13 Eylül 2024 Cuma

YURT DIŞINDA YAŞAYANLAR

 .        YURT DIŞINDA YAŞAYANLAR ÜZERİNE
Almanya'da emekli olmuş bir Türk'ün nasıl yaşadığını, ne gibi sıkıntılar ya da olanaklar içinde olduğunu hiç bilmeden ve de onları anlamak, onları tanımak bile istemeyen ne kadar çok insanımız var.
Onların çoğunun eline ayda 1000 EURO’dan daha az para geçtiğini bilen kaç kişi var?
Aylık temel harcamaları ne kadardır?
Ev kiraları, elektrik, su, sigortalar, yakacak, yiyecek, giyecek...
Son yıllarda Almanya’nın fiyat artışlarından haberi olan ne de çok insanımız var?
Bu emeklilerin cebine ayda kaç EURO kalır bilen var mı?
Ama durup durup da "Almanya'daki emekli Türkiye'de çok rahat para harcar" laflarını bir kenara bırakmak gerekir.
Almanya'da yaşayan insanlarımızın birçoğu TÜRK vatandaşı olabilir ve bu insanlar bilinçli ya da bilinçsiz şimdiki Türkiye’deki iktidar partilerine oy vermiş olabilirler.
Sadece bu olguyu dile getirmek yeter mi?
Onları "suçlamak" çok mu doğru?
Onların üzerinden kendilerince bir siyaset malzemesi çıkarmak çok mu doğru?
1960 yıllarından bu yana oralarda yaşayan insanlara ne gibi bir olumlu katkıda bulunabildik ki...
Hangi "olumlu ve çağdaş" bir destek modeli geliştirebildik ki...
O insanların Türkiye sevgisi ve bağı hiç kesilmedi ki, hiç bitmedi ki....
Şimdi dördüncü kuşaklar var artık ve de genelde sorunları hiç de azalmış değil.
Toplumdaki yerleri nerede ise hep ayni düzeyde kaldı.
En çok ve yaygın örgütlenme modelimiz ise her kentte açtıkları camileri oldu.
Bir de spor derneklerimiz...
Tek tük de olsa başka alanlardaki diğer dernekler...
Konsolosluklarımız da malüm, yoğun işleri olan, vatandaşlık bürokrasilerinden kafalarını kaldıramayan kurumlar olarak hep görev yaptılar.
Kendilerini kurtarmış olan, iyi -eğitim alabilmiş olanlar, Alman toplumunda yüksek yerlere gelmiş olan Türk’lerimiz ise daha çok "kendi dünyalarını" ellerinde tutabilmenin peşindeler.
"Almanya edebiyatı" çok, çok az yazılmış, konuşulmuş, bilinebilmiş bir dünya...
Hiç olmazsa o insanlara “fesatca” yaklaşmamış olsak ve de onları daha iyi ve de gerçekci bir gözle tanıyabilsek...
Almanya’nın Türk insanları zaten kendi sorunlarıyla zor baş edebilmekte iken onları Türk halkının gözünde küçük düşürmeden, fesatlık yaratmadan yazabilsek bir şeyler, eğer ille de yazmanız gerekiyorsa...
Türkiye kendi sıkıntıları ile yaşıyor uzun yıllardır.
Politik ve ekonomik sıkıntılar, toplumun alt üst edilmesi, insanların huzursuz bir günlük yaşam içinde olması, çaresizlikler...
Bu durum herkes tarafından bilinmekte zaten.
Doğru ve yararlı çözüm yolları, çabalar, uğraşılar geliştirmek gerekir.
Ucuz lafları bir kıyıya bırakmak çok daha yararlı olur.
Bir insanın "iki dünyası", "iki ülkesi" olur mu diye sorarlar hep.
Ve de verdikleri kendi yanıtları şöyledir:
"Böyle bir şey olmaz! İnsanın tek bir memleketi olur," derler.
Bu anlayış biçimi kendilerince doğrudur sadece.
Bir de Türkiye dışında doğmuş, büyümüş, aile kurmuş, çocukları olmuş, orada yaşamış ve çalışmış insanlarımızı düşünün, onların ruh dünyasını, kimlik arayışlarını bir düşününün.
Yurt dışında yaşayan, orda kendilerine yeni dünya kurmuş olanlar artık çok uzun zamandır oradadırlar ve o topluma uyum sağlamış durumdadırlar.
Öte yandan kendi "anayurtlarına" da sahip çıkmakta ve bununla da gurur duymaktadırlar.
Yurt dışında yaşayanların durumlarını, duygularını, düşüncelerini anlamağa, öğrenmeğe çalışmak gerekir.
Yurt dışında yaşayan insanların en az oranın yerli halkı kadar bilinçli, çalışkan ve öz verili olması, toplumda geri kalmamak istemesi gerekir.
Bunun en birinci yolu da çocukların okulda çok başarılı olmalarıdır.
Diğer yönden yurt dışında yaşayanların o ülkenin toplumsal yaşamına, sanatsal, kültürel etkenliklerinde katılması, oralarda yer alması gerekir.
Tabii ki bu da mümkünse...
Yine de hem Türkiye’ye hem de Almanya’ya selam olsun.
Sizlere de sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
.      Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 13.09.2024


7 Eylül 2024 Cumartesi

ZİHNİYET FARKI

.  - ZİHNİYET FARKI    .
Zihniyet denildiğinde "insan zihni"nin bir hali, bir tavrı anlaşılır.
Bu durum o bireyin ya da sosyal bir grubun düşüncesini gösterir ve yönetir.
İnsanların olaylar karşısındaki tutumları bir "akıl yürütme" sonucu olur.
İnsanların içgüdüye bağlı olan duruş alışlarının dışındaki her türlü bilinçli tutumunu, açık ya da gizli, dolaylı veya dolaysız "akıl yürütme" etkiler.
Akıl yürütmeler doğal olarak "düşüncenin tutarlılığı" içerisinde oluşur.
Bu tür düşünceye "mantıksal düşünce" de denir.
Aynı mantığı kullandıkları halde insanların herhangi bir konu karşısında "değişik" tutumlar alışları "düşüncelerini yöneten zihniyetlerinin" farklılığından ileri gelir
Kültür terimine ise farklı anlamlar verildiği bilinmektedir.
Kültür bir "toplumu oluşturan" fertlerin "içgüdüsel ve fizyolojik" olmayan, öğrenme ve koşullanma yolu ile bir "kuşaktan diğerine" geçirilen etkinliklerin bütünüdür.
Aslında temelde, insanın "var olan" hakkında "farklı yollarla" elde ettiği bilgilerdir.
Edinilen bilgi insanda "edilgen" olarak kalmaz.
İnsanın edindiği bilgi "var olanlar" karşısında durum alır, "davranış biçimleri" kazanır.
Edindiği bilgiyi çeşitli erekler için çeşitli yollarla dışarıya aktar.
Bu aktarma bilimsel bir yapıt olabilir, felsefî yapıt olabilir, sanat yapıtı olabilir, folklor etkenliği olabilir, dinsel etkenlikler ya da teknik etkenlik olabilir...
Toplumun varlığının devamı ve her türlü gelişmesinin sağlanması için alınan tüm sosyo-ekonomik önlemlerin başarısı, bunların gerekli kıldığı bir "kültür politikası"na bağlıdır.
• Zihniyet farkı, "farklı kültürel" oluşumlara ve "etkilere" sahip olmaktan kaynaklanmaktadır.
• Sadece bir "okul eğitimi" ile elde edilemeyen "kültürel yapı" aslında ailesel ve çevresel etkilerden kaynaklandığı gibi, devletin eğitimde "tekliği" kabul eden mekanizmalarının dışında bir çeşit "paralel eğitim-öğretim" kurumlarında (gizli-saklı dersliklerde vb.) çocukluktan başlayarak alınan bilgi-öğreti ve dünya görüşü ile ilintilidir.
• Çifte kültürlü ve çifte standartlı yetişen bir yetişkin "en yüksek değerdeki" eğitim kurumlarını da bitirmiş olsa bile aldığı diğer "zıt bakış açılı" ve "ters standartlı" kültürel bakış açılarından dolayı çağdaş bir yaklaşıma ve uygar bir görüşe erişememektedir.
• Bu nedenle de "demokratikleşme ve uygarlaşma sürecinde" asıl alınması gereken ölçümler ve değerlendirmeler o yetişkinde "çocukluğundan" bu yana alınmış olması gerekmektedir.
• Kişiliğin oluşumunda ortaya çıkan "kargaşalar" ve "çok standartlılıklar" yetişkin ve "eğitimli" bireyde bile kendisinden beklenilen "düzeyi tutturamamasına" neden olmaktadır.
• Asıl (görünen) eğitiminin ve akademik kariyerlerin kendisine sağladığı "düzeye" çok da "ters düşen" görüşler ve davranışlar belirttiğinde "aranması gereken" o kişinin çocukluğundan bu yana "etkisi altında" kaldığı diğer "paralel kültür" ve de "aldığı dünya" görüşüdür.
• Bu da çoğunlukla çağdaş ve demokratik değerlere "uymamakla" kendisini gösterir.
• Kısaca söylemek gerekir ise kişilerin ellerinde bulunan "diplomaları" ve edindikleri devlet kurumlarındaki "kariyerleri" her zaman bize onun "gerçek yüzünü" göstermeyebilir.
• Örneklerini günlük yaşamda karşılaşılan "haberlerden" edinmek olasıdır.
• "Tevhid- i Tedrisat Yasası" (Öğretim Birliği Yasası) ile tüm ülkede tek bir eğitim- öğretim modelini kabul eden Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki bu yasanın esnetilmesi ile, biraz da "delinmesi" ile ve de "uygulamadan kalkmış" gibi kabul görülmesi ile "çok yönlü" bir eğitim-öğretim modelinin görüldüğü ülke olmuştur.
• Milli eğitim ve devletin tüm ülkede resmi bir birliktelikle TEK modeli uygulaması gereken bir durum olması gerekir.
• Tam tersine çeşitli adlar ve modeller ile hem de çok "farklı zihniyetler" ve ilkeler ile kurslar, "özel okullar", kayıt dışı "mektep-medrese" modelleri her yer sarılmış durumdadır.
• Sadece "dinsel" görünüşlü vakıfların yurtlarında "tedrisat" gören öğrenci sayısı on binlercedir.
• Buralarda uygulanan yöntemler ve uyguladıkları programların içerikleri ise hemen, hemen hiç bir zaman "devlet denetimine" tutulamamaktadır.
• Kendilerini dinci, "sağcı-tutucu" olarak tanımlayan ve bu yönde politika üreten iktidarlar her zaman bu tür paralel yapılanmalara açıkça izin vermiştir.
• Bu tablo sonucunda ise yetişen çocuklar, gençler her hangi bir üniversiteden mezun da olsalar, akademik kariyerleri de olsa böylesine çifte standartlı bir kişilik taşımanın sıkıntılarını ve sağlıksız yapısını tüm yaşamları boyunca gösteriyorlar.
• Ülkenin çağdaş uygarlık yolunda , bilimde ve de teknikçe doğru bir yola girmesi ve ilerlemesi, böylelikle de demokratik bir refah toplumuna erişebilmek için her yönüyle Milli Eğitimin her şeyden önce farklı yapılanmalardan arınması gerekir.
• Öte yandan dijital çağ ile birlikte toplumda çok hızlı ve etkileyici bir "tüketim" toplumu özentisi başlamıştır.
• Her türlü, reklam, tanıtım, müzik, moda, Tv, film… ve benzerleri ile toplumun, bireylerin "algısı" ele geçirilmekte ve hızla onların "zihinleri yönetilmek" istenmektedir.
• Bunun sonucu da yine ayrı ve farklı değerlere, zihniyete sahip kitleler üretmektedir; bu ise kültür ve zihniyet farklılıklarını tetiklemektedir.
• Ne yazık ki toplum bu konularda yeterli bilince ve duyarlığa sahip değildir ve sürekli bir sürü psikolojisi ile hareket etmektedir; bu ise son derece olumsuz ve tehlikeli bir durumdur.
   Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 08.09.2024, MŞ.