29 Aralık 2024 Pazar

SEVEBİLEN Olursa..

 .  "SEVEBİLEN" OLURSA…

…..  "Seni "sevebilen", sevip, sarmalayan, kucaklayıp, sarılan, kabul edenin, takdir edenin, yüreğine, ruhuna mal edenin var ise işte o yaşam "yaşam"dır. …..

Bu tümce, yaşamın anlamını derin ve duygusal bir şekilde ifade ediyor.

Bu tümce, yaşamın sadece var olmak değil, aynı zamanda sevgi dolu ilişkiler kurmak, değer görmek ve kendine bir yer bulmak olduğunu vurguluyor.

Bu tümce, insanın varoluşsal sorularına cevap arayan felsefi bir yaklaşım da taşıyor.

Bu tümce, yaşamın karmaşık yapısını, olanı, biteni, yaşamanın anlamını, insan olmanın temel gereksinimini basit ve anlamlı bir şekilde açıklıyor.

Psikoloji açısından bakıldığında, bu tümce insanın temel ihtiyaçlarından biri olan ait olma ihtiyacını vurguluyor.

Yaşamın anlamı, sevgi ve bağlanma üzerine kurulu bir felsefe sunuyor.

İnsanların yaşamlarını anlamlı kılan en önemli unsurlardan biri olan sevgiyi merkeze alarak, yaşamın sadece biyolojik bir süreç değil, aynı zamanda duygusal bir bağlanma ve kabul görme ihtiyacı olduğunu vurguluyor.

Sevginin, insan yaşamındaki merkezi rolünü vurgulayarak, yaşamın sadece biyolojik bir süreç değil, aynı zamanda duygusal bir deneyim olduğunu gösteriyor.

Sevmek ve sevilmek, yaşamın en temel ihtiyaçlarından biri olarak görülür.

Sevgi, insanları birbirine bağlayan, onlara güven veren ve mutluluk kaynağı olan bir duygudur; en yoğun olanı da "AŞK"tır.

Başkaları tarafından kabul edilmek ve takdir edilmek, kişinin kendine olan güvenini artırır ve yaşamına anlam katar.

Sevgi, sadece fiziksel bir temas değil, aynı zamanda duygusal bir bağ kurmaktır.

Yüreğe ve ruha dokunmak, insanın en derin duygularına hitap eder.

Sevgi ve kabul görme, kişinin psikolojik sağlığı için önemlidir.

Sevginin, insan yaşamındaki merkezi rolünü vurgulayarak, yaşamın sadece biyolojik bir süreç değil, aynı zamanda duygusal bir deneyim olduğunu gösteriyor.

Sosyolojik olarak bakıldığında, bu tümce insan ilişkilerinin önemini vurguluyor.

Toplum içindeki ilişkiler, insanların yaşamlarına anlam katan önemli bir faktördür.

Bu tümcedeki "sevebilen" kavramı ne anlama geliyor, diye çok iyi ve derinlemesine düşünmek gerekir; çünkü bazı insanların gerçekten sevebilme duygularından yoksun olduklarına inanıyorum

Yaşamın anlamı sadece "sevgi üzerine" mi kuruludur, derseniz, bunu da zaman ayırıp, sakince irdelemek, düşünmek yararlı olacaktır.

AŞK için de sevgiye ek olarak yer ve zaman ayırıp, derinlemesine düşünmek gerekir.

Kaç kişi gerçekten AŞKI anlayabilmiş midir?

Peki, "yalnız yaşayan" insanlar için ne düşünebiliriz, onlar için tüm yaşam ve olan, biten her şey bir "anlam" taşıyabilir mi?

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2024.12.29 MŞ.

.         (Kişisel araştırma ve değerlendirme yazım)

 

GERÇEK BİR ÖĞRETMEN

 . Gerçek bİr öğretmenİn özellİklerİ ve görevlerİ nelerdİr?

·       Gerçek bir öğretmenin görevi yalnızca çocuklara okuma öğretmek değildir.

·       Gerçek bir öğretmen üstün nitelikli olandır.

·       Öğretmen güzel ahlaklı özellikleri ile tüm toplumun sorunlarına eğilen, çözüm yolları için düşünen ve fikir üretendir.

·       Çevresindekilere doğru yolu, gerçekleri, iyi olanları, hakkı ve adaleti, insanca yaşamayı öğretir.

·       Gerçek bir öğretmen yurtseverdir.

·       Gerçek bir öğretmen araştırmacıdır, eleştirel düşünür ve fikirler geliştirir, yazılar yazar ve bunların halkın gelişimine sunar.

·       Gerçek bir öğretmen disiplinli ve ilkelidir.

·       Gerçek bir öğretmen antiemperyalisttir.

·       Gerçek bir öğretmen öz varlığını, enerjisini ve zihinsel gücünü ülkesinin ve insanlığın yararı için kullanır.

·       Gerçek bir öğretmen gereksiz, saçma ve boş işlerle uğraşmaz, zaman harcamaz.

·       Gerçek bir öğretmen öğrencileri yaşama hazırlayan, onların kişiliklerini geliştiren, ilham veren potansiyellerini ortaya çıkaran kişidir.

·       Gerçek bir öğretmen sömürüden, şiddetten, zorbalıktan, hırsızdan yana olmaz.

·       Gerçek bir öğretmen kendisini geliştiren, öğrenen ve öğrendiklerini insanlara sunandır.

·       Gerçek bir öğretmen yaşamın her anında ve her yerde insanların kalkınmasına, doğruları bulmasına ve sorunlarını çözebilmesine yardımı olandır.

·       Gerçek bir öğretmen için öğretmen olmak yalnızca bir meslek değildir; yaşama ve evrene bakış biçimidir.

·       Gerçek bir öğretmen topluma ve insanlara hizmet anlayışı ile yaklaşır.

·       Gerçek bir öğretmenin ilahi misyonu temelde insanlığa hizmet etmek, bilgeliği paylaşmak ve geleceği biçimlendirmektir.

·       Gerçek bir öğretmen insanları aydınlatmayı, karakterlerini geliştirmeyi ve topluma yararlı bireyler haline getirmeyi amaçlayandır.

·       Gerçek bir öğretmen halkın ve emekçilerin haklarını savunur ve bunlar için, insanca yaşam için mücadele verendir.

.     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, GC-A-24.12.05, MŞ.


28 Aralık 2024 Cumartesi

EMEKLİ OLMAK

 Türkİye'de Emeklİ Olmak     .

Türkiye'de tam olarak kaç emekli olduğu, sürekli değişen bir nüfus verisi olduğu için kesin bir sayı vermek zordur.

Ancak, son yıllarda yapılan araştırmalara ve resmi verilere göre Türkiye'de milyonlarca emekli bulunmaktadır.

Türkiye'de 1 emekliye 1,5 çalışan düşüyor

Sürekli değişen nüfus ile emekli olanların sayısı her geçen gün artarken, bazı emeklilerin vefat etmesi nedeniyle sayı da azalmaktadır.

SSK, BAĞ-KUR ve Emekli Sandığı gibi farklı emeklilik sistemleri bulunması, toplam emekli sayısının hesaplanmasını karmaşıklaştırmaktadır.

Bir kısım emekli, emekli maaşına ek gelir elde etmek için "kayıt dışı" çalışabilmektedir.

Bu durum, resmi rakamlarda yansımayabilir.

Türkiye'de emekli sayısının milyonları aştığı bilinmektedir.

Bu durum, emeklilerin ülke ekonomisi ve sosyal yapısı üzerindeki önemli etkisini göstermektedir.

31 Mart 2024 seçimlerinin belirleyici gücü büyük ölçüde emekliler olmuştur.

Ülkemizde 10.523.105'i SSK emeklisi, 2.849.668'i BAĞ-KUR emeklisi ve 2.478.471'i Emekli Sandığı emeklisi olmak üzere, toplam 15.851.244 emekli yer almaktadır.

En güncel resmi verilere ulaşmak için Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) veya Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) gibi kurumların yayınladığı raporları takip edebilirsiniz. Bu kurumlar, genellikle belirli dönemlerde emekli sayısı hakkında detaylı bilgiler sunar.

Emekli sayısının bilinmesi, birçok alanda önemli kararlar alınmasında etkili olur.

Emekli maaşlarının belirlenmesi ve düzenli olarak güncellenmesi, emeklilerin yaşam standartlarının korunması için önemlidir.

Sosyal politika uygulamaları için sayı önemlidir. Emeklilerin sağlık hizmetlerine erişimi, barınma koşulları gibi konularda yapılacak düzenlemeler için emekli sayısı dikkate alınır.

Mayıs 2024: Türkiye'de 15 milyon 351 bin kişi devletten emeklilik, malullük, ölüm aylığı ile dul ve yetim aylığı alırken, 25 milyon 96 bin kişi sigortalı olarak çalışıyor.

Sosyal Güvenlik Kurumunun (SGK) Şubat 2024 verilerine göre, 18 milyon 400 bin 671 SSK (4a) statüsünde, 3 milyon 44 bin 555 Bağ-Kur (4b) statüsünde, 3 milyon 651 bin 374 Emekli Sandığı (4c) statüsünde olmak üzere toplam 25 milyon 96 bin 600 çalışan (aktif sigortalı) bulunuyor.

Buna karşın, 10 milyon 331 bin 697 SSK'li, 2 milyon 715 bin 100 Bağ-Kur'lu, 2 milyon 304 bin 714 Emekli Sandığı'ndan olmak üzere toplam 15 milyon 351 bin 511 kişi emeklilik, malullük, ölüm aylığı ile dul ve yetim maaşı (pasif sigortalı) alıyor.

Uluslararası standartlara göre sosyal güvenlik sisteminde 4 çalışana karşı 1 emekli olması gerekiyor, bizde staj ve çıraklar düşüldüğünde 1 emekliye 1,5 çalışan düşüyor.

Olumsuz bu tabloyu tersine çevirmek için istihdamı artırmamız ve kayıt dışıyla etkin mücadele etmemiz gerekiyor. Bilhassa özel sektörün istihdam ettiği ve kayıt altına almadığı göçmen ve sığınmacıların kayıt dışılığı beslediğine de dikkat edilerek, kayıt altına alınmış istihdamın artırılması için yoğun çaba harcanması gerekiyor.

Kayıt dışı istihdamla çalınan, bizim geleceğimiz, çocuklarımızın geleceği ve torunlarımızın yarınlarıdır. Toplumun büyük bölümünü şemsiyesi altına alan "sosyal güvenlik" sistemimize herkes değer verip, sahip çıkması gerekiyor

SGK'nin verilerine göre, Türkiye'de aktif sigortalı ve pasif sigortalı (emeklilik, malullük, ölüm aylığı ile dul ve yetim maaşı alanlar) sayıları ile aktif sigortalıların pasif sigortalılara oranındaki 4 yıllık değişimle emekli sayısı 3 milyona yakın arttı

Emeklilerin harcamaları, ülke ekonomisi üzerinde önemli bir etkiye sahiptir.

Bu nedenle, emeklilerin gelir düzeyleri ve harcama alışkanlıkları ekonomik politikaların belirlenmesinde göz önünde bulundurulur.

Emekli aylıklarının artırılması ne yazık ki iktidarın belirlemesine kalmış gibidir.

Asgari ücretin belirlenmesi ile yeni güncelleme 22.140 TL'de kalmıştır ve bu da yaşam koşullarına göre çok düşüktür.

Aylıklı, ücretli olarak çalışanlar ve emekli aylığı alanlar lu an çok büyük geçim sıkıntısı çekmektedir.

Siyasi partiler, STK ve sendikalar bu alanda istenilen çalışmaya ve başarıya ne yazık ki ulaşamamıştır.

Bilgi alabileceğimiz kurumlar varsa da bunların ne denli güncel ve yeterli çalışabildiği konusunda bir fikir üretmek zordur:

Sosyal Güvenlik Kurumu SGK'nın resmi web sitesinde emeklilik ile ilgili güncel istatistiklere ulaşabilirsiniz.

Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK, ülke genelindeki nüfus ve sosyal yapı hakkında detaylı veriler yayınlar.

Ekonomik ve sosyal konularla ilgili haberlerde emekli sayısı ve emeklilerin durumu hakkında bilgiler bulunabilir.

Emekli derneklerinin web siteleri veya sosyal medya hesapları üzerinden de emeklilikle ilgili güncel gelişmeleri takip edebilirsiniz.

Her ne kadar çok açık ve güvenilir bir medya olmasa da TV haberlerinden günlük durumları, olayları, bildirileri, gelişmeleri izleyebiliriz.

Gerçek bir hukuk devletinin ilkeleri, uygulamaları ve sisteminin yerleşmesi ile Türkiye'de aylıklar çok daha adil olarak hesaplanacak ve ulusal gelirden payını alabilecektir.

Bugün için ise bu rejime, bu iktidar modeline bakıldığında işçi sınıfının, emekçilerin, küçük esnafın durumu, çiftçilerin sorunları çok yüksek boyutlardadır.

Ortaya atılan yapay gündemlerin peşinde koşan ve genellikle de çözüm odaklı olamayan siyasiler ne yazık ki ülkeyi daha da büyük bir çöküşe gitmekten kurtaramamaktadır.

Halk ise son derece yetersiz yurttaşlık bilinci ve kültürel eksiklikler nedeni ile "nasıl" düşünmesi" gerektiğini bilememekte ve düşünce ve tutumları ülke sorunlarına yönelik olmamaktadır.

Ülkenin toplam gelirinden, gayri safi milli hasıladan en büyük payı alanlar, kayıtlı, kayıtsız büyük şirketler ve ulusalar arası finans gruplarıdır.

Kayıt dışı ekonomi, kara para, adil olmayan vergi sistemi… gibi temel sorunlar en büyük sorun, en büyük eksiklik olan "hukuk devletinin" gerçekleştirilmemesinin ortaya çıkardığı "görünen" sorunlardır.

İş gücünü satarak yaşamını sağlamaya, geçinmeye çalışan kesimin onların emeklilerinin üstte görünen sorunu temel gereksinimlerini bile karşılayamamaktır.

Geçim sıkıntısı enflasyon oranının artmasıyla gittikçe çoğalmaktadır.

Dar gelirli, yoksul bir çok geniş taban bugünden ve geleceklerinden çok endişelidir.

Çocuklarının "temel gereksinimleri", gelecekleri, beslenme, barınma, ısınma, giyinme, öğretim ve meslek edinme… konularında son derece sıkıntılıdır.

Günlük fiyat artışlarına dar gelirlinin, emeklinin yetişmesi artık olanak dışı olmuştur.

Komşu ülkelerin siyasal sorunları ve dalgalanmalar ülkemizi daha da çok etkileyip, toplumsal dinginliği ve huzuru bozabilir.

Yarın bu "toplumsal çalkantı, sıkıntılı dönem, ekonomik, finansal çöküş" acil çözümlere, "adil" değişikliklere ulaşamazsa ülkenin iç huzuru tehlikeye girebilir.

Bu nedenle de kendine güvenen, adalete ve hukuka inanan, sosyal-ekonomik sıkıntı çekmeyen, birlik ve beraberlikten ulus devletten, üniter yapıdan yana GÜÇLÜ bir halk olmamız gereklidir.

Halk, dar gelirliler, emekliler her şeye rağmen "ekonomik sıkıntıya" sürüklenmemelidir; ülkesini ve birliğini koruyabilecek bir güç sahibi olmalıdırlar.

Bu da devletin, iktidarın görevidir; halkını dar durumda, muhtaç ve yoksul, güçsüz bırakmamalıdır.

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2024.12.28, MŞ.

.  (Kişisel araştırma ve değerlendirme yazım)

27 Aralık 2024 Cuma

AŞK OLUNCA

   KONUMUZ "AŞK" OLUNCA     .

AŞK nedir? Kaç çeşit aşk vardır?

Aşk, karmaşık ve kişisel bir deneyimdir.

Aşk, bir başkasına duyulan "derin bir bağlılık" ilgi ve hayranlık duygusudur.

Aşk, insanları motive eder, onları daha iyi insanlar haline getirir ve yaşamlarına anlam katar.

Aşk, insanın en temel ve en karmaşık duygularından biridir.

Aşk, insan yaşamında çok önemli bir yer tutar.

Aşk, insanlara yaşama sevinci verir, onları motive eder ve onlara güç verir.

Aşk sayesinde insanlar daha iyi insanlara dönüşebilir, daha güçlü bağlar kurabilir ve daha "mutlu" bir yaşam sürebilirler.

Aşk, farklı kültürlerde, farklı insanlarda ve farklı yaşam deneyimlerinde çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.

Herkes aşkını farklı yaşar ve farklı tanımlar.

Önemli olan, aşkın size ne hissettirdiği ve sizin için ne "anlama" geldiğidir.

Bu duygu, fiziksel çekimden, duygusal bağa, manevi bir birleşmeye kadar birçok farklı boyutu içerebilir.

Binlerce yıldır filozoflar, şairler ve bilim insanları tarafından tanımlanmaya çalışılmış, ancak tam olarak anlaşılmış bir kavram değildir. (??)

Aşk hakkında daha fazla bilgi almak için psikoloji, sosyoloji ve felsefe gibi alanlardaki çalışmaları inceleyebilirsiniz.

Aşkın tek bir tanımı olmadığı gibi, birçok farklı çeşidi de vardır.

Bu çeşitler, farklı kültürlerde ve farklı teorilere göre değişiklik gösterir.

Ancak en yaygın olarak kabul edilen bazı aşk çeşitleri şunlardır:

Eros (Tutkulu Aşk): Fiziksel çekim, tutku ve romantizm ile dolu olan aşk türüdür.

İlk görüşte aşık olma, tutkulu öpüşmeler ve yoğun duygular bu tür aşka örnek olarak verilebilir.

Storge (Arkadaşça Aşk): Zaman içinde gelişen, derin bir bağ ve güven üzerine kurulu olan aşk türüdür.

Aile bağları, uzun süreli dostluklar ve evliliklerde sıklıkla görülen bir aşk türüdür.

Ludus (Oyun gibi Aşk):

Aşkı bir oyun gibi gören, bağlanmaktan kaçınan ve birden fazla kişiyle "aynı anda" ilişki yaşayabilen bir aşk türüdür.

Pragma (Mantıklı Aşk): Mantık ve gerçekçilik üzerine kurulu olan bir aşk türüdür.

Partner seçiminde sosyal statü, ekonomik durum gibi etkenler önemlidir.

Mania (Sahiplenici Aşk): Yoğun kıskançlık, güvensizlik ve sahiplenme duygularının hakim olduğu bir aşk türüdür.

Agape (Bencil Olmayan Aşk): Koşulsuz sevgi, fedakarlık ve başkalarının mutluluğunu ön planda tutma üzerine kurulu olan bir aşk türüdür.

.   Aşk, bu kategorilere sığmayan birçok farklı şekilde de ortaya çıkabilir:

Örneğin, platonik aşk, kendi kendini feda eden aşk, ilk aşk gibi birçok farklı aşk türü vardır.

. Karşılıksız bir aşk var mıdır ya da sevdiğinin hiç farkında bile olmadığı bir aşk olabilir mi?

Oldukça derin ve hüzünlü bir duygu durumunu anlatan bir soru sordum.

Bu durumun tam olarak neyi ifade ettiği, "kişisel" yorumlara ve "bağlama" göre değişebilir.

Karşılıksız Aşk: Bu durum, bir kişinin diğerine duyduğu yoğun sevginin, "karşılık" görmemesidir.

Sevgi veren kişi, duygularının karşılığını alamaz ve bu durum derin bir acıya neden olabilir.

"Kabul görmeden geçen bir ömür" sözü bu durumun uzun süreli ve yıpratıcı olabileceğine işaret ediyor.

Fark Edilmeyen Aşk: Bu durumda ise, sevgi veren kişi, duygularını diğerine ifade "edemez" veya diğer kişi bu duyguların "farkında" değildir.

Bu durum, karşılıksız aşktan farklı olarak, bir "umutsuzluk" ve "çaresizlik hissi" yaratabilir.

Sevgi veren kişi, belki de bir gün sevgisinin karşılık bulacağı umuduyla yaşar.

"Sevdiği ile el ele tutuşmadan göz göze bakışmadan" fiziksel ve duygusal bir bağ kurulamadan bir aşk yaşamak ne kadar zordur.

"Karşılıksız aşk" ya da "fark edilmeyen" bir aşk, kişinin kendine güvenini sarsabilir, ruhsal bunalıma neden olabilir ve yaşamının niteliğini düşürebilir.

Zihninden bu aşkı atamayıp, unutamadığı sürece hep bunu düşünür, üzülür, sıkılır, yaşama bağlılığını yitirir.

.  Ne yapılabilir, diye düşündüğümüzde bu duyguların varlığını kabul etmek önemlidir.

İnkar etmek veya bastırmak, durumu daha da kötüleştirebilir.

Aile, arkadaşlar veya bir "terapistten" destek almak, bu zorlu süreci atlatmaya yardımcı olabilir.

Dikkatini başka şeylere yöneltmek, duygusal acıyı hafifletebilir.

Kendine iyi bakmak, sağlıklı beslenmek ve düzenli uyku almak önemlidir.

Bu durumun geçici olduğunu hatırlamak ve geleceğe dair umutlarını kaybetmemek gerekir.

Belki de herkes yaşamında bir yerlerde "karşılıksız" bir aşk yaşayabilir; ya da aşkını dile bile getiremeden içine gömer.

Önemli olan, bu durumdan ders çıkararak daha güçlü bir birey olmak ve yaşama güçlü olarak devam etmektir.

Her insan kendi kişiliğine ve özelliklerine göre yaşar ve "aşık" da olabilir.

Aşk yaşamımızda ne gibi bir rol oynuyor, diye sormak istesek, herkese göre değişir.

Sinemalar, romanlar, dizler, türküler, ağıtlar… hep bir yerlerinde ya da baştan sona "aşkı" anlatır.

İnsan olduğumuz için hepimiz "sevgiye, sevilmeye, saygı görmeye ve kabul edilmeye" çok büyük gereksinim duyarız. *****

Aşk ise bunları içinde en daha yüksek duygular isteyendir.

Eğer, insan yaşamında "gerçek bir aşkı" bulup, onu karşılıklı yaşayabilirse, mutluluğu yaşar, yaşamdan çok zevk alır. *****

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2024.12.26, MŞ.

.   (Kişisel araştırma ve değerlendirme yazım)

Kadın ve Erkek Beyni

 .    Kadın ve Erkek Beyni:         .

.     Benzerlikler ve Farklılıklar

Cinsiyet farkı araştırmaları; hesap edememe, yanlış yorumlama, yayın önyargısı, zayıf istatistiksel bilgiler ve yetersiz kontroller ile doludur.

Duygusallık, detaycılık, kırılganlık…

Cinsler arasındaki farklar her zaman dile getirilir. 

Bir beyin çalışması kadınlarla erkekler arasındaki farkı keşfetme iddiasındadır; '

-'En sonunda gerçek bulundu!'' diye ilan edilir. 

Diğer araştırmacılar şanslılarsa bazı "hatalı kestirimleri" veya kötü "tasarım kusurlarını" ortaya koyar, başka bir ''Aha!" anı üretilene kadar hatalı iddia ortadan kalkar ve döngü tekrarlanır.

Kadın dünyasının erkek dünyasından farklı olduğu pek çok kişi tarafından kabul görmüş durumda. 

Kadın kalbi ve beyninin, erkek kalbi ve beyninden farklı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek.Kadın ve erkek beyinleri arasındaki farklar uzun yıllardır merak konusu olmuştur.

Ancak bu konuda net ve kesin sonuçlara ulaşmak oldukça zordur.

Çünkü beyin, karmaşık bir organ olup cinsiyetten ziyade, genetik, çevresel faktörler, yaşam deneyimleri ve hormonlar gibi birçok etkenden etkilenir.

Bazı çalışmalar kadınların günlük kullandıkları kelime sayısının erkeklerle benzerlik gösterdiğini savunsa da, bütün dünyada yerleşmiş ‘kadınların daha çok konuştuğu’ öngörüsü halen geçerli.

Özellikle toplum içinde kadınların erkeklere oranla daha çok konuştuğu ve yaklaşık 2,5 kat daha fazla kelime kullandığı saptanmış.

Bu da kadınların sosyal ortamlara daha hızlı adapte olmalarını sağlar.

Sebebi net anlaşılmamakla birlikte, özellikle duyguların kelimelere dökümünde, kadın beyninde daha büyük bir alanın fonksiyon gördüğü düşünülür.

Kadın kalbinin kırılgan ve hassas yapısı bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda.

Genelde aşırı stres ve üzüntünün tetiklediği ‘kırık kalp hastalığı’ da kadınlarda daha sık izlenir.

Kadın kalbinin damarları daha ince ve büzüşmeye daha meyilli olduğundan hasara uğramış kadın kalbinin damarlarını tedavi etmek daha güç olur ve kalp krizi geçiren kadınlarda ölüm oranı erkeklere oranla daha yüksek seyreder.

Kadın kalbinin atma sayısı da daha fazla olduğundan kadınlar çarpıntıya daha çok meyilli olurlar.

Kadınlardaki ağrı eşiğinin yüksek olması özellikle doğum sancılarına dayanabilmelerini sağlayan yapısal özelliklerden biridir. 

Kadınların alkolik olma durumu erkeklere oranla oldukça düşük.

Yapılan araştırmalarda alkol alımı sonrası kadınların beyninden haz hissi veren hormonların daha az salgılandığı gözlenmiş.

Bu özellik, sigara kullanımının kadınlarda daha az olmasına da katkı sağlar.

"Madde bağımlılık" riskini düşüren bu özellik diğer taraftan "depresyon riskinin" kadınlarda daha yüksek olmasına yol açar.

Kadın burnu çok daha hassas.

Koku ayırt etmede kadınlar erkeklere oranla bir adım önde.

Burunda bulunan kokuya duyarlı hücrelerin kadınlarda daha fazla olduğu yapılan çalışmalarda ispatlanmış.

Normal yaşam beklentisi kadınlarda yaklaşık 5 yıl daha fazla. 

Kadın ve erkek beyinleri arasında bazı farklılıklar olsa da, bu farklılıklar kesin ve sabit değildir.

Genelleme yapmamak doğru olabilir.

Bu farklılıklar, tüm kadınlar ve erkekler için geçerli değildir.

Her birey benzersizdir ve beyin yapısı da buna göre şekillenir.

Cinsiyet farklılıklarının yanı sıra, kültürel, sosyal ve çevresel faktörler de beyin gelişimini ve işlevlerini etkiler.

Beyin, esnek bir organdır ve yaşam boyunca değişebilir.

Hormonlar, deneyimler ve öğrenme gibi faktörler, beyin yapısını ve işlevlerini sürekli olarak şekillendirir.

Beynin karmaşık yapısı ve birçok faktörün etkisi altında olması nedeniyle, bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır.

Bir araştırma, kadın ve erkekler arasındaki farkların ilk defa, sahip oldukları ‘değişik beyin yapıları ve beyindeki sinir bağlantılarıyla’ açıklanabileceğini ortaya koydu.

Independent gazetesinin baş sayfasına taşıdığı araştırma, tipik bir erkek beynindeki sinir bağlantılarının, beynin aynı lobundaki ön ve arka tarafları arasında kurulduğunu, tipik bir kadın beyninde ise, sinir bağlantılarının daha ziyade sağ ve sol loblar arasında, bir taraftan diğer tarafa doğru dizildiğini gösteriyor. (2013)

Bilim insanları, iki cinsiyetin beyinlerindeki fiziksel farkların, ‘erkeklerin, haritada yön bulmak ve kas kontrolü" gibi "konumsal" alanlarda neden kadınlardan daha iyi olduğunun; kadınların ise, neden "hafıza ve önsezi" gibi sözel alanlarda "erkeklerden daha iyi olduğunun" anlaşılabilmesinde önemli rol oynayacağını söylüyor.

Bazı araştırmaların cinsiyetçi önyargıları güçlendirdiği ve kadınları ya da erkekleri sınırlandıran kalıplaşmış düşünceleri desteklediği yönde eleştiriler de bulunmaktadır.

Bu konu hakkında yapılan araştırmalar sürekli olarak güncellenmektedir.

Güncel bilgilere ulaşmak için bilimsel kaynakları takip etmek önemlidir.

İki cinsiyetin beyinleri de aynı "temel" yapıya sahiptir ve aynı işlevleri yerine getirir.

Her iki cinsiyet de düşünür, hisseder, öğrenir ve yaratıcı olabilir.

Yapılan araştırmalar, kadın ve erkek beyinleri arasında "bazı yapısal ve işlevsel farklılıklar" olduğunu göstermektedir.

Bu farklılıklar, genellikle ortalamalar üzerinden değerlendirilir ve her birey için geçerli olmayabilir.

Bazı araştırmalar, kadınların beyinlerindeki sinir bağlantılarının daha çok beyin yarım küreleri arasında, erkeklerde ise daha çok aynı yarım küre içinde olduğunu göstermektedir.

Bu durum, kadınların daha iyi çoklu görev yapabilme ve dil becerilerine sahip olmalarıyla ilişkilendirilmiştir.

Bazı beyin bölgelerinin "boyutları", kadın ve erkeklerde farklılık gösterebilir.

Örneğin, hipokampus (hafıza ile ilişkili) bölgesi kadınlarda genellikle daha büyüktür.

Kadınlar, "duygusal" durumlara erkeklerden "daha duyarlı" olabilir ve bu durum beyindeki farklı bölgelerin aktivasyonuyla ilişkilendirilmiştir.

Genel olarak, kadınlar "dil becerileri "konusunda erkeklerden daha başarılıdır.

Bu durum, beyindeki "dil merkezlerinin" farklı çalışmasından kaynaklanabilir.

Erkekler, "uzamsal algı" ve "yön bulma" gibi konularda kadınlara göre daha başarılı olabilirler.

Erkekler, kadınlara göre "daha fazla risk alma" eğiliminde olabilirler.

Her bireyin "beyni" kendisine göredir ve diğerlerinden farklıdır.

Beyin; karaciğerden, böbreklerden veya kalpten daha fazla cinsiyetli değildir.

""Cinsiyetlendirilmiş bir dünya, cinsiyetlendirilmiş bir beyin üretecektir.""

Cinsiyetlendirilmiş beyin gerçeğini ortaya koyma konusunda hedefine ulaşıyor.

.   Bu bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır; daha geniş araştırmalar yapabilirsiniz

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2024.12.27, MŞ.

.    .               (Kişisel araştırma ve değerlendirme yazım)

26 Aralık 2024 Perşembe

İŞÇİ SINIFININ DURUMU

 .  Türkİye'de İşçİ sınıfının durumu nasıl?

Türkiye'deki işçi sınıfının durumu, ekonomik dalgalanmalar, politik değişimler ve küresel etkilerle sürekli olarak şekillenen karmaşık bir tabloya sahiptir.

Türkiye'deki işçi sınıfının sorunlarının çözümü, hem işçilerin hem de ülkenin "genel refahı" için önemlidir.

Bu sorunların çözümü, işbirliği içinde çalışmayı gerektiren kapsamlı bir yaklaşımla mümkündür.

İşçi, emekçi sınıfı denildiğinde anladığımız geniş kitlelerin "sosyal, kültürel ve ekonomik" durumu her zaman olduğu gibi günümüzde de sorunlu.

İşçi sınıfının yaşamsal sorunları onları gelişmesine, bilinçlenmesine engel olmakta…

Bilinçli, eğitimli b,r sınıf bilincine erişememeleri de en büyük engellerden birisidir.

Türkiye işçi sınıfının gücü, büyüklüğü, sorunları ve özellikleri her zaman göz önünde bulundurulmalıdır.

Türkiye'deki işçi sınıfı, farklı sektörlerde, farklı mesleklerde çalışan ve farklı gelir düzeylerine sahip geniş bir kitleyi kapsamaktadır.

Kırsal kesimden şehirlere göç eden işçilerin sayısı oldukça fazladır.

Bu durum, kentlerde gecekondu bölgelerinin oluşmasına ve işçilerin yaşam koşullarının zorlaşmasına neden olmaktadır.

Kadın işçiler, erkek işçilere göre daha düşük ücretler almakta, daha güvencesiz işlerde çalışmakta ve iş hayatında daha fazla ayrımcılığa maruz kalmaktadır.

Son yıllarda düzensiz göçe göz yumulması sonucu dışarıdan gelen milyonlarca vasıfsız insanın iş dünyasında kullanılması, çoğunun kayıtlarının bile olmaması, ucuz işçilik olarak çok yönlü sorun oluşturmaktadır.

Genel olarak bakıldığında, işçi sınıfının çok önemli sorunlarla karşı karşıya olduğunu görürüz:

Düşük ücretler ve alım gücünde zayıflama, enflasyonun ücret artışlarını aşması, işçilerin alım gücünü önemli ölçüde düşürmektedir.

Bu durum, temel ihtiyaçları karşılamada güçlük çekmelerine ve yaşam standartlarının düşmesine neden olmaktadır.

İşsizlik ve kayıt dışı istihdam ile özellikle gençler arasında işsizlik oranları yüksektir.

Kayıt dışı istihdamın yaygın olması, işçilerin sosyal güvenlik haklarından mahrum kalmasına ve çalışma koşullarının kötüleşmesine yol açmaktadır.

Sendikalaşmanın Zayıflaması:

İşçilerin toplu pazarlık gücünü artıran "sendikaların "etkinliği son yıllarda azalmıştır.

Sendikaların sınıf bilincine yaklaşamaması, mücadele gücünün zayıflığı ve sendika sayısının çokluğu işçilerin haklarını savunmada güçlük çekmelerine neden olmaktadır.

İşçiler, uzun çalışma saatleri ve sağlıksız çalışma koşulları nedeniyle fiziksel ve psikolojik sorunlarla karşı karşıyadır.

İş kazaları ve meslek hastalıkları sıklıkla görülmektedir.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik, eşitsizlik giderek artmaktadır.

Zenginlerle fakirler arasındaki gelir farkı açılmakta ve işçi sınıfının yaşam standardı diğer kesimlere göre daha düşüktür.

Küreselleşme, işçilerin işlerini kaybetme endişesiyle "güvencesiz" bir çalışma ortamında bulunmalarına neden olmaktadır.

Emeklilik yaşı yükseltilmesi, emekli aylıklarının düşük olması ve sosyal güvenlik sistemindeki belirsizlikler, işçilerin geleceği hakkında endişelenmelerine yol açmaktadır.

Emekli aylıklarının çok düşük olması, enflasyo oranının yüksekliği yüksek derecede yaşamsal sorunlara neden olmaktadır.

Geçim sıkıntısı büyüktür.

İşçi sınıfının, emekçilerin ve bunların emeklilerinin sorunları ortadadır ve çözüm yolları bulunmalıdır:

Asgari ücretin artırılması günün koşullarına uygun olmalıdır.

Yüksek enflasyonla kalıcı ve adil mücadele edilmelidir.

İşçilerin alım gücünü artırmak için asgari ücretin düzenli olarak enflasyonun üzerinde artırılması gerekmektedir.

Tüm işçilerin sosyal güvenlik haklarından yararlanabilmesi için "kayıt dışı" işçi çalıştırmakla, istihdamla mücadele edilmelidir.

Sendikaların güçlendirilmesi gereklidir.

İşçilerin toplu pazarlık gücünü artırmak için sendikaların etkinliği desteklenmelidir.

Çalışma koşullarının iyileştirilmelidir.

İşçilerin uzun çalışma saatleri azaltılmalı, iş sağlığı ve güvenliği önlemleri güçlendirilmelidir.

Gelir dağılımındaki eşitsizliğin azaltılması için ülke genelinde siyasi partiler, STK ve sendikalar birlikte mücadele vermelidir.

Vergi sisteminin adil hale getirilmesi ve sosyal devlet anlayışının güçlendirilmesiyle gelir dağılımındaki eşitsizlik azaltılabilir.

İşçilerin rekabet gücünü artırmak için onların temel ve mesleksel eğitim ve beceri geliştirme çalışmalarına önem verilmelidir.

Bu bilgiler çok kısa ve az genel bir değerlendirme olup, Türkiye'deki işçi sınıfının durumunu tam olarak yansıtmayabilir.

Ülkenin temel bir sorununa dikkat çekmek istedim.

Çok daha ayrıntılı bilgi için ilgili için araştırmalar ve incelemeler yapılmalıdır.

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2024.12.26, MŞ.

.      (Kişisel araştırma ve değerlendirme yazım)

25 Aralık 2024 Çarşamba

Modern Ne Demektir

 Modern Ne Demektir?   .

.   Kim Modern Sayılır?

Modern kelimesi, genel olarak "yeni, çağdaş, çağcıl, güncel" anlamlarına gelir.

Günümüz çağının getirdiği olanakları ayak uydurmak modern olmak anlamına gelmektedir.

Örneğin moda, bilim, teknoloji, siyaset, akılcılık ya da günün getirdiği birçok farklı unsur bu konuda ön plana çıkmaktadır.

Yani günün gereklerine ayak uydurmak suretiyle bunlara uyum sağlamış olmak "modern olmak" şeklinde anlatılır.

Modern olmak, sadece teknolojik aletleri kullanmak veya belirli bir yaşta olmak anlamına gelmez.

Modern olmak, sürekli değişen dünyaya ayak uydurmak, yeni fikirlere açık olmak ve bireysel olarak gelişmek demektir.

Modernleşme ise "çağdaşlaşma" anlamına gelir.

"Modern" kavramı oldukça geniş ve zaman içinde değişen bir kavramdır.

Bu nedenle, kesin bir tanım yapmak zordur.

Ancak bu kavram, tarihsel süreç içinde ve farklı alanlarda farklı anlamlar kazanmıştır.

Tarihsel anlamı ile" Modernite" 18. yüzyılda ortaya çıkan ve akılcılık, bilimsellik, bireysellik gibi değerlere dayanan bir dünya görüşüdür.

Modernizm denilince "moderniteye paralel" gelişen ve geleneksel değerlere ve sanat anlayışlarına karşı çıkan bir sanat ve kültür akımı akla gelir.

Postmodernizm ise "modernizmin eleştirisi üzerine" kurulan ve çoğulculuk, görecelilik gibi kavramları ön plana çıkaran bir düşünce sistemidir

Günlük yaşamda "modern" kelimesi, genellikle aşağıdaki gibi kullanılır:

: En son çıkan akıllı telefonlar, bilgisayarlar gibi cihazlar, teknolojik aletler

Yaşam tarzı olarak kent yaşamı, hızlı yaşam temposu, yeni trendleri takip etmek.

Düşünce biçimi olarak geleneksel değerlere değil, bilimsel verilere ve bireysel özgürlüklere önem veren bir yaklaşım.

Hangi özelliklerin bir insanı "modern" yaptığını düşünebiliriz?

"Modern" olmak, mutlaka belirli bir yaş grubuyla veya sosyal sınıfla sınırlı değildir.

Yeni teknolojilere açık olan, sosyal medyayı aktif olarak kullanan, yeni uygulamaları deneyen kişiler.

Farklı kültürlere ve düşüncelere açık olan, geleneksel kalıplardan sıyrılıp yeni fikirlere değer veren insanlar.

Bireysel özgürlüklerine önem veren, kendi kararlarını alabilen ve sorumluluklarını bilen kişiler.

Sürekli öğrenmeye açık olan kendini geliştirmek için çaba gösteren ve yeni bilgiler edinmeye meraklı insanlar.

Modern, modernite, modernizm ve postmodern, modernizasyon, modernize etmek… gibi sözcükler de türevleridir ve bunların Türkçe kullanımları vardır.

Latince “henüz, şimdi, güncel” anlamlarındaki “modo” kelimesinden gelen bu terim Rönesans dolaylarında Avrupa’da yaygın olarak “Antikiteye ait olan”ın zıt anlamlısı şeklinde “yeni olan, güncel olan” anlamlarında kullanılır ve bu kullanım hemen hemen Romantik döneme kadar aynen devam eder.

Sözgelimi XVII. yüzyıl Fransız Klasizminde iki farklı görüşün karşı karşıya geldiği ve edebiyatın seyrinde önemli bir yer teşkil eden bir düşünce çatışması vardır.

Antikite yazarlarının olabilecek en üstün eserleri zaten üretmiş olduklarını, dolayısıyla edebiyatın bu eserleri taklit etmesi gerektiğini savunan “eskiler” ve Fransız Klasizminin Antikiteyi aşmış olduğunu savunan “yeniler” bu tartışmanın iki tarafını oluştururlar.

Eskiler ve yeniler çatışması” adı verilmiş olan bu edebiyat olayının Fransızcasında “eski” anlamında “ancien” kullanılırken, “yeni” anlamında ancien’in zıt anlamlısı olan “nouveau” değil, “moderne” terimi kullanılır: querelle des anciens et des modernes.

Buradan yola çıkarak “modern” teriminin bir "sıfat" olarak kullanıldığı durumlarda herhangi bir ideolojik bağıntıdan yoksun bir biçimde basitçe “yeni olan” anlamında kullanıldığı düşünülebilir, nitekim "meşru" bir şekilde kabul gören böyle bir bakış açısı da vardır. 

Şunu da unutmamak lazım; dil, "sabit anlamlar" üzerine kapanarak donmuş bir yapı "değil", sürekli başkalaşım içinde "devingen bir yapıdır" ve modern, modernite ve modernizm gibi tarihsel arka planı geniş terimler bile bu başkalaşımdan "ayrıcalıklı değildir".

Benim kişisel duruşum ve önerim ise şu yöndedir:

Çok iyi bilip, düzenli olarak kullandığımız bazı sözcükleri ele alıp, onları incelemek, kökenlerini araştırmak ve güncellemek her zaman çok yararlı olacaktır.

Böylelikle hem daha "bilgili" olunabilirse de, daha "kültürlü" ve "entelektüel" bir düzeyde olabilirlilik de çok daha değerlidir; bence…

Şunu sa söylemeliyim: yalnızca bir şeyler okumak pek bir değer ve anlam sağlamaz. Asıl olan yararlılık hedeflerine sahip olarak incelemeler ve araştırmalar yapmak, eleştirebilmek ve değerlendirmektir; bir de bunların sonucunu fikirsel düzeyde "toplayıp, yazmaktır".

.    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2024.12.25, MŞ.

.      (Kişisel araştırma ve değerlendirme yazım)