30 Nisan 2022 Cumartesi

1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI

 - 1 MAYIS İŞÇİ BAYRAMI -                                   

İşçi Bayramı sendikalar için, emekçiler için çok özel bir gündür.

Tarihsel olarak önemli bir geçmişi vardır:

“”””1 Mayıs 1886'da ABD'nin çeşitli şehirlerinde yaklaşık 400.000 işçi sokaklara döküldü ve sekiz saatlik işgünü talep etti. 

Takip eden günlerde şiddetli çatışmalar çıktı: polis birkaç kişiyi vurdu.

1.000 işçi protesto için Chicago'daki Haymarket'te toplandı ve bir patlama ve silah sesi yedi polis memurunu öldürdü ve dört protestocu olduğuna inanılıyordu.

Birinci Uluslararası İşçi Sendikası zaten 1864'te Londra'da kurulmuştu, ancak on iki yıl sonra fikir ayrılıkları nedeniyle tekrar feshedildi. 

Sonunda, 1889'da, dünyanın her yerinden sosyalist sendikalar ve partiler, ikinci Uluslararası İşçi Kongresi için Paris'te bir araya geldi. 

Burada, 1 Mayıs 1890'da dünya çapında bir gösteri için Amerikan İşçi Federasyonu'nun planlarına katılmaya karar verildi. 

Böylece 1 Mayıs, dünya çapındaki işçiler için merkezi bir eylem günü ve resmi tatil olarak kurumsallaştırıldı.

Almanya'da Sosyal Demokrat İşçi Partisi (SDAP, daha sonra SPD) Ekim 1889'da 1 Mayıs'ı işçi hareketinin günü olarak kutlamaya karar verdi. 

Genel grev çağrısı yapmamasına rağmen, 1 Mayıs 1890'da Almanya'da yaklaşık 100.000 kişi protesto için işini bıraktı. İşverenler, diğer şeylerin yanı sıra işten çıkarmalarla yanıt verdi.

Takip eden dönemde, 1 Mayıs işçi hareketi için bir tatil olarak kabul edildi, ancak 1919'da sadece bir kez resmi tatil olarak kutlandı. 

Weimar Cumhuriyeti'nde işçi hareketi bölünmüştü: “SPD 1 Mayıs'ı tatil olarak kutlamak isterken, Komünist Parti (KPD) günün mücadeleci doğasını vurguladı.” 

1929'da, küresel ekonomik gerileme nedeniyle işsiz sayısı ilk kez üç milyonun üzerine çıktı. 

Gösteri yasağına rağmen, KPD Berlin'de 1 Mayıs gösterileri düzenledi ve bu gösteriler 30'dan fazla ölü, yüzlerce yaralı ve çok sayıda tutuklamayla şiddetli ayaklanmalara yol açtı. 

İşte o gün Kanlı Mayıs olarak tarihe geçti.

Yıl 1933 olduğunda Nasyonal Sosyalistler tarafından ele geçirilen işçi hareketi  1Mayıs'ı "Ulusal İşçi Bayramı" yaptılar, propagandaları için kullandılar ve aynı zamanda sendikaları da parçaladılar. 

2 Mayıs 1933'te Sturmabteilung (SA) üyeleri sendika binalarını, işçi bankalarını ve sendika gazetelerinin yazıhanelerini işgal etti. 

Birçok üst düzey yetkili zulüm gördü, toplama kamplarında ve hapishanelerde hapsedildi ve öldürüldü. 

Yeni kurulan Alman İşçi Cephesi'ne (DAF) işverenlerin ve çalışanların tek tip üyeliği, "sınıf mücadelesi fikri"ni Nasyonal Sosyalist "halk ve performans topluluğu" idealiyle değiştirmeyi amaçlıyordu.

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, 1 Mayıs 1946, Müttefik Kontrol Konseyi tarafından resmi tatil olarak onaylandı . 

Uzun bir süre boyunca, 1 Mayıs'ta Sovyet işgal bölgesinde ve daha sonra GDR'de devlet destekli askeri geçit törenleri düzenlendi. 

Vatandaşlar katılmak zorunda kaldı.

Federal Cumhuriyet'te her şeyden önce Sendikalar bu günü değişen çalışma ve barış politikası öncelikleriyle kitlesel mitingler için kullandılar. 

Ancak çevre hareketi veya öğrenci hareketi gibi yeni toplumsal hareketlerle klasik işçi hareketini uzlaştırmanın giderek zorlaştığı ortaya çıktı. 

1980'lerde, radikalleşmiş özerk bir sahne tarafından öncelikle Berlin ve Hamburg'da şiddetli 1 Mayıs gösterileri düzenlendi.

1 Mayıs 1990'da Doğu ve Batı Alman sendikaları ilk kez ortak gösteri çağrısında bulundu.”””””

..............................

1 Mayıs, işçi hareketinin başarılarını kutlamak için birçok ülkede resmi tatildir. 

Bugün gelişmiş ülkelerde kazanılmış bir hak olarak 8 saatlik bir işgünü var.

Sendikalar tüm işçiler için asgari ücret ve iyi çalışma koşulları için kampanyalar  yürütüyor.

1 Mayıs, birçok ülkede işçilerin taleplerini meydanlarda ve sokaklarda protesto ettiği bir bayramdır.

İşçi Bayramı hepimiz için, emekçiler için, işçiler, işsizler, öğrenciler ve okul çocukları için sömürü ve baskıya karşı bir direniş günüdür ve öyle kalacaktır.

1 Mayıs tüm dünyada “İşçi Bayramı” olarak kabul ediliyor. 

Bu tatilin kökeni, sekiz saatlik iş gününün getirilmesi için 1886'da ilk kez seferber olan Amerikan işçi hareketine kadar uzanır. 

O andan itibaren bu tarih, işçi partilerinin ve sendikaların kitlesel gösteriler ve iş bırakmalarla taleplerine dikkat çektikleri ritüelleşmiş bir protesto gününe dönüştü.

1 Mayıs İşçi Bayramı'nda işçilerin talepleri, örneğin düzenli çalışma saatleri, sağlık sigortası, sürekli ücretler veya tatiller gibi genel talepler siyasi gösterilerin odak noktasıdır.

İşçiler 1 Mayıs'ta geleneksel gösterilerle “adil ücret” taleplerine ve “güvenli iş sözleşmeleri”ne, “örgütlenme haklarına” ek olarak daha birçok önemli talepleri temsil ediyorlar:

-        Sosyal devlet ve sosyal haklar, çalışma ve kendini geliştirme hakları tam olarak uygulansın istiyoruz.

-        İyi eğitim ve çalışma koşulları, uygun bir dizi ileri eğitim ve herkes için güvenli işler istiyoruz. 

-        Adil ücret, adil gelir: Makul asgari ücretler talep ediyoruz.

-        Aile yaşamı ile işçilerin çalışma koşullarını uzlaştırmak için daha iyi koşulların olmasını istiyoruz. 

-        Tam da bu nedenlerden dolayı tüm halkın bu istemleri desteklemesini bekliyoruz.

-        Seçimleri yaklaşırken, dayanışma ve adalete dayalı bir ülke için de çağrıda bulunuyoruz.

Birçok ülkede olduğu gibi Almanya’da geçmiş dönemlerde işçi hareketlerini zayıflatmak, sendikal gücü parçalamak için çeşitli girişimler olmuştu. (AfD, NPD...)

Son yıllarda Avrupa’da yükselen ırkçı sağcı örgütlenmeler ve hareketlere karşı çok daha dikkatli ve uyanık olmak gerekmektedir.

Sendikalar, çalışma dünyasındaki dijital ve ekolojik değişim hakkındaki tartışmalara daha fazla odaklanıyor. 

Alman Sendikalar Birliği DGB'ye göre bu, çalışanların katılımıyla sosyal, ekolojik ve demokratik bir şekilde tasarlanmalıdır.

Son gelişmeler, Rusya’nın çıkardığı Ukrayna savaşı çok büyük endişeleri de beraberinde getirdi.

Dünyada işçi hareketleri her zaman barıştan yana olmuştur.

Sendikalar ve tüm işçi hareketler SAVAŞA HAYIR demeğe devam etmeli ve hükümetleri BARIŞTAN YANA politikalar üretmeye çağırmalıdır.

1 Mayıs günü halkın bir Bahar Bayramı kutlaması yapması geleneği de vardır.

Baharın gelişi ile canlanan doğa tüm insanlara yeni umutlar, canlılık ve heyecanlar getirecektir.

İnsanlar refah toplumunun gelişmesini, huzurlu ve güvenceli bir yaşam, adil ve geçinebilecek bir çalışma dünyası, günün koşullarına uygun düzeyde emeklilik hakları ve ücretleri bekliyor.

İşçi hareketleri ile topluma duyurulmak istenilen talepler ülkede daha hakça ve eşitlikçi bir yaşamın olmasını, sömürünün ve horlanmanın son bulmasını da isteyen insanların sesidir ve bu sesleniş herkesi dayanışmaya çağırır.

On milyonlarca çalışanın, emekçinin, içinin çalışma ve yaşam koşulları düzeltildiğinde tüm toplum daha da çağdaş ve uygar olacaktır.

Barışçı, huzurlu ve geçim sıkıntısı yaşanmayan, adil bir iş-emek-çalışma dünyası herkesin yararına olacaktır.

Siz de tüm bu düşüncelere, taleplere, isteklere gönlünüzü açın ve destekleyin.

Güzel bir dünyada hep birlikte olmak için...

.      Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 30 Nisan 2022. Mff.


25 Nisan 2022 Pazartesi

YARGI ÜZERİNE

.   YARGI ÜZERİNE:

.  (Arapça hukm, İngilizce Judment, Almanca Beurteilung, Fransızca jugement)

.   "YARGI" sözcüğü Türkçe'de "kesmek, karar vermek" anlamına gelir.

.  Yasalara göre mahkemece bir olay ya da olgunun doğuşuna etken olan nedenlerin de göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi sonucu verilen karar yargıdır.

.  Karşılaştırma, kavrama, değerlendirme gibi yollara başvurularak, durum, kişi ya da nesnelerin eleştirici bir biçimde değerlendirilmesi yargıdır: hüküm.

.  Egemenlik veya devlet adına hukuku yorumlayan ve ona başvuran mahkemeler düzeni yargıdır.

.  Yargı ayrıca uyuşmazlıkların çözümü için bir işleyiş de sağlar.

.  Bu devlet erki sık, sık "Yasalar önünde herkes eşittir" ilkesini sağlama almakla görevlendirilir.

.  Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.

.  Yargı yaşam aydınlığının en etkin koruyucusu ve gücüdür. .

.  Partizanlık, taraftarlık, yanlışlar ve yanılgılarıyla bir yönetimin toplumsal yaşamı karartmak istediğinde buna karşı koyabilecek erk aydınlığının güvencesi olan yargıdır.

.  Yargı, adaletin en aydınlık gücü olmak zorundadır.

.  Yargının yetersiz, yanlı, taraftar, gölgeli olduğu yerde hiçbir güvenlikten, aydınlık, ve esenlik söz edilemez.

.  Çağdaş, demokratik bir ülkede yargı, o ülkenin namusu, onuru ve güvencesidir.

.  Yargıyı engellemek, gölgelemek, etkilemek, ve yanıltmak bağışlanmaz büyük bir kötülüktür.

.  Yargıda çalışan görevlilerin duyarlık ve özeni, tarafsızlığı kadar yurttaşların yargıya

güveni de çok önemlidir.

.  Hukuk devletinde, yasalar önünde eşitlik ilkesi ile birlikte yargıya güven oluşmaktadır.

.  Bağımsız ve özgür bir devlet yapısında "kendi" anayasal düzeni ve "hukukun üstünlüğü" ile birlikte mahkemelerin güvenilirliği ve yargının sağlamlığı oluşur.

.  Toplumsal barış, dayanışma ve huzur "yargı bağımsızlığı" ve "yargının işlerliği" ile birlikte insanların yarınlara güvenle bakmasını sağlar.

.  Yargı sistemleri çağdaş bilimsel anayasal gerçeklere ve ilkelere dayandığı sürece güven verir ve doğru çalışır.

.  Türk halkı da her zaman Türk adaletine ve tarafsız yargısına inanmak ve güvenmek ister.

.  Türk adalet sistemi tümü ile birlikte çağdaş hukuk anlayışından ve ilkelerinden daha geride olamaz.

.    Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 25.04.2022, MŞ.

 


Geri Kalmışlıktan Kurtulabilmek İçin

 . Geri Kalmışlıktan Kurtulabilmek İçin                 

• Çağın getirdiği yüksek teknolojiye sahip olabilmek ve bununla artı değeri yüksek üretim yapabilmek, ulusal gelir düzeyini artırabilmek hiç de kolay değil.

• Dünyanın gelişmiş, varsıl ülkeleri zaten bu tür bir yarışın içerisindeler.

• Ülkelerin her birinin yönetim biçimleri, ekonomik düzeyleri, halkın refah durumu, kentlerinin kasabalarının yapısı, insanların eğitim ve bilinç düzeyleri, yıllık kişi başına gelir… çok büyük farklılıklar gösteriyor.

• Bazı ülkeler açlık sınırında yaşamak, savaşlarla baş etmek zorunda iken, bazılarının yaşam standartları çok yüksek olabiliyor.

• İleri, çağdaş bir uygarlık düzeyine erişmek hiç de kolay değildir.

• Çok farklı türde etkenler ve değerler birbirini etkileyerek, zaman içerisinde olumlu sonuçlar alabilirlerse kalkınma düzeylerini olumlu olarak değiştirebilir.

• Elde var olan birçok maddesel varlığın yanı sıra en önemli etken ise "insan" faktörüdür.

• İnsan faktörünün niteliği ve tüm özellikleri her zaman çok belirleyici olmaktadır.

• Bu yolda çalışmak ve çaba harcamak isteyen insanlar için gerekli olan donanım, eğitim ve bilinç ile oluşacak “temel kodlar” gerekecektir.

• İşte bu tür yararlı kodları alt üst etmek ve de hatta bu tip insanların artık ortalıkta görülmemesini istemek, onları yok etmek isteyecek yapılanmalar, emperyal zihin yönetimleri ve uygulamaları olacaktır.

• Sadece kendi hedefleri için ülkeleri yönlendirmek isteyen güçler var olduğu sürece o ülkeler geri kalmışlıktan asla kurtulamayacaktır.

• Bu güçler dünyanın yalnızca kendi emelleri ve çıkarları için var olduğuna inanırlar ve oluşturmak istedikleri modele göre de dünyanın her bir yanına etki yapma peşindedirler.

• Geri kalmışlıktan kurtulabilmek için ise Nasıl bir İNSAN modeli söz konusu olabilir?

• Yaşamında, geldiği noktada, bir var oluş nedeni, bir hedefi, ilkeleri, güzel ahlakı, iyi ve sağlam karakter özellikleri olan dürüst ve düzgün insanları, temiz ve bilinçli insanları, yurdunu seven, evrensel değerleri benimseyebilmiş, kendi öz tarihine ve de anadiline sahip çıkabilmiş İNSAN modelini temelde var saymalıyız.

• Bu özellikleri ana yapısında, temelinde olan bir insanların değişik donanımlarla, bilimsellikle, araştırmacılıkla… kendini tamamladığını düşünelim.

• Üst düzeyde bir öğrenme merakı, durmadan kendini yenileyebilmek, ileri zamanları görebilmek (ufuk ötesi bakış) ve durmadan bilimde, eleştirel düşüncede ilerlemek ve çalışmak, çalışmaktan, üretmekten zevk alabilmek…

• Bu özellikleriyle oluşacak bir insanı düşündüğümüzde çok farklı disiplinlerin, eğitim ve öğrenme alanlarının birlikte görev yaptığını ve olumlu-mükemmel bir insana yönelindiğini de görürüz.

• Böylesine bir İNSAN modeli olur mu, diye sormak ise, gerçekten de üzerinde önce düşünülmesi gereken bir konudur.

• Neden, kimin için, hangi hedefler için böyle bir amaç olsun, diyebiliriz…

• Bizim için ise böyle bir soru ortaya atıldığında en yakınımızdaki örnek, tüm dünyanın kabul ettiği ve imrendiği, en kolay ulaşabileceğimiz kişidir:

• Gazi Mustafa Kemal Atatürk!

• Tüm emperyalist oyunlara ve güçlere karşı dimdik durarak yok olmak üzere olan bir devleti kurtarmış ve yeniden kurmuştur.

• Çağdaş bir devlet ve yaşanabilir bir ülke oluşturmak için ise yine tek başına çabalamış ve örnekler vermiştir.

• İşte onun kişiliğine, onun niteliklerine, davranış ve karakter özelliklerine yöneldiğimizde kendimizi çok iyi bir çizgiye ve kişiliğe kavuşturabiliriz.

• Atatürk için birçok özellikler şöyle sıralanabilir: Zeka düzeyi, sürekli öğrenme merakı ve sürekliliği, entelektüel bakış açısı, çeşitli dallarda öğrenme, inanç, azim, emek, çaba, cesaret, liderlik, ikna yeteneği, dilleri öğrenmek, ufuk ötesi bakış, okumak, araştırmak, incelemek, eleştirel düşünmek, oyun kurma ve planlama yetenekleri, estetik bakışı, kurgulama ve hayal gücü, insanlarla toplumla iletişim becerisi, dile egemenliği, anlatımda vurgulama gücü, sorun çözebilme becerisi, bilime verdiği değer, kültürel bakış açısı, yönetme becerisi, pratik zekasını anında ve yeri geldiğinde kullanabilmesi, düşündüklerini yazıya aktarabilme yetisi, kararlılıkta tereddüt etmemesi, elindekileri diğer insanlarla paylaşabilmesi, toplum yararını hedefleyebilmesi, güzel bir ahlak sahibi olma isteği, yardımseverlik duygusu…

• Atatürk de bir insan idi, her şeyi ile bir insan, kendini ve zamanını, koşullarını en iyi değerlendirebilmiş bir insan…

• Genel olarak biz insanlar için yozlaşma ve temel değerlerden uzaklaşmak ve kendimizi salmak ve boş vermişlik içine düşmek, boş ve gereksiz şeylerle zaman harcamak hem zararlıdır, hem de ilerlememize en büyük engeldir.

• Geri kalmışlığın etkilerinden, kalıntılarında kurtulmak, kendimizi yenilemek, ileri çağdaş uygar bir düzeye çıkmak, kalkınmış bir refah toplumu olmak… istiyor isek elimizdeki tüm maddi ve manevi değerleri varlıkları, insan faktörünü en iyi biçimde değerlendirmek, kullanmak zorundayız.

• Akıl ile, bilimsel bakış açısı ile teke tek her bir çocuğumuzu, yurttaşımızı en iyi donanımlarla ve eğitim yöntemleriyle güçlendirmeli ve onlara ortak bir yurttaş bilinci sağlayabilmeliyiz.

• Sadece var olmak, yaşamak, keyf almak, eğlenmek, bir işe gidip gelmek yetmez.

• Neden ve ne için, hangi hedefler ve idealler için var olmamız ve nasıl var olabileceğimiz konusunda çok iyi yetişmemiz ve ortak bir ulusal bilince erişmemiz gerekecektir.

• Ya, bugün bize dayatılmak istenilen bir modele doğru kayacağız ve ne ilerleyebileceğiz, ne de bir tam özgür ve bağımsız bir devlet olabileceğiz…

• Ya da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendinde oluşturduğu örnek İNSAN modeline doğru yöneleceğiz.

• Bunun en kısa açıklamasını ve nelerin nasıl yapılmasını da yine Atatürk Gençliğe Sesleniş konuşmasında çok kısa ve öz olarak bizlere açıklamıştır.

• Dünya tarihinde gelmiş geçmiş birçok önemli kişileri, bilim insanlarını tanıyıp, öğrenmek ve onlardan dersler almak, bugün için olduğu kadar ileriye yönelik olarak da onların görüşlerinden yararlanmak her zaman yararlı ve geçerli olmuştur.

• Bizim için ise hepsinin de üstünde Atatürk'ten, onun fikir ve düşüncelerinden yararlanmak, onları çok iyi öğrenmek ve kavramak gerekecektir.

• Atatürk'ün yaşamın ve toplumun her bir alanı için, her bir durum için söylediği o denli çok sözü, konuşmaları vardır ki bunları tek tek bulmak, derlemek ve elimizin altında tutup, öğrenmek gerekecektir.

• Çünkü Atatürk "denenmiş, üzerinde düşünülmüş ve özetlenmiş bir biçimde bizlere yaşamla ilgili öğütler ve anahtarlar, çıkış yolları" bırakmıştır.

• Tüm bu var olan sözler ve anlamları her bir yurttaşımız çok değerli ve önemlidir, anlaşılmalıdır, kavranmalıdır.

• Başka güçlerin ya da kişilerin "tuzaklarına düşmemek" ve "öz güveni yüksek" bireyler olabilmek için de onun sözleri, gösterdiği yollar bize her zaman gerekli olacaktır.

• Şu an zaman bizim için, ülkemiz ve geleceği için aleyhimize işliyor.

• Hiç duraksamadan, boş konularla ve işlerle uğraşmadan, çok araştırıp, eleştirel düşünüp bu alanlarda kendimiz çok iyi yetiştirmeli ve geliştirmeliyiz.

• Birbirimize, gençlere, çocuklarımıza çok iyi örnekler olabilmeliyiz.

• Analitik düşünebilen, sağ duyulu, öz güveni yüksek, donanımlı ve bilinçli birer yurttaş olabilmeli ve tüm bunları isteyebilmeliyiz.

• Saygılarımla...

  Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2022.04.25, MŞ.



23 Nisan 2022 Cumartesi

23 Nisan Bize Neler Düşündürmeli?

.  23 Nisan Bize Neler Düşündürmeli?

.   Yeni Türkiye Devletinin kuruluşuna gidilen en önemli bir gün olan 23 nisan 1920'yi çok iyi anlamamız ve kavramamız gerekir.

.   23 nisanın içerdiği egemenlik ve bağımsızlık kavramlarını özellikle BUGÜN yine, yeniden çok iyi anlamalıyız.

.  "Ulusal egemenlik" üzerine düşünmemiz gereken bu gün bize karşılaştırmalı, eleştirel düşünmeyi sağlamalıdır.

.  Yeni Türk Devletinin kuruluşu ile ilgili araştırmalı, okumalı ve incelemeler yapmalıyız.

.  Bunları öyle iyi yapmalıyız ki 102 yıl sonra ortaya çıkan ülkenin sorunlarını ve bunların nedenlerini, yapılmış olan hataları anlayabilelim.

.  Karşılaştırmalar, açıklamalar, vurgulamalar yapılabilir, dersler verilebilir, ama şu an söylemek istediğim daha başka bir konu:

- En çok düşünüp kafa yorulması gereken bir soru şudur:

·  "Bir Kurtuluş Savaşı'nı dünyadaki tek örneği olarak başarı ile vermiş ve de yok olmak üzere olan bir devleti, yeniden toparlayıp, yeni bir CUMHURİYET kurmuş olan bu halk, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ün güvendiği TÜRK halkı neden bugün ve kimler tarafından, hangi hedeflere yönelik olarak parçalanmış, gruplara, hiziplere ayrıştırılmış ve de birbirine düşman hale getirilmiştir?"

.  "Tarihin en önemli bir Kurtuluş Savaşını vermiş olan Türk halkı nasıl olmuştur da şu an umursamaz ve, sorgulamaz, mücadele edemez… bir duruma gelmiştir?"

- Bir bakalım, görelim, gözlem yapalım:

- Sokaktaki insanları, TV'lerdeki olup bitenleri, çarşı, pazarda gördüklerimizi… bir gözden geçirelim….

· İnsanlarımız ucuz tatminlere, heveslere, moda tuzaklarına, sigaraya, yırtık pantolonlara, elektronik cihazlara, rakı-balık muhabbetlerine, selfilere, nargile kahvelerine, tarikatlara, ucuz edebiyatlara kapılmış, gösteriş meraklısı, hiçbir şeyi umursamaz gibi dolaşan, toplumsal ve bireysel bir ahlaki çöküntü yaşayan, kendine ve iradesine bile sahip çıkamaz bir hale getirilmiş, … gibi gözüküyor.

- Toplumda gittikçe artan çeşitli sorunlar gündeme düşüyor:

…...  Antibiyotik kullanımının artışı, genleri oynanmış yabancı tohumlar, her eline aldığın gıdanın içindeki koruyucu kimyasal maddeler, elinden kaymış gitmiş bir tarım, içilemeyecek hale gelmiş sular, içinden zehir akıtılan dereler, sezeryan ameliyatlarının artışı, özel ve çok paralı eğitim, özel ve çok paralı sağlık sistemi, genel eğitimi MİLLİ olamaması, anne ve babaların çocuklarına zaman ayıramaması, aile kurumunun içinde bulunduğu sorunlardaki artış, boşanmaların yüksek oranı, kanser, devamlı gelen zamlar, enflasyonun 100'lü sayılara gelmesi, artan işsizlik (%21.8), kredi borçları, elektriğini, gaz parasını, ev kirasını ödeyemeyen yüz binler, kapanan dükkanlardaki artış, tabandaki dar gelirlinin yoksulun nüfus içindeki oranının hızla yükselmesi, tarım ve hayvancılıkta gerileme ve ekonomide dışa bağımlılık, kamu içindeki yolsuzluk dedikoduları, geçinemiyoruz diyenlerin gittikçe artması, çocuk istismarları, öğrenci yurtlarının sorunları, kadın cinayetleri, iyi meslek edinmişlerin yurt dışına gitmek istemeleri, şiddet gören çocuklarımız, çocuk yaşta çalıştırılanlar, eğitimde eşitsizlik, anayasaya göre yönetilemeyen ülke, emeklilerin gittikçe geçim derdine düşmeleri, yakın komşularda savaş, Üniversitelerin dünya başarı sıralamasında her yıl gerilemesi, ülkeye düzensiz ve denetimsiz göçler, Türk diline sahip çıkamamak, yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının yok edilmesi ve yabancılara verilmesi…

.  "Her toplumda olur böyle şeyler, ne var bunda? diyebilirsiniz.

.  Bunların tümünün birden peş peşe ortaya çıkması zihinlere yerleştirilmesi, yaşanılır olması hep "tesadüf" mü sanıyorsunuz?

Öte yandan demokratik bir devletin yurttaşları olması gereken halk SOL-SAĞ, DEVRİMCİ-İSLAMCI-ŞERİATCI-AYDINLIKÇI-DİNDAR-ATEİST-CUMHURİYETCİ-PADİŞAHCI-MİLLİYETCİ-ULUSCU-LİBERAL-GERİCİ.... gibi bölünmelerle gittikçe "asıl" sorunlardan "uzaklaşır" olmuştur.

. Peki bu bölünen ve kendilerince hep kendi mahallelerinde bulunan bu insanlar taşıdıkları, kullandıkları kavramların anlamını ve de tarihsel rollerini ne denli bilebiliyorlar?

. En basit kavramları bile hemen, hemen hiç bilmeyen bu kitleler "kendilerine empoze" edilen sözde "kültür" algılarıyla "parça parça olmuş" ve "genel çıkarları göremez" bir halk durumuna getirilmiştir.

· ASIL odaklanılması gereken durum ise şudur:

- Siyasi partiler ile ilgili oluşturulan tartışmalar ve konuşmalar, gündemler hep yüzeyseldir ve de sahtedir.

- Toplumda, kamuda oluşan haksızlıklar, rüşvet, vurgunlar, dolandırıcılıklar, hile, haksız kazanç gibi olayların üstü örtülüyor sanki…

.  Bu tür hukuk dışı olayları araştıracak ve halka duyuracak, soruşturmaların açılmasını isteyebilecek siyasiler, gazeteciler, kişiler yok gibi..

.  Evet haklısınız! Bu işler ile ilgilenmek çok zor!

- Tüm bunlara rağmen yine de söylememiz gerekenler şunlardır:

· ASIL olan ulusal bağımsızlık ve üniter devlet, misak-ı millidir.

· Bağımsızlık ve vatanına sahip çıkmaktır.

· Onun bunun emellerine oyunlarına, tuzaklarına düşmemektir.

. Hukuk devletine ve demokratik hukuk devleti istemine yönelmektir.

· Algı yönetimini ve arkadaki asıl oyuncuları tanımak ve bu çok güçlü oyuncuların planlarını görmek gerekir.

·  İster okuyup araştırın, isterseniz internette ya da kütüphanelerde dolaşın...

.  Yeter ki günlük "sahte gündem"lerin tuzaklarına kapılmayın.

·  Ailenize ve çocuklarınıza en baştan akılla sahip çıkın.

.  Çocukların ve gençlerin yabancı ve tehlikeli odaklara, kültürlere kapılmasına izin vermeyin.

.  "Moda-yenilik-adam olmak"… gibi kavramlar üzerinden yapılan zihin yönetim operasyonlarına karşı uyanık olmak ve kendimizi korumak durumunda olmalıyız.

.  Din istediğimizde işte İSLAM, işte kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerim.

.  Herkes kendi dinsel öğretisini, bilgisini kendisi özgürce öğrenebilir, ibadetini yapabilir.

.  Bize gerekli olan uygulama şu olmalıdır:

-  OKU, bak, eleştirel düşün, sorgula, incele, öğren, doğru anla ve iyi olanı uygula.

· Önce kendin güçlü ol, doğruyu gör, öğren ve sonra da bunları öğret!

· Çabaların ve emeklerin her zaman doğru yönde olsun.

. Ucuz tatminlere ve heveslere, özentilere kapılma.

· Din-siyaset-ticaret örtüsü altındaki tuzaklara kapılma.

. Dini siyasete ve ticarete tuzak olarak kullananların oyunlarını gör, tanı, uzak dur, onlara kapılma.

· Bize kendi "ulusal davamız" ve de "ulusal bilincimiz" yön gösterecektir.

. Çağdaş uygarlık düzeyine erişebilmek için bilimde, yüksek teknolojide yer alan, pay sahibi olan, ulusal değerlerine sahip çıkabilen bir halk olmayı istemeliyiz.

.  Atatürk'ün çok önem verdiği ve üzerinde çok durduğu, bizlere emanet ettiği çocuklarımıza sahip çıkamadık.

.  Ülkemizdeki her bir çocuğun sağlıklı, eşit koşullarda yetişmesini, onurlu bir yaşam sürebilmesini, iyi bir temel eğitim alabilmesini sağlamamız gerekir iken, ne yazık ki sağlayamadık.

.  Çocuklarımızı çağ dışı oluşumlardan, her türlü sarkıntılıktan, kötü uygulamalardan, ezilip, horlanmadan ne  yazık ki koruyamadık.

.  Vatanı kurtarmanın "bugünün" çocuğuna "özen" göstermekten ve onu "korumaktan" geçtiğini hep göz ardı ettik.

.  Ulusal bayram gününde çocuklarımıza sağlıklı ve bilinçli, düzgün olanaklar sağlayarak "topluca" sevinip, onları onurlandırarak "toplu törenlerle" kutlayabilecek iken sadece "eğlence ve gülüşme" üzerine kurgulanmış etkinlikler düzenlemeye kalkıştık ve bunları da doğru ve güzelmiş gibi "kabul" ettik.

.  Değerli büyük önder, kahraman Gazi Paşa, ileriyi gören ve fikirleriyle çağ aşan, yeni bir devlet kuran Mustafa Kemal Atatürk ne desen haklısın, biz seni hiç anlamadık…

.  Bugün düştüğümüz bu durum senin değil seni anlamak istemeyen, unutturmak isteyen, içimizde ve dışarıda bulunanların ve belki de hepimizin kabahatidir.

.  Aklı, bilgiyi, fenni ve güzel ahlakı kendimize örnek alarak, çok çalışıp, övünçle kendi yolumuzda yürüyeceğimize saldık kendimizi.

.  Boş ve yararsız, aklımızı ve beynimizi tutsak alabilecek öz kodlarımızdan saptırtacak "hain tuzaklara çok çabuk düşebildik.

.  Bizi affet büyük önder, kahraman Atatürk, ne yazık ki biz tembelliği ve akılsızlığı seçmişiz.

.  Bugün yeniden durumumuzu görüp, eleştirip, gereken dersleri alıp, kendimizi düzelteceğiz, doğru yola gireceğiz.

. Bilinçle, özgür irade ve çağdaş bilgi ile, güzel ahlak ile dik durmamız bize yeterli olacaktır.

· İzlememiz ve üzerinde çalışmamız gereken asıl rehberimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün fikirleri, ilkeleri ve onun gösterdiği yoldur.

. Bu yoldan ayrılmamalıyız.

. Kurtuluşumuz için buna mecburuz.

·      Öğretmen Gönen Çıbıkcı, 23.04.2022

17 Nisan 2022 Pazar

KÖY ENSTİTÜLERİ Üzerine Düşünmek

 . KÖY ENSTİTÜLERİ Üzerine Düşünmek                

KÖY ENSTİTÜLERİ konusuna ve gerçeğine kısaca bir bakacak olursak bugüne yönelik düşünebilmeliyiz:

Çok değerli birçok insan bu konuda çok derin ve geniş bilgilere sahipler.

Konunun uzmanı olan çok değerli bilim adamları vardır.
KÖY ENSTİTÜLERİ içerisinden gelen ve bu konuda çok emek harcayan aile bireyleri vardır.
Binlerce yurttaşımız da KÖY ENSTİTÜLERİ konusunda çok duyarlı ve saygılıdır.
Her yıl 17 nisan anma gününde fotoğraflar ve kutlama sözleri ile takdir ve hatırlamalar dile getiriliyor.
Genelde artık yaşlanma döneminde bulunan insanlarımızın geçmişi anmaları, beğenmeleri, gurur duymaları yeterli midir?
Niye bizim ilerici demokrat, yurtsever insanlarımız güçlerini, birleştirerek yeniden bir "KÖY ENSTİTÜSÜ" kuramıyor?

Dünya eğitim tarihinin tek ve en başarılı uygarlık örneği, kalkınma modeli olan böylesine özenilmesi gereken bir KÖY ENSTİTÜLERİ modelini neden "yeniden" yaşama geçiremiyoruz.

KÖY ENSTİTÜLERİ fikri ve modeli, çalışma sistemi, eğitim anlayışı ve de eğitim programı"" açıkça ve de düzgünce anlatılmalıdır. 

Sanki üzerimizdeki ağır bir örtü "akıl" kullanarak çözüme gidebilmemize engel olmaktadır.

Günümüzde ne yazık ki her yerde sahte gündemler ve işlerle uğraşılmaktadır.
En çok önem vermemiz gereken ne olmalıdır?

İnsani aklı geliştirip, sosyal ve kültürel olgularla işleyerek, sorunlara en akılcı çözüm yollarını bulabilmeliyiz.

Çağdaş ve uygar olabilmek için, bilimde ve teknikte ilerleyebilmek için bu bir ön koşuldur.

Devlet olarak milli eğitime yeniden sahip çıkmamız gerekmektedir.

Bunun içerisinde de Köy Enstitüleri yeniden ele alınmalı ve uygulamaya yönelinmelidir.

Türkiye'nin yeniden kalınabilmesi için eğitimde ve üretimde güçlenmesi gereklidir.

Özel bir girişim ve mali güçle, devlet ille de yardım etmeyecekse, KÖY ENSTİTÜLERİ'nin ana fikri ve modeli temel alınarak bir "kurumlaşma" gerçekleştirilebilir mi?

İlk adım olarak belki de bir "vakıf" yolu ile de girişimde bulunulabilir mi?

Bu konuyu araştırabilecek, uzman çok sayıda kişinin olabileceğini düşünüyorum.

Yasal tüm olanaklar vardır.

Eğer sorun maddi güç ise o da bulunamaz mı?

Tüm ülkede aranılınca bulunacak birçok arazi vardır. Onların bu yolla da değerlendirilmesi olasıdır.

Tüm ülkede şu an "milli maarif" yerine daha çok özel okullar modeli yayılmakta ve de kabul görmektedir. Paralı, özel okullar ne yazık ki, her yere yayılmışlardır. Eğitimde birlik ve eşitlik kalmıştır.

KÖY ENSTİTÜLERİ konusu hiç bir siyasi partiye ve de gruba da bağlanmadan sadece kendi "fikri ve ameli" özellikleriyle tanıtılmalıdır.

Geliştirilen ve olgunlaştıran bir girişim olarak ülkenin her kesimine yayılmalıdır, tanıtılmalıdır diye düşünemez miyiz?

"Yaa, ben zaten biliyorum" demek hiç de yetmez sanıyorum.

Yeniden ve en içten incelenmeli ve günümüze uygun sağlam bir "yol" seçilerek yaşama geçirilebilmelidir.

Bu konuda emek ve mesai harcamış olan herkese, KÖY ENSTİTÜLERİ içerisinde yaşamış olan her bir insanımıza saygılarımı sunuyorum.
Vefat edenlere de Allah'tan rahmet diliyorum.
Çözüm yolları ve modelleri olarak uygulamaya alınmış örnekler de vardır tabii ki...

ASIL ANA MODEL ise bir Türk Eğitim Modeli olan KÖY ENSTİTÜSÜ modeli olmalıdır.

Bildiğimiz gibi KÖY ENSTİTÜLERİNİN FİKİR BABASI ATATÜRK´TÜR. 
Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıkılmış ve yeni bir devlet kurulmuştu

Ama o zamanlar okur-yazar oranı yüzde 6 belki de 7 kadardı ancak.
Köylülerin durumu çok perişan idi.
1930'lu yıllarda hem okul sayısı çok azdı hem de yeni harflerle çağdaş eğitim yapacak öğretmen sayısı yok denilecek kadar azdı.

Kırk bin kadar köy vardı ve bunların otuz bininde öğretmen yoktu.

Çözüm ne olmalı idi?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile birlikte başlayan atılımlar, devrimler ve tüm yenilik hareketleri ve milli yatırımlar fikir, destek ve gayret olarak gücünü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten alır.

TÜRK AYDINLANMASI da onun fikir ve emekleriyle oluşmuştur.

Onun ülkenin durumunu gören gerçekçi bakış açısıyla kendinde olan "vizyon"a aktardığı temel ilkeler ile ortaya çıkmış bir fikir-düşünce ve eğitim modelidir.

Hem köyün ve köylünün kalkınmasını ve bu yolla da ülkenin kalkınmasını hedeflemiştir.

3 Mart 1924’te gerçekleştirilen Öğretim Birliği Yasası ile Eğitimde Birlik İlkesi ve modeli kabul edilmiştir: **Tevhîd-i Tedrîsât Kanunu (Kabul Tarihi : 3/3/1340) *Bu kanun şu an da yürürlüktedir.

1 Kasım 1928’de yapılan harf devrimi ile çağdaş ve Türk diline en yatkın ve kolay olacak olan yeni harfler kabul edilmiş ve Türk milli eğitiminde yerini almıştır.

Çözümün ilk adımı, “Köy Eğitmen Kursları” uygulaması olacaktı.

Böylece TÜRK eğitim devriminin üçüncü atılımı olarak bu yolda bir çalışmaya girişilecekti.

Nüfusunun nerede ise tamamı yoksul köylerden ve köylülerden oluşan o zamanların yeni TÜRKİYE’si için bir sosyal ve ekonomik tabanlı, teknik, kültürel ve sanatla, zanaatle içselleştirilmiş bir “eğitim modeli” düşünülmüştür.

Bu yaygın bir eğitim modeli olacak ve ayni anda ülkenin birçok yerinde uygulanabilecek, bozkırlar yeşertilecek ve on binlerce yoksul köylü çocuğu için yepyeni “aydınlık” bir gelecek sağlanılacak idi.

Ülkenin her bir yanında örgün bir ağ sistemi içinde iyi ahlaklı, becerikli, kültür ve sanatta, dünya edebiyatında, pozitif bilimlerde... yetiştirilmiş kuşaklar oluşacaktı.

Bu tanımlama ise yeterli görülmeyecek ayni zamanda tam bir paralellik içerisinde “kendi sorunlarını kendilerinin çözebileceği” el zanaatları ve planlamacılık ile birlikte bazı meslekler de öğretilecekti. 

Bu hedeflenen eğitim modeli bir “iş eğitimi” modeli idi.

Yaparak, yaşayarak, yerinde iş içinde öğrenilirken ayrıca onu tamamlayan teorik bilgiler de eşin olarak paralelinde verilmekte idi.
Her yönleriyle olgun ve donanımlı fikri hür imanı tam, yetenekli kuşaklar yetiştirilecekti.

Bu önder gençli tam bir yurtseverlik ruhuyla ülkenin en yoksul ve en kıyıda kalmış köylerine bile gidecek, özellikle böyle köylere gönderilecek ve köyleri, o köylüleri aydınlatarak, okulu ile köy halkı ile tarım ve hayvancılığı ile, yeni köy mimarisi ve küçük meslekleri ile birleştirerek yepyeni ve öz güveni yüksek, karnı doyabilen, üretken köylüler, yeni kuşaklar oluşturulacaktı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ten kaynaklanan vizyon ve görüşlerin yaşama geçirilmesi, gerçekleştirilmesi ne yazık ki onun sağlığında olamayacaktı.

Türk devriminin gerçekleşmesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hep yanında olan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’un oluşturduğu projeye inandı ve onlara destek oldu.

17 Nisan 1940’ta bir yasa çıkarıldı ve TÜRKİYE’nin yapısına ve kalkınma modeline en uygun olacak olan eğitim atılımı uygulamaya geçirildi. (***)

Köy Enstitülerinin mimarlarından olan o dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel “köye devrimci düşüncenin adamını göndermeyi isteriz.” diye açıklıyordu.

Devrimci düşüncenin uygulamasındaki kişi bunu "nasıl" başaracaktı?

İsmail Hakkı Tonguç kısaca şunu ön görüyordu:

- “Köylüye bir şey öğretebilmek için ondan birçok şey öğrenmek gerekir. Köylüyü anlayabilmek, duyabilmek için onunla kucak kucağa, nefes nefese gelmek lazımdır....”

Köy Enstitülerinden yetişecek öğrencilerin niteliği yeni TÜRKİYE DEVLETİ MODELİ ile eş değerlilik taşımalıydı:

Öz güveni yüksek, laik, eleştirel düşünen, akıl yolunu geliştirebilmiş, çözüm yollarını arayıp bulabilecek yurt sever ve fedakar bir kuşak yetişiyordu.

KÖY ENSTİTÜLERİNİN öğrencileri köylerden geliyordu, eğitimdeki modelin bir özelliği de karma eğitim idi.

Köyün sadece erkek çocukları değil, kız çocukları da eğitim şansına kavuşturulmuştu.

Böylece köydeki ailelerin hem annesi hem de babası, çocukları ile birlikte kalkındırılacaktı...

Onlara her konuda yardımcı olabilecek donanımlarıyla yetiştirilip, hazırlanan öğrenciler gittikleri köylerde köyü ve köylüyü aydınlatacak, kalkındıracaktı.

Üretim artırılacak, köy bir refah toplumuna dönüştürülecekti....

Bu düşüncelerle kurulan KÖY ENSTİTÜLERİ tüm yurda yayıldı.

21 yerde böylesine bir ileri TÜRK modeli olan Köy Enstitüsü kuruldu ve 20 bin kadar genç yetiştirildi.

Daha da çok gencimiz gerekli idi ülkenin kalkınmasına yarayacak...

Daha en az on beş yıl kadar devam etmeli örgün bir yapı kazanılmalı idi.

Ülkenin daha en az kırk bin kadar böyle iyi yetişmiş gençlere gereksinimi vardı.

Ama buna izin verilmedi... Türk köylüsünün aydınlanmasından, kalkınmasından korktular.

Demokratik bir yola giriyoruz derken bir de bakıldı ki KÖY ENSTİTÜLERİ yasaklandı.

Türk eğitim modelinin ilerlemesi ve geliştirilmesi yarıda kesildi.

Çeşitli söylentiler yaratılarak, Türk köyünün ve köylüsünün kalkınmasının önüne geçildi.

Sonra da “İlköğretmen Okulları” yaygınlaştırıldı ve bu yol ile öğretmen yetiştirmeye çalışıldı.

Çok cılız ve donanımı yeterli olmayan bu okullar KÖY ENSTİTÜLERİ ile karşılaşılamayacak bir model oldu.

Son yıllarda ise bizim de mezun olduğumuz “İlköğretmen Okulları” yakın zamanda değiştirildi ve liseleştirme yoluna gidildi.

Günümüzde her bir Türk yurttaşının KÖY ENSTİTÜLERİ gerçeğini tanıması ve iyi öğrenerek onu değerlendirmesi gerekir.

İnanıyorum ki “yeniden” bir TÜRK kalkınmasına gereksinim duyulan bu zor günlerde bu bizlere çok “iyi bir ışık” olacaktır.

Üreten Türkiye, kalkınan Türkiye, dışarıya bağımlılığı olmayan, tarımda ve hayvancılıkta kendine yeten bir Türkiye, doğal kaynaklarına, yer altı ve yer üstü kaynaklarına kendi sahip çıkan bir TÜRKİYE için en önemli varlık ise “insan kaynağı”mız olacaktır.

Kalkınan köylüler ile köyden kentlere göç önlenilecektir. Üreten, kalkınan, çağdaş köyler yaşama geçirilecektir. Kentlerin sorunları azaltılacaktır.

Köylü akılcı olacak, “çağdaş ve uygarlaşma yolunda” ilerleyerek “ulusal tarımı ve hayvancılığı” yaratacaktır.

Türk köyleri “yaşanılabilecek yerler” olacak ve dünya gelişmiş ülkeler çizgisinde yerini alacaktır.

Köyde tarım, hayvancılık, arıcılık… başta olmak üzere yapılacak üretimler ile Türk halkının kalkınmasına katkıda bulunulacak ve bu tür ürünlerin yurt dışından alınması engellenecektir.
Türkiye özellikle şu son yılların, günümüzün ağır ekonomik ve toplumsal sorunlarının altında ezilip gittikçe yoksullaşırken yurdunu seven ve kalkınmasını isteyen herkesin iyi ve doğru değerlere inanması, kendi özgün modellerimizi yaratabileceğimize güvenmesi gerekmektedir..

Günlük kuru sohbetlerin, çekişme ve boş tartışmaların dışına çıkıp, araştıran, çağdaş ve uygar yurttaşlar olma yolunu seçebilmeliyiz.

Yeniden seçmemiz ve üzerinde çalışmamız gereken doğru ve kurtarıcı yol Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün gösterdiği çağdaş uygarlık yoludur.

Ulusal bağımsızlığımızı korurken, yurtta ve dünyada barış ilkesine yeniden ve de özellikle bu son günlerin sıkıntılarına karşı bilinçle sarılmalıyız.

Kalkınmanın ve çağdaş, demokratik bir hukuk devleti olmanın istenmesi yanı sıra bir refah tolumu olmayı da istemeliyiz.

Türkiye neden aydınlık ve kalkınan, gelişmiş bir ülke olmasın?

Toprağı ile yer altı ve yer üstü doğal kaynakları ile, coğrafi ve stratejik konumu ile Türkiye çok önemlidir.

İnsan kaynaklarını da en iyi bir eğitimden, ulusal eğitimden, eğitimde birlik ilkesinden, çağdaş yöntemlerle geliştirilen eğitim ile en üst düzeye çıkarabiliriz.

Bu bağlamda yeniden bir Türk kalkınması modeli olan Köy Enstitüleri üzerinde, onun temel ilkeleri ve yöntemleri üzerinde durulmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş ilkelerine ve kalkınma modeline temelden yeniden dönebilmek gerekmektedir.

Eğitimde Birlik Yasası acilen uygulanmalıdır.

Üreten Türkiye, kalkınan Türkiye, çağdaş ve uygar Türkiye, eşitlikçi ve adil bir Türkiye istenildiğinde her şeyden önce yine üretimde ve eğitimde eleştirel düşünmeye ve çabalamaya hazır olmalıyız.
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür, bilinçli ve öz güvenli bir yurttaş olabilmek için…

.   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 17.04.2022

 * https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.3.430.pdf

** https://tr.wikipedia.org/wiki/Tevh%C3%AEd-i_Tedr%C3%AEs%C3%A2t_Kanunu

***17 Nisan 1940 Çarşamba ile 17 Nisan 2022 Pazar arası: 29.950 gün. Tam 82 yıl olmuş!


 

12 Nisan 2022 Salı

RAMAZAN DÜŞÜNMEYE YÖNELTMELİDİR

  .  "RAMAZAN" DÜŞÜNMEYE YÖNELTMELİDİR

Ramazan Arap aylarındandır ve kendine özel bir içeriğe sahiptir.

İslam Dini Ramazan ayında ORUÇ tutmayı "inananlar" için zorunlu kılmıştır.

Kur'an-ı Kerim birçok yerinde oruç ile ilgili açıklamalar verir.

Esas olarak da 2. sure olan Bakara suresinde yer alır. (183-187)

Bir "farz" olarak görülen oruç kendine özgü özelliklere ve koşullara bağlıdır ve tümüyle de dinsel bir iman konusudur.

Özellikle Türkiye gibi İslam dinine inananların çoğunlukta olduğu ülkelerde Ramazan ayı toplumun ve yaşamın her yönünde etki yaratır.

Oruç inanan müslümanlara yönelik olduğuna göre toplumun genel yapısını da etkileyen bir olgudur.

Sadece tek başına insan, tek başına mümin olarak baktığımızda ise dar bir bakış açısı olur.

İnsanların 1 ay boyunca veya 3 gün, 12 gün, bazı dinlerde 3 ay boyunca aç kalması, yemeden içmeden kesilmesinin amacı nedir?

Orucun gerçek amacı nedir, diye düşünmek gerekir.

Oruç sadece İslamiyet'te değil diğer dinlerde de var.  

İslamiyet'te oruç, Kur’an’da yer alan dini bir ritüel olarak otuz gün süren Ramazan orucudur.

Kur’an-ı Kerim’de başka yerlerde de oruç ile ilgili açıklamalar var..

Oruç tutmak kişinin "kendini tutması, haddini bilmesi" demektir.

İnsanlar haddini bilmelidir.

Kur’an’ın buna verdiği isim takvadır.

Takvalı olmak yani "muttaki" olmak "haddini bilmek" demektir.

Açıkçası, "başkasına zarar vermekten sakınmak" demektir.

Sakınmak "kendine bir sınır çizmek, had çizmek ve ilerisine geçmemektir".

Bu nedenle insanlar dilini tutmalı, ileri geri konuşmamalı, yalan söylememeli, iftira atmamalı, dedikodu yapmamalı, insanları çekiştirmemelidir.

Diliyle de, eliyle de kimseye zarar vermemeli; dövmemeli, vurmamalıdır.

Kalp kırmamalı, gönül incitmemeli, başkasının onuruna, şerefine, ırzına, namusuna tecavüzde bulunmamalı, dürüst yaşamalıdır.

Bütün bunlar kişinin haddini bilmesi ve çevresine saygılı olması ile ilgilidir.

Haddi bilmek kişinin "kendisini tutması" ile ilgilidir.

Kendini tutmak da kişinin "aklıyla dürtülerine hakim" olması, "nefsine gem vurması", onları "doğru yönetmesi" ile ilgilidir. 

Ramazan ayı geldiğinde alışılmış bir çok gelenekler, uygulamalar toplumda görülecektir:

Ø  "Oruç" tutmak isteyen milyonlarca insan günlük yaşamını buna göre düzenleyecektir.

Ø  TV'lerde çok bilen saygı değer alimler en ince ayrıntılarıyla ORUÇ ve FAİDELERİNİ anlatacaklar..

Ø  Bir yerlerde çocuklara KUR'AN KURSLARI organize edilecek.

Ø  Pide kapma savaşları verilecek.

Ø  ORUÇ tutmanın insan sağlığına olabilecek yararları anlatılacak

Ø  Yine toplu iftar açma sofraları düzenlenilecektir.

Ø  Kurumlar ve çok önemli kişiler kendi adlarını da kullanarak halka açık ya da belli bir gruba açık iftar sofraları düzenleyecektir.

Ø  Yoksul ve dar gelirli insanlar çok daha bir üzüntü yaşayacak, geçim sıkıntısına düşmenin acısını yaşayacak.

Ø  Toplumdaki eşitsizlik, adaletsizlik bir kez daha ortaya çıkacak.

Ø  Büyükler ziyaret edilecek.

Ø  El öpmeler, kucaklaşmalar her yıl olduğu gibi uygulanacak.

Ø  Teravih namazları kılınmak istenilecek.

Ø  Ayın sonunda Ramazan bayram gelecek.

Ø  Birlikte bayram namazı kılınacak.

Bu olabilecekler SADECE birer öngörü tabii ki...

Her zaman güzel ahlaklı bir insan olmayı isteyebilmeli ve bugün de özellikle şunları tek, tek ele alıp, düşünebilmeliyiz:

.     Sabırlı olmayı, sükuneti, saygıyı, sınırları tanımayı, insanların varlığını ve özelliklerini, ölçülü davranmayı, aç gözlü olmamayı, garibanı, evsizi, barksızı koruyup-kollamayı, adil bir paylaşımı düşünmeyi, insanların onurlarının kırılmaması gerektiğini, insanın değerini, bize verilen bu canı en iyi nasıl korumamız gerektiğini, başkasının hakkına, malına, işine ve gücüne göz koymamayı, yöneticilerin adil ve hakkaniyetli olması gerektiğini, neden açlık ve tokluk vardır, derdi veren Allah ise çözümünü de veren Allah'tır doğrusunun yanı sıra biz insanların bu dertler olmasın diye, gelen dertlere çözümler olsun diye üzerimize nelerin düşeceğini düşünmemiz gerektiğini…

ü  Yüce Allah bize nasıl davranmamız gerektiği konusunda neler söylemiştir?

- Kendi iç dünyamızda sakince, kızmadan ve öfkelenmeden ele alıp, tek, tek düşünmeliyiz.

- Daha birçok şeyi düşünmemizi ve kavramamızı bu önemli günlerde diler iken şunları da beraberinde ele alabilmeyi ve kavrayabilmeyi dilerim:

Ø  Umarım ve dilerim ki RAMAZAN her şeyi ile insanları "eleştirel düşünmeye" yöneltebilsin.

Ø  Allah'ın en önem verdiği varlığın onun kulu olan "insan" olduğunu düşünebilmeyi dilerim.

Ø  Allah'ın sözü kabul ettiğimiz kutsal kitapların da yine İNSAN için gönderildiğini düşünebilmeyi dilerim.

Ø  Allah'ın istediklerinin ve buyruklarının tümünün bu dünyada İNSANIN iyiliği ve onların hakça, insanca yaşamaları üzerine olduğunu düşünebilmeyi dilerim.

Ø  Sessizlik ve huzur arayışlarının iç dünyalarımızın sorgulanıp, değerlendirilmesi gereken ORUÇ günlerinde kötülükleri tanıyıp, sakınmayı dilememizi, kendimize sahip çıkabilmenin ne olduğu üzerinde düşünebilmeyi dilerim.

Ø  İSLAMİYET neden ve nasıl ortaya çıkmıştı, diye bir düşünebilmeyi dilerim.

Ø  İslam dininin önderi ve peygamberi Hz. Muhammed nelere karşı, kimlere karşı mücadele vermişti, neleri yok etmek üzere görevlendirilmişti? Bunları düşünebilmeyi dilerim.

Ø  Onun en büyük karşıtı olanlar kimlerdi? diyerek bir düşünüp, araştırıp, okuyup, incelemeyi; düşünüp, bugün ile karşılaştırmayı dilerim.

- RAMAZAN ayına erişti isek o zaman üzerimize ilk düşen görev "bu ayın getirdiği temel" ilkeler üzerinde düşünmek ve onları kavramak olmalıdır.

- Bu aya verilen önem ve değer "birlikte büyük sofralarda, bol bol yiyip, böbürlenmek" olmamalıdır.

- Sofralardaki baklavaların ve etli yemeklerin ille de olmazsa olmazlardan olduğunu düşünenlerden yana olmasak nasıl olurdu, diye bir düşünelim.

- Eğer bugünün dünyasında, çağdaş bir devlette halen daha bazı insanlar açlık ve sefaletle yaşamak zorunda kalıyor ise, çok sayıda insanların barınacakları bir çatı bile yoksa, en basit sağlık ihtiyaçları sağlanamamışsa, geleceğinden çok büyük endişeler duyan insanların çoğunlukta olduğu toplumlar var ise, eğitim hakkı ve şans eşitliği diye bir temel uygulamaya kavuşulamamışsa, çok sayıda insan yine bazı kişileri ve "şey"leri yüce ALLAH'a eş koşarcasına önemsiyor ise... biz çok daha "eleştirel düşünebilmeli" ve de sağ duyulu olmalıyız, toplumsal çözüm yolları aramalıyız.

- Her şey "insanın mutluluğu" ve "huzuru" için olmalıdır, diye düşünebilen toplumlarımız olmalıdır.

- Üzerimize aldığımız "temel dinsel inançlarımız" da bu yöndedir.

- Yoksa, birilerinin çıkarına, birilerinin şirin gözükmesine yarayacak hizmetler ve çalışmaların diğer insanlığa yararı olur mu?

.   Kelime-i Şehadet, İslam dininin en temel şartıdır diye kabul ediliyor.

.   Kelime-i Şehadet getirmeyen bir kimse Müslüman olamaz!

.   İslam dini bunu böyle buyurmuştur: Kelime-i Şehadet:

.   "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü" demektir.

.   "Şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O'nun kulu ve resûlüdür'' anlamına gelir.

.   Tam da bu anlamda Ramazan ayında mümin, inanan ve dinsel görevlerini yerine getirmek isteyen yurttaşlarımızın bu verilen söz üzerinde "yeterince" düşünmesini ve anlamını "içselleştirmesini" istemeliyiz.

.   (Şahitlik) Tanıklık ederim ki diye verilen söz ile İSLAM dinine giren insan "verdiği sözde" durur ve toplumsal, kişisel sömürülere, Allah'a şirk koşanlara karşı durur.

.    Sağlıklı ve huzurlu, sağ duyulu, hem mutlu hem de insanca düşünebileceğimiz güzel günler diliyorum.

 Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 12.04.2022

* Arapçada savm kelimesi tutmak demektir. * Oruç/rûz Farsça bir gün  anlamına gelir. Bir günlük tutuş demektir.