. PISA Sonuçları, Almanya ve Biz
. Diğer endüstri ülkelerinin hiçbirinde
sosyal ve etnik köken, okul başarısı için Almanya’daki kadar belirleyici
olmamıştır. Göçmen çocukları için "eğitimde fırsat eşitliği" yok denecek
kadar azdır.
. Gönen ÇIBIKÇI
·
Ekonomik
İşbirliği ve Kalkınma örgütü OECD“nin birçok ülke okullarında eğitimi
karşılaştırmalı olarak ölçtüğü PISA araştırmasından çıkan sonuçlar Almanya’yı
hep şoka uğrattı durdu.
·
Almanya'da
yüz binlerce öğrenciyi kapsayan testler Finlandiya, Avusturalya ve Yeni Zelanda
gibi ülkelerin başarılarına göre hiç de sevindirici çıkmamıştı. Almanya’daki
öğrencilerin başarısı, diğer ülkelerdeki benzerlerinin çok gerisinde kalmıştı.
·
Okuma ve
okunan metni anlamada Alman öğrenciler 32 ülke arasında ancak 25. sırayı, temel
matematik eğitiminde 22. sırayı; doğa bilimlerinde ise 23. sırayı elde
edebilmişlerdi.
·
Bu testler
bilim adamlarınca değerlendirilmiş ve birçok dilde de yayınlanmıştır.
·
Bunların
sonuçlarına göre yapılan tüm değerlendirmeler gerek basında ve gerekse de
politik çevrelerde çok büyük yankılar bulmuştur.
·
PISA
araştırmalarının ortaya çıkardığı birçok gerçek vardır ve katılan tüm ülkeler
bu gerçekleri çok ciddiye almakta ve kendi sistemlerini de gözden
geçirmektedirler. Buna göre önlemler almaktadırlar.
·
Bizim için
ise en önemli gerçek şudur: Alman okul sistemi sosyal ve ekonomik yönden
yardıma gereksinimi olan çocukları ve gençleri iyi eğitmeyi başaramamaktadır.
Bu grubun en başında ise Türk çocukları gelmektedir.
·
PISA
sonuçlarını değerlendirirken bazı politikacılar ve okul çevreleri bu durumun
"sayıca çok olan" Türk çocuklarının yeteri kadar Almanca
bilmemelerinden kaynaklandığını savunsalar da, PISA araştırması, Almanya’da
doğan ve burada okula giden Türk çocuklarının mahkum edilişini de gözler önüne
sermiştir.
·
Türk
çocuklarının okullarda yeteri ölçüde başarılı olamamalarının en büyük nedeni
ise var olan "haksız ve eleyici okul sisteminin" tam da kendisidir.
Bu da tıpkı benzer sosyal ve ekonomik alt konumda olan diğer Alman kökenli
çocuklarda olduğu gibidir.
·
Sosyal ve
etnik köken diğer endüstri ülkelerinin hiçbirinde, okul başarısı için
Almanya’daki kadar belirleyici olmamıştır. Göçmen çocuklarının eğitimde fırsat
eşitliği yok denecek kadar azdır.
·
Türk
öğrencilerin azımsanmayacak kadar büyük bir bölümü, ya hiç Almanca bilmeden ya
da dersleri izleyecek kadar Almanca öğrenemeden ilkokula başlamaktadırlar. Evde
verilmesi gereken bilinç ve destek de hep yetersiz kalmaktadır.
· PISA araştırmalarının sonuçlarına göre bir "anahtar ölçü" elimize geçmektedir. Bu da şudur: Ailenin, anne ve babanın "sosyal, kültürel ve ekonomik" durumu. Yani bu üç alanda anne ve baba ne denli yüksek bir düzeyde ise çocuklarının da okuldaki başarıları ayni düzeyde olmaktadır. Bu üçlemeden ortaya çıkan anahtar sayı bizim gibi genellikle Alman olmayan kesimde ise çok düşüktür ve de sorunlu olarak gözlemlenenler de bu ailelerin çocukları olmaktadır.
·
Çocuklarımızın
gittikleri okulların dili Almanca’dır.
·
Almanca’yı
iyi bilmeyen, konuşamayan ve yazamayan bir öğrencinin Almanya'da orta dereceli
okullardan iyi bir diploma alarak ayrılması ve iyi bir meslek eğitimi yeri
bulması ya da "Gymnasium"un üst bölümünü ya da yüksek öğrenim görmesi
ise beklenemez.
·
Çocuklarımızın
okula başlamadan önce Almanca’yı en iyi şekilde öğrenmelerine yönelik
"eğitim kalitesi yüksek" önlemlerin alınmasını istememiz gerekir.
Okul öncesi bir kurum olan "Anaokulları" birer eğitim kurumu olarak
tanınmalı ve gerekli reformlar da buna göre yapılmalıdır.
·
Okullarda
„okul sosyal çalışması“nı gerçekleştirebilecek girişimlere hem ödenek, hem de
yasal çerçeve sağlanmalıdır. Tabii ki bu tür önlem ve destekleme çalışmalarında
Alman kökenli olmayan öğrencilerin, örneğin Türk çocuklarının, kendi
kökenlerinden getirdikleri "öz değerler"i de korunabilmeli ve
"var olan değer" olarak ele alınıp, çocuğun başarısı için okul
yaşamında yer verilebilmelidir.
·
Kime
sorsak hep duyarız: "Türklerin eşit haklara sahip yurttaşlar olarak
toplumun her katmanında yer almasını istiyoruz" diye.
·
Bunun için
de "çocuklarımızın çok iyi bir Almanca’ya ve eğitime sahip olmalarını
istiyoruz" denir. Aslında bu çok güzel gözüken istemin yanı sıra kendi öz
diline ve kültürüne de sahip olan çocuklarımızın bu toplumda daha iyi
yurttaşlar olacağını bilmemiz gerekir.
·
Kişiliği
gelişmiş ve bilinç düzeyi yüksek olan ve öz kültürüyle de donanımlı olan
öğrenciler hem çok çabuk Almanca öğrenecektir hem de derslerinde çok başarılı
olacaklardır.
·
Bunu daha
iyi anlayabilmek için şöyle düşünebiliriz: Türkiye'de yetişmiş birçok öğrenci
yıllardır ABD'ne gitmekte ve orada çok kısa zamanda dili kavrayıp, yüksek
öğretimini de yapıp yaşama atılabilmektedir.
·
Almanya'da
ise durum üzüntü vericidir. Burada doğup, okula gitmiş onbinlerce çocuk
başarılı bir eğitim alamadan, tam bir meslek öğrenimi göremeden yaşama
atılmışlardır yıllardır. Bu da hem bizim için hem de Alman toplumu için çok
büyük bir kayıptır.
·
Genellikle
de genç işsizler için sağlanan önlem paketleri, kurslar çok geç kalınmış ve de
pek bir işe de yaramayan destek yardımları olup durmuştur. Oralara harcanan
paralar çok erken yaşlarda o çocuklarının temeldeki esas sorunlarını
çözümlemede harcanmış olsa idi, sonuç çok daha iyi olurdu.
·
Öğretmen
yetişimini sağlayan üniversite ve benzeri tüm yüksek okullarda Almanya’nın
günümüzün gerçeklerine daha çok yer verilmelidir. Bir öğretmen aldığı öğretim
sırasında göçmenlerin ve onların etnik kültürel durumlarını tanıma olanağı
bulmalıdır.
·
Öğretmen
yetiştirmede "çok kültürlü bir toplumun" gerektirdiği “kültürler
arası eğitim ilkelerine“ çok daha önem verilmelidir. Öğretmenler göçmen
çocuklarının kendi öz kültürel varlıkları olduğunu yadsımadan ve hiç de
unutmadan davranmalıdır. Hatta tam da bu noktada onların bu kültür varlıklarını
kendi sınıfı içindeki derslerinde olumlu olarak kullanabilmelidir.
·
Almanya’daki
Türk toplumu elli yıldır buraya yerleşmiş durumdadır. Bu arada Türklerin
göçmenlik süreci değişik bir konuma gelmiştir. Bu göçmenlik süreci boyunca Batı
Almanya’nın her eyaletinde binlerce okulda Türkçe dersi yapıla gelmiştir.
·
Aslında bu
derslere günümüzde çok daha gereklilik vardır. Ama "Türkçe" derslerine
bakış açısı gerek Türkler tarafından, gerekse de Alman toplumu tarafından bir
değişmeye uğramaktadır.
·
Birçok
eyalette, örneğin Bavyera'da Türkçe anadili dersleri artık Alman hükumetince
verilmemektedir. Bu yolu diğer eyaletler de izlemektedir.
·
Eskiden
Türkleri sadece "konuk" olarak gören düşünce şöyle idi: "Türkler
yurtlarına döndüklerine onlara anadilleri gerekli " idi ve bu nedenle de o
dönemler Almanya'nın özellikle temel okullarında "Türkçe (anadilini
tamamlama) dersi" de isteğe bağlı olarak sunuluyordu.
·
Bu ders
çeşitli eksiklikleri ve uğradığı eleştirilerle birlikte yıllarca verildi.
Öğretmenlerin maaşları genelde hep Alman hükumetlerince ödendi ve de dersler
okulun kendi programları içerisinde yer aldı.
·
Anadili
öğretimi, her şeyden önce Alman toplumunun eğitim politikalarında kültürler
arası eğitimin bir parçası olarak yönetmelikler ile eş değerlilik kazanmalı
idi.
·
Alman
"Eğitim Bakanları Ortak Konseyinin" aldığı tavsiye kararı ile de
politikacıların, hükumetlerin istekleri yerine gelmeye başladı.
·
Türklere
ve onların anadillerine bakış büyük bir değişikliğe uğradı. Türklerin artık
buraya yerleşik bir halk olduğunu düşünen Alman hükumetleri anadili derslerine
başka türlü bakmaya başladı.
·
Böylece
„Madem ki Türkler geriye dönmeyeceklerdir, artık onlara "anadili
dersleri" gerekmeyecektir. Onların çok iyi bir Almanca öğrenmeleri tek
hedef olmalıdır. Türkçe'ye gerek yoktur!„ diyebilmektedirler. En büyük hata ise
bu noktada çocuklarımızın kişilik gelişimlerinde anadili eksikliği ve buna bağlı
olan bilinç düzeyi düşüklüğü olmasıdır.
·
Türklerin
de büyük bir bölümü ne yazık ki bu konuda Almanlara büyük bir paralellik
göstermektedirler.
·
Türkler
şöyle düşünebilmektedir: "Biz Türkiye'ye dönmeyeceğimize göre çocuklarımız
"Almanya'da" başarılı olmalıdırlar. Onlara artık Türkçe dersleri
değil, "yalnızca Almanca" gereklidir. Türkçe neye yarar ki... "
·
Ne yazık
ki bazı olumsuz düşünceler uzun bir döneme doğru bakıldığında Türklerin
Almanya’ya olumlu uyumunu çok kötü etkileyecektir.
·
Son
yıllarda birçok işveren Türkçe okuyan, yazan gençleri yanlarına almakta ve
onları çalıştırmaktadır. Avukatlık büroları, hekim muayenehaneleri, eczaneler,
iş ve işçi bulma kurumu, hastalık sigortaları, bankalar, bazı belediye
daireleri, seyahat acentaları, büyük elektronik mağazaları...
·
Bu
kişilerin gördüğünü, Türkçe dilinden yararlanmayı, ne yazık ki, kendi halkımız
daha tam kavramış değildir.
·
Türkçe’nin
yararını iyice kavrayabilmeli ve dil öğrenimi sadece sözlü olarak olamayacağı
için tüm okullarda düzeyli ve yoğun bir Türkçe öğrenimini istemeliyiz.
·
Aslında
işte tam da bu noktada bu derslere günümüzde çok daha gereklilik vardır. Bunu
isterken de tabii ki çağdaş yöntemlerle ve çok iyi yetişmiş öğretmen kadroları
ile ve eşit bir ders konumunda Türkçe'den söz ederek düşünmeliyiz. Ama acaba
bunu kaçımız bu boyutta düşünebilmektedir...
·
Türkçe
okul yasalarında yer almalıydı! Türkçe haftalık ders çizelgesinin içinde
normal bir ders olarak birinci sınıfından itibaren uygulanır olmalı. Alman okul
makamlarının denetlemesi altında olmalı. Sınıf geçmeye etkisi de etkisi olan
olan bir ders olmalı. Türkçe dersi yarar sağlayacak çağdaş bir dil durumuna
erişmelidir.
·
Türkçe
dersi Alman makamlarınca atanmış başarılı öğretmenlerce verilmeli. Almanya'da
hazırlanmış ders araç ve gereçlerini kullanılmalı. Türkçe öğretmenlerinin
yetiştirilmesi için üniversitelerde "Türkçe Öğretmenliği Bölümü"
açılmalı.
·
Türkçe
derslerin gerçekleştirilebilmesi için de yeterli düzeyde öğretmen kadroları
açılmış olmalı. Öğretmen yetiştiriminde ve öğretmen seçiminde, onların
yerleştirilmesinde temel ilke Almanya'da geçerli kurallar ve istemler olmalı.
·
Okullarıdaki
var olan "Türkçe" dersi öğretmenleri, çocukların "çok kültürlü
yaşam" koşulları ve kültürel özellikleri göz önünde bulundurularak hizmet
içi eğitiminden geçirilmelidir.
·
Anne ve
babalar ileriki sınıflarda çocukları için 1. yabancı dil olarak İngilizceyi
seçmeleri ve gereken desteği göstermeleri halinde, anadili Türkçe’yi de
öğrenerek en az üç dilli gelişmeleri sağlanmış olacaktır.
·
Anne ve
babalar çocuklarının geleceğinin daha iyi olacağını düşünerek Türkçe dersini
istemeli. Türkçe dersi bu derse katılan öğrencilere genel ve mesleksel
öğrenimlerinde bir yarar görecek biçimde olmalı.
·
Tüm kültür
varlıklarına çok büyük önemlerin verildiği günümüzde, Almanya'da okullarda
Türkçe dersinin olmaması üzüntü vericidir.
·
Dil
öğesinin yetersizliğine bağlı olarak diğer tüm kültürel ve etnik varlıklar da
almaları gereken yeri alamayacaklardır. Bunu Türk müziği, Türk yazını, Türk
folkloru, İslam dini... için de düşünmeliyiz. O dili kullanamayınca da o dille
üretilebilinecek olan bilimsel verilere de erişilememekteyiz. Okuma ve yazmaya
da dayanan dilin olmaması durumunda çok büyük bir öz kültürsel boşluk
dolacaktır ki bu boşluğu başka türlü doldurabilmek çok zordur.
·
Çünkü bir
dil yalnızca " ailede konuşulan dil " olarak ele alınamaz. Onun ile
bir kültür dünyasına girilir. Eğer o dil yoksa o kültür dünyası da
yoktur. Türkçe dilli halkın kendi öz dilini yaşatması ise bir
"insanlık hakkı" olarak algılanmalıdır. Bu da ancak okuma, yazma,
konuşma ve o dile bağlı kültürel mirasa ulaşabilmekle sağlanır. Bir düzenlilik
ve bir devamlılık gerektirir. Bu da bir eğitim-öğretim işidir.
·
"Dil"
bir amaç değil bir araçtır. Yani okullarda "Türkçe dersi olsun"
derken bunu bir amaç olarak değil, çocuklarımızın kişiliklerine olumlu etkiler
yapacak, onların daha bilinçli ve donanımlı insanlar olacak biçimde yetişmeleri
için gereken bir önemli "araç" olduğunu düşünmeliyiz.
·
Türkiye
ile Avrupa arasındaki ekonomik ve politik ilişkilerin hızlı gelişmesi ve
yatırımların artması sonucu, Türkiye'de yatırım yapmak isteyen büyük
işverenlerin sayısı hızla artmaktadır.
·
Almanya'dan
Türkiye'ye yapılan her yatırım, açılan her iş yeri, büyük ya da küçük
fabrikalar... bunların hepsinde kesinlikle Almanya'dan, özellikle Türkçe'yi iyi
bildikleri için seçilen mesleklerinin uzmanları bulunmaktadır.
·
Son birkaç
yıldır ise Türkiye'ye geri dönüş gözlemlenmektedir. Bu nedenle de
çocuklarımızın Türkiye okullarında okuyabilmeleri için gerekecek Türkçe alt
yapıları olmalıdır.
·
Devletin
ve belediyelerin eğitime daha fazla kaynak ayırmaları beklenmelidir.
Anaokullarındaki çocukların okul için daha iyi hazırlanmaları sağlanmalıdır.
Eğitimin alt basamaklarından başlayarak daha çok destekleme çalışmaları
yapılmalıdır.
·
Bunun yanı
sıra da özellikle ilkokulun başlarında öğrenme güçlüğü çeken çocuklara yönelik
çalışmaları yapılmalıdır. Derslerinde zayıf olan çocukların desteklenmesi
sağlanmalıdır. Özellikle de sosyal ve ekonomik durumu düşük olan ailelerin
çocuklarının okuldaki başarılarını arttırıcı projelere yer verilmelidir.
·
Okul
sisteminin temelden değiştirilmesi, haksızlık ve eleyicilik yönlerinin en aza
indirgenmesi çok gereklidir.
·
Anne ve
babaların okula daha iyi uyumunu ve katkılarını sağlayıcı önlemler alınmalıdır.
·
Anne
babanın çalışmak zorunda olmaları, ya da anne babanın kendi öğrenim
yetersizliklerinden dolayı çocuklarına yardımcı olamamaları durumunda “yarım
günlük” okul bu gibi velilerin gereksinimlerine yanıt verememektedir.
"Tam gün okul" uygulaması çok daha yararlı olacaktır. Bu da zaten son
yıllarda birçok yörede, kentte uygulanmaya başlamıştır.
·
Sadece
inanılmaz olan ise şudur: Tam gün okulun olabilmesi için ilk yola çıkıldığında
bakış açısı olan "sosyal ve ekonomik durumu gereği okulda başarılı
olamayan çocukların sorunlarına çözümler getirmek" olan hedefe uygulamada
ulaşılamamaktadır.
·
Çocuklarını
bu sınıflara kayıt ettirmeleri gereken aileler aylık masraflardan ve yemek
sorunlarından dolayı bu işten kaçınmaktadırlar. O zaman da bu kesimin katılımı
aza inmektedir. Yani yardıma gereksinen birçok göçmen çocuğu, Türk çocuğu
günlerini dışarıda geçirmekte ve almaları gereken acil yardımlara
erişememektedir.
·
Anadili
ile insan kimlik ve bilinç kazanır, yaşamına yön verir!
·
Kişiliği
ve toplumsal sorumluluk duygusu güçlü, Türkçe ve Almanca konuşan kuşaklar
Almanya'nın barışına ve iç huzuruna katkıda bulunur.
·
Okulda
anadili dersi alan çocuklar kendi ailesi ve akrabaları ile çok daha iyi bir
iletişim kuracaktır. Daha sevecen ve birbirini daha iyi anlayan bir aile
ortamında yetişen bu çocuklar sınıflarında daha başarılı olacaklardır.
·
Ailesinin
donanımı ve sevgisi çocukların gelişimine olumlu katkıda bulunacaktır. Onların
suça itilme oranları diğerlerinden daha az olacaktır. Tüm bu olgu da hem çocuk
için, hem ailesi, hem de tüm toplum için bir kazanım olacaktır.
·
En korkunç
olanı ise Türkçe konuşan ailelerin çocuklarının her iki dile de egemen olamayan
"yarım dilli" kuşaklar olarak yetişmeleridir. O çocukların meslek
eğitimleri de, yüksek tahsil olanakları da baştan kesilmiş olacaktır.
·
Her
"iki dilde temel eğitim" hedef alınmalı ve geleceğin Alman okul
sistemi buna göre yapılanmalıdır. Anadili eğitimi kişinin içinde yaşadığı
toplum için gereklidir. Böylelikle daha sağlıklı bir uyum ve birlikte yaşama
sağlanabilir. Toplumsallaşmaya en büyük katkı "dile bağlı olarak"
aile ve özel yaşam ilişkilerinden gelir.
·
Çocuklarımızın
Türkçe'yi bir ders olarak almadan büyümeleri aileleri ile onların arasında
büyük bir kültür boşluğu doğuracaktır. Dilimize sağlaması gereken kültürel
varlıkları alamayan çocuklar ve zamanla da onların çocukları sadece günlük
konuşma dilinde kalıp, Alman toplumunda yer alacaklardır. Bunun ileri boyutları
ise göçmenlerin Almanya'ya uyum sağlamış olduğunu değil, tam tersine bir
asimilasyona uğramış olduklarını gösterecektir.
·
Aile
içinde "Türkçe konuşulmasın" demek ise hem olanaksızdır, hem de
yaşamın gerçeklerine terstir. Aile içinde "Türkçe konuşulmasın" demek
yaşamın gerçeklerine de terstir.
·
Almanca'yı
hem okulda hem de iş yaşamında kullanacak olan Türklerin özel yaşamlarında ise
anadilleri Türkçe'den arındırılmaları olası değildir. Bunu düşünmek bile gerçek
dışıdır.
·
Türk
ailelerin büyük bir çoğunluğu çocuklarının hep "yüksek tahsil"
yapmalarını ister. Onların okuyup birer doktor ya da avukat falan olmalarını
isterler. Çocuklarının okulda başarılı olduklarına diğer ailelerden daha çok ve
çabuk inanırlar.
·
Çocuklarının
bir kariyer yapmasına yönelik istemleri diğer ortalama Alman ailelerinden çok daha
yüksektir. Buna rağmen araştırmalar göstermiştir ki çocuklarımızın okulu
bitirmeleri ya ortalama bir başarı ile ya da çok daha düşük düzeyde
kalmaktadır.
·
Ama Alman
eğitim sistemi ile ilgili bilgi düzeyleri ve sistem içerisinde nasıl bir uğraşı
verilmesi konusundaki yetersizlikleri nedeni ile de çoğunlukla çocuklarının
okul içindeki başarılarını abartılı olarak yorumlarlar. Bir de Alman eğitim
sisteminden çok yüksek beklenti içindedirler
·
Türk anne
ve babalarına Alman eğitim sistemini çok daha yakından ve onların anlayacağı
biçimde tanıtımların ve bilgilendirmelerin yapılması acil olarak gereklidir.
·
Anne ve
babaların sonradan ümitlerinin kırılıp üzüntüye kapılmamaları için çocuklarını
da iyi tanımaları ve onlarla daha gerçekçi bir yola yönlendirmeleri gerekir.
·
Bu konuda
2010 yılında Bamber Üniversitesinde yapılan araştırma göstermiştir ki birçok
anne ve baba okuldaki yaşamdan ve etkenliklerden pek de haberdar değildir.
Çocuklarının desteklenmesini sadece öğretmenlerin eline bırakmışlardır.
·
Anne ve babanın
birçoğu da kendi deneyimleri yeterli olmadığından çocuklarının okuldaki
başarılarını çok sınırlı olarak değerlendirebilmektedirler. Anne ve
babalarımızın çok büyük bir çoğunluğu okuldaki veli toplantılarına ve konuşma
saatlerine katılmamaktadır.
·
En son
PISA-Test sonuçlarına göre Türk göçmen çocuklarının ortalama okumalarında
"iki okul yılı" kadar bir gerilik saptanmıştır.
·
Türk anne
ve babalar eğitim ve öğretim sorunlarının çözümüne yeterli ölçüde destek
vermelidirler. Okul yaşamına ve eğitim politikalarına etki yapabilecek yönde
örgütlenmeleri çok yararlı olacaktır. Çocuklarının başarılı olabilmeleri için
ev ödevi yardımı olanaklarını araştırmalılar ve oluşmalarına katkıda
bulunmalılar.
·
Eğitimin,
geniş anlamıyla, en önemli bir yatırım olduğuna inanmaları gerekir. Bunun için
de çok erken dönemde önlemler almalıdırlar.
·
Okuldan
gelen uyarılara çok çabuk ve büyük bir duyarlılıkla yanıt vermeliler ve de
gereken önlemleri hemen alabilmelidir.
·
Yıllarca
görmemezlikten gelinen sorunlar ve çözümsüzlükler sonunda artık hiç
düzeltilemez bir hale gelmektedir. Büyük üzüntüler ve düş kırıklıkları yaşayan
birçok aile bunun çok acı olduğunu ve boşa geçen yıllara "ah vah"
ettiklerini hep dile getirmişlerdir.
·
Aşırı
uçlara ve suça itilmeye karşı en güçlü önlem bu çocukların kendi öz dilleri ve
kültürleriyle de desteklenmiş bir çağdaş eğitimi alabilmelerinden gelir. Bunun
yanı sıra da tabii ki bilinçli ve donanımlı anne ve babalar olarak kendimizi
güçlendirmeliyiz.
·
Bizim dile
bağlı olarak edineceğimiz en büyük zenginlikler kendi öz kültür miraslarımız,
örf, adet ve geleneklerimizdir aslında. Ama bence en önemli kazanacağımız
varlık ise bizlerin birer birey olarak elde edeceğimiz "bilinç"dir.
Bir insanı yaşamı boyunca yönlendiren içinde bulunduğu kimlik ve benliğinde
taşıdığı bilincidir.
·
Çocuklarımızın
kişiliklerinin, kimlik ve bilinçlerinin oluşmasında ve gelişmesinde en temel
etken ise onun kendi ev dili, anadili ve öz kültürle olan bağlarıdır. Bunu
eksikliği ve de yetersizliği ise büyük bir boşluk oluşturmaktadır.
·
Bu nedenle
de "bizim çocuklarımız" dediğimiz kuşakların okulda ve yaşamda
edinmeleri gereken istemler ve bu uğurda verecekleri çaba ve gayretler hep çok
yetersiz kalmaktadır.
·
İşte bu
düşüncelerin daha iyi belirleneceği somut verileri PISA araştırmalarının sonuçlarından,
onlarla ilgili yorumlardan ve basındaki haberlerden, grafiklerden elde
edinebiliriz. Sadece internete girip arama motorlarında yapılacak kısa bir
araştırma bile bizleri bilgilendirecektir.
·
Göçmen
çocuklarının çağdaş, demokrat, laik bir eğitim alabilmeleri için harcanacak her
Euro, geleceğe yapılan ve misli misli geri gelecek olan bir yatırımdır.
·
Her anne
ve baba kendi çocuğu için en iyi eğitimin yollarını aramalıdır.
·
Bunun yanı
sıra en önemli şeyin çocuklarımızın akıl ve beden sağlıkları yerinde, toplumun
iyi değerlerine sahip çıkabilen, kişilikli ve bilinçli, öz değerleri yüksek
birer insan olarak yetişebilmelerini sağlamak olduğunu çok iyi bilmeliyiz. Eğer
bunu gerçekleştirebilir isek çocuklarımız okulda ve toplumda en doğru yolu
bulacaklardır.
·
PISA
araştırmalarının değerlendirmelerinde öğrencilerin aileleri, anne ve babaları
da göz önüne alınmıştır. Elde edilen bilimsel veriler şunu göstermiştir: Bir
ailede anne ve babanın okur yazarlığı, evde bulunan kitaplıkları, edinilen
meslekler, eğitim düzeyleri... çocukların başarısını kesin etkileyen veriler
olarak görülmüştür.
·
Bize
düşeni kısaca söylemek gerekir ise şudur: Anne ve baba olarak kendimizi de çok
iyi yetiştirmeliyiz ki çocuklarımızı da çok daha iyi yönlendirebilelim.
·
Gelecek
yılların PISA araştırmalarında Türk çocuklarının daha iyi yerlerde olduğunu
görmek istiyorsak, kendimiz bugünden daha bilinçli ve de uğraş verici
olabilmeliyiz.
·
Gönen
ÇIBIKCI - Öğretmen. 26 Şubat 2011 Cuma, saat 10.00.