22 Eylül 2020 Salı

Çocukluğunu Nasıl Yaşamışsa

 Çocukluğunu Nasıl Yaşamışsa

Bir insanın ruhsal yapısının temel taşları ilk doğumundan sonra başlar.

İlk çocukluk, çocukluk, gençlik ve ardından ergenlik dönemlerinde insan aşama şama kendisini bulur, geliştirir, karakter özellikleri belirginleşir.

Ailesinden doğuştan aldığı genetik özelliklerin ne denli belirleyici olduğu biliniyor.

Şimdi artık bilimsel verilere göre ana karnında yaşanılanlar, çevresinden edindiği etkileşimler de önemli deniliyor.

Nasıl bir ortamda doğduğu, yaşamın akışının ritmi, sesler, yüzler, davranışlar... hep en temel yapıyı oluşturuyor.

Ev ve yanındakileri, komşular, yaşanılan mahalle kültürü, mahallenin sokağın sesleri... hep en belirleyici olarak bir temel oluşturuyor.

Huzurlu ve sessiz, uyumlu, güler yüzlü, tatlı dilli ve her şeyden önemlisi kavgası yaşanılmış olan çocukluk dönemleri kişinin karekteristik özelliklerini belirlemenin en etkili özellikleri.

Yanındakiler, anne, baba... en belirgin olarak rol alıyorlar.

Annenin ve babanın kişilik yapıları, davranış biçimleri çocukların üzerinde son derece önemli izler bırakıyor.

İlk dönemlerde çevreden alınan sesler, ışık, hareketler, onların hızları insan beynindeki en az 100 milyar olduğu söylenilen nöronları etkiliyor.

Beyin dıştan gelen tüm sinyalleri hiç yitirmeden alıp, işliyor, kayıt ediyor ve yeniden biçimlendirerek beynin ilgili bölümlerine gönderip oradaki algı ve davranış, duyarlılıkları yeniden biçimlendiriyor.

Beyindeki tüm işlemler hiç durmadan devam ediyor ve kendi kendini devamlı etkiliyor.

Bizim ilk aklımıza gelen "genetik" özellikler ve sonradan oluşan "çevre etkenleri", aile ve sokak, mahalle, okul, köy kent ile birlikte alınan eğitim-öğretim oluyor.

Bunlar tek, tek ve bir bütünsellik içerisinde çok önemli ve inkar edilemez.

Son yıllarda tüm bunlara ek olarak bilim bize beynin ne denli önemli ve belki de en önemli varlık olduğunu kanıtladı.

Evreni düşündüğümüzde boyutu, gücü ve var olabilecek her şeyi ile "büyüklüğü", galaksiler ve onların kendi gezegenleri... tüm bu varlıları daha henüz nasıl yeni, yeni keşfediyor isek, insanlık daha bu alanda çok da yeni adımlar atabiliyor ise, ayni orantıda beyin de öyle, çok çok daha bilinecek, bulunacakları olan bir varlık.

Çocukluk bu yönüyle her şeyi her yönüyle ve hiç durmadan bir bütünsellik içerisinde kayda alınan bir zaman dilimi, kendine öz bir dünya... ve tüm bunları da alp, işleyen bir ultra süper bilgisayar: """"Beyin!"""""

Etkiler, tepkiler, sinyaller, yansımalar, özümsemeler, oluşturmalar, biçimlemeler, yenilemeler, üstünü kapamalar... v. b. ile her şeyi alıp yeniden geriye veren bir bilgisayar sistemi içerisinde bir beyin düşünün bunun akılla ve zeka ile bağlantısını kurun, yazılımcısını, işlemcisini düşünün...

Bu durumda en, en ufak bir ayrıntı bile insanın oluşumunda çok önemli bir yer alıyor.

Aile içindeki sohbetler, sosyal etkinlikler, müzik, mutfak, anne-baba ilişkileri, çocuklar arası iletişim, davranışlar, sesler, kavgalar, sevgiler... her şey... tüm yaşamın en temel yapısını birlikte oluşturuyorlar.

Çocuklukta yaşanılan kavgalar, şiddet, aile içindeki kişilik bozuklukları.. bir çocuğun yaşamı boyunca edineceği en olumsuz etkiler oluyor.

Çocuk ailesinden, çevresinden gördüğü ve üzerinde yaşanmış olumsuzlukları, olayları öylesine iç dünyasında yaşatıyor ki hiç istemediği, en korktuğu davranışları ileride kendisi yeni ailesinde çevresindekilere, çocuklarına yapabiliyor.

Bu nedenle çocukluğunu en huzurlu ve dingin, sevgi dolu yaşayabilen insan ileride de öz güveni yüksek, mutlu, huzurlu ve başarılı oluyor, kendini çok olumlu bir yönde geliştirebiliyor.

Çocukluğum, evim, benim dünyam dediğim ne var ise nereye giderseniz gidin hep sizinle birlikte oluyor.

Unuttuğumuzu sandığımız, bastırıp dibe çöktürdüğümüz, bilinçaltına hapsolunmuşlar da zaman, zaman birden hiç umulmayan yerlerde yeniden ortaya çıkabiliyor.

Yeni, yeni bilimsel araştırmaların günümüzdeki konularından birisi de beynin geçmişte kendi içine kayıt ettiklerini, yaşanmışlıklarını yeniden bir bilgisayar düzenine aktarabilmek ve izleyebilmek.

Çünkü beyin hiç bir "şey"i yok etmiyor.

İnsan unutmak zorunda birçok şeyi, yoksa düşüncelerinin ilerlemesi günün sorunlarına yaşamına yön verebilmesi zorlaşırdı.

Bazı kişilerin çok daha iyi bir hafızaya sahip olabilmesi, bazı olayları, kişileri, tarihler çok daha iyi aklında tutabilmesi ise daha çok genetik özelliklerle ilgili olsa gerek.

Bugün elimizdeki cep bilgisayarları (akıllı telefon) ne denli yenilikçi ve hızlı, verileri alıp, işleyip nasıl hemen geriye başka işlemlere döndürebiliyor ise, bu durumu çok daha ileri ve üst düzeyde ve hızla var saydığımızda göreceğiz ki insanlık bilimsel buluşlar sayesinde dijital çağda, yapay zeka ile birlikte beyni çok daha iyi tanıyacak ve yeni özellikleri elde edecektir.

"Arayüz" denilen teknikler ile beyin ve diğer varlık arasında iletişim sağlanılacak alış- verişte bulunulacak: Beyin-bilgisayar, beyin-robot, beyin-beyin...

Bunlar ile ilgili ilk veriler şu an zaten elde edilmektedir.

Biz normal insanları için önemli olan tüm bunlardan çıkaracağımız sonuç şu olmalıdır:

- Çocukluk çağını en huzurlu ve dingin, güvenli ve sevgi dolu yaşatın!

- Böylelikle onların çocukları da huzurlu ve sağlıklı insanlar olsun. 

    Sevgi dolu günlere...

    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2020.09.22, MŞ.

 

20 Eylül 2020 Pazar

Partizanlık

 Partizanlık

§        Bu sözcük bugünlerde pek de kullanılmamaktadır.

§        Eskiden bir ülkede yabancı güçler egemen iken onlara karşı halkın içinden çıkıp karşı direniş oluşturanlara verilen bir ad idi.

§        Direnişçiler gibi ya da bizde olduğu gibi efeler, kızanlar, zeybekler gibi....

§        Dünyanın birçok bölgesinde işgal altındaki ülkelerde her zaman irili ufaklı partizan güçleri olmuştur.

§        İspanya iç savaşında monarşiye karşı direnen cumhuriyetçi güçler, II. dünya savaşında İtalya'da Mussolini'ye karşı direnen komünist partizanlar, Doğu Avrupa'da Alman ve İtalyan işgalinde bulunan ülkelerin direnişçileri hep birer partizan idiler.

§        Daha önceleri 17. yüzyılda partizan deyimi savaşçı birliğin önderi için kullanılırdı.

§        Partizanlar düzensiz birlikler olarak bölgesel örgütlenir ve işgal güçlerine saldırılarda bulunarak onları zayıflatırlardı.

§        Türk Kurtuluş Savaşında Ege bölgesinde Efelerin kurduğu çeteler buna örnektir.

§        Amerikan iç savaşında da partizan korucuları vardı.

§        Rus partizanlar Fransız Napolyon'un yenilmesinde önemli rol oynamıştır.

§        Bu deyim artık gerilla savaşçısı gibi yeni bir tanım alarak dünyanın birçok ülkesinde görülmekte idi.

§        Bu anlamda da partizan aslında o anki yönetime göre yasa dışı, zararlı ve saldırgan olarak kabul görür.

§        Bir diğer anlamı ise, kullanım yerine göre şöyledir: Bir partiye her şeyi ile bağlı olan, o partinin kuvvetli taraftarı... anlamına gelir.

§        Yasal bir siyasi partinin üyesi, taraftarı olan kişi bu doğal görev ve sorumluluğunu artık bir tutku biçimine getirmiş ve sınır tanımazcasına bir yaklaşıma girmiş ise bir "partizan" olmuştur.

§        Bu anlamda partizanlık iyi midir, kötü müdür?

§        Bu da yapılan işin durumuna ve etkilerine göre değerlendirilmelidir.

§        Partisine gözü kapalı bağlı olan ve enerjisini, zamanını bu uğurda harcayabilen kişi artık "partiler üstü" bir bakıştan uzaklaşmış demektir.

§        Temel ilke ve temel değerler ise çağdaş toplumun demokratik yapısında olması gerekenlerdir.

§        Huzurlu bir hukuk devletinde olması gereken adil yönetim ve uygulamaların ışığında istenilmesi gereken hizmetler için kurulan irili, ufaklı farklı siyasi partiler yasal çerçevede yarışırlar.

§        Eşitlikçi ve adil bir özgürlük ortamında demokratik tabanda oluşan siyasi rekabette partililerin görev yapması ve çabalaması da çok doğaldır.

§        Bu çizginin dışındaki aşırılıkları ve davranışları gösteren partizanca yaklaşan kişiler çok işe yarar gibi gözükse de ülkenin genel ortamına zarar verebilir ve ilkesel olarak da hoş karşılanmamalıdır.

§        Asıl olan ölçü ve değerlendirmeler yukarıda belirttiğim gibi demokratik hukuk devletinin sağlandığı ortamlarda olması gerektiği gibidir.

§        Bunun dışındaki durumlarda ise hem toplum, hem de kamu zarar görecektir.

§        Bir anlamda siyasi ahlak ve toplum huzuru zedelenmiş olacaktır.

§        Toplumun çeşitli tabakaları, kitleler ne istediklerini, nasıl bir toplum, nasıl bir yapılanma istemeleri gerektiğini kendilerince seçecek ve bileceklerdir.

§        Olumsuzlukların arttığı toplumlarda sıkıntılar daima daha da artacağı için huzurlu bir refah toplumuna ulaşabilmek de zorlaşacaktır.

§        Yurttaşların eğitim durumları, kişisel gelişimleri ve de yurtseverlikten anladıkları, çağdaşlığa ve uygarlığa bakış açıları her zaman tek, tek önemli ve etkilidir.

§        Bu yüzden de olaylara bütünsel bakmamız ve her bir ögenin etkisini, tepkimelerini de birlikte değerlendirmek yararlı olacaktır.

§        Belki de önce "BEN"den başlamak iyi olacaktır...

     Saygılarımla...

     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2020.09.20, MŞ.

 

13 Eylül 2020 Pazar

Bugün için Gazi Mustafa Kemal Atatürk


Bugün için Gazi Mustafa Kemal Atatürk
·        Gazi Mustafa Kemal Atatürk dünyanın en çok değer verdiği, bildiği ve örnek aldığı bir önder ve vizyon sahibi bir insandır.
·        Onun kısa yaşamı içerisine sığdırdığı başarılar, düşünce ve görüşleri, devrim niteliğindeki yenilikler, yeni bir çağdaş Türk devletini kurmada gösterdiği kararlılık ve ileri görüşler çok açık bir biçimde bilinmektedir.
·        Dünya liderleri arasında kendi düşünce ve görüşlerini ayni zamanda yazılı olarak da sunabilmiş birinci sıradaki bir kişiliktir.
·        Çalışkandır, çağdaştır, devrimcidir, halkçıdır, ilericidir, halkçıdır, ulusunu sevendir, devletin güçlü ve kalkınmaya yönelik olmasını isteyen bir bütünsellik ile Türk Kurtuluş Savaşı sonrasında millete hizmet edebilmiş ve kendisini kanıtlamıştır.
·        En büyük özelliklerinden birisi de emperyalizme karşı olabilmesi ve onları durdurabilmesidir.
·        Atatürk soyadı da Türk milleti adına kendisine verilmiştir.
·        Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir bütündür, bir kalkınma ve ilerleme modelidir.
·        Onun bir parçasını bile yok sayabilmek, onu değersizleştirme yolunda en ufak bir söz ve manidarlık bile gerçekten  onu hiç tanımadığınızı gösterir.
·        Bugün yüz yıl sonrasında bile yine de ona bir şeyler söylemek, onu küçültmeğe çalışmak ise bilimsellikten ve dünya gerçeklerinden de çok uzaktadır.
·        Kimler bugün Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e karşı durmak, onu önemsizleştirmek ya da eleştirmek gibi bir kişiliksizlik gösterebiliyorsa, bu ancak onların sağlıklı ve sağ duyulu düşünememesinden kaynaklanmaktadır.
·        Bu da onlara söylenilebilecek en az bir tanımlama olabilir.
·        Bir de Çağdaş bir Türkiye Cumhuriyeti'nin en başından beri kuruluşunu kabul edememiş ve onun arkasından düşmanca ve haince girişimlerde bulunmuş, bulunabilmiş olanlar için ise söylenilecek söz bellidir.
·        Ülke genelinde öne çıkmış kişiler ve kuruluşlar da özellikle Gazi Mustafa Kemal Atatürk gerçeğini ve değerini açıkça göstermelidirler.
·        Ona karşı yapılabilmesi düşünülen her türlü olumsuz davranış ve düşünceler ayni zamanda Türkiye Cumhuriyetine karşı bir durumdur.
·        Gazi Mustafa Kemal Atatürk bilimden ve fenden yanadır.
·        Çağdaştır, uygarlıktan yanadır, insanlıktan yanadır, çalışmaktan ve çok çalışmaktan yanadır.
·        Ulusal ekonomiden, köylünün kalkınmasından, ulusal değerlerden, bağımsız ve özgür bir Türkiye'den yanadır.
·        Türk milleti bugün kendi içinde dalgalanmalar geçirse bile, siyasi ve ekonomik sıkıntılar ile karşılaşsa bile her zaman ve her yerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e olan saygısını ve minnettarlığını gösterecektir.
·        Bugün yapılması gereken aslında Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerini, yazdıklarını, söylediklerini ve yaptıklarını çok daha derinlemesine kavramak ve anlamaktır.
·        Boş laflara kapılmadan, yapay gündemlere takılmadan, kendini bilmezlerle uğraşmadan, çağı yakalamak isteği ile bilimsel düşünebilme yöntemleriyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü daha iyi özümsemeliyiz.
·        Türk milleti kendine sahip çıkacaktır.
·        Türk milleti kendi arasında bulunabilecek olan kendini bilmezleri ayıklayacaktır.
·        Yurtta barış, dünyada barış için, ulusun daha refah bir toplumda yarınlara ulaşabilmesi için çalışan, araştıran ve sorgulayan bir millet olarak geleceğe güvenle yürüyecektir.
     .    Saygılarımla....

     .    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 2020.09.13, MŞ.


9 Eylül 2020 Çarşamba

ADA ve Temel Sorunları


ADA ve Temel Sorunları
·        2020 yazı çok sorunlu geçiyor.
·        Alt yapı sorunları, sıcak, trafik, kısıtlamalar...
·        Bir yandan virüs salgını ve sağlık sorunları öte yandan kent yönetiminin bir şeyler yapmak, kente bir hava yaratmak endişesi ve girişimleri...
·        Altın Güvercin Beste yarışması bir sanat etkinliği olarak sunuluor ve takdir görmesi bekleniliyor.
·        Yaz programı olarak müzikli açık hava etkinlikleri düzenleniyor.
·        Bu tür çalışmalara kimler katılır, kaç kişi katılır diye sormayın ben bilemiyorum, fotoğraflara bakmak isteyen bakabilir.
·        Oralar hangi paralar, ne kadar harcandı diye de sormayın, bu bizim işimiz değil.
·        Ama görünen o ki bir şeyler yapılmak olumlu bir "algı" yaratmak isteniliyor.
·        Beğenenler de oluyordur, beğenmeyen, eleştirenler de...
·        Bizim gibi sıradan insanlar, karşıdan bakarak, anlamağa çalışarak bir fikir yürütmeğe çalışıyor.
·        Bir işe yarar mı?
·        Hiç sanmıyorum.
·        Hele benimkisi, hiç..
·        Sadece düşüncelerimi ve duygularımı tarihin içinden gelen gözlemlerimle birleştirip yazıya döküyorum.
·        Okuyan olur mu, onu da bilmiyorum.
·        Sadece kendime bakarak, kendim için yazıyorum:

·        Bir kentin bir master planı olmalı, ilkeleri ve vizyonu olmalı, kent planlamacıları, uzmanları olmalı ki her gelen yeni bir şey yapacağım derken "yeniden" keşfetmesin.
·        Kuşadası denize kıyısı olan bir kent ama bir deniz kenti, sahil kenti havasını taşımıyor.
·        "Gelir"in nereden geldiğini ise en iyi olarak "vergi dairesi" bilir.
·        Onların verilerine bakmak gerekir.
·        Kent içinde bulunan "odalar" da açıklamalar yapabilir, kaymakamlık da...
·        Ama belediye kendisini her şeyden üstün görerek, kendince var sayımlar üretiyor da olabilir.
·        Dünya artık çok daha açık ve her yer, gitmeseniz de görülüyor:
·        Internet ve olanakları, dijital veriler... Videolar, BLOGLAR, belgeseller... isteyen herkese açık...
·        Nerede ne var, neresi turistik, hangi özellikleri taşıyor, tarihsel dokusu nasıl, mutfağı ne durumda, huzurlu mu, temiz mi.....
·        Kuşadası da eskiden beri hep kendisin bir "turizm" sözü ile adlandırmak istedi.
·        Atmışlı, yetmişli yıllarda vardı sokaklarında ilk yabancı konuklar...
·        Küçük bir kasaba idi ve temizdi, esnaf güler yüzlü ve konuksever idi...
·        Ama arada geçen yıllar neleri götürdü ve neleri getirdi?
·        Evet, Kuşadası çeşitli otelleri olan bir kent.
·        Turizm için yapılan yatırımlar var, büyük otelleri var.
·        Şöyle durup da bir düşünmek, bakmak olamaz mı?
·        Gelen yerli ve yabancı konukların kaç tanesi kent içinde dolaşabiliyor, nerelerde alış veriş yapabiliyor?
·        Hangi tür turist nereye, ne kadar para bırakıyor?
·        Sokaklarda, çarşıda kaç tane yabancı konuk ile karşılaşıyorsunuz?
·        Çarşı ve sokaklar yabancı konuklar için çekici mi, güvenilir mi?
·        En çok yatırımın yapıldığı ve paranın döndüğü sektör ise tartışmasız inşaat...
·        Yıllardır bir türlü bitmedi, gittikçe de artıyor ve yayılıyor.
·        Kuşadası modeli diye bir inşaat tiplemesi de zaten yok.
·        En çok getirisi olacak olan inşaat modelleri ile yapılıyor binalar, siteler kuruluyor.
·        Son yıllarda ise artık Arap sermayesi girmiş durumda...
·        Bu tür çarpık yapılaşma ile siz nasıl bir turizm kenti olabilirsiniz?
·        Bu konuları çok daha derinlemesine açıklamak olasıdır.
·        "Kültür ve sanat" denildiğinde ne anlaşılmalıdır?
·        Bu ise başka bir inceleme konusu...
·        Yapılan tüm etkinlikler, gösteriler "ne yarar" sağlıyor?
·        Bilemiyoruz....
·        Ne derseniz deyin, ama artık Kuşadası bir çekim merkezi değil!
·        Çevresi Milli Park'a değin ikinci konutlarla dolu, siteler ile kaplı, her biri kendi içinde birer dünya..
·        Geçici olarak kalan, yazlık ve tatil anlayışı ile o konutlarda yaşayan ve yine geldikleri yerlere dönecekler....
·        Bu tür yaşamlar ise kentin ana sorunlarına politikasına erişememekte ve katkı da sunamamakta....
·        Ama bu sitelerin alt yapı sorunları, su, çöp, yol, temizlik v. b. temel sorunları belediyeler için arttıkça artan bir yük olarak duruyor.
·        İsteyen kenti ve çevresini, yollarını, sokaklarını, çarşı ve pazarını bir dolaşsın, notlar alsın....
·        Zaman geçiyor, yapılması gereken asıl işler yapılmadığında ise ileride çok daha fazla zorluklar getirecek...
·        Bir de ada ve çevresindeki normal sıradan yurttaşları ele alın, hangisi bu tür sorularla meşgul, kaç kişi kent üzerindeki tartışmaların ayırdında?
·        Temel sorunlar ise halkın gündeminde: Yol, su, çöp, gürültü, temizlik, huzur...
·        Son durumu ile artık bir çekim merkezi olmak özelliğini çoktan yitirmiş bir koca kasaba, yüz bini çoktan aşmış nüfusu ile sorunları kocaman bir yerleşim bölgesi olmuş...
·        Yine de başkasının değil bu memleketin bir "şehri"...
·        İnsan yine de sahip çıkmak istiyor!
   
    Saygılarımla...
    Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 
    2020.09.09, MŞ.




5 Eylül 2020 Cumartesi

Devlet ve İnanç Özgürlüğü

-  DEVLET VE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ

- Dinsel Simgeler ve Görünümler

- Din adı altındaki İstismarlar

Dinsel görünümler, örgütlenmeler, etkilemeler, siyasete yön vermeler, çıkar beklentilerine girmek... gibi sorular her zaman günlük yaşamda yer almaktadır.

İnanç ve ibadet, vicdan.. özgürlükler, ibadetler, uygulamalar, ibadet mekanları... hep birçok soruya, zaman, zaman da tartışmalara neden olmuştur.

Devlet ve dinler arasındaki ilişkiler, bağlantılar, haklar, sorumluluklar NASIL olmalıdır?

İnanç ve vicdan özgürlüğü hangi alanları ve kimleri kapsar?

Her inanç grubu ve örgütlenme anayasal olarak bakıldığında eşit durumda mıdır?

Devlet bu konuda nerede ve nasıl durmalıdır?

Devlet her türlü inanç ve ibadet alanındaki mali yükümlülükleri üstlenmeli midir?

Dinsel inançtan dolayı var olan kurumlar ve örgütlenmeler, her biri ayni konumda ve haklarla donanmış, ayni yükümlülükleri ve sorumlulukları olan birlikler midir?

"Biz bir inanç grubuyuz", diyen her türlü kurum ve örgütlenme, cemaat serbestçe istediği gibi davranabilme haklarına sahip midir?

DİNİ işaretleri kamudaki görevlilerin kullanması ne derece doğrudur?

İlk görünümlerle verilmek istenilen "imaj" NEDİR?

Bu tür davranışlar anayasal hukuk devleti ile ne ölçüde bağdaşır?

Topluma bunun çok "doğal bir uygulama" olduğunu kabul ettirmek istiyorlar.

İleride tarikatlar, cemaatler, dinsel elementleri kullanan gruplar (İslami veya diğerleri) çıkar kavgasına, kendi aralarında pay elde etme yarışına girdiklerinde göreceksiniz ki bugün "inanç özgürlüğü" adına "normal" kabul ettiğiniz görünüşler topluma çok zarar verecektir.

Batı toplumları, örneğin Almanya bu konuda çok büyük bir hassasiyet taşımaktadır.

Bu tarikat veya dinsel cemaatler anayasa ve hukuk devleti kurallarıyla ne kadar bir uyum içerisindedirler?

Belirli mesleklerde görevli olanların "tarafsızlık" ilkesi, "herkese eşit ve adil davranma yükümlülüğü" nasıl bir garanti altına alınacaktır.

"İdeolojik tartışmalar" bu görevlilerin rahatça ve tarafsızca çalışmasına ne kadar izin verecektir?

- Hangi işaret hangi tarikatın belirtisidir?

- Hangi giyim biçimi hangi cemaate aidiyeti gösterir?

- Kendi tarafında olanlara ne kadar yakınlık göstereceklerdir?

- Kendi görüşünden olmayanlara ne kadar bir uzaklıkta karar ve uygulamada bulunacaklardır?

Bu hassasiyet özellikle orduda, eğitim kurumlarında, devlet dairelerinde, mahkemelerde çok önem taşımaktadır.

Bugünlerdeki söylevlerde yeni bir akım olarak "baş örtüsü" sorunu artık "yoktur" diye bir yaklaşım gösterenler var.

Tabii ki buna karşın yine "baş örtüsü" yasaklarını hep dile getiren ve suçlamalar da bulunanlar var.

Asıl olan temelde şu olmalıdır:

- DİN ticarete ve siyasete, çıkar ilişkilerine bulaştırılmamalıdır.

- DİN ve dinsel eğitim ailenin yetki ve sorumluluğunda olmalıdır.

- Devlet ve devlet kurumları, kamu DİN konusunda tarafsız ve adil olmalıdır.

- Eğer ille de tarikatlar ve cemaatler ortaya sürülmek ve toplumda kabul ettirilmek isteniyorsa, bunun yasal çerçevesi, inanç ve örgütlenme hukuku, görev ve yetki alanları en baştan ve "yeniden" belirlenmelidir?

- Kim hangi cemaate üyedir?

- Ne gibi yükümlülükleri vardır?

- Görevleri ve hedefleri nelerdir?

Bunların kaydı ve yasallığı açık ve net olmalıdır.

Şeffaf bir şekilde ve "devletin denetimine" açık olmalıdır.

Devlet tüm dini cemaatlere "eşit" mesafede durmalıdır.

İşte o zaman da köklü bir toplumsal ve yasal değişiklikler gerekmektedir.

Hangi tarikat, hangi cemaat kabul edilecektir?

Bunların devlet ile yapacakları bir çağdaş ve hukuksal "protokol" olmalıdır.

Yayılması ve örgütlenmesi, okullara girmesi yasak olan cemaatler ve gruplar da olacaktır.

Bunlara izin verilmeyecektir.

Yakın çağın örneklerinde ABD böylesine "sapkın cemaatlerle" gündeme gelmişti.

Tarikatlar ve bunların alt birimleri olan cemaatler kendi örgütlenmelerinin yüklerini, modellerini, "bütçelerini de kendileri" karşılayacaklardır. 

Buna benzer bir uygulama şu an Almanya'daki camilerde ve kiliselerde vardır.

İnanç ve ibadet özgürlüğü ve hakkı herkes için eşit olarak yasal bir biçimde kabul edilecek ve uygulanacaktır.

En önemli ilke tüm bu hak ve özgürlüklerin bir başkalarına zarar vermemesi ve baskı unsuru olarak kullanılmamasıdır.

Devlet bu yükümlülüğü taşıyacaktır.

Gerçek bir "çağdaş hukuk devleti", "modern bir demokrasi" isteniliyorsa durum bu biçimde olmak zorundadır.

Hiç bir şekilde bir kuralsızlık ve "bırakın yapsınlar", "isteyen istediği gibi hareket edebilir" düşüncelerine yer verilmemelidir.

Asıl temel ilke dine ve inanç özgürlüğüne karşı çıkmak değildir.

Tam tersine bu "inanç ve ibadet özgürlüğü"nün demokratik ve çağdaş bir formata oturtulması ve uygulamaların hassasiyetle yerine getirilmesidir.

Parlamenter demokrasinin temel ilkeleri çerçevesinde anayasal hak ve sorumluluklara dayanan "din ve vicdan özgürlüğü" çok daha iyi ve belirli bir biçimde düzenlenmelidir.

Bu din ve vicdan özgürlüğünün yaşamdaki uygulanmasında karşılaşılacak sorular ve modeller de yine yasalarla belirlenmelidir.

Hiç bir yurttaşın belli bir dinsel inanca ya da kuruluşa üye olması, bağlanması konusunda zorlama olmamalıdır.

Ayrıca da temel bir hak ve özgürlük olarak hiç bir yurttaş dinsel bir inanç kaydı yaptırmak zorunda bırakılmamalıdır.

Özellikle de şeffaf ve kayıtlı ve devletin denetimi altındaki bir dinsel örgütlenme ile insan hakları daha iyi korunacaktır ve de dinsel sömürünün önüne geçilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana gittikçe artan bir cemaatler ve tarikatlar sorunu ile karşı karşıya gelmiştir.

Dinsel duyguların ve inançların kötüye kullanıldığına, çıkar çevrelerinin maddi ve siyasi çıkarlar için inanç duygularını kullandıklarına hep şahit olunmuştur.

İnsanın ne olursa olsun sömürülmesine ve haksız kazançlar elde edilmesine, dinin siyasete ve ticarete alet edilmesine asla izin verilmemelidir.

Karanlıkta kalan ve kayıt dışı gözüken her türlü örgütlenmeler ve alış-verişler v. b. çağdaş bir hukuk devletinde olmamalıdır.

İnanç ve ibadet özgürlüğü anayasal hakların çerçevesinde açıkça ve çağdaş demokrasinin olanakları çerçevesinde uygulanabilmelidir.

Bu konuda çok daha geniş araştırmalar yapılabilir, yazılar hazırlanılabilir.

Önemli olan toplumun sorunlarına en iyi ve en çağdaş çözümleri ön görmektir.

Bu düşüncelerin günümüz Türkiye'si için pek de gündemde olmadığını ve hayallerde bile yer almadığı biliyorum.

Saygılarımla...

 Öğretmen Gönen ÇIBIKCI,

2018, 06.10, A.

2020.09.04, MŞ.

 

=============================Bakılabilir: =========================

TÜRKİYE’DE DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ:

Sorunlar, Tespitler ve Çözüm Önerileri

 

http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/546.pdf