündeme gelecek.

Göç dalgası ve kabul edilen yeni kuşak sığınmacılar da yine bu planın bir parçasıdır.

Tüm güçlü devlet, güçlü istihbarat alt yapısına rağmen ALMANYA bu yeni dönem kargaşayı, toplumsal ayrıştırımcılığı NASIL karşılayacak?

Üzerinde sağlam bir yapılanması olan ALMAN devlet yapısı, sosyal devlet, hukuk devleti anlayışı, ekonomik güç sahibi olması, çağdaş örgütlenme biçimi, yurttaşlarının sakin ve huzurlu yaşam biçimleri... bir genel KAOS-KARGAŞA dalgaları ile çalkalanmak istenecektir.

Yüz yılın en büyük sınavını verecek ALMANYA uluslararası güç odakları içerisinde kendi ULUS DEVLETİNİ ve yapısını korumakta çok zorlanacaktır.

Bu gelen KAOS-KARGAŞA dalgası ise birçok kurumdan ve halktan saklanmak istenmektedir, ki bu da AMAN bir tedirginlik olmasın! düşüncesinden kaynaklanmaktadır.

Gerçek planın adımları ve olaylar ile karşılaşan ALMAN halkı ve kurumları ise ASIL o zaman çok büyük bir sarsıntı geçirecektir.

Bu gelmekte olan dalgalara karşı hem bankacılık, hem de ticaret ve endüstri kendini kurtaracak önlemleri almakla meşguldür şu an.

Öte yandan Çin dünyadan altın toplayıp stoklamaktadır.

ÇİN çok daha güçlü olarak kendini ortaya atacaktır.

ABD ise orta doğu, kuzey Afrika ve iç Asya'ya doğru kendine taraf olmasını beklediği güç odaklarına egemen olmak için çok planlı ve hızlı bir saldırı içerisindedir.

Dünyanın global güçleri olan aileler bu son ataklarını çok iyi hazırlamışlardır.

Ellerindeki kurumları, şirketler ve siyasi güçleriyle yol alarak "TEK dünya DEVLETİ"ne doğru ilerlemektedir.

İlk aşamada yapacakları, yapmakta oldukları kargaşa-savaş girişimleri de zaten bu ürkütme, sarsma, ele geçirme planının içindeki adımlardandır.

ULUS DEVLET ve ulusal-kültürel güç ve buna bağlı olan DEĞERLER planlı bir biçimde yok edilerek KENDİ ÇIKAR PLANLARINA uygun bir modele doğru çekilmektedir.

Yine bu hedeflerinin gerçekleştirilmesi için birçok şirket, parti, STK, vakıflar, politikacılar, bilim adamları, okullar vb. kullanılmaktadır, ele geçirilmektedir.

Adı geçen bölgelerde yaşayan halk ise sadece günlük masallarla, tüketim toplumu oyunlarıyla, sahte gündem ve olaylarla bir anlamda uyutulmaktadır.

Halkın karşı koyma direncinin yok edilebilmesi ve kendi istekleri doğrultusunda davranabilmeleri için her türlü araç ve yöntem kullanılmaktadır.

Bu nedenle de benim önerim "sade" vatandaş olarak bizlerin en azından sahte kimliklere, sahte gündemlere ve ortada görülenlere kendimizi kaptırmamamızdır.

Bunun için bize düşen en büyük görev AKIL ve RUH sağlığımızı, DÜŞÜNME ve SAĞLIKLI KARAR VERME MAKANİZMAMIZI çok iyi korumamızdır.

Belki de yeni, yeni sunulmuş olan akımlara, kavramlara ve değer yargılarına değil, çok daha önceden elimizde var olmuş olan ULUSAL-KÜLTÜREL değerlere, alışkanlıklara ve tüketim modellerine dönüş yapmamız gerekmektedir.

Bu ''beslenmemiz'' için olduğu gibi bir ''yurttaş duruşu'' için de geçerlidir.

Saygılarımla.

.   Gönen Çıbıkcı, öğretmen, 01.10.2016, KUŞADASI


13 Şubat 2024 Salı

NE OLMUŞ YANİ

.   - Ne olmuş yanİ?     .

Son dönemde neler değişti?

Her şey sanki o kadar kolay oldu…

Bitti, gitti…

Neler bitti gitti, neler geldi..

Uzun zamandır çekilen ekonomik ve toplumsal sıkıntılar neler getirdi, neleri götürdü?

İnsanları nasıl değiştirdi?

İlişkilere ne denli zarar verdi?

Kimler yoksullaştı, kimler yoksulluktan varsıllığa yükseldi?

Hangi işler "para" yapmaya başladı, hangilerini değeri üç kuruşa indi?

O bıraktığın eski mahallede neler değişti?

Kimler kepenk kapattı, kimler evden kaçtı?

Sanal alem neler getirdi, kimleri uçurdu, kimleri hayal alemine daldırdı?

Çuvalla kazanılan paralar hangi yollarla elde edildi?

Evdeki hesaplara ne oldu; hiç biri çarşıya uymadı, değil mi?

Evlerdeki ilişkiler, söz dinlemeler, saygı, sevgi nerelere gitti?

Emeğe saygı vardı; ne oldu, unutulup gitti…

Milyonlarca insan yıllarca çalıştı, didindi, sevindi ve bekledi,…

Emekliliği gelince de mutlu, huzurlu günleri bekleyenlere ne oldu?

Tuttuğu takım için "canını bile verecek kadar sevinenler", dünyayı hep öyle görenlere ne oldu?

"Ne okuması, ne okulu yaa", diyenlere verilen işlerle kimlerin karnı doydu?

"Okuduk da ne oldu, bak bizi nerelerde çalıştırıyorlar" diyenleri duymak da ne zorumuza gider mi oldu?

"Ne yalan, ne dolan, ille de terbiye ve de ahlak olsun", diyen insanlarımıza ne oldu?

Paranın "pul" olmasına ne akıl, ne de sır erer oldu.

Dünyanın bilmem ne kadar ülkesi içinde bizimkinin yeri gittikçe hep altlara düşer olmuş.

Ülkeden yolunu bulan başka yerlere akılları sıra büyük hayallerle "kaçar" olmuş…

Komşular, komşuluk, aile, hısım, akraba.. hep anılarda kalır olmuş…

Umut ve güzel günlere özlem yok olmasın diye verdiğimiz sözler, emekler, çabalar bile uçup, gider olmuş.

Su yolunda kırılan testilerin haberleri bolca duyulur olmuş.

Kağıt üstündekilere bile uymadan sürüp giden bir düzen içinde "hazır oyunlara" katılıp, oy, oy vermeler, beklentiler… yeniden gelir olmuş.

Şaşkın, şaşırmış, yitirmiş, umutsuz insanların yanı sıra toplumda "yeni zenginler", yeni "güçler", yeni "abiler" her yeri tutar olmuş.

Evet, olmuşsa ne olmuş…

Bunu da biz mi düşüneceğiz….

Boş ver, sen bak dalgana; keyfine bak!

Hap yap, para kap, yoluna bak!

Gerisi hikaye…

Desek, bile 

yine de "doğruyu bulmak" ve "kendimize gelmek için ATATÜRK'e dönmemiz gerekecek…

.  Anlayana….

.  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 28.01.2024, MŞ.


12 Şubat 2024 Pazartesi

SEVİLMEK

 .    Sevİlmek

Her insan, görünürdeki olumsuzluklarına rağmen temelde iyi olmayı ve "sevilmeyi" ister.

İnsanın doğasında sevmek kadar sevilmek de vardır.

Ne yazık ki gerek toplumsal yapılardan, gerekse insan ilişkilerinden dolayı insanların birçoğu sevdiğini dile getiremez; anlatamaz, açıklayamaz.

Sevdiğini "söyleyememek" zamanla içinde derin bir yara gibi yer alır.

Sevginin gerçek bir aşka dönüşmüş biçimi ise çok daha derinden sarsar insanı.

Eş duygularla karşılıklı bir sevgi akışını sağlayabilmek, ruhsal oluşumu elde edebilmek ise herkesin isteyebileceği bir durumdur.

Sevgi gösteremeyen, sevgiyi anlayamayan, yansıtamayan bir insan ise her an karışık duygular ve davranışlar içerisinde yaşar.

Kendini sevgiye, sevini kabulüne kapatmış kişilerde ise bu durum birçok yan etkiyi, huzursuzlukları ve davranış bozukluklarını da beraberinde getirir.

Birçok kötülükler de bir anlamda "sevgi eksikliği"nden kaynaklanır.

Sevmek ne kadar çok doğal bir duygu ise "sevilmek" de o denli önemli bir duygudur.

Bence sevmekten çok daha ağı basan ve etkilen ise "sevilmek duygusu", sevilmeye olan gereksinimdir.

Sevilmek, seviliyor olduğunu duyumsamak bir insanın mutlu olabilmesinin en temel dayanağıdır.

Yaşamı boyunca hep "sevilmek" yönünde beklentiler taşıyan insanın, iç dünyası bu gereksinimin "karşılanamaması" durumunda hep sıkıntılı ve acılı geçmiştir.

Sevilmek duygusu çok genel ve derinlemesine olarak insanda varlığını sürdürürken "bir kişiye karşı olan" sevilmek beklentisi, isteği de böylece "somut" olarak ortaya çıkar.

Yaşamda var olan iyilikler, kötülükler büyük bir çoğunlukla sevilmek-sevmek duygusu ile ilintilidir.

"Sevilme gereksinimi içindeki" insanın bu temel duygusu yerine getirilemediğinde ise hep büyük bir boşluk, bir özlem ve arayış içinde kalır.

Sevilmek bir anlamda "kabul görmek" olduğu için de insan ailesinden, çevresinden, dost ve arkadaşlarından "sevgi" bekler.

Doğal olarak kendisi de çevresindeki insanlara "sevgi gösterir", göstermelidir.

Bu tür sevginin yanı sıra çok daha derinde ve etkileyici olan, insanı tüm ruhuyla saran diğer ana sevgi ise biri insan karşı olabilecek sevgi-duygu-ruhsal kabullenme arayışı, beklentisi, gereksinimidir.

Bu en temel duygu türü bir sevgiden çok daha yoğunlaşmış olanı ise bir "aşk", bir "tüm ruhsallıkla, tinsellikle bir diğer insana olan sevgi"yi yaşamaktır.

Bu nedenledir ki toplumsal ilişkilerde insan hep sevilmek, kabul edilmek duygusunun etkisi ile yer alır, yaşar.

"Yoğunlaştırılmış sevgi arayışı" olan "aşk" ise çok daha derinde ve de özeldir; bunu yakalayabilen ve uyumlu olarak karşılıklı yaşayabilen bir insan son derece doyumlu ve mutlu olur.

Aşk yitirildiğinde ise insan en büyük acılar, huzursuzluk ve umutsuzluklarla çırpınır.

Yaşamında "gerçek aşkı" bulabilmiş ve karşılıklı olarak büyük bir uyumluluk ve doyumsallık yaşayabilmiş olan kişi için yaşam artık "amacına ulaşmış" demektir.

Bunu görememiş, böylesine gerçek bir aşkı "yakalayamamış" bir insan ise tüm yaşamı boyunca hep büyük bir paralellikle bu duyguyu arayacaktır.

Birçok öykü, roman bu tür ilişkiler ve duygular üzerine yazılmıştır ve de insanlar kendi iç döngülerinden dolayı da hep bu yazılanlara ilgi göstermiş ve bunlara sahiplenmişleridir.

Toplumsal yapılanmalar ve ilişkilerin yanı sıra insanın kendi öz kişilik özelliklerine bağlı olarak çok sevdiğin ve etkilendiğin, tinsel anlamda çok özlediğin kişiye bunu söylemek, dışa vurabilmek pek "kolay olmayabilir".

Bu durumda zihinsel etkilenme gittikçe çok daha artacak ve yoğunlaşacaktır; öyle ki artık "aklımdan bir türlü çıkaramıyorum" durumuna gelebilecektir.

Bir de tersi durum vardır ki her önüne gelene "aşık" olabilmektir….

Bu ise kendi başına tek, tek ele alınması gerekir bir "tanımlayamama" durumudur.

Kısa bir dönüşüm yaptığımızda içimizdeki temel duygu olan "sevilme gereksinimi"ni ve de bunun en yoğunlaşmış biçimi olan "aşk"ı ele almış olduk.

Bazen çok iyi bir analiz, açık ve derinlemesine bir düşünmek gerekli olacak ise de bunların yanında belki de daha "cesur" olmak ve de biraz da "şanslı" olmak gerekecektir.

Bulduğunuz o gerçek aşk "tam anlamıyla işte bu", diyerek tüm ruhumuzda yaşadığımız o kişi ile bu aşkı "konuşabilmek" bile hiç de kolay olmayabilir.

Toplumsal engeller, sınıfsal, ekonomik farklılıklar, kültür-çevre farklılıkları ve de aradaki yaş… nedenlerinden dolayı içinize gömülüp giden ve aklınızdan çıkmayan bir "tutkusal durum" olup yerini alır.

"Sevgi beklentileri" çok boyutludur ve kişinin kendi öz yapısına göre de biçimlenip dışa vurulur.

Bazı kişilerde bu bir kıskançlık, fesatlık, çekememezlik.. gibi yan etkiler yaratabilir.

Sevgisizlik, sevgiye erişememek, sevgi boşluğu… gibi duygular bazen o insanın çok "huzursuz, hırçın ve de şiddete eğilimli" olmasına neden olabilir.

Son dönemin getirdiği gelişmeler, yüksek teknolojik çağa girmemizle birlikte toplumsal ilişkilerde kopmalar, değişmeler ve bunların sonucunda yakın aile-çevre ilişkilerinin yerini "bireysellik" almaya başlamıştır.

"Yalnızlık duygusu" gittikçe artan bir "modern toplum sorunu" olmaya başlamıştır.

Toplumda, çevresinde "yalnız" olarak kaldığını gören, bilen insan bu duygu ile gittikçe çok daha zor "baş edecektir" ve bunun getirdiği sorunlarla bir çözümsüzlük dönemine girecektir.

Özellikle yalnız yaşayanlar, yeni bir çevreye gelenler, yaşlılar, ailesinden ayrı düşmüş olanlar, gurbette yeni olanlar… kendi başlarına kalmanın yanı sıra hep büyük bir "sevgi arayışı", bir dost, arkadaş arayışı içerisine düşmektedir.

Bu "sevgiye erişimdeki tıkanıklıklar" nedeni ile bağlantılı olarak "ruhsal" bunalım ve sıkıntılar, depresyon ortaya çıkmaktadır.

Aslında bir sıcak insan ilişkisi, bir dost, "sevgi verebilen bir insan" arayışı iken, bunların yerine gelmemesinden dolayı artık hastalıklı bir yapıya dönüşülebilecektir.

Gelişmiş ülkeler bu sorunu daha iyi ve yakından görmekte ve çözüm yolları aramaktadır.

En açık yansıması bireylerin bu sorunu yaşaması ile "sağlık" sorunlarından dolayı hekime baş vuruda bulunması ve de ilaç kullanımı artmaktadır.

Bu da yeni bir ek masraf getirmektedir ki bu durum devleti ve hastalık sigortalarını çok yakından etkilemektedir.

Birçok temel sorunun asıl çözümü ise görüldüğü gibi yine "insan"dır, insandadır ve insanca olabilecek "sağlıklı ilişkiler"dedir.

Biraz da iyi bir "şans" gerekebilir; iyi ve doğru kişilerle karşılaşmalıyız.

Bu anlamda üzerimize düşeni yapabilirsek çok mutlu ve huzurlu ve sağlıklı olabiliriz.

Çok daha akıllı düşünebilmek, böylelikle doğru yolu ve seçimleri de yapabilmek bizleri rahatlatacaktır.

Sevgiye erişmek dileklerimle…

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 12.02.2024, MŞ.