30 Temmuz 2024 Salı

PISA Sonuçları, Almanya ve Biz

. PISA Sonuçları, Almanya ve Biz

. Diğer endüstri ülkelerinin hiçbirinde sosyal ve etnik köken, okul başarısı için Almanya’daki kadar belirleyici olmamıştır. Göçmen çocukları için "eğitimde fırsat eşitliği" yok denecek kadar azdır.

.   Gönen ÇIBIKÇI

·        Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma örgütü OECD“nin birçok ülke okullarında eğitimi karşılaştırmalı olarak ölçtüğü PISA araştırmasından çıkan sonuçlar Almanya’yı hep şoka uğrattı durdu.

·        Almanya'da yüz binlerce öğrenciyi kapsayan testler Finlandiya, Avusturalya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerin başarılarına göre hiç de sevindirici çıkmamıştı. Almanya’daki öğrencilerin başarısı, diğer ülkelerdeki benzerlerinin çok gerisinde kalmıştı.

·        Okuma ve okunan metni anlamada Alman öğrenciler 32 ülke arasında ancak 25. sırayı, temel matematik eğitiminde 22. sırayı; doğa bilimlerinde ise 23. sırayı elde edebilmişlerdi.

·        Bu testler bilim adamlarınca değerlendirilmiş ve birçok dilde de yayınlanmıştır.

·        Bunların sonuçlarına göre yapılan tüm değerlendirmeler gerek basında ve gerekse de politik çevrelerde çok büyük yankılar bulmuştur.

·        PISA araştırmalarının ortaya çıkardığı birçok gerçek vardır ve katılan tüm ülkeler bu gerçekleri çok ciddiye almakta ve kendi sistemlerini de gözden geçirmektedirler. Buna göre önlemler almaktadırlar.

·        Bizim için ise en önemli gerçek şudur: Alman okul sistemi sosyal ve ekonomik yönden yardıma gereksinimi olan çocukları ve gençleri iyi eğitmeyi başaramamaktadır. Bu grubun en başında ise Türk çocukları gelmektedir.

·        PISA sonuçlarını değerlendirirken bazı politikacılar ve okul çevreleri bu durumun "sayıca çok olan" Türk çocuklarının yeteri kadar Almanca bilmemelerinden kaynaklandığını savunsalar da, PISA araştırması, Almanya’da doğan ve burada okula giden Türk çocuklarının mahkum edilişini de gözler önüne sermiştir.

·        Türk çocuklarının okullarda yeteri ölçüde başarılı olamamalarının en büyük nedeni ise var olan "haksız ve eleyici okul sisteminin" tam da kendisidir. Bu da tıpkı benzer sosyal ve ekonomik alt konumda olan diğer Alman kökenli çocuklarda olduğu gibidir.

·        Sosyal ve etnik köken diğer endüstri ülkelerinin hiçbirinde, okul başarısı için Almanya’daki kadar belirleyici olmamıştır. Göçmen çocuklarının eğitimde fırsat eşitliği yok denecek kadar azdır.

·        Türk öğrencilerin azımsanmayacak kadar büyük bir bölümü, ya hiç Almanca bilmeden ya da dersleri izleyecek kadar Almanca öğrenemeden ilkokula başlamaktadırlar. Evde verilmesi gereken bilinç ve destek de hep yetersiz kalmaktadır.

·        PISA araştırmalarının sonuçlarına göre bir "anahtar ölçü" elimize geçmektedir. Bu da şudur: Ailenin, anne ve babanın "sosyal, kültürel ve ekonomik" durumu. Yani bu üç alanda anne ve baba ne denli yüksek bir düzeyde ise çocuklarının da okuldaki başarıları ayni düzeyde olmaktadır. Bu üçlemeden ortaya çıkan anahtar sayı bizim gibi genellikle Alman olmayan kesimde ise çok düşüktür ve de sorunlu olarak gözlemlenenler de bu ailelerin çocukları olmaktadır.

·        Çocuklarımızın gittikleri okulların dili Almanca’dır.

·        Almanca’yı iyi bilmeyen, konuşamayan ve yazamayan bir öğrencinin Almanya'da orta dereceli okullardan iyi bir diploma alarak ayrılması ve iyi bir meslek eğitimi yeri bulması ya da "Gymnasium"un üst bölümünü ya da yüksek öğrenim görmesi ise beklenemez.

·        Çocuklarımızın okula başlamadan önce Almanca’yı en iyi şekilde öğrenmelerine yönelik "eğitim kalitesi yüksek" önlemlerin alınmasını istememiz gerekir. Okul öncesi bir kurum olan "Anaokulları" birer eğitim kurumu olarak tanınmalı ve gerekli reformlar da buna göre yapılmalıdır.

·        Okullarda „okul sosyal çalışması“nı gerçekleştirebilecek girişimlere hem ödenek, hem de yasal çerçeve sağlanmalıdır. Tabii ki bu tür önlem ve destekleme çalışmalarında Alman kökenli olmayan öğrencilerin, örneğin Türk çocuklarının, kendi kökenlerinden getirdikleri "öz değerler"i de korunabilmeli ve "var olan değer" olarak ele alınıp, çocuğun başarısı için okul yaşamında yer verilebilmelidir.

·        Kime sorsak hep duyarız: "Türklerin eşit haklara sahip yurttaşlar olarak toplumun her katmanında yer almasını istiyoruz" diye.

·        Bunun için de "çocuklarımızın çok iyi bir Almanca’ya ve eğitime sahip olmalarını istiyoruz" denir. Aslında bu çok güzel gözüken istemin yanı sıra kendi öz diline ve kültürüne de sahip olan çocuklarımızın bu toplumda daha iyi yurttaşlar olacağını bilmemiz gerekir.

·        Kişiliği gelişmiş ve bilinç düzeyi yüksek olan ve öz kültürüyle de donanımlı olan öğrenciler hem çok çabuk Almanca öğrenecektir hem de derslerinde çok başarılı olacaklardır.

·        Bunu daha iyi anlayabilmek için şöyle düşünebiliriz: Türkiye'de yetişmiş birçok öğrenci yıllardır ABD'ne gitmekte ve orada çok kısa zamanda dili kavrayıp, yüksek öğretimini de yapıp yaşama atılabilmektedir.

·        Almanya'da ise durum üzüntü vericidir. Burada doğup, okula gitmiş onbinlerce çocuk başarılı bir eğitim alamadan, tam bir meslek öğrenimi göremeden yaşama atılmışlardır yıllardır. Bu da hem bizim için hem de Alman toplumu için çok büyük bir kayıptır.

·        Genellikle de genç işsizler için sağlanan önlem paketleri, kurslar çok geç kalınmış ve de pek bir işe de yaramayan destek yardımları olup durmuştur. Oralara harcanan paralar çok erken yaşlarda o çocuklarının temeldeki esas sorunlarını çözümlemede harcanmış olsa idi, sonuç çok daha iyi olurdu. 

·        Öğretmen yetişimini sağlayan üniversite ve benzeri tüm yüksek okullarda Almanya’nın günümüzün gerçeklerine daha çok yer verilmelidir. Bir öğretmen aldığı öğretim sırasında göçmenlerin ve onların etnik kültürel durumlarını tanıma olanağı bulmalıdır.

·        Öğretmen yetiştirmede "çok kültürlü bir toplumun" gerektirdiği “kültürler arası eğitim ilkelerine“ çok daha önem verilmelidir. Öğretmenler göçmen çocuklarının kendi öz kültürel varlıkları olduğunu yadsımadan ve hiç de unutmadan davranmalıdır. Hatta tam da bu noktada onların bu kültür varlıklarını kendi sınıfı içindeki derslerinde olumlu olarak kullanabilmelidir.

·        Almanya’daki Türk toplumu elli yıldır buraya yerleşmiş durumdadır. Bu arada Türklerin göçmenlik süreci değişik bir konuma gelmiştir. Bu göçmenlik süreci boyunca Batı Almanya’nın her eyaletinde binlerce okulda Türkçe dersi yapıla gelmiştir.

·        Aslında bu derslere günümüzde çok daha gereklilik vardır. Ama "Türkçe" derslerine bakış açısı gerek Türkler tarafından, gerekse de Alman toplumu tarafından bir değişmeye uğramaktadır.

·        Birçok eyalette, örneğin Bavyera'da Türkçe anadili dersleri artık Alman hükumetince verilmemektedir. Bu yolu diğer eyaletler de izlemektedir.

·        Eskiden Türkleri sadece "konuk" olarak gören düşünce şöyle idi: "Türkler yurtlarına döndüklerine onlara anadilleri gerekli " idi ve bu nedenle de o dönemler Almanya'nın özellikle temel okullarında "Türkçe (anadilini tamamlama) dersi" de isteğe bağlı olarak sunuluyordu.

·        Bu ders çeşitli eksiklikleri ve uğradığı eleştirilerle birlikte yıllarca verildi. Öğretmenlerin maaşları genelde hep Alman hükumetlerince ödendi ve de dersler okulun kendi programları içerisinde yer aldı.

·        Anadili öğretimi, her şeyden önce Alman toplumunun eğitim politikalarında kültürler arası eğitimin bir parçası olarak yönetmelikler ile eş değerlilik kazanmalı idi.

·        Alman "Eğitim Bakanları Ortak Konseyinin" aldığı tavsiye kararı ile de politikacıların, hükumetlerin istekleri yerine gelmeye başladı.

·        Türklere ve onların anadillerine bakış büyük bir değişikliğe uğradı. Türklerin artık buraya yerleşik bir halk olduğunu düşünen Alman hükumetleri anadili derslerine başka türlü bakmaya başladı.

·        Böylece „Madem ki Türkler geriye dönmeyeceklerdir, artık onlara "anadili dersleri" gerekmeyecektir. Onların çok iyi bir Almanca öğrenmeleri tek hedef olmalıdır. Türkçe'ye gerek yoktur!„ diyebilmektedirler. En büyük hata ise bu noktada çocuklarımızın kişilik gelişimlerinde anadili eksikliği ve buna bağlı olan bilinç düzeyi düşüklüğü olmasıdır.

·        Türklerin de büyük bir bölümü ne yazık ki bu konuda Almanlara büyük bir paralellik göstermektedirler.

·        Türkler şöyle düşünebilmektedir: "Biz Türkiye'ye dönmeyeceğimize göre çocuklarımız "Almanya'da" başarılı olmalıdırlar. Onlara artık Türkçe dersleri değil, "yalnızca Almanca" gereklidir. Türkçe neye yarar ki... "

·        Ne yazık ki bazı olumsuz düşünceler uzun bir döneme doğru bakıldığında Türklerin Almanya’ya olumlu uyumunu çok kötü etkileyecektir.

·        Son yıllarda birçok işveren Türkçe okuyan, yazan gençleri yanlarına almakta ve onları çalıştırmaktadır. Avukatlık büroları, hekim muayenehaneleri, eczaneler, iş ve işçi bulma kurumu, hastalık sigortaları, bankalar, bazı belediye daireleri, seyahat acentaları, büyük elektronik mağazaları...

·        Bu kişilerin gördüğünü, Türkçe dilinden yararlanmayı, ne yazık ki, kendi halkımız daha tam kavramış değildir.

·        Türkçe’nin yararını iyice kavrayabilmeli ve dil öğrenimi sadece sözlü olarak olamayacağı için tüm okullarda düzeyli ve yoğun bir Türkçe öğrenimini istemeliyiz.

·        Aslında işte tam da bu noktada bu derslere günümüzde çok daha gereklilik vardır. Bunu isterken de tabii ki çağdaş yöntemlerle ve çok iyi yetişmiş öğretmen kadroları ile ve eşit bir ders konumunda Türkçe'den söz ederek düşünmeliyiz. Ama acaba bunu kaçımız bu boyutta düşünebilmektedir...

·        Türkçe okul yasalarında yer almalıydı! Türkçe haftalık ders çizelgesinin içinde normal bir ders olarak birinci sınıfından itibaren uygulanır olmalı. Alman okul makamlarının denetlemesi altında olmalı. Sınıf geçmeye etkisi de etkisi olan olan bir ders olmalı. Türkçe dersi yarar sağlayacak çağdaş bir dil durumuna erişmelidir.

·        Türkçe dersi Alman makamlarınca atanmış başarılı öğretmenlerce verilmeli. Almanya'da hazırlanmış ders araç ve gereçlerini kullanılmalı. Türkçe öğretmenlerinin yetiştirilmesi için üniversitelerde "Türkçe Öğretmenliği Bölümü" açılmalı.

·        Türkçe derslerin gerçekleştirilebilmesi için de yeterli düzeyde öğretmen kadroları açılmış olmalı. Öğretmen yetiştiriminde ve öğretmen seçiminde, onların yerleştirilmesinde temel ilke Almanya'da geçerli kurallar ve istemler olmalı.

·        Okullarıdaki var olan "Türkçe" dersi öğretmenleri, çocukların "çok kültürlü yaşam" koşulları ve kültürel özellikleri göz önünde bulundurularak hizmet içi eğitiminden geçirilmelidir.  

·        Anne ve babalar ileriki sınıflarda çocukları için 1. yabancı dil olarak İngilizceyi seçmeleri ve gereken desteği göstermeleri halinde, anadili Türkçe’yi de öğrenerek en az üç dilli gelişmeleri sağlanmış olacaktır.

·        Anne ve babalar çocuklarının geleceğinin daha iyi olacağını düşünerek Türkçe dersini istemeli. Türkçe dersi bu derse katılan öğrencilere genel ve mesleksel öğrenimlerinde bir yarar görecek biçimde olmalı.

·        Tüm kültür varlıklarına çok  büyük önemlerin verildiği günümüzde, Almanya'da okullarda Türkçe dersinin olmaması üzüntü vericidir.

·        Dil öğesinin yetersizliğine bağlı olarak diğer tüm kültürel ve etnik varlıklar da almaları gereken yeri alamayacaklardır. Bunu Türk müziği, Türk yazını, Türk folkloru, İslam dini... için de düşünmeliyiz. O dili kullanamayınca da o dille üretilebilinecek olan bilimsel verilere de erişilememekteyiz. Okuma ve yazmaya da dayanan dilin olmaması durumunda çok büyük bir öz kültürsel boşluk dolacaktır ki bu boşluğu başka türlü doldurabilmek çok zordur.

·        Çünkü bir dil yalnızca " ailede konuşulan dil " olarak ele alınamaz. Onun ile bir kültür dünyasına girilir. Eğer o dil yoksa o kültür dünyası da yoktur. Türkçe dilli halkın kendi öz dilini yaşatması ise bir "insanlık hakkı" olarak algılanmalıdır. Bu da ancak okuma, yazma, konuşma ve o dile bağlı kültürel mirasa ulaşabilmekle sağlanır. Bir düzenlilik ve bir devamlılık gerektirir. Bu da bir eğitim-öğretim işidir.

·        "Dil" bir amaç değil bir araçtır. Yani okullarda "Türkçe dersi olsun" derken bunu bir amaç olarak değil, çocuklarımızın kişiliklerine olumlu etkiler yapacak, onların daha bilinçli ve donanımlı insanlar olacak biçimde yetişmeleri için gereken bir önemli "araç" olduğunu düşünmeliyiz.

·        Türkiye ile Avrupa arasındaki ekonomik ve politik ilişkilerin hızlı gelişmesi ve yatırımların artması sonucu, Türkiye'de yatırım yapmak isteyen büyük işverenlerin sayısı hızla artmaktadır.

·        Almanya'dan Türkiye'ye yapılan her yatırım, açılan her iş yeri, büyük ya da küçük fabrikalar... bunların hepsinde kesinlikle Almanya'dan, özellikle Türkçe'yi iyi bildikleri için seçilen mesleklerinin uzmanları  bulunmaktadır.

·        Son birkaç yıldır ise Türkiye'ye geri dönüş gözlemlenmektedir. Bu nedenle de çocuklarımızın Türkiye okullarında okuyabilmeleri için gerekecek Türkçe alt yapıları olmalıdır.

·        Devletin ve belediyelerin eğitime daha fazla kaynak ayırmaları beklenmelidir. Anaokullarındaki çocukların okul için daha iyi hazırlanmaları sağlanmalıdır. Eğitimin alt basamaklarından başlayarak daha çok destekleme çalışmaları yapılmalıdır.

·        Bunun yanı sıra da özellikle ilkokulun başlarında öğrenme güçlüğü çeken çocuklara yönelik çalışmaları yapılmalıdır. Derslerinde zayıf olan çocukların desteklenmesi sağlanmalıdır. Özellikle de sosyal ve ekonomik durumu düşük olan ailelerin çocuklarının okuldaki başarılarını arttırıcı projelere yer verilmelidir.

·        Okul sisteminin temelden değiştirilmesi, haksızlık ve eleyicilik yönlerinin en aza indirgenmesi çok gereklidir.

·        Anne ve babaların okula daha iyi uyumunu ve katkılarını sağlayıcı önlemler alınmalıdır.

·        Anne babanın çalışmak zorunda olmaları, ya da anne babanın kendi öğrenim yetersizliklerinden dolayı çocuklarına yardımcı olamamaları durumunda “yarım günlük” okul bu gibi velilerin gereksinimlerine yanıt  verememektedir. "Tam gün okul" uygulaması çok daha yararlı olacaktır. Bu da zaten son yıllarda birçok yörede, kentte uygulanmaya başlamıştır.

·        Sadece inanılmaz olan ise şudur: Tam gün okulun olabilmesi için ilk yola çıkıldığında bakış açısı olan "sosyal ve ekonomik durumu gereği okulda başarılı olamayan çocukların sorunlarına çözümler getirmek" olan hedefe uygulamada ulaşılamamaktadır.

·        Çocuklarını bu sınıflara kayıt ettirmeleri gereken aileler aylık masraflardan ve yemek sorunlarından dolayı bu işten kaçınmaktadırlar. O zaman da bu kesimin katılımı aza inmektedir. Yani yardıma gereksinen birçok göçmen çocuğu, Türk çocuğu günlerini dışarıda geçirmekte ve almaları gereken acil yardımlara erişememektedir.

·        Anadili ile insan kimlik ve bilinç kazanır, yaşamına yön verir!

·        Kişiliği ve toplumsal sorumluluk duygusu güçlü, Türkçe ve Almanca konuşan kuşaklar Almanya'nın barışına ve iç huzuruna katkıda bulunur.

·        Okulda anadili dersi alan çocuklar kendi ailesi ve akrabaları ile çok daha iyi bir iletişim kuracaktır. Daha sevecen ve birbirini daha iyi anlayan bir aile ortamında yetişen bu çocuklar sınıflarında daha başarılı olacaklardır.

·        Ailesinin donanımı ve sevgisi çocukların gelişimine olumlu katkıda bulunacaktır. Onların suça itilme oranları diğerlerinden daha az olacaktır. Tüm bu olgu da hem çocuk için, hem ailesi, hem de tüm toplum için bir kazanım olacaktır.

·        En korkunç olanı ise Türkçe konuşan ailelerin çocuklarının her iki dile de egemen olamayan "yarım dilli" kuşaklar olarak yetişmeleridir. O çocukların meslek eğitimleri de, yüksek tahsil olanakları da baştan kesilmiş olacaktır.

·        Her "iki dilde temel eğitim" hedef alınmalı ve geleceğin Alman okul sistemi buna göre yapılanmalıdır. Anadili eğitimi kişinin içinde yaşadığı toplum için gereklidir. Böylelikle daha sağlıklı bir uyum ve birlikte yaşama sağlanabilir. Toplumsallaşmaya en büyük katkı "dile bağlı olarak" aile ve özel yaşam ilişkilerinden gelir.

·        Çocuklarımızın Türkçe'yi bir ders olarak almadan büyümeleri aileleri ile onların arasında büyük bir kültür boşluğu doğuracaktır. Dilimize sağlaması gereken kültürel varlıkları alamayan çocuklar ve zamanla da onların çocukları sadece günlük konuşma dilinde kalıp, Alman toplumunda yer alacaklardır. Bunun ileri boyutları ise göçmenlerin Almanya'ya uyum sağlamış olduğunu değil, tam tersine bir asimilasyona uğramış olduklarını gösterecektir.

·        Aile içinde "Türkçe konuşulmasın" demek ise hem olanaksızdır, hem de yaşamın gerçeklerine terstir. Aile içinde "Türkçe konuşulmasın" demek yaşamın gerçeklerine de terstir.

·        Almanca'yı hem okulda hem de iş yaşamında kullanacak olan Türklerin özel yaşamlarında ise anadilleri Türkçe'den arındırılmaları olası değildir. Bunu düşünmek bile gerçek dışıdır.

·        Türk ailelerin büyük bir çoğunluğu çocuklarının hep "yüksek tahsil" yapmalarını ister. Onların okuyup birer doktor ya da avukat falan olmalarını isterler. Çocuklarının okulda başarılı olduklarına diğer ailelerden daha çok ve çabuk inanırlar.

·        Çocuklarının bir kariyer yapmasına yönelik istemleri diğer ortalama Alman ailelerinden çok daha yüksektir. Buna rağmen araştırmalar göstermiştir ki çocuklarımızın okulu bitirmeleri ya ortalama bir başarı ile ya da çok daha düşük düzeyde kalmaktadır.    

·        Ama Alman eğitim sistemi ile ilgili bilgi düzeyleri ve sistem içerisinde nasıl bir uğraşı verilmesi konusundaki yetersizlikleri nedeni ile de çoğunlukla çocuklarının okul içindeki başarılarını abartılı olarak yorumlarlar. Bir de Alman eğitim sisteminden çok yüksek beklenti içindedirler

·        Türk anne ve babalarına Alman eğitim sistemini çok daha yakından ve onların anlayacağı biçimde tanıtımların ve bilgilendirmelerin yapılması acil olarak gereklidir.

·        Anne ve babaların sonradan ümitlerinin kırılıp üzüntüye kapılmamaları için çocuklarını da iyi tanımaları ve onlarla daha gerçekçi bir yola yönlendirmeleri gerekir.

·        Bu konuda 2010 yılında Bamber Üniversitesinde yapılan araştırma göstermiştir ki birçok anne ve baba okuldaki yaşamdan ve etkenliklerden pek de haberdar değildir. Çocuklarının desteklenmesini sadece öğretmenlerin eline bırakmışlardır.

·        Anne ve babanın birçoğu da kendi deneyimleri yeterli olmadığından çocuklarının okuldaki başarılarını çok sınırlı olarak değerlendirebilmektedirler. Anne ve babalarımızın çok büyük bir çoğunluğu okuldaki veli toplantılarına ve konuşma saatlerine katılmamaktadır.

·        En son PISA-Test sonuçlarına göre Türk göçmen çocuklarının ortalama okumalarında "iki okul yılı" kadar bir gerilik saptanmıştır.

·        Türk anne ve babalar eğitim ve öğretim sorunlarının çözümüne yeterli ölçüde destek vermelidirler. Okul yaşamına ve eğitim politikalarına etki yapabilecek yönde örgütlenmeleri çok yararlı olacaktır. Çocuklarının başarılı olabilmeleri için ev ödevi yardımı olanaklarını araştırmalılar ve oluşmalarına katkıda bulunmalılar.

·        Eğitimin, geniş anlamıyla, en önemli bir yatırım olduğuna inanmaları gerekir. Bunun için de çok erken dönemde önlemler almalıdırlar.

·        Okuldan gelen uyarılara çok çabuk ve büyük bir duyarlılıkla yanıt vermeliler ve de gereken önlemleri hemen alabilmelidir.

·        Yıllarca görmemezlikten gelinen sorunlar ve çözümsüzlükler sonunda artık hiç düzeltilemez bir hale gelmektedir. Büyük üzüntüler ve düş kırıklıkları yaşayan birçok aile bunun çok acı olduğunu ve boşa geçen yıllara "ah vah" ettiklerini hep dile getirmişlerdir.

·        Aşırı uçlara ve suça itilmeye karşı en güçlü önlem bu çocukların kendi öz dilleri ve kültürleriyle de desteklenmiş bir çağdaş eğitimi alabilmelerinden gelir. Bunun yanı sıra da tabii ki bilinçli ve donanımlı anne ve babalar olarak kendimizi güçlendirmeliyiz.

·        Bizim dile bağlı olarak edineceğimiz en büyük zenginlikler kendi öz kültür miraslarımız, örf, adet ve geleneklerimizdir aslında. Ama bence en önemli kazanacağımız varlık ise bizlerin birer birey olarak elde edeceğimiz "bilinç"dir. Bir insanı yaşamı boyunca yönlendiren içinde bulunduğu kimlik ve benliğinde taşıdığı bilincidir.

·        Çocuklarımızın kişiliklerinin, kimlik ve bilinçlerinin oluşmasında ve gelişmesinde en temel etken ise onun kendi ev dili, anadili ve öz kültürle olan bağlarıdır. Bunu eksikliği ve de yetersizliği ise büyük bir boşluk oluşturmaktadır.

·        Bu nedenle de "bizim çocuklarımız" dediğimiz kuşakların okulda ve yaşamda edinmeleri gereken istemler ve bu uğurda verecekleri çaba ve gayretler hep çok yetersiz kalmaktadır.

·        İşte bu düşüncelerin daha iyi belirleneceği somut verileri PISA araştırmalarının sonuçlarından, onlarla ilgili yorumlardan ve basındaki haberlerden, grafiklerden elde edinebiliriz. Sadece internete girip arama motorlarında yapılacak kısa bir araştırma bile bizleri bilgilendirecektir.

·        Göçmen çocuklarının çağdaş, demokrat, laik bir eğitim alabilmeleri için harcanacak her Euro, geleceğe yapılan ve misli misli geri gelecek olan bir yatırımdır.

·        Her anne ve baba kendi çocuğu için en iyi eğitimin yollarını aramalıdır.

·        Bunun yanı sıra en önemli şeyin çocuklarımızın akıl ve beden sağlıkları yerinde, toplumun iyi değerlerine sahip çıkabilen, kişilikli ve bilinçli, öz değerleri yüksek birer insan olarak yetişebilmelerini sağlamak olduğunu çok iyi bilmeliyiz. Eğer bunu gerçekleştirebilir isek çocuklarımız okulda ve toplumda en doğru yolu bulacaklardır.

·        PISA araştırmalarının değerlendirmelerinde öğrencilerin aileleri, anne ve babaları da göz önüne alınmıştır. Elde edilen bilimsel veriler şunu göstermiştir: Bir ailede anne ve babanın okur yazarlığı, evde bulunan kitaplıkları, edinilen meslekler, eğitim düzeyleri... çocukların başarısını kesin etkileyen veriler olarak görülmüştür.

·        Bize düşeni kısaca söylemek gerekir ise şudur: Anne ve baba olarak kendimizi de çok iyi yetiştirmeliyiz ki çocuklarımızı da çok daha iyi yönlendirebilelim.

·        Gelecek yılların PISA araştırmalarında Türk çocuklarının daha iyi yerlerde olduğunu görmek istiyorsak, kendimiz bugünden daha bilinçli ve de uğraş verici olabilmeliyiz.

·        Gönen ÇIBIKCI - Öğretmen. 26 Şubat 2011 Cuma, saat 10.00.


28 Temmuz 2024 Pazar

EĞİTİMDE BİRLİK ve MİLLİLİK

 EĞİTİMDE BİRLİK ve MİLLİLİK

Devletlerin eğitim ve öğretim politikaları, güttükleri hedefler ve amaçları her zaman en önemli ve de temel bir bakış açısını sergiler.

"Eğitim, sağlık, adalet ve güvenlik" bir ülke için en temel, en vazgeçilmez hizmetlerdir.

Bu hizmetlerden herhangi birisinin yokluğunu düşünmeyi; eksik yapılmasını, yanlış icra edilmesini veya herhangi bir sebeple aksamasını asla aklımızdan bile geçiremeyiz. 

Anayasanın verdiği çerçeveye uygun olarak o devlet halkıyla, çocuklarıyla, elindeki olanaklara göre "nasıl bir gelecek" istemektedir ve bunun için de "nasıl bir öğretim" seçmelidir?

Çok açık ve belirleyici olarak "Milli Eğitim Temel Kanunu'nda tüm bunlar yer almıştır.

İktidara gelen hükümetlerin ise zaman, zaman kendi parti politikalarına uygun olarak davranıp, yasaları delmek, değiştirmek istemelerini gördük.

Ülkenin temel demokratik yapısını olumsuz olarak değiştirmek ise hem tehlikelidir hem de büyük kargaşalar yaratır.

Türkiye bunları yaşamaktadır.

Tüm ülke genelinde her türlü yaygın, örgün ve genel eğitim için bir uygulanabilir ve de "milli" bir yolun, modelin seçilmiş ve uygulanır olması gerekir.

“Milli" kavramı "ulus olmanın" getirdiği ortak değerleri, ülkenin milletiyle, yurduyla tüm olarak ortak çıkarlarını korumak olarak kavranmalıdır.

Ülkenin her bir okulunda eğitim ve öğretim için kullanılacak yöntemler, ders programları, içerikler tümüyle "ülkenin ve milletin temel ortak çıkarları" ve "kalkınmasına yönelik" olmak zorundadır.

Ülke genelinde "eğitim ve öğretimin düzeyi, kalitesi", çağdaş uygarlık hedeflerine ulaşmadaki katkıları son derece önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu ülke genelinde bu alanda belirleyici ve yetkili olan hukuksal yapıyı gösterir.

Eğer "eğitim-öğretimde birlik" ve "ortak amaçlar", "hedefler" sağlanmaz ise, çok farklı modeller ve içerikler uygulanmaya başlanılırsa "ortak bir şans eşitliği" ve gelecek sağlanamaz.

Tüm eğitim sistemini en baştan ve yeniden gözden geçirilmesi, ulusal, çağdaş, demokratik, eşitlikçi bir çizgide donatılması en acil istemlerden olmalıdır.

"Milli Eğitim"in temel ilkeleri ve buna uygun düzenlenmiş yasanın gelişmiş, çağdaş uygarlık düzeyine yönelik oluşturulması geleceğimiz için çok önemlidir.

İlköğretim ve orta öğretimdeki okulların tüm ülke düzeyinde eş değerde, eş donanımda ve üretime yönelik, bireysel gelişimi önemseyen bir anlayışla oluşturulması gereklidir.

Eğer bu koşullar sağlanırsa, ki sağlanmalıdır, ayrıca tüm yurtta genel bir yüksek öğretim sınavlarına hiç gerek kalmaz.

Ortaöğretimin yüksek öğretime veya hem mesleğe hem de yüksek öğretime hazırlayan programlarını bitiren öğrencilere, yetiştirildikleri yönde, üniversitelere, akademilere ve yüksek okullara girmek için "aday olma hakkı" tanınmalıdır.

Orta öğretimini gördüğü okuldan aldığı "lise bitirme not ortalaması" ile yüksek öğretim için üniversitenin ilgili bölümüne başvuruda bulunabilir.

Milyonlarca öğrenci "hiçbir eşitliği olmayan" ortaöğretim okullarında öğretim görüp sonra da yüksek öğretim için topluca sınavlara girmektedir ki bu son derece ağır yükler getiren bir düzenlemedir ve asla da eşitlik temel ilkesine uymamaktadır.

Yüksek öğretimde, üniversiteler, yüksek okullar ve akademiler lise bitirme not ortalaması ile kendilerine başvuran öğrencilerin isteklerini değerlendirip kabul etmelidir.

Üniversiteler bilimsel araştırma, çalışma ve öğrenim göre yerleri olduğu için "özerk" olmalıdır.

Tüm bunların yanı sıra ülke genelinde paralı-özel okul paralel yapılanmasına son verilmelidir.

Devletin kendine ait, devlete bağlı eğitim ve öğretim kurumları, çağdaş donanımlı, eşit değerlere sahip okulları olmalıdır.

Eğitim ve öğretimde eşitlik temel ilkesine ve yasasına kesinlikle uyulmalıdır.

Dinsel yapılanmaların düzenlediği açık ya da gizli her türlü eğitim ve öğretim veren kurslar, okullar yasaklanmalıdır.

"Sosyal-pedagojik özel eğitim" alması gereken öğrenciler için de "ilkokul ve ortaöğretim" düzeyinde "kendi amaç ve hedeflerine" yönelik devlet "özel pedagojik eğitim ve destekleme okulları" kurulmalıdır. (1*)

Ülke genelinde kırsal alanlarda "yatılı bölge okulları", kentlerde "devlet yatılı ortaöğretim okulları" tüm donanımlarıyla kurulmalı ve yine "eşitlik ilkesi" gereği dar gelirli ailelerin çocuklarına pozitif ayrıcalık sağlanmalıdır.

Ortaöğretimde çeşitli hedef ve amaçları olan "meslek okulları", kendilerine uygun donanımlarıyla kurulmalıdır.

Ortaöğretimde çeşitli dallarda açılacak okullar ile yüksek öğretimde "mesleğe yönelik" alt yapısı olan "meslek, teknik okulları" sağlanılabilir.

Temel eğitim ve orta öğretim seviyesinde "güzel sanatlar alanlarında" özel eğilim ve yetenekleri beliren çocukları küçük yaşlardan başlayıp, yetiştirmek üzere "ayrı okullar" açılabilir veya ayrı yetiştirme önlemleri alınmalıdır.

Öğretmenlik, devletin eğitim, öğretim ve bununla ilgili yönetim görevlerini üzerine alan özel bir "uzmanlık" mesleğidir.

Öğretmenler bu görevlerini "Türk Millî Eğitimi"nin amaçlarına ve "temel ilkelerine uygun" olarak yerine getirmekle yükümlüdürler.

Öğretmenlik mesleğine hazırlık "genel kültür, özel alan eğitimi ve pedagojik formasyon" ile sağlanır.

Öğretmen yetiştirme ve seçme için yüksek öğretimde kendine uygun dalları ve doğru donanımları olan "öğretmen yüksek okulu" açılmalıdır.

Öğretmenlerin yetiştirilmesi, eğitim ve öğretimleri, donanımları milli eğitim bakanlığının katkısı ile ve üniversite düzeyindeki "öğretmenlik" bölümünün iş birliği ile sağlanmalıdır.

Ülke genelinde gerekli olan "öğretmenlik kadroları" için günün koşullarına uygun, çağdaş "seçme ve yerleştirme" yöntemleri bulunmalıdır.

Okulların düzeyine göre, öğretmenleri işe yönelik yerleştirilmesi ve dağıtımı adil ve eşitlik ilkesi çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.

Her düzeyde öğretmenin alması gereken aylık "memur aylığı" olmalıdır ve günün yaşam koşulları içinde hiçbir zaman "orta düzeyin altına" inmemelidir.

Öğretmenlerin "hizmet içi meslek eğitimleri" bölgesel ya da genel kurslar olarak, ilgili konuya göre düzenli olarak sağlanmalıdır.

Sözleşmeli olarak öğretmen seçimi ve yerleştirilmesi ise ancak "kısa bir zaman" dilimi için ve de hukuksal çerçevelerde yapılmalıdır.

Ülkenin kalkınmasında öncelik ve ivedilik sağlayacak alanlarda ortaöğretim ve yüksek öğretimde "uygulama alanları", seminer ve iş içinde öğrenme ve üretme dönemleri hazırlanmalıdır.

"Yabancı dil ile" verilen öğretime ve bu konudaki özentilere son verilmelidir.

Tüm ortaöğretimde ağırlıklı olarak "yabancı dil" dersleri çağdaş öğretme yöntemleriyle verilmelidir.

Tüm öğretim kurumlarında anadili "Türkçe" bilinçli olarak, yüksek düzeyde çağdaş yöntemlerle yeteri sayıda ders olarak verilmelidir.

İlkokul öncesi öğretimi için belediyelerin de desteği ile kendi başına ya da ilkokulların bünyesinde üç yıllık okul öncesi eğitim-öğretim kurumu, anaokulu kurulmalı ve yurt geneline yayılmalıdır.

Okulların tümünde derslerin daha çok "uygulamalı" ve "öğrencinin kavramasına" yönelik verilmelidir.

Ezbere dayalı, kolaycı ve amaç ve sonuçları çok tartışmalı olan "test biçimindeki sınavlar" kaldırılmalıdır.

Eğitimin ana ilkelerinden olan "iş eğitimi" her yerde ve düzeyde uygulanmalıdır.

İlkokulun 4. sınıfından başlayıp ortaöğretimde "spor, müzik, resim, el işleri, ev ekonomisi" derslerine yer verilmelidir; bu dersler için işlik, salon ve uygulama alanları düzenlenmelidir.

Trafik eğitimi her bir ilçede polis, belediye ve okullar iş birliği içerisinde ilkokul 3. sınıftan başlayıp özel "trafik öğrenme alanlarında" uygulanmalıdır.

Okullara rehberlik ve danışma hizmeti verebilecek merkezi bir sistem sağlanmalıdır.

Öğretmene, öğrenciye ve veliye hizmet verecek mobil uygulamalı danışma ve rehberlik ilçe milli eğitim müdürlüklerine bağlı olarak çalışmalıdır.

İlkokulda ev ödevi verilmemelidir.

Ortaöğretim, çeşitli programlar uygulayan liselerden oluşur.

Belli bir programa ağırlık veren okullara "lise, teknik lise ve tarım meslek lisesi" gibi eğitim dallarını belirleyen adlar verilir.

Öğretmen yetiştirme amaçlı olarak hazırlanan ve çalışan bir üniversite olan "öğretmenlik yüksek okulu"na hazırlık olması ve bu alanın çok daha donanımlı ve geliştirici olması için ortaöğretimde "öğretmen meslek liseleri" kurulmalıdır.

Bu okullar ülkenin en uygun yerleri seçilerek "devlet yatılı öğretmen lisesi" Orta öğretimde okullar gün içerisinde "tek öğretim" vermelidir; derslerin dağılımı gün içerisine uygun zamanlı sağlanmalıdır.

Okulların dağılımı, yapılanması kent içi planlamasında en uygun ve rahat bir biçimde, öğrencinin kendisinin gidip-geleceği yerlerde yapılmalıdır.

Her çocuğun ilke olarak kendi evine en yakın okula gitmesi sağlanmalıdır.

Sosyal-ekonomik toplumsal eşitsizlikler göz önünde tutulmalı ve bu nedenle de okulların "eşit yapılar ve donanımlarla" her mahalleye, bölgeye eş değerli olarak dağılımı sağlanmalıdır.

Okula devam zorunluluğu her öğrenci için eşit olarak 6. yaşını bitirdiği dönemden başlamalıdır, ortaöğretimin sonuna değin sürmelidir.

Temel eğitim genel olarak 7 -14 yaşlarındaki çocukların eğitimini kapsar.

Temel eğitimin amaç ve görevleri, millî eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak  birlikte planlanmalı ve kurulmalıdır.

Her Türk çocuğuna iyi bir yurttaş olmak için gerekli "temel bilgi, bedensel ve ruhsal beceri, davranış ve alışkanlıkları" kazandırmak; onu "milli ahlâk" anlayışına uygun olarak yetiştirmek;

Her Türk çocuğunu "ilgi, eğilim ve yetenekleri" yönünden yetiştirerek "yaşama ve üst öğrenime" hazırlamaktır.

1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu tüm ülke genelinde uygulanmak üzere incelenmeli ve uygulanmalıdır. (2*)

I-Genel amaçlar: MADDE-2: 

Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri: I-Genellik ve eşitlik: 1-17 Madde ile her düzeyde ve alanda ciddiye alınmalı ve uygulanmalıdır.

Temel eğitim kuramlarının birinci ve ikinci kademeleri, bağımsız okullar halinde kurulabileceği gibi, imkân ve şartlara göre, birlikte de kurulabilir. (2*)

Temel öğretim her iki kademesinde de tüm öğrenciler ve veliler için ücretsiz olmalıdır.

Okullarda öğrenciler için beslenme yardımları ve olanakları sunulmalıdır.

Yaygın eğitim olarak belediyeler ve örgün eğretim kurumları ile iş birliği sağlandığında "yetişkinler için öğretim" kursları, uzaktan öğretim olanakları sağlanmalıdır.

Halk eğitim merkezleri boş zaman değerlendirmesi ile el işlerine, meslek ve sanat öğretimine yönelik uzun ve kısa süreli kurslar açmalıdır.

Ülke genelinde her alanda "genel, mesleki ve teknik yaygın eğitim alanında görev alan okulların çalışmaları arasındaki iletişim ve iş birliği Millî Eğitim Bakanlığınca sağlanır.

Milli eğitim alanında eğitimde, "öğretimde birlik, teklik" ilkesine uymak gerekir.

Bu alanın dışında "kişilerin özel olarak kendilerini eğitmelerine, yetiştirmelerine yönelik "gönüllü" olarak seçtikleri ve katılabilecekleri ücretli ya da ücretsiz kurslar açılabilir; bunların açılma izinleri ve denetimleri Milli Eğitim Bakanlığı'nin yetki ve sorumluluğu altında olmalıdır.

Önemli olan son dönemlerin en zor koşulları altında bulunan ülkemizin ana konularından biri olan Milli Eğitim ve öğretim için akılcı ve bilimden yana, geleceğe yönelik olmak üzere çağdaş uygarlık hedeflerine uygun düşüncelerin, fikirlerin üretilmesidir.

İyi, doğru ve güzel amaç ve hedeflerin, ilkelerin uygulamaya geçirilmesi de ancak bilinçli ve kültürel düzeyi yüksek, yurtsever, çağcıl yurttaşlarla gerçekleşebilir.

İçinde bulunduğumuz zaman diliminde gördüğümüz kötü örnekler, geriye giden siyasal-kültürel çöküş yaşayan ülkeler, çağdaş demokratik rejimlerin yok edilmesi ve zorbalıklarla yönetilenler… bizi bu konuda çok uyarmalıdır.

Bunların sağlanabilmesi için de her aklı başında, sağ duyulu, vicdanlı ve güzel ahlaklı bireylerin hem kendilerini yetiştirmeleri, geliştirmeleri, hem de çevresini aydınlatmaları gerekir.

Kısa bir çalışma olarak hazırladığım bu düşünce ve fikirler benim "kişisel" olarak sunmak istediğim yöndedir; bu konu üzerine çok kişinin, kurumun da çalışmalar yapmış olacağına, yapacağına inanıyorum.

.     Öğretmen Gönen ÇIBIKCI, 28.07.2024

(1*) Als "Förderschule" bezeichnet man eine allgemeinbildende Schule für Schüler*innen die auf Dauer oder für einen längeren Zeitraum einer sozialpädagogischen Förderung bedürfen. (Sonderschule)
(2*) Millî Eğitim Temel Kanunu
https://www.lexpera.com.tr/resmi-gazete/metin/milli-egitim-temel-kanunu-14574-1739